@sevvnuraydn
|
Daha küçücük bir kuşken bile kelebek onun yanındaymış aslında. Kuş bu gerçekle yıllar sonra kelebeğini bulduğu yere uçtuğunda hiç olmadığı kadar mutluymuş. Bir zamanlar acı çeken yüreği şimdi huzurla doluymuş. "Bu nasıl oluyor?" diye sormuş kuş.
"Nasıl onca yaşanana rağmen gülümseyebiliyorum?"
Kelebek kuşun ahu gözlerine bakmış. "Cevabı basit," demiş kelebek.
"Tüm yaraların iyileşmesi için tek bir ilaç yeter. Yürek yarasına ise aşk gerekir. Aşk olduktan sonra kapanmayan yara iyileşmeyen hastalık kalmaz. Kısacası her derdin devası küçücük bir parça aşk mayasında saklıdır."
Kuş kelebeğinin gözlerine bakıp gülümsemiş. Kelebek demiş gülümseyerek. Kelebek ise kuşun gözlerinden yansımasını izlemiş. Şimdi neyi fark ettim biliyor musun?
"Seni tanımadan önce sol yanım hep eksikmiş. Sonra sen geldin. Sol yanımdaki boşluğu doldurdun. Bir daha kanamasın diye çatlakları aşkınla yapıştırdın. Sen benim sol yanımsın."
Kuşun sözleri kelebeği gülümsetmiş.
"Sende bu kelebeğin yaşamasına vesilesin. Nasıl biliyor musun? Senin aşkın beni hayata bağlayan tek şey. Çünkü bir kelebeğin ömrü sanıldığı gibi yirmi dört saat değil sevildiği süreymiş."
_______
"Lu," diye fısıldadı Merih. Gözlerimi onun gözlerine diktiğimde istemsizce gülümsemiştim. "Birlikte küçük bir gezintiye çıkmaya ne dersin?"
"Çok isterim," diye mırıldandığımda gözlerindeki gökyüzünde kara bulutların dolandığını fark ettim. Sanki canını sıkan bir durum vardı. Bunun sebebinin belgeleri eksik olan üçlü olduğunu anlamam uzun sürmedi.
"Merih Ege," diyerek elimi yanağına koydum. Yüzünü gözlerime bakmadığı için kendime doğru çevirdim. Yanağını avucuma dayamış gözlerini yummuştu. Derin bir iç çekti.
Gözlerini tekrar araladığında maviliklerinde kaybolduğumu hissetmiştim. "Canını neyin sıktığını çok iyi biliyorum. Ama hiçbir şey olmayacak," dediğimde başını hafifçe sallamıştı.
"İçimde büyük bir sıkıntı var Lu. Sanki bir aksilik çıkacakmış gibi hissediyorum."
"Hayır. Her şey tam da bizim istediğimiz şekilde olacak. Çünkü masalların sonunda her zaman iyiler kazanır."
Bu sözlerim onun dudaklarının ince bir çizgi halini almasına neden olmuştu. "İnsanlar neden çocuklarına masal anlatır biliyor musun?" diye sorduğunda onun bana bir şeyler daha öğreteceğini anlamış oldum.
"Çocukları masallarla uyuturlar. Çünkü masalın sonunda hep iyiler kazanır kötüler cezalandırılır. Halbuki gerçek hayatta iyi olanların masallardaki gibi mükemmel hayatları yoktur. Çünkü kötü olanlar iyilerin kalplerini kelebek mezarlığına çevirirler. İşte bu yüzden iyilerin onları koruyacak daha iyi insanlara ihtiyaçları vardır Lu. İşte ancak o zaman iyiler gerçekten kazanmış olur. İşte o zaman kötüler cezalarını bulur. İyilerin bize ihtiyaçları var. Tıpkı benim de sana ihtiyacım olduğu gibi..."
Merih'in sözleriyle gülümsemiştim. Ona sıkıca sarılıp derin bir iç çektim. Tam o sırada "Mutsuz sonla biten hikayeleri hiç kimse sevmez Lu. Fakat hayatta mutlu sonla bitmeyen o kadar çok hikaye var ki... Ben artık gerçek sonlara hasret kaldım," demiş parmakları usulca saçlarımı okşamaya başlamıştı.
Başımı kaldırıp onun gökyüzü gibi bakan gözlerine baktım. "Madem masalların sonu hep aynı ve gerçeği yansıtmıyor. O halde bizde gerçek dünyayı masallara uydururuz. Ne dersin?"
Bu teklifim onu gülümsetmişti. Ondan ayrılıp parmaklarımı parmaklarına kenetledim. Birlikte birbirimizden habersiz hayatlarımıza devam ettiğimiz bu topraklarda son günümüzü geçirecektik.
Merih ile birlikte dış kapıya doğru yürürken aklım Nehir ile Turan'ın kızlarına gitmişti. Kapıyı açıp arabaya doğru ilerlerken gözlerimi Merih'e çevirdim.
"Nehir ile konuşurken kızlarının hikayesini öğrendim," dediğimde Merih elimi usulca bırakmış şoför koltuğuna geçmişti. Bende onun yanındaki koltuğa yerleşirken "Demek Kumru'nun hikayesini öğrendin," dedi.
Aslında hikayenin detaylarını tam olarak bilmiyordum. Sadece umudun kuşunun bir yıkımın arasından çekip alındığını biliyordum. "Nehir bana onun bombaların arasından geldiğini söyledi," dediğimde emniyet kemerimi takmıştım.
