Yeni Üyelik
43.
Bölüm

18.Bölüm: Arafta

@sevvnuraydn

Beyaz kuşun en büyük hayali mutlu olmaktı. Tüm acıların geçmesi, yaraların kabuk bağlaması onun bu hayattaki tek arzusuydu. Fakat kaderin onun hakkında başka planları vardı. Geçmişini kuşun karşısına yeniden çıkarmak gibi...

 

Kuş kelebeğiyle beraber yıldızlı gecenin altında yeni bir başlangıç dilemiş. Her şeyi arkada bıraktıkları çocuklarıyla mutlu bir hayat düşlemiş. Ama bu düş gerçek olamayacak kadar güzeldi ve hayat hiçbir zaman bu kadar güzel bir şeyi ona sunmamıştı.

 

Kelebek ise kuşuna bir söz vermişti. Kuşunun bu dileğini gerçekleştirecekti. Fakat ecel ondan önce davranmıştı. Önce karı delen o yabani çiçekle yüzleştirmiş sonra da onlara içi boş bir hayal sunmuş. Kardelen çiçeği soğuk buzların arasına geri döndüğünde kuş ile kelebek her şeyin güzel olacağına bu boş hayal ile inanmaya başlamış. Kırlangıçın onlar için hazırladığı unutulmaz bir düğün ile yeniden kalplerini birleştirecek olmanın heyecanını yaşıyorlarmış.

 

Kuşun çakıldığı uçurumun tepesinde yeni bir başlangıca evet diyeceklermiş. Her şey hazırmış. Tüm bunları kırlangıç onlar için hazırlamış. Çiçekler, söğüt ağaçlarının altında uçuşan kelebek onların bu anına şahitlik etmek için hazırmış.

 

Beyaz kuş yansımasına bakmış. İçinde bir kelebek misali kanatlanan kalbine söz geçiremiyormuş. Heyecanlıymış kuş. Yeniden kelebeğine ait olacağı için heyecanlıydı ki bu heyecanını bastıran şey ecelin soğuk nefesiydi.

 

Ecel ensesinde bitmiş kuşun. Ona artık sonun yaklaştığını fısıldamış. Kuş öylece ölümün gözlerine bakmış. Donuk ve bir o kadar da nefret doluymuş ecelin gözleri. Kuş sonun yaklaştığını anlamış. Ecelin ona keskin bıçağını saplayışını öylece seyretmiş.

 

Kuş artık beyaz değilmiş. Kuş kırmızıymış. Kuş kanıyormuş ve kelebek tüm bunlardan habersiz sevdiğini bekliyormuş. Kuş ölüme teslim olmadan önce son bir kez kelebeğini görmek istiyormuş. Gözü yaşlı kuş çırpınmaya başlamış. Kanadında derman kalmayana kadar çırpınmış. Sonra onu görmüş. Canından çok sevdiği beyaz kanatlı kelebeğini...

 

Kelebeğine doğru uçmuş beyaz kuş. Ölmeden önce son bir kez onun gözlerime bakmayı arzuluyormuş. Kelebeğin yanına vardığında artık ecelin onu güçsüz bırakmasına izin vermiş kuş. Bu hayatta en çok sevdiği kişinin kanatlarına yığılmış. Kanayan, acıyan bedenine aldırmadan son bir kez bakmış kelebeğine. Son bir kez....

 

_______

 

"Burayı hatırlıyor musun?" diye sordu annem. Artık onun yaşadığı dönemdeki küçük kız çocuğu değildim. Ben şu an tam da onun öldüğü yaşlardayım. Ona baktım. Hala genç ve güzeldi. Saçları, gözleri, yüz hatlarıyla öylesine güzeldi ki dünya üzerindeki hiçbir kadın annemle boy ölçüşemezdi. Beraber en son çocukken gittiğimiz denizin kenarında kumların üzerinde oturuyorduk. Denizin dalgaları ayak ucumuza kadar gelip geri gidiyordu.

 

"Hatırlıyorum," dedim iç çekerek.

