Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm: Oyunun Kuralları

@sevvnuraydn

Kuş ilk defa kaybetmekten korkuyormuş. Ya kaybedersem kelebeğimi? Ya bir daha bakmazsa onun gökyüzü gibi bakan gözleri gözlerime? Ya bir daha adımı duyamazsam onun bal kadar tatlı sesinden?

 

Tüm bu düşünceler onun daha çok korkuya kapılmasına neden olmuş. Kelebeğini öptüğü için pişman olmuş. "Keşke,"'demiş kendi kendine.

 

"Keşke hiç söylemeseydim ona aşkımı. Keşke kondurmasaydım dudaklarına sevdanın busesini."

 

Derin bir iç çekmiş kuş. Kelebeğin onu yanına çağırmasıyla usulca kanatlanmış aşkına doğru. İlk defa aşık olduğu kelebeğin gözlerine bakmaya çekinir olmuş kuş. İlk defa onun yanında olmak onu rahatsız ediyormuş. Çünkü ona baktıkça aklına yaptıkları geliyor bu durumdan utanıyormuş.

 

Kelebeğin yanına varan beyaz kuş gözlerini kaçırmış. Ne cesareti varmış o gözlere bakmaya ne de yüreği. Öylece uzaktan uzağa sevmeye alışmak zorundaymış kuş.

 

Zira sevmek demek gerekirse kanatların olduğu halde uçamamayı göze almak demekmiş.

 

Beyaz kuş da öyle yapmış. Kanatlarıyla sarmış bedenini. Böylece istese de uçamayacakmış bu kanatlar kelebeğe doğru. Ona dokunamayacak tüylerinden biri böylece kazara dahi olsa kelebeğin yüreğine saplanamayacakmış.

 

Derin bir iç çekmiş kuş. Öyle çok istiyormuş ki kelebeğine bakmayı. Ama bunu yapamamış. Kelebeğin ona birlikte bambaşka bir diyara uçmaları gerektiğini söylediğinde bile yapamamış kuş. Bakamamış kelebeğin gökyüzüne.

 

Kelebek ise o gökyüzünde süzülen tek kuşun onun gözlerine yeniden bakmasını diliyormuş. Bunun için her şeyi yapmaya hazırmış. Kuşu ile birlikte birbirlerini ilk gördükleri yere öte diyara uçmuşlar.

 

Öte diyar onları bağrına basmış. Onları yere uzanan dalların altında saklanan anıların olduğu söğüt ağacına bırakmış öte diyarın ruhu. Kuş ile kelebek söğüt ağacının altında birbirlerinin gözlerine bakmış.

 

Kelebek kuşunun sıcak tüylerini okşamış. Ona ne kadar aşık olduğunu söylemiş. Kuş dolu gözlerle kanadındaki en güzel tüyü söküp çıkarmış. Beyaz kuş sevdanın tüyünü kelebeğinin kalbine saplamış.

 

Ona ne kadar aşık olduğunu bir kez daha anlamış. Kelebek kuşu öpmüş. Kuş kelebeğin gözlerindeki engin gökyüzünde kaybolmuş. Kader nasıl ki yıllar önce onların yollarını bir söğüt ağacının altında kesiştirdiyse aşk da onların kalplerini yıllar sonra aynı yerde birbirine kenetlemiş.

 

_______

 

"Burada olduğumuza hala inanamıyorum," dedim kıkırdayarak. Bendeki bu neşeli ifade onu da etkilemiş yüzüne genişçe bir gülümseme yayılmıştı.

 

"Bende," dedi derin bir iç çekerek. Sıcak parmakları benimkileri sardı. Onun avucunda kaybolan parmaklarımı nazikçe sıktı. Bir daha bırakmamak üzere parmaklarını benimkilere kenetlediğinde gülümsedim.

 

"Seni bir yere daha götürmek istiyorum."