Merih beni başıyla tasdikledi. "Turan onu savaş topraklarında bulduğunda ailesi düşen bombayla enkazın altında kalmıştı," dedi Merih. Onun bu sözleri göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi kalakalmama neden olmuştu. Küçük Kumru'nun yaşadığı travmayı düşünmeden edemedim.
"Küçük kızın korkudan dili tutulmuş. Turan'ı gördüğünde ona sarılmış ondan başka kimseyle gitmek istememişti."
Merih kuruyan dudaklarını ıslattı. "Sonra Turan ile aralarında bir bağ oluştu. Turan onu evlat edinmek istediğini söyleyince tüm bağlantılarımı kullandım. İlk başta buna izin vermeyeceklerini düşünmüştüm. Ama sonra bir mucize sonucu o küçük kızın dileği gerçek oldu Lu."
Gülümsedim. "Nehir bana Turan onu bulduğunda avuçlarında beyaz bir kuş tuttuğunu söyledi," dediğimde başını salladı.
"O beyaz kuş onlara umut oldu. Sonra da o kıza umudun kuşunun adını verdiler. Kumru..."
"O küçük kıza verilebilecek en güzel isim," dediğimde Merih gülümsemiş arabayı çalıştırmıştı.
"Sende bana umut oldun Lu. Tıpkı o küçük kızın onca yıldan sonra Turan ile Nehir'e umut olduğu gibi..."
Griye çalan mavi gözleri gözlerimde gezinirken dayanamayıp ona doğru uzandım. Yanağına uzun bir öpücük bırakıp yerime geri oturduğumda onunda bu öpücüğü sevdiğini yüzündeki gülümsemeden anlamış oldum.
"Seninle şimdi çok özel bir yere gideceğiz Lu," dedi Merih Ege. O arabayı çalıştırırken bende gözlerimi son bir kez uzaktaki taş köprüye diktim.
Kim bilir birbirimizden habersiz kaç kez aynı köprüden geçtik? Kim bilir belki de yan yana durmuş sonra da yollarımıza devam etmişizdir? Belki de kader farkında olmadıklarımızı hayatımızın en anlamlı köşesine koyacağı anı bekliyordur. Kim bilir?
*******
Gözlerimi arabanın ani sarsıntısıyla yeniden yola çevirdiğimde nerede veya hangi zaman diliminde olduğumu henüz idrak edememiştim. "Lu," diye fısıldadı Merih. Başımı çevirip baktığımda kusursuz gülümsemesi ve griye çalan mavi gözleri yüzümde geziniyordu. Sıcak parmakları yanağımı okşuyordu.
"Neredeyiz?" diye sordum. Yola bakarken daldığımdan zaman ve mekan kavramını yitirmiştim. Merih ise parmaklarını yanağımdan çekip dışarıya baktı.
"Bak," diyerek bana bulunduğumuz yeri işaret ettiğinde gözlerimi onun baktığı yere çevirdim. O an ne diyeceğimi bilememiş öylece gökyüzüne bakıyordum. "Burası," dediğimde heyecandan cümlenin devamını getirememiştim. Gözlerimi onun güzel gözlerine çevirmiş gülümsemiştim.
"Hadi gel Lu," dedi Merih. Birlikte arabadan inip şehirden uzak tepedeki banka oturduk. Bu bankta oturmak sanki gökyüzünde bulutların üzerinde oturuyormuşum gibi hissettirmişti. Tüm şehir ayaklarımızın altındaydı. Bizse gökyüzündeydik. Gökyüzünde...
Gözlerim ayaklarımızın altındaki minik evlerde gezindi. "Küçük olmak dünyanın en güzel şeyi olmalı," dedim aşağıya bakıp huzurla iç çekerken. Bu söylediğim Merih'i gülümsetmişti.
"Belki de küçük olan dünyanın en güzel şeyidir kim bilir?"
Gözleri dünyayı kuşatan maviliklerden bile güzeldi. İçimi ısıtan bakışları yetmezmiş gibi bir de söyledikleriyle kalbimin ritmini değiştirmeyi her seferinde başarıyordu. Gülümsedim. Ona doğru yaklaşıp başımı omzuna dayadım. Dünyanın en rahat yastığının bile onun omzuna yaslanmak kadar huzur vermeyeceğini hissediyordum.
Merih beni kolunun altına aldı. Başım bu sefer göğsüne yaslandı. Gümbür gümbür atan kalbinin sesi kulaklarıma doluyordu. Öyle hızlı atıyordu ki her an yerinden çıkıp benimkiyle buluşabilirdi.
"İnsanlar neden gökyüzüne bakar Lu?" diye sordu Merih birden.
İkimizde gözlerimizi gökyüzüne dikmiş açık mavi gökyüzünün üzerine yapıştırılmış pamuk toplarını anımsatan bulutları izliyorduk. Usul usul hareket ediyor insanın ruhunu dinginleyen bir enerji yayıyordu bulutlar.
Gözlerimi gökyüzünden alıp kendi gökyüzüme çevirdim. Yüzündeki kusursuz gülümsemesi gözlerimizin buluşmasıyla tekrar belirmişti. "Çünkü gökyüzü insanların yeryüzündeki sıkıntılarından kaçabildiği tek yerdir," diye mırıldandığında gülümsedim.
Merih haklıydı. İnsanlar sıkıntıları gökyüzüne anlatır. Kayıp ruhlar göğünde acılarımı haykırmam gibi...
Ama benