@sevvnuraydn
|
Ecel kuşun ensesindeymiş. O nereye kanat çırpsa peşinden gidiyor onu yakalamak için an kolluyormuş. Kuş bunun farkındaymış. Ölümün soluğu her an canını alabilirmiş. Üstelik tehlikede olan sadece o değildi. Karnındaki bebek, minik deniz ve kelebek de ölümün kurbanları arasındaymış.
Kuş kelebeğine söyleyememiş bunları. Nasıl söyleyebilirdi ki? Onu korkutmak istemedi. Kendi korktu. Ama o korksun istemedi. Onu cennete kavuşturan acılarını çiçeklerle donatan kelebeği korksun istemedi. İçine attı beyaz kuş tüm bu olanları. İçine attı ve bekledi. Bekledi ve bekledi.
En sonunda saklanmaya karar verdi. Karanlıktan, korkularından ve ecelden kaçmak istedi. Ama o an bir şeyin farkına vardı beyaz kuş. Yıllar evvel ona söylenen bir sözü anımsadı.
"Saklanmak için bir yere değil birine ihtiyacın var."
Kelebeği yıllar evvel ona böyle söylemişti. Saklanmak için surlar, ormanlar, uçsuz bucaksız dağlara ihtiyacı yoktu ki. Ona kelebeği yeterdi. Kelebeğinin göğsünde atan o güçlü kalbi dinledi kuş. "İşte şimdi ecel bana dokunamaz," dedi kendi kendine.
Kelebeğine baktı. Kelebek tüm bunlardan habersiz kuşunu ve minik kelebeği de alıp gitti. Geceyi izleyebilecekleri en güzel yere gittiler birlikte. Yıldızları izlediler. Ay'ın ışığının altında kuşuna bir söz verdi kelebek.
"Dünya kırlangıça kavuştuğunda kendi dünyamıza gideceğiz beyaz kuş."
"Söz mü?"
"Söz."
_______
Gözlerimi açtığımda kendimi arabada bulmuştum. İlk başta uyku mahmurluğundan buraya nasıl geldiğimi anlayamasamda yanımda uyuyan Merih'i görünce dün gece yıldızları izlediğimizi sonrasında üşüdüğümüzden arabanın içinde oturduğumuzu hatırladım. Muhtemelen gece eve dönmek yerine de arabada uyuyakalmıştık.
"Anne," diye arka koltuktan bana seslendi Ege. Kendisi yeterince tatlı değilmiş gibi sesi de en az bal kadar tatlıydı. Arkamı dönüp ona baktım. Mavi gözleri adeta birer boncuk gibi parlıyordu ve üstelik beni görünce yanaklarında beliren çukurlar onu daha da tatlı yapmıştı.
"Anne neden evde değiliz?"
"Sanırım baban bizi eve götürmeyi unutmuş oğlum."
Kıkırdadı. Öyle güzel gülüyordu ki insanın onu severken içine sokası geliyordu. "Baba!" diye bağırdı Ege sevinçle. Onun için dışarıda uyumuş olmak hem komik hem de eğlenceli bir şeydi. Ege'nin sesiyle yavaşça gözlerini araladı Merih. O da uyanınca tıpkı benim gibi ilk başta neden arabada olduğunu sorguladı kendi kendine. Sonra da arkaya dönüp Ege'ye baktı.
"Bizi eve götürmeyi unutmuşsun baba," dedi Ege kıkırdayarak. Merih'in enerjisi Ege ile birlikte yerine gelmişti. "Madem eve gitmeyi unuttuk o halde kahvaltıyı da dışarıda yaparız," dedi Merih.
Ege karnını tutarak, "Kurt gibi açım," dedi. Merih bunun üzerine arabayı çalıştırdı. Hep birlikte dışarıda kahvaltı etmek üzere yola koyulduk. Tam biz yoldayken Kerim aradı. Merih aramayı hoparlöre aldı. Kerim, "Gece eve neden dönmediğiniz sormamakla birlikte sizden habersiz birtakım şeyler yapmış olabilirim," dedi gergin bir nefes verirken.
Merih'in bakışları otomatikman yoldan bana kaydı. "Ne gibi bir şey yaptın Kerim?" diye sordu Merih iğneleyici bir tonda. Kerim ilk başta cevap vermemek için dirense de en sonunda ağzındaki baklayı çıkarıverdi.