 

"Nereye?" diye sorduğumda dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. "Gidince görürsün." Kıkırdadım. Birlikte el ele altında geçmişimizin saklı olduğu söğüt ağacını ardımızda bırakmış yürüyorduk.

 

Onunla birlikte attığım her adımda sanki geçmişimin izlerinin silindiğini hissediyordum. Sanki bu okulun önünde az gözyaşı dökmemiş yanımda hep o varmış da onun sayesinde her zaman yüzümün güldüğünü hissediyordum.

 

Gözlerimi yoldan alıp ona çevirdim. Bir süre onun kusursuz yüz hatlarını inceledim. Yüzünün her bir santimini zihnime kazımak istiyordum. Sanki ondan ayrılmak zorunda kalırsam yüzünü unutmamak için böyle bir şey yapmam gerektiğini hissediyordum. Yutkundum. "Merih," diye mırıldandım. Griye çalan büyüleyici gözlerini bana çevirdi. Birlikte taş köprünün üzerinde durmuş birbirimize bakıyorduk.

 

Bu sefer "Ben korkuyorum," dedim birden. Bu söylediğimle benden ayrılmıştı.

 

"Neden korkuyorsun?" Onun bu sorusuyla birlikte gözlerimi onun gözlerine diktim. Şefkatli bakışlarının altında kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Merih bunca yıl içimde bastırmış olduğum duyguların gün yüzüne çıkmasını sağlıyordu.

 

"Kaybetmekten," dedim sadece. Sesim bir fısıltıdan farksız çıkmıştı. Öyleki rüzgarın uğultulu sesi benim sesimi bastırıyordu. Derin bir nefes alıp içimden geçenleri en azından rüzgarın bastıramayacağı kadar yüksek sesle söylemeye başladım.

 

"Ben daha önce hiç sevilmemişim. Beni bu dünyada tek seven sensin. Yıllar önce o söğüt ağacının altında meğer diğer yarımı bulmuşum. Aşkı bulmuşum. Ama şimdi korkuyorum Merih. Çünkü hala tüm bunlar bana rüyaymış gibi geliyor."

 

Yutkundum. "Sen kusursuzsun," diye mırıldandım. Bunun üzerine aramızdaki o bir adımlık mesafeyi tek bir adımıyla kapattı. Sanki o bir adımlık mesafe bile bize fazla geliyordu. Halbuki tek bir adım mesafesi denilen şey neydi ki?

 

"Lu," dedi Merih içtenlikle gülümserken. Kenetlenmiş parmaklarımızı ayırmadan diğer elini yanağıma koydu. Yanağımı avucuna yaslayıp derin bir iç çektim.

 

"Benim sana aşık olmam çok doğal. Çünkü sen mükemmelsin Merih. Bu dünyadaki tüm kadınları kendine aşık edecek kadar mükemmelsin hemde. Ama ben öyle değilim."

 

Merih bu sözlerimle duraksamıştı. Derin bir nefes alıp sözlerime kaldığım yerden devam ettim.

 

"Etrafındaki her kadını elde edebilecek gücün varken beni sevebilmen bana çok tuhaf geliyor. Ben diğer kadınlar kadar güzel değilim. Çekici hiç değilim. Özgüvenim desen yok başarım desen öyle aman aman bir başarım hiç olmadı. Peki söyler misin bana? Beni neden seviyorsun?"

 

Bu sözlerim onu gülümsetti. Parmakları usulca yanağımı okşadı. Yüzündeki gülümsemenin içimi ısıttığını hissederken soğuktan kuruyan dudaklarını ıslattı. "Sen kendini benim gözümden hiç gördün mü?" diye sordu birden.

 

Onun bu sorusuyla afallamıştım. Ama o buna rağmen sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Görmedin. Emin ol görsen böyle konuşamazdın. Ve emin ol kendini benim gözümden görebilseydin dünyayı unutur başka hiçbir şey göremezdin. Tıpkı benim şu an tüm dünyadan tamamen soyutlanmam gibi..."

 

Merih'in sözleriyle gözlerimin dolduğunu hissettim. O benim herkes tarafından görünmez olduğum gerçeğine karşılık beni gören ve seven tek kişiydi. Sevgiye aç kollarım onun bedenini kavradı. Başımı göğsüne yasladım. Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık çıkarken yanaklarımdan bu kadar güzel sevilmenin mutluluğuyla yaşlar süzülmeye başladı.

 

"Ağlıyor musun?" diye sordu bunun üzerine. Kulağıma gümbür gümbür atan kalbinin sesi geliyordu. Bu huzurlu anı bozmak istemediğim için başımı olumsuz anlamda salladım. Ama o buna inanmamıştı. Bunda gözyaşlarımın kabanını ıslatmasının da etkisi büyüktü.

 

Benden yavaşça ayrıldı. Kolları belimi kavramış gökyüzü gibi bakan gözleri yüzümde gezinmeye başlamıştı. "Çok kötü bir yalancısın Lu," dedi kınarcasına.

 

Kıkırdadım. Onun beni azarlayışını duymadan tekrar sıkıca sarıldım. Kalbinin sesini dinlerken içimin huzurla dolduğunu hissettim. Derin bir iç çektim. Keşke elimde zamanı durduran bir düğme olsaydı. O zaman sonsuza kadar bu anın içinde kalabilirdim.

 

"Merih Ege," dedim huzurla. Bununla birlikte başımı kaldırıp onun gözlerine baktım. "Uzun zaman sonra ilk kez kendimi bu kadar mutlu hissediyorum."

 

Bu sözlerim onu gülümsetmişti. "Şimdi seninle birlikte daha da mutlu olacağın bir yere gideceğiz," dedi elimi tutarken. Bahsettiği yerin neresi olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Yanımda o varken nereye gittiğimizin benim için bir önemi de yoktu. Çünkü mutlu olmama sebep olan bizzat kendisiydi.

 

Soğuktan uyuşmuş parmaklarım onunkileri kavradı. Birlikte el ele taş köprüden geçerek biraz öteye park ettiğimiz arabaya geçtik. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla.

 

Merih anahtarı kontağa sokup arabayı çalıştırırken bende bir yandan ondan gelecek cevabı bekliyordum. İkimizde kemerlerimizi takarken yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. "Söyleyemem. Sürpriz," dedi bilmiş bir tavırla. Bunun üzerine daha fazla ısrar etmemeye karar verdim. Merih Ege arabayı orman yolundan çıkardı. Birlikte uzun bir yolculuk geçirdiğimizden bir süre sonra tatlı bir uykuya daldım.

 

*******

 

"Lu," diye fısıldadı tatlı bir ses. Gülümsedim. Gördüğüm bu güzel rüyadan uyanmayı istemiyordum. Ama yanağımdaki sıcak dokunuşun etkisine daha fazla dayanamadım. Gözlerimi yavaşça araladığımda mavi gözlerin beni izlediğini fark ettim.

 

"Geldik," dedi gözleriyle camdan dışarıyı işaret ederken. Gözlerimi baktığı yere çevirdiğimde küçük çaplı bir şok yaşamıştım. Heyecanla emniyet kemerimi çıkarıp arabadan indim. Burası başımı onun omzuna yaslayıp piyes izlediğim yerdi. Juliet'in başını Romeo'nun omzuna yasladığı ilk yerdi.

 

"İnanamıyorum!" Sesim heyecandan biraz fazla yüksek çıkmıştı. Bu heyecanlı halim onu güldürdü. Dudaklarında yine o kusursuz gülümsemesi belirdi. Gökyüzü gibi bakan gözleri benim üzerimdeydi.