 

"Buraya geldiğimizde birlikte deniz kabukları toplamıştık."

 

"Doğru ama bir şey daha var. Sana anlattığım hikayeyi hatırlıyor musun peki?"

 

Bana anlattığı hikayeyi anımsadım. Deniz yıldızının hikayesini aradan geçen onca zamana rağmen hayal meyal de olsa hatırlıyordum. Gülümsedim. Annemle birlikte ufuk çizgisinde yavaş yavaş kaybolan güneşi izlerken, "Bana deniz yıldızlarının karada yaşayamayacağını onu bu yüzden eve götüremeyeceğimi söylemiştin," dedim. Hatırlamam onu mutlu etmişe benziyordu. Kendiliğinden renkli o biçimli dudaklarında narin ve göz alıcı bir gülümseme beliriverdi.

 

"Doğru. O zamanlar böyle söylemiştim. Peki ama sen neden karadasın Luna?"

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

"Senin yerin burası değil. Sende o küçük deniz yıldızı gibi denize aitsin. Geri dönmen gerek."

 

"Dönemem. Sana daha yeni kavuştum."

 

Gülümsedi. Elimi tuttu ve avuçlarının arasında hafifçe sıktı. O kadar sıcak ve güzeldi ki bu anın hiç bitmemesini dilemiştim. "Seni çok özledim anne," dedim gözlerim dolu dolu. Annem uzanıp yanağımdan akan bir damla yaşı sildi.

 

"Bende seni çok özledim."

 

"Bir daha beni bırakma olur mu?"

 

Sorumla birlikte aramızda derin bir sessizlik hakim oldu. Sanki bunu ondan istememem gerekiyormuşçasına suçlu hissettim kendimi. Annem, "Bunu yapamayacağımı biliyorsun Luna. Gideceğimi biliyorsun," dedi yumuşak bir ses tonuyla.

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bu sefer gitmene izin vermeyeceğim anne," dedim ağlamaklı bir şekilde. Sesim çatlamıştı. Boğazımda konuşurken kelimelerimin ağırlığından kaynaklanan ince bir sızı hissettim. Annem parmaklarıyla yüzümü nazikçe okşadı.

 

"Benim güzel kızım. Sana ne yaptılar böyle?"

 

Onun şefkatli parmakları yüzümü okşarken içimde biriken acılar gözyaşlarıma dönüştü. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Beni öldürdüler anne. Beni senin yanına gönderdiler," dedim hıçkırıklarımın arasından. Sonrasında, "Beni bu halimle nasıl tanıdın anne?" diye sordum.

 

Annem avuçlarının arasına aldığı ellerimi nazikçe sıktı. "Anneler çocuklarını her zaman tanır. Her ne kadar değişirlerse değişsinler anneler çocuklarını tanır. Çünkü anneler burayla değil," dedi annem gözlerini işaret ederek. "Burayla görür," dedi en sonunda elini göğsünün üzerine yerleştirirken.

 

"Geri dönmek istemiyorum. Ben burada seninle kalmak istiyorum."

 

Başını salladı. Beni kelimelerle değil ifadesiyle reddetti. "Sen burada olamazsın," dedi annem tatlı bir tebessümle. İkna olmadım. Hiçbir zaman ikna olmamıştım. Hiçbir zaman kendi bildiğimi okumaktan geri durmamıştım. Ben her ne kadar bunu kabul etmek istemesem de babamın kızıydım. Onun gibi inatçı ve bir o kadar da hırslıydım.

 

Annem elimden tutup beni yerden kaldırdı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Tek yaptığım onun elimden tutup beni götürmesine izin vermekti. Birlikte denizin engin dalgalarını ardımızda bıraktık. Artık çocukken deniz kabuğu topladığım sahilde değildim.

 

"Burası," dedim etrafıma bakarak. Annem elimi bıraktı ve "Burası seni terk ettiğim yer," dedi. Çocukken sağ omzumdan öptüğü, üzerimi örtüp gittiği o yatağın başındaydık.

 

"Buraya neden geldik?"

 

"Hatırlamanı istedim. Ben seni bırakıp gittim. Ama onlar seni hiçbir zaman bırakmadı. Sende onları bırakmamalısın."

 

Annem komodinimin başındaki çerçeveyi eline aldı. Bu aile resmimizdi. Babam, annem ve ben objektife bakarak gülümsemiştik. En son o zaman aile olduğumuzu fark ettim. Şimdi düşünüyorum da aile kavramı olmadan yıllar geçirmişim. Ta ki kendime ait bir aile kurana kadar...

 

Annem, "Şimdi benimle gel," dedi sessizce. Onunla birlikte çocukluğumun en güzel yıllarının geçtiği evin koridorlarında yürümeye başladık. Annem önünden geçmek üzere olduğumuz bir odanın kapısını araladı. İçeri girdiğimizde kendimizi eski evimde Ege ile birlikte kaldığım o evde bulmuştuk. Burada olmak kendimi tuhaf hissettirdi. Tam o sırada evin sessiz koridorlarını inleten bir bebek ağlaması duyuldu. Bebek öyle sesli ağlıyordu ki kendimi merdivenleri ikişer ikişer çıkarken bulmuştum. Sonra onu gördüm. Beşiğinin içinde kıvranarak ağlayan bebeğimi. Ege'mi...

 

Onu kollarıma aldım. Kucağımda kıvranıyordu. Kulağımı sağır edercesine ağlıyordu. Sırtını hafif hafif sıvazlamaya başladım. Yavaş yavaş ağlaması kesildi. O an aklıma onu susturamadığım için bir bebekle tek başıma olduğumdan dolayı hissettiğim çaresizliği hatırladım. "Merih hayatımda olsaydı her şey daha kolay olabilirdi," diye mırıldandım kendi kendime. Ege kollarımda uyuyakaldı. Başına tüy hafifliğinde bir öpücük kondurdum. Sonrasında onu dikkatlice beşiğine geri yatırdım. Geri çekilip ona bir baktım da birlikte büyümüştük.

 

Merih'in yokluğunda geçen beş yılı anımsadım. Issız hastane koridorunda sancımın tutup da güç bela doktoru çağırışımı, acilen doğuma alınışımı, çektiğim o sancılı saatlerin ardından onu görüşümü hatırladım. Minik bebeğimi kollarıma verdiler. Ağzı, burnu, yüzü o kadar ufaktı ki değil kollarıma almaya o minik elini parmaklarımın arasına almaya bile korkmuştum. Benim için o kırılgandı. Hassastı ve kesinlikle bu dünya üzerinde sahip olabileceğim en güzel şeydi.

 

Bebeğimi eve getirişimde de yalnızdım. Kimse bebeğimi görmeye gelmemişti. Hastaneden çıkışımı anımsadım. Ege pusetinde uyuyordu. Doğum yapanların odalarında aileye yeni katılan bir üyenin coşkusu vardı. Benim odamdaysa özlem dolu iç çekişler...

 

Puseti arabaya koydum. Kerim bana yardımcı olsa da onun bana yapabileceklerinin de bir sınırı vardı. Bebeğimle evime geldim ve ilk gecemiz kesinlikle koca bir hüsrandı. Bebeğim ağlıyordu ve ben ona yetemiyordum. Kendimi daha önce hiç olmadığım kadar çaresiz hissediyordum. O dönemimde karahindiba teyze imdadıma yetişti. Bana bir bebekle tek başıma nasıl başa çıkmam gerektiğini öğretti. O an anneme baktım. Beni izliyordu. Yüzünde hüzünlü ama bir o kadar da gururlu bir gülümseme vardı.

 

"Anne olunca her şeyin aslında nasıl olduğunu anladın öyle değil mi?"

 

Başımı salladım. Beşikte uyuyan minik bebeğimin üzerini hafifçe örttüm ve anneme baktım. "Bana ne anlatmaya çalışıyorsun?" diye sordum. Annem yanıma yaklaştı. Parmaklarının omuzlarımı kavradığını hissettim.

 

"Ona bir bak," diye fısıldadı. Birlikte Ege'ye baktık. Öyle minikti ki minyatür bir oyuncağa benziyordu. Gerçek olamayacak kadar güzel bir bebekti.

 

"Sana ihtiyacı var Luna. Onun bu dünyada bir tek sana ihtiyacı var. Annesine ihtiyacı var."

 

"Haklısın," dedim gözlerim dolu dolu. Ege'nin bana ihtiyacı vardı. Benim şefkatime ve ilgime muhtaçtı. Annem bu seferde, "Sadece onun değil. Onların da sana ihtiyacı var. Sensiz ne halde olduklarına bir baksana," dedi bana kapıyı işaret ederek. Kapının orada kimse yoktu. Bunun üzerine odadan çıkıp yan taraftaki yatak odasına girdim. İşte oradaydı. Merih Ege'm.

 

Sırtını yatağın kenarına dayamış yerde oturmuştu. Boşluğa bakan mavi gözlerinden onun ne kadar bitkin olduğunu anımsadım. Perişan görünüyordu. Göz altları torba torba olmuş o her zaman hayat dolu bakan gözlerinde artık en ufak yaşam enerjisi yoktu. Ruhu çekilmiş gibiydi. Yaşayan bir ölü gibi öylece boşluğa bakıyordu Merih. Onu böyle görünce göğsümün tam ortasında kalbimin acıyla kasıldığını hissettim. Tam o sırada gözlerim başka bir detaya takıldı. Ege'ye...

 

Ege cam kenarındaki koltuğa oturmuş bacaklarını kendine çekmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözlerim onun titreyen bedenine kaydığında bu çocuk Ege ise beşikte yatan bebeğin kim olduğunu anlamaya çalıştım. "O bebek," dediğimde annemin narin sesi yankılandı kulaklarımda.

 

"O bebek senin kızın Serçe."

 

Annemin sözleriyle bazı gerçekleri daha yeni anlayabilmiştim. Ben onların hayatında yoktum ve Merih tüm bunlarla tek başına mücadele etmek zorunda kalmıştı. Ege, "Annemi istiyorum!" diye bağırdı birden. Bir yandan ağlıyor bir yandan da içinde bulunduğu bu duruma kendince isyan ediyordu. Merih tek kelime edemedi. O kadar kötü görünüyordu ki onu daha önce hiç böyle görmemiştim. O karanlık gecede bile...

 

"Annemi istiyorum baba! Beni anneme götür!"

 

Merih kendini daha fazla tutamadı. Tıpkı Ege gibi başını yatağın kenarına dayamış hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Yüzü çökmüş o adama bakakaldım. Ağlıyordu. O ağlıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Onun sesiyle daha yeni uyuttuğum bebeğim de bağırarak ağlamaya başladı.

 

Annem, "Sana ihtiyaçları var Luna. Geri dönmek zorundasın. Onlar için hayata tutunmak zorundasın," dedi ciddiyetle. Anneme baktım. Başımı ümitsizce salladım ve, "Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum," dedim çaresizce. Gülümsedi. Gülüşü bile içimdeki çaresizliğe bir umut olmuştu sanki.

 

"Onların varlığına tutunursan hayata da tutunmuş olursun. Şimdi aç gözlerini."

 

Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Nefes alıp verişlerimin düzensizleştiğini hissediyordum. Anneme son bir kez sarılma şansım oldu. Son bir kez sarıldım ona ve o gece yapamadığım şeyi yapıp onunla vedalaştım. Ona son kez söylemek istediklerimi söyledim. Tüm bunların sonrasındaysa beni karanlık karşıladı. Sonsuz bir karanlık...

 

Karanlık öylesine derindi ki yoğun bir su kütlesinin içinde kalmıştım sanki. Basınçtan hiçbir şey duyamıyordum. Her şey belirsizdi. Sesler uğultuluydu. Fakat tek bir ses netti. O da yaşama tutunmak için çabalayan kalbimin sesi. Beni hayata daha doğrusu onlara bağlamak için çabalıyordu kalbim.

 

Bip. Bip. Bip.