"Kardelen ile bir görüşme ayarlamakla da kalmayıp sizin düğün işini bu öğlene ayarlamış olabilirim."
Kerim'in söylediğiyle Merih ile aynı anda, "Ne?" diye bağırdık. Umarım Kerim şaka yapıyordur aksi bir durumda ne yaparım hiç bilmiyorum. Merih, "Kerim sen ne dediğinin farkında mısın? Kardeleni çoktan geçtim. Bir günde koca düğünü nasıl ayarladın?" diye sordu şaşkınlıkla.
Merih düğün detayına takılı kaldı bense o kadını bir kez daha görecek olmama takılı kalmıştım. Yalvarırım birisi çıkıp tüm bunların koca bir şaka olduğunu söylesin! Ama kimse öyle bir şey dememekle birlikte, "Merak etmeyin. Her şeyi ayarladım. Bugün mükemmel bir düğün sizi bekliyor. Siz bana sadece Kardelen ile nerede buluşacağınızı söyleyin," dedi Kerim gayet neşeli bir şekilde.
Kardelen ile görüşmek istemediğimi tabii ki de onlara söylemedim. Ama Merih'e attığım ters bakıştan sonra, "Kardelen Hanım ile görüşmemiz şart mı?" diye sorması da ayrı bir konuydu. O kadının isminin yanına hanım eklemesi kesinlikle benimle göz göze gelmesinin üzerine oldu. Kerim, "DNA testi için Tahsin Soydere'den örnek alınmış. Fakat Kardelen ısrarla sizi görmek istediğini söyledi," dedi yapacak bir şeyin olmadığını belli etmek için.
O an tek düşündüğüm şey Kardelen'in ısrarla bizi mi yoksa sadece Merih'i mi görmek için ısrar ettiğiydi. Kıskançlıktan şimdiden gözlerimin ateş varmışçasına yandığını hissedebiliyordum. O kadını yakmadan rahat etmeyeceğimden, "Merih sana konumu atar. Kahvaltı etmeye gidiyoruz. O da oraya gelsin," dedim Kerim'e. Hemen sonrasında Merih'in itiraz etmesine müsaade etmeyerek telefonu kapattım.
"Bunu neden yaptın Lu? Kardelen ile görüşmek zorunda değiliz."
"Öncelikle o kadına Kardelen Hanım diyeceksin. Ayrıca bu ısrarının sebebini merak ettim. Olamaz mı?"
Merih kıskançlığımı ses tonumdan bile sezmişti. Kullandığım kelimeler bunlar olmasaydı bile sadece ses tonumdan kıskançlığımı anlardı. "Sen nasıl istersen öyle olsun hayatım," dedi Merih yumuşak bir sesle. İşte ondan beklediğim cevap tam olarak buydu. Merih arabayı güzel ve şık bir restoranın otoparkına park etti. Bakalım Kardelen Hanım'ın derdi neymiş!
Arabadan indim. Sonra arka koltuktan küçük denizimi de alıp restorana girdim. Merih ile cam kenarında bir masaya geçtik. Benim karşımda Ege otururken Ege'nin yanındaki sandalyeyi de Kardelen Hanım için boş bırakmıştık. Merih yanımıza gelen garsondan menüyü istedi. Hemen ardından bana baktı.
Griye çalan mavi gözleri gözlerimde gezinirken öfkelenmek neredeyse imkansızdı. Bana öyle bir bakışı vardı ki Kardelen'in gelecek olması gerçeğini bile neredeyse unutuvermiştim. Merih elimi tuttu ve, "Biz bugün yeniden evleniyoruz Lu. Her ne olursa olsun bunu ve seni ne kadar çok sevdiğimi unutma. Kardelen Hanım'a ayak uydurmaya çalışmadan önce bunu düşün," dedi.
Ses tonu, bakışları, bana karşı böylesine ilgili ve yumuşak oluşu bile Kardelen'e duyduğum tüm öfkeyi vücudumdan cımbızla söküp almışçasına yok etmişti. Başımı hafifçe sallayıp, "Tamam," dedim. Merih ile birlikte siparişlerimizi verdik. O Kerim'e konum atarken bende Ege'ye kahvaltısını yaptırıyordum. Ege küçük bir kuş misali tabağına koyduğum ballı ekmekleri yiyordu. Sakince kahvaltımızı ettik. Kahvaltı bitiminde garsonlar masamızı topladı. Tam o sırada Ege, "Baba benimle birlikte gelir misin?" diye sordu.
Merih, "Nereye oğlum?" diye sordu. Ege utana sıkıla tuvalete gitmek istediğini söyleyince Merih onunla birlikte tuvalete gitti. Onların gidişiyle sanki bu anı beklemiş gibi Kardelen çıkageldi. Hemen çaprazımdaki boş sandalyeye geçti ve yapmacık bir gülümsemeyle, "Merih Ege yok mu?" diye sordu. Ona bakıp gözlerimi devirdim. Yanlış anlaşılmak gram umurumda olmadı.
Kardelen sandalyesinde sırtını dikleştirdi. Muhtemelen restorana girer girmez kahve söylemişti ki garson elindeki bir fincan kahveyi Kardelen'in önüne bıraktı. Kardelen garsona memnuniyetle gülümseyip bakımlı buklelerini parmak uçlarıyla kabarttığı sırada, "Merih'i sormak sizin haddinize değil," dedim. Açıkçası benden böyle bir cevap beklememişti. Yüzündeki şoku görünce içime soğuk sular serpilmedi desem yalan söylemiş olurum.
"Merih sana anlatmadı sanırım," dedi Kardelen. Hiç istifimi bozmadım. Oturduğum yerde sırtımı dikleştirmiştim. "Merak etme. Merih ile bir geçmişinizin olduğunu biliyorum," dedim tehditkar bir gülümsemeyle. Kardelen bunu bu kadar rahat karşılayacağımı düşünmemişti. Daha doğrusu bunu bildiğim halde buluşmayı onaylayacağım aklının ucundan dahi geçmezdi. Bana öyle bir bakışı vardı ki hem cüretkar hem de dalga geçer gibi bakıyordu. Ama onun bilmediği bir şey vardı ki ben artık Luna Arga değil Luna Server'dim.
Merih benim kocamdı ve bu karşımdaki ucuz numaraların sahibi yüzsüz kadın bile bu gerçeği değiştiremezdi. Kardelen gözlerini hızlı hızlı kırpıştırıp kahvesinden bir yudum aldı. Sonrasında, "Bu durum seni hiç rahatsız etmedi mi? Merih ile aramızda bir şeyler olması ihtimali seni hiç korkutmuyor mu?" diye sordu. Şüphelerimde haklı olduğumu işte tam da bu sözler üzerine anlamış oldum.
Kardelen niyetini bu sefer açık açık belli etmişti. Fakat onun bilmediği bir şey vardı ki bende ona pabuç bırakacak göz yoktu. Beni tahrik etmek için elindeki tüm kozları kullanacağının farkındaydım. Bu yüzden derin bir nefes almış sonrasında ise onun sinirlerini bozacak kadar rahat bir tavırla "Hayır," demiştim. Dudaklarıma yayılan gülümsemeyle, "Çünkü Merih'e ve onun bana olan aşkına her şeyden daha çok güveniyorum," demeyi de ihmal etmedim.
Kardelen söylediğim şeye bir hayli bozulsada bunu basit bir kıkırtının arkasına saklamıştı. "Peki sana bir sorum daha var Luna," dediğinde elimle ona sorması için işaret vermiştim.
"Merih sana daha önce hiç çiçek aldı mı?"
"Bu sorunun konumuzla ne ilgisi var?" diye sormadan edemedim. Kardelen sinsi bir gülümsemeyle sorunun altında yatanı biraz açmayı tercih etti. Kardelen, "Evinizdeki vazoların boş olduğunu gördüğümden soruyorum," dediğinde kahvesinden büyük ve keyifli bir yudum almıştı. İma ettiği şeye karşılık gülmeden edemedim. Kıkır kıkır gülüyordum. Kadın resmen kaşla göz arasında evimi incelemişti. Bir de bana vazolarımın neden boş olduğunu soruyordu. Delireceğim!
"Merih bana hiç çiçek almadı," dedim ve masanın üzerinden ona biraz daha yaklaştım.
"Çünkü benim çiçekleri dalında sevdiğimi bilir. Ayrıca bana bir dal çiçekten daha değerli bir şey verdi. Binlerce çiçeğe benim adıma umut oldu. Ayrıca koca bir kent ormanım olduğunu da söylemiş miydim?"