 

"Adi Capulet'i yerinde izlemek isteyeceğini düşündüm." Gözlerimi gösteri salonundan alıp ona çevirdim. Bunu yapmış olduğuna hala inanamıyordum. Amerika'da onunla tanıştığımız yerde olmamızın şokunu hala atlatamamışken onun yaptığı sürprizle bambaşka bir şok daha yaşıyordum.

 

"Beni ağlatmak mı istiyorsun?" diye sordum gülümseyerek. Bu sorum onun hiç hoşuna gitmemişti. "Ağlamak yok," dedi kınarcasına.

 

Onun kızarken bile nazik oluşu beni gülümsetmişti. Ona yaklaştım. Parmak uçlarımda yükselip yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Merih bu yaptığımla afallarken kıkırdayarak devasa binaya doğru ilerledim.

 

Topuklu botlarım mermer merdivenlerde tok bir ses çıkarıyordu. Heyecandan ceylan gibi seke seke girdim içeri. Küçük bir kız çocuğundan farkım yoktu. Yıllar önce geldiğim o salona şimdi genç bir kadın olarak giriyordum. Üstelik yanımda sevdiğim adamla...

 

Kalbim küt küt atıyor nefes alıp verişlerimin bile düzensizleştiğini hissediyordum. "O gün buraya geldiğimizde kalabalıkta birbirimizi kaybetmiştik. Şimdi ise yıllar sonra birbirimizi bulmuş aynı yere birlikte gelmişiz. Hayat gerçekten de sürprizlerle dolu."

 

Merih'in arkamda olduğunu bilerek söylediğim sözlerle birlikte sıcak nefesini saç diplerimde hissedecek kadar yakınlaştı. "Kelebek kuşunu kaybettiğinde paniğe kapılmış. Ama kader aşıklardan yanaymış. Kader kuşu koskoca dünyada yine kelebeğin kanatlarının arasına almış," dediğinde kolunu belime doladı.

 

Tam şakağıma uzun bir öpücük bıraktı. Derin bir iç çekti. Ciğerlerini benim kokumla doldurduktan sonra gülümsedi. Onun gülümsemesiyle bu dondurucu soğukta bile sıcakladığımı hissediyordum.

 

"Kuş bu koskoca dünyada kelebeğinin kanatlarından başka sığınacak daha güvenli bir yer görmedi."

 

Sözlerim onu gülümsetti. Onun gülümsemesi ise beni...

 

Birlikte salondan içeri girip onlarca boş koltuktan arka taraftakilere oturduk. Tıpkı yıllar öncesinde de olduğu gibi...

 

"Yıllar önce de bu koltuklara oturmuştuk. Birbirimizin farkında olmadığımız o zaman bile kader bizi yine bir araya getirmiş."

 

Merih'in sözleriyle gülümsedim. Koluna girip başımı onun omzuna yasladım. "Söğüt ağacı kelebeğin kozasından çıkıp kuşunu gördüğü ilk yer."

 

Gözlerimi onun gözlerine diktim. "Burası da Juliet'in başını Romeo'nun omzuna koyduğu ilk yer," diye fısıldadığımda sahnenin koyu kırmızı perdesi aralandı. Buna rağmen Merih'in gözleri benden ayrılmadı.

 

Karanlıkta laciverte dönen büyüleyici gözleri gözlerimde gezinirken gülümsedim. Başımı tekrar omzuna yasladığımda o da başını benim başıma yasladı. Yıllar önce olduğu gibi birlikte tekrar izledik Romeo ve Juliet'in aşkını. Yıllar önce de olduğu gibi...

 

*******

 

Piyesin bitmesiyle Merih ile birlikte salondan ayrıldık. "Şimdiki durağımız neresi?" diye sordum dayanamayarak. Bu heyecanlı halim onu memnun etmişti.

 

"Artık eve geçmemizin vakti geldi." Onun bu söylediğiyle birlikte gözlerimi yola diktim. "Daha yeni geldik. Hemen geri mi döneceğiz?" diye sordum moral bozukluğuyla. Bu aniden değişen ruh halim onu güldürmüştü.