 

Araftan adımımı attığımda duyduğum en net ses bu oldu. Artık gözlerimi açmamın zamanı geldi. Hadi Luna. Gözlerini aç. İlk başta nefes alışımı hissettim. Göğsüm yavaşça inip kalkıyordu. Gözlerimi yavaşça araladım. Görüntülerin netleşmesi biraz zamanımı alsa da, "Gözlerini açtı," dedi bir ses. "Doktor!" diye bağırdı bir başkası. Gözlerimi halsizce kırpıştırdığımda onu gördüm. Merih'i.

 

"Beni bırakmadın," dedi Merih gözyaşlarıyla. Ona onu bırakmamın mümkün olamayacağını söylemeyi istedim. Ama bunu yapamadım. O kadar bitkindim ki öylece gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamadım. Tam o sırada odaya doktor geldi. Doktor beni uzunca bir süre muayene etti. Sonrasında Merih'e aynen şöyle söyledi.

 

"Bu bir mucize. Anne de bebek de hayatta."

 

Bebeğim yaşıyordu. Hala içimdeydi. Benimle birlikte yaşama tutunmuştu ve bunun verdiği mutluluğun tarifi yoktu. Doktor sonrasında büyük bir ciddiyetle, "Dinlenmesi gerek. Bu yüzden herkesi dışarıya almak zorundayım," demişti.

 

Merih, "Onun yanında kalabilir miyim doktor bey?" diye sordu yalvarırcasına. Doktor bunun üzerine kısa bir anlığına bana baktı. Sonra, "Sadece beş dakika. Hastanın fazla yorulmaması gerek. Çok zor bir süreçten geçtiğini ölümden döndüğünü unutmayın," dedi Merih'e. Doktorun odadan çıkışıyla Merih yanıma bir sandalye çekti.

 

Onunla hastane odasındaki ilk karşılaşmamızı anımsadım. O zamanda başımda beklemişti. Uçurumdan çakıldığım o zamandan itibaren yaralarımı iyileştirmişti. Bedenimdeki yaraların ardından ruhumu iyileştirmek için profesör olup yüreğimdeki kesikleri sözleriyle dikmişti. Şimdi de aynı şeyi yapıyordu. Yanımdaydı. Elimi tutuyordu ve bana aşkla bakarak gülümsüyordu. Öyle güzel gülüyordu ki yaşadığım için ne kadar şükretsem az kalırdı.

 

"Lu," diye fısıldadı Merih iç çekerek. Onu yeniden görmenin mutluluğundan gözümden akan bir damla yaş yanağımdan süzülerek kayboldu.

 

"Beni çok korkuttun. Seni kaybediyordum," dedi Merih güçlükle.

 

Annemi anımsadım. Onun bana gösterdiklerini anımsadım. Merih'in halini anımsadım ve o an aklıma oğlum geldi. "Ege," dedim halsizce. Merih elimi hafifçe sıktı.

 

"O iyi. Amcası ile birlikte. Sadece olanlar onu da korkuttu."

 

Gözlerimi hafifçe kırpıştırdım. Elimi karnımın üzerine yerleştirdim. İçimdeki küçük canlı da benimle birlikte hayattaydı. Oğlum iyiydi. Merih iyiydi ve yaşıyordum. Merih, "Sana bunu kim yaptı Lu?" diye sordu birden. Yaşadığım o korkunç olay yeniden gözlerimin önüne geldi. Aynadaki yansımalarımız, bıçağın bedenime girip çıkışı adeta bir film şerifi gibi gözlerimin önünden geçip giderken, "Jane," dedim güçlükle.

 

Merih duyduğu isimle birlikte gözlerini yumdu. Sakinleşmeye ve tüm bunları sindirmeye çalışıyordu. Yerinden doğrulurken alnıma uzun ve sıcak bir buse bıraktı. "Şimdi uyu. Hemen döneceğim," dedi Merih. Ayağa kalktı. Kapıyı açtı ve son bir kez bana baktı. Onu en son o zaman gördüm.

Loading...
0%