Kardelen susup kaldı. Tek kelime edemedi. Bense son kozumu oynamak için gülümsedim.
"Sana küçük bir sır vereyim Kardelen. Eğer saçlarımla oynuyorsam bil ki tehlikedesin. Malum ben pek tekin biri değilim. Tahsin Soydere'nin geçmişi... Anlarsın ya."
Göz kırparak ona yaptığım imayla donup kaldı. Merih'in bana evlendiğimiz ilk zamanda hediye ettiği kent ormanını anımsadım. Beyaz kuş kent ormanının böylesine bir zamanda gündeme geleceği aklımın ucundan dahi geçmezken karşımdaki kadının gerginlikle kahvesini yudumlayışını izledim. Sözlerimi bitirdiğimde Merih yanında Ege ile birlikte masaya gelmişti. Masada yanımdaki yerini aldığında, "Acilen buluşmamızı gerektirecek bu önemli mesele her ne ise biz yokken konuştunuz mu?" diye sordu. Bunun üzerine bir tutam saçı parmağıma dolayıp bilmiş bir tavırla Kardelen'e baktım.
"Biz bu test işini Kardelen Hanım'ın halledemeyeceğini düşündük ve başka bir avukatla anlaşmaya karar verdik," diyerek bu işe son noktamı koydum. Hemen ardından masadan kalktım. Kardelen'e bilmiş bir tavırla, "Bu arada bugün olacak olan düğünümüze sizi de davet etmek isterdim Kardelen Hanım fakat yanımda hiç davetiye yok," dedim ve bembeyaz olan karşımdaki kadını gram umursamadan Ege'nin elinden tuttuğum gibi restoranın kapısına doğru ilerledim.
Merih hesabı ödeyip yanımıza geldi. Uzaktan arabanın kilidini açtı. Aramızdaki mesafeyi kapatmak için neredeyse koşması gerekmişti. Ege'yi araba koltuğuna yerleştirip hemen ardından kendi yerime geçtim. Merih sonunda bana yetişti. Arabaya bindiğinde, "Az önce olan şey de neydi Lu?" diye sordu hayretle. Ona baktığımda gülmemek için kendini çok zor tuttuğunu gördüm. Kardelen ile olan o saçma diyaloglarımızı tabii ki de ona anlatacak değildim. Onun yerine, "Birileri haddini bildi diyelim," dedim.
Merih kıkırdadı. Onu kıskanmam hoşuna gitmişti. Arkada bizi izleyen Ege'ye bakıp, "Gözlerini kapat bakalım," dedim. Sonrasında birilerinin yanağına uzun bir öpücük bıraktım. Merih'in griye çalan mavi gözlerine baktım ve Ege'nin duyamayacağı kadar kısık bir sesle, "Sen benimsin Merih Ege Server," diye fısıldadım. Gülümsedi. O kusursuz gülümsemenin sadece bana özel olduğunu biliyordum.
Merih, "Şimdi bir kez daha senin olmak için cennetimize gidiyoruz Lu," dedi sıcacık sesiyle.
Ege ise, "Artık gözlerimi açabilir miyim?" diye homurdandı. Kıkırdadım.
"Artık gözlerini açabilirsin annecim."
Kardelen'i ardımızda bırakmıştık. Şimdi ise bir zamanlar çakıldığım o uçuruma yaptığımız cennete gidiyorduk. O cennette hayatımızı bir kez daha birleştirmeye gidiyorduk. Ege, "Anne şimdi nereye gidiyoruz?" diye sordu heyecanla. Ona kalsa bütün gün arabayla şehri turlar asla eve girmezdik.
"Düğüne gidiyoruz oğlum. Babanla yeniden evleneceğim."
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten. Hatta sende takım giyeceksin."
"Düğünde babamın yanında duracak mıyım?"
"Duracaksın oğlum. Hatta amcanla beraber benim yanımda anneni bekleyeceksin," dedi Merih gülümseyerek. Göz ucuyla bana baktı Merih. O kadar mutluydu ki dudaklarına yayılan gülüşü bastırmakta epey bir zorlanıyordu. Şaka bir yana bugün Merih ile yeniden evleniyordum. Kerim her ne kadar bize son dakika golü atsa da içimde tatlı bir heyecan beliriverdi.
Hayatımda ilk defa gelinlik giyecektim. Evlendiğimiz zaman düğün yapmak gibi bir zamanımız olmamıştı. Ama şimdi her şey bir günde olmuştu. Böyle düşününce kulağa saçma gelse de ben bu saçmalığı seviyordum. Merih'i seviyordum ve onunla yeniden evlenecek olmak beni heyecanlandırıyordu. Onu damatlıkla görecek olmak bile nefesimi kesiyordu. Griye çalan mavi gözleriyle bana bakarken onun damatlıkla ne kadar yakışıklı görüneceğini hayal ettim. Hayatımda görüp görebileceğim en güzel görüntü kesinlikle buydu.
Merih yoldayken Kerim'i aradı. Kerim, "Neredesiniz?" diye sordu. Bir yandan da sandalyelerin konacağı yeri söylemesi dikkatimden kaçmamıştı. "Şimdi geldik," dedi Merih ve arabayı uçurumdaki evin yanına park etti. Bu ev gelinle damat odasının olduğu evdi. Düğüne burada hazırlanacaktık. Kemerimi çözdüm. Kerim bizi karşılamaya geldi. Bir numaralı dostunu arka koltuktan indirip kucakladı.
"Şimdi ben kankamı hazırlamaya gidiyorum," dedi Kerim sırıtarak.
Merih, "Demek kankanı hazırlamaya gidiyorsun," dedi alınmış gibi yaparak. Kerim kıkırdadı. Merih'in sırtına dostane bir şekilde vurarak, "Damat Bey'i odaya alalım," dedi. Arabadan indim. Onlar damat odasına gitmişti. Bense geride kalmış tüm bu hummalı çalışmaların içindeki cennet bahçesine baktım. Dört bir yandaki çiçeklere, dalları yere kadar uzanan söğüt ağaçlarına ve en önemlisi etrafta uçuşan beyaz kelebeklere baktım. Burası hayalini kurduğum her şeyden ve her yerden daha güzeldi. En önemlisi burası bizimdi. Merih ile benim cennetimizdi.
"Luna," dedi biri. Daldığım düşünceden onun sesiyle sıyrılmıştım. Arkamı dönüp baktığımda Nehir ile göz göze geldim. Kumru'nun elinden tutmuş bana doğru geliyordu. Onunla aramdaki mesafeyi kapatıp ona sıkıca sarıldım. Daha sonra bir hayli büyümüş olan Kumru'ya baktım. Daha şimdiden çok güzel bir kızdı. Büyüyünce ne kadar güzel olabileceğini hayal dahi edemiyordum.
"Gelinimizi düğünden önce tebrik edelim dedik," dedi Nehir.
"Çok sevindim gelmenize. Birlikte gelin odasına geçelim mi?"
Nehir ve Kumru ile birlikte gelin odasına geçtik. İçeride beni bu özel güne hazırlamak için gelen kuaför ve makyaj ekibi bekliyordu. "Luna Hanım öyle değil mi?" diye sordu makyaj ekibinden biri. Başımı sallayıp uzattığı eli nazikçe sıktım.
"Sizi şöyle alalım," dediklerinde üzerime gelin sabahlığımı geçirmiş makyaj masasının sandalyesine oturmuştum. Ekip daha şimdiden hummalı bir çalışmaya girmişti. Biri saçlarımı biri makyajımı derken gözlerimi kapatmış bu hazırlığın bitmesini beklemeye başlamıştım.
Nehir, "Turan arıyor. Biz çıkalım sen rahatça hazırlan," dedi çıkmadan hemen önce. Ona yanımda kalmasını söyleyecektim ama bunu yapamadım. Çünkü makyaj fırçaları yüzümde geziniyordu. Bir süre sonra saçım ve makyajım tamamlandı. Hatta aksesuarlarım bile tamamlanmıştı. Saçlarımın uçları su dalgasıydı. Saçlarım muntazam bir şekilde sağa yatırılmıştı ve sağ kulağımda beyaz tüylerin olduğu bir küpe vardı. Kıkırdağımı çevreleyen beyaz tüylere baktım. İşte şimdi gerçek bir beyaz kuş olmuştum.
"Gelinliğinizi giyinmenizin vakti geldi Luna Hanım."