 

"Merak etme. Daha yapacak işlerimiz var. Bir iki gün daha buradayız," dediğinde yüzündeki gülümsemenin yerini derin bir endişe almıştı. Yapmamız gereken şeyin riskli olduğunu ve bu riskin onu korkuttuğunu gözlerindeki ifadeden anlayabiliyordum.

 

Bir süre hiç konuşmadık. Arabada adeta ölüm sessizliği hakimdi. Tek ses lastiklerin asfaltta çıkardığı sesten ibaretti. Öyle ne kadar yol gittiğimizi hatırlamasamda en sonunda Merih arabayı etrafı çam ağaçlarıyla çevrili bir evin önüne park etti. Evin önünde onlarca insan vardı. Endişeli bakışlarım adamların üzerinde gezinirken en sonunda Merih'e çevirdim. "Kim bunlar?" diye sorduğumda güven vermek istercesine gözlerini kırpıştırdı.

 

"Korkacak bir şey yok. Onlar bizimle," dedi ve arabadan indi. Onunla birlikte bende arabadan inip kapıyı yavaşça kapattım. Evin önünde birkaç adam ve birkaç tane kadın vardı. Üstelik dört beş tane araba da hemen evin önüne muntazam bir şekilde park edilmişti.

 

Merih bu gördüklerimden dolayı korkuya kapıldığımı anlamış olacak ki yanıma gelip sıkıca elimi tuttu. Birlikte ağır adımlarla yanındaki insanlara adeta liderlik eden adamın yanına gittik.

 

"Turan komutanım," diyerek adama seslendi Merih. Adının Turan olduğunu öğrendiğimiz buğday tenli adam bizi görünce içtenlikle gülümsemişti. Komutan olmasının yanı sıra burada dönen işlerin gizliliği açısından sivildi. Tıpkı yanındaki diğer ekip arkadaşları gibi...

 

"Merih Ege," dedi gülümseyerek elini uzattığı sırada. Merih, Turan'ın uzattığı eli tutup nazikçe sıkarken gözlerim Turan'ın yanındaki düz saçlı güzel kadına kaydı. Merih elimi bırakıp Turan ile bir şeyler konuşmak üzere eve geçerken ben hala karşımdaki kadına bakıyordum. Kestane rengi saçları omuzlarına dökülen kadın ona baktığımı fark etmiş olacak ki bakışlarını bana çevirip nazikçe gülümsedi.

 

"Ben Nehir," dedi elini tanışmak için bana uzattığı sırada. Gözlerim ilk olarak parmağındaki alyansa takıldı. Ardından uzattığı eli nazikçe sıkıp "Luna," diye mırıldandım.

 

Yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. Gözlerini kısa bir anlığına önünde durduğumuz arabanın içine çevirdi. Onun baktığı yere baktığımda arabanın içinde telsizli bir kadınla küçük bir kızın oturduğunu fark ettim.

 

"Turan ile benim kızım," diye mırıldandı. Gözlerim küçük kıza takılı kalmışken Nehir beni şoka sokacak şeyi söyledi. "Turan onu bombalarla yıkılmış koca bir şehrin ortasında buldu. Onu bulduğunda tek başınaydı. Avucunda beyaz bir kuş tutuyordu."

 

Küçük kıza bakıp derin bir iç çekti. Gözlerini ondan alıp bana çevirdi. "Ben yıllar önce bir operasyon sonucu yaralandım. Polis olmak bazen böyle şeyler yapmayı gerektiriyor. O zamanlar Turan ile nişanlıydık. O basit gördüğüm yara benden anne olabilme şansımı almıştı."

 

Nehir'in anlattıklarıyla göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi hissetmiştim. Onun böyle bir hikayesinin olabileceğini hiç düşünmemiştim. "Ben çok üzüldüm," diyebildim sadece.

 

Nehir ise başını hafifçe sallamıştı. "Üzülme." Gözlerini tekrar arabadaki küçük kıza çevirdi. "Ben üzülmüyorum. Çünkü ona sahibim. Bana anne diyen tatlı bir kız var artık hayatımda," dediğinde yüzünde içten bir gülümseme belirdi.

 

"Adı ne?" diye sordum bu sefer. Arabanın içindeki kız Nehir'i görünce elini dudaklarına götürüp öpücük atmıştı. Nehir de ona öpücük atarken gözleri beni buldu.

 

"Onun gerçek adını bir türlü öğrenemedik. Bombalardan o kadar çok korkmuştu ki bir süre konuşamadı. Sonra Turan ona umudun kuşunun adını verdi. O yıkımın ortasında avuçlarında tuttuğu beyaz kumrunun adını verdi. Onun adı Kumru."

 

Gözlerim tekrar küçük kıza kaydığında gözlerimin dolduğunu hissettim. "Biliyor musun?" diye sordum bir anlık cesaretle. "Merih Ege de bana beyaz kuş diyor. Benim umudun kuşu olduğumu söylüyor."

 

Bu söylediklerim Nehir'i gülümsetmişti. "Merih'i uzun zamandır tanıyorum. Onun daha önce hiçbir kadına böyle baktığını görmedim. Ona umut olduğun kadar da hayat verdiğinde aşikar," dedi ve kızına el salladı.

 

Küçük kız kıkırdarken Nehir eve baktı. "İçeri geçsek iyi olacak. Turan ile Merih bizi bekliyordur."

 

Bunun üzerine Nehir ile birlikte içeriye geçtik. Ev baştan aşağıya ahşap sade mobilyalarla döşenmişti. Gözlerim evin duvarlarındaki eski tabloları incelerken Merih ile Turan'ın salondan bize baktığını fark ettim.

 

"Nehir," dedi Turan. Nehir ile birlikte onların yanına gittiğimizde Merih'in gözleri beni buldu.

 

"Oyunun kurallarını öğrenmenin vakti geldi Lu," dedi Merih Ege.

 

Griye çalan mavi gözlerindeki endişeli ifade kısa bir anlığına duraksamama neden olsada ona güven vermek için gözlerimi kırpıp başımı hafifçe salladım.

 

Bununla birlikte Merih bakışlarını Turan'a çevirdi. Ardından gözleriyle salonun tam ortasındaki tabloyu işaret etti. "Yardım eder misin?"

 

Merih'in sorusuyla Turan ağır tablonun bir ucundan tuttu. Birlikte tabloyu duvardan ayırıp yemek masasının üzerine koydular. Tablonun ortadan kalkmasıyla duvarda siyah gömme bir kasa ortaya çıkmıştı. Merih hızlıca şifreyi girip kasayı araladı. İçinden her biri en az bir top kağıt kalınlığında beş dosyayı alıp yemek masasının kenarına koydu.

 

Gözlerim dosyalarda gezinirken Turan tek tek dosyaları karıştırmaya başladı. "Mahşerdeki kırk yedi kişiyi içeri alman için gerekli tüm suç belgeleri burada."

 

Bunun üzerine Turan'ın koyu hareleri Merih'i buldu. "Mahşerde elli üye olduğunu sanıyordum," dediğinde Merih sanki sözcükler boğazına düğümleniyormuşçasına yutkundu. "

 

"Doğru. Üç kişi eksik. Biri Olcay Karaçam, biri Kartal Yıldırım diğeri de Tahsin Soydere."

 

Bu üç isimin anılması bile bulunduğumuz ortamın buz gibi olmasına yetmişti. Kanımın donduğunu hissediyordum. "Bu üç isimin açığını yakaladın mı?" diye sordu Turan. Bu soruyla birlikte Merih'in gözleri beni buldu.