Duvarda asılı olan gelinlikle birlikte paravanın arkasına geçtim. Kızlardan biri fermuarımı kapatmama yardım etti. Daha sonra herkes dışarı çıktı. Buralar artık toprak değil çimenlik olduğundan topukluyla yürümemin olanağı yoktu. Merih bunu da düşünmüştü. Benim için tıpkı gelinliğimde de olduğu gibi inci detaylı babet tarzı bir ayakkabı seçmişti. Ayakkabımı giyip sonradan komodine iliştirilmiş olan gelin çiçeğimi elime aldım.
Çiçek buketimdeki tek çiçek beyaz zambaktı. Benimle yıllar sonra kavuştuğunda saçlarıma beyaz bir zambak iliştirmişti Merih. Bana, "Sana neden zambak getirdim biliyor musun? Çünkü zambağın anlamı yalnızlıktır. Ben sensiz çok yalnız kaldım Lu," demişti. Şimdi ise yalnızlığımızı temsil eden bu çiçekle onunla olan evliliğimi yeniden tazelemiş olacaktım. Gelinliğimin uzun tül kuyruğuna rağmen rahat bir şekilde yürüyebiliyordum. Tam ortadaki dikdörtgen kenarları altın varakla süslenmiş boy aynasının karşısına geçtim.
Uzun kollu gelinliğim incilerle doluydu. Omuzlarım açıktı ve eteğim sadece tülden oluşuyordu. Tüm bunların içinde en sevdiğim detay omzumdaki kelebek dövmesinin görünmesiydi. Aynadan kendime baktım. Neleri aştığımızı, neleri ardımızda bıraktığımızı ve bu yerin benim mezarımken şimdi cennetim olup en mutlu anıma şahitlik edeceğini düşündüm. Tam o sırada kapı açıldı. Arkamı dönmek yerine bekledim. Merih gelmiş olmalıydı. Muhtemelen beni kürsünün orada daha fazla bekleyememiş ve görmeye gelmişti. En azından ben öyle sanıyordum.
"Merih sen mi geldin?" diye sordum dayanamayarak. Ondan bir cevap gelmedi. Odada tak tak sesleri yankılandı. Bu ses bir ayakkabıdan geliyordu. Bir kadının ayakkabısından.
Kadının kim olduğunu yansımadan gördüm. Bana doğru yaklaştı. Nefesinin sıcaklığını ensemde hissedebileceğim kadar yakındı bana. Gözlerimiz yansımalarımızda buluştu. İnce bir çizgi halini alan dudaklarında manidar bir tebessüm beliriverdi. "Beni hatırladın mı?" diye sordu. O kadar sakindi ki bunun iyiye işaret olmadığını o an anladım.
"Benden ne istiyorsun?"
Gülümsedi. Artık bana çok yakındı. Hemen arkamdaydı ve delici bakışları önünde bulunduğumuz aynayı çatlatacak kadar keskindi. "Onu sen öldürdün," diye fısıldadı. Ne diyeceğimi ona karşı nasıl davranacağımı bilemediğimden öylece yansımasındaki gözlere baktım.
"Senin yüzünden kızım babasız büyümek zorunda kalacak."
Yutkundum. Tam o sırada fark etmediğim bir detay bana acıyı getirdi. "Sende onunla birlikte öleceksin," diye fısıldadı. Sonrasında elindeki bıçağı sağ tarafımda bel boşluğuma sapladı. İrkildim. Canımın acısından gözlerimden iki damla yaş aktı. Ama o bunu umursamadı. Bıçağı büyük bir soğuk kanlılıkla bedenimden çıkardı. Nefesimin kesildiğini hissettiğim o anda, "İşte şimdi ödeştik," dedi ve bıçağı yeniden aynı yere sapladı. Bıçağın ikinci kez bedenimden ayrılışıyla acıdan dengemi kaybetmiştim. Düşmemek için aynaya tutundum. Onun kaçıp gidişini izledim. Jane'in beni bıçakladıktan sonra ardına bile bakmadan kaçıp gidişini...
Canım o kadar çok yanıyordu ki nefes alamıyordum. Belimdeki acıyla gözlerimi yeniden aynadaki yansımama diktim. Elimdeki zambak buketi yere düştü. Gözlerim yansımamdaydı. O an hissettiğim tek şey ölümün beni gelip alacağıydı. Nefes alamıyordum. Acıdan bedenimin diğer uzuvlarını hissetmiyordum. Ben ölüyordum.