 

"Hepsinin açığını anlattığım kadarıyla biliyoruz. Fakat Tahsin'in yaptıklarını itiraf etmesi imkansız. Diğer ikisinin ise itirafını almam an meselesi. Şimdilik diğerlerinin suç belgelerinin kaybolmaması açısından sende durması daha iyi. Kimse benim polisle işbirliği yaptığımı bilmemeli. Mahşeri içten çökertmenin tek yolu bu."

 

Merih'in sözleriyle Turan başını sallamış dosyaların kapağını kapatmıştı. "Kartal Yıldırım operasyonu için istediğin maske hazır. Yarın sabah elinde olur. Ayrıca Jane ile olan planın için duygularına yenik düşme ihtimaline karşılık onu sıkı takibe aldık. Son birkaç gün Merih... Kartal'ın ağzından itirafı alacak ve onu da diğerlerinin yanına tıkacağız. Peki ya Olcay?"

 

Bu isim Merih'in yutkunmasına neden oldu. "Onun itirafını bizzat ben alacağım. Sen hiç merak etme. Geriye sadece Tahsin kalıyor," dediğinde endişeli gözleri beni buldu. Sanki bu üç ismin anılması bile bana zarar verecekmiş gibi gözlerine korku dolu bir ifade yerleşmişti.

 

"Tahsin Soydere'nin itirafını da Kartal'ın itirafını alacağım gibi yine kendim alırım," dedim birden. Bu söylediklerim Nehir ile Turan'ın afallamasına Merih'in ise onaylamaz bakışlarının yüzümde gezinmesine neden olmuştu.

 

"Baban ile karşı karşıya gelmene gerek yok Lu," dedi Merih. Turan ile Nehir bu küçük detayı daha yeni öğrenmiş olacak ki şaşkın bakışları bir benim bir Merih'in üzerinde gidip geliyordu.

 

"Baba mı?" dedi Nehir şaşkınlıkla. Benim kim olduğumu bilmelerine rağmen bu küçük detayı gözden kaçırmış olabileceklerini hiç düşünmemiştim.

 

"Tahsin Soydere benim babam. Onun beni herkes gibi ölü sandığını da anlamışsınızdır. Ama eğer bana bunu yapanın Kartal değil de Olcay olduğunu düşünürse onu suç üstü yakalayabilirsiniz. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş oluruz."

 

Bu söylediklerimle Merih başını olumsuz anlamda salladı. "Senin o adamla yan yana gelmene izin veremem. Özellikle de..."

 

Turan bu gerçeği biliyor olacak ki gözlerini benden kaçırmıştı. Bense içimdeki garip hisse engel olmakta zorlanıyordum. "Özellikle de o adamın annemi öldürdüğünü bile bile onun yanıma yaklaşmasını istemiyorsun öyle değil mi?"

 

Bu sözlerim gözlerimden iki damla yaş akmasına neden olmuştu. Onunsa yüzünde söylemeye cesaret edemediği sözleri benim söylemiş olmamdan dolayı hüzünlü bir ifade belirmişti.

 

"Lu," derken adeta fısıldadı Merih Ege. Sesi yine şefkatli ve sıcaktı. Gözlerindeki gökyüzünde uçuşan beyaz kelebek bunu yapmamam için yalvarıyordu. Ama bu işi en kestirme bu şekilde çözebileceğimizden geri adım atamazdım.

 

"Merih herkesi içeri aynı anda tıkmamız şart. Eğer biri bile dışarıda kalırsa bu örgüt ikimizi de tehlikeye atar. Hatta en çok da seni..."

 

Bir adım atıp ona daha da yaklaştım. "Merih," diye mırıldandım. "Ben seni karşımda değil yanımda istiyorum. Bu işi kökten çözebiliriz. Mahşeri birlikte bitirebiliriz. Sonra birlikte tertemiz bir hayata başlayabiliriz. Etrafımızda takım elbiseli adamların olmadığı silahların ve kötülüğün olmadığı en az kuşun ve kelebeğin kanadı kadar temiz bir başlangıç yapabiliriz. Bunu yapabiliriz Merih."