Aklıma gelen tek şey oğlumun bensiz kalacağıydı. İçimden bağıra çağıra ağlamak gelse de bunu yapacak gücüm yoktu. Merih beni bekliyordu. Ölmeden önce son kez onu görmem gerekiyordu. Peşime takılan ecel amacına ulaşmıştı ve benim son nefesimi verirken onu görmem gerekiyordu. Aynadan destek alarak doğruldum. Ayağımı sürümek pahasına gelin odasının kapısına doğru ilerledim. Burada ölmeyecektim. Her ne olursa olsun onu son kez görecektim. Merih'in gözlerindeki gökyüzüne son bir kez bakmadan ölmeyecektim.
Kapıyı zar zor açtım. Dengemi kaybettiğimden duvarlara tutuna tutuna kendimi en sonunda dışarı atmayı başardım. İşte gelinin yürüyeceği yol orada. Konukların oturduğu sandalyeleri görebiliyordum. Merih'i görmeme çok az kalmıştı. Dayanmak zorundaydım. Bacaklarımdaki his kaybına rağmen ağır ağır adımlamaya başladım. Artık konuklar bana bakıyor ve tam şu an gelinin eşine yürüyeceği yolun başındayım. Merih'in silüetini hayal meyal görebiliyordum. Yanındaki küçük takım elbiseli oğlumu da.
Onu görünce çektiğim onca acıya rağmen gülümsedim. Az kaldı Luna biraz daha dayan dedim kendi kendime. Ona doğru adımlamaya başladım. Yalpalıyordum. Bacaklarım beni bir sağa bir sola doğru götürürken Merih bir terslik olduğunu anladı. Bana doğru koşmaya başladı. Son anda dengemi kaybettiğimde onun kollarını tuttum. Bana ne olduğunu anlamamıştı. Ta ki eli belimdeki yaraya dokunana kadar...
Merih'in kollarına yığıldım. Artık ayakta duramayacak kadar kötü durumdaydım. "Lu!" diye bağırdı Merih. Beni kollarına almış parmaklarına bulanan kanla, "Ambulans çağırın!" diye bağırmıştı. Kerim'in Ege'yi alıp götürüşünü bir hayali izler gibi izledim. Etrafta çığlık sesleri yankılanıyordu. Birileri ambulans çağırmaya çalışıyor bazılarıysa benim akibetimi anlamaya çalışıyordu. Bunların içinde babam da vardı.
Babamın elimi tuttuğunu hissettim. Parmaklarımda kalan son hissin onun sıcaklığıyla dolduğunu hissettim. Babamın buraya nasıl geldiğini bile düşünmedim. Öylece kiremit rengi gözlerine baktım. Ağlıyordu babam. "Kızım," dedi çaresizce. Sonra hayatımın aşkına baktım. Merih'e.
"Beni bırakma Lu. Beni sensiz bırakma," dedi Merih. Gözyaşları yanaklarından gökyüzünden kayan birer yıldız süzülüyordu. Parmakları yanağımı okşuyor, "Az kaldı ambulans geliyor," diyordu. Ama ben vaktimin dolduğunu biliyordum.
"Ben ölüyorum Merih," dedim güçlükle. Başını salladı. Böyle söylememem için yalvarırcasına baktı gözlerime.
"İyi olacaksın Lu. Daha sana verdiğim sözü tutacağım."
Artık kesik kesik nefes alıyordum. "Oğlumuza iyi bak olur mu? Seni çok seviyorum," dedim çaresizce. Merih hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Böyle söyleme," dedi yalvarırcasına. Ama artık iş işten çoktan geçmişti. Tam karşımda güneşin ışığıyla bana doğru yaklaşan kadına baktım. Bana elini uzattı.
"Annem beni almaya geldi Merih," dedim anneme bakıp gülümserken. Bir yanımda babam bir yanımda Merih bunun bana gerçek olmadığını söylüyordu. Hayal gördüğümü söylüyorlardı. Ama benim için bu hayal çok güzeldi.
"Anne," dedim son kez. Sonrasında gözlerimi yavaşça kapattım. Merih'in gözlerimi açmam için yalvardığını bedenimi kollarında sıktığını hissetsemde gözlerimi açamadım. Ben o gün cennetteki kuş oldum. Şimdi kendi cennetime doğru kanat çırpıyorum. |
0% |