 

Bu sözlerim onun yüzünde tatlı bir tebessümün belirmesine yetmişti. "Yapabiliriz," dedi gülümseyerek. Griye çalan mavi gözleri içimi ısıtırken gülümsedim. Turan ile Nehir bize imrenerek bakıyordu.

 

"Belgeler bizde. İki gün sonra İstanbul'a dönüyorsunuz. Sonrasında planı harekete geçiriyoruz," dedi Turan. Nehir ile birlikte belgeleri alarak yanımızdan ayrıldılar. Onların gidişiyle çelik kapının örtülme sesini duydum.

 

Bununla birlikte Merih'e sıkıca sarıldım. Kolları beni sarıp sarmalarken derin bir iç çektim. Ciğerlerimi onun kokusuyla doldurdum. Güvenli limanıma sığınmış bir süre onun hızla çarpan kalbinin sesini dinlemiştim.

 

"Biliyor musun?" dedi Merih birden.

 

"Bazen sana baktığımda yıllardır beklediğim mucizeyi görüyorum. Hani en çaresiz olduğumuz anlarda içten bir dilek dileriz ya işte o dilek sensin. Umudumun tükendiği anda beklediğim mucizeyi dile getirdiğim dilek sensin Lu."

 

Merih'in sözleriyle başımı kaldırmış gözlerimi onun griye çalan mavi gözlerine dikmiştim. Gülümsedim. Bununla birlikte sol yanağımdaki gamzem derinleşti. Merih elini yanağıma koydu. Başparmağı derin çukuru okşadı.

 

"Seni gördüğüm ilk andan beri yanağındaki bu küçük çukura dokunmanın nasıl bir his olduğunu düşünüp duruyordum. Bu eşsiz duyguyu tattıktan sonra ne istedim biliyor musun?"

 

Beklentiyle baktım gözlerine. Gülümsedi. Yüzünü yavaşça yüzüme yaklaştırdı. "İçten içe hep öpmek istedim yanağındaki bu küçük çukuru," dedi ve sıcak dudaklarını yanağımdaki derin çizgiye bastırdı.

 

Küçük bir buse başımı döndürmeye yetmişti. Benden ayrılıp gözlerime baktığında hiç olmadığı kadar mutlu görünüyordu. "Bu kadar mutlu olmanın sebebi gamzemden öpebilmen mi?" diye sordum kıkırdayarak.

 

Bu sorumla birlikte Merih'in yüzündeki gülümseme genişlemiş keyifli bir ifade yerleşmişti yüzüne. "Belki de bu mutluluğumun tek sebebi o güzel çukuru öpmem değildir," dediğinde gözlerinin beni adeta hipnotize ettiğini hissediyordum.

 

"Belki de sana kendimden bile fazla değer veriyorumdur. Belki de göğüs kafesiminin içindeki buzdan yaratılmış kalbim seni gördüğüm her an gözlerine baktığım her an ısınıyordur. Belki de mutluluğumun sebebi bu sıcaklıktır. Hatta belki de bu sıcaklık çoktan kül etmiştir kalbimi kim bilir?"

 

Merih'in sözleriyle gülümsedim. Merih, Güneş sistemini oluşturan dokuz gezegenden biriymiş. Luna ise ay demekti. Bu bize kaderin bir oyunu muydu?

 

Nasıl ki bir gezegen uydusu olmadan olamazsa bende onsuz olamıyordum. Belki de kader yıllar önce bizim yollarımızı bu yüzden kesiştirmiştir? Belki de bu yüzden bu uydu dünyanın değil de Mars gezegenin uydusu olmuştur? Kim bilir?

Loading...
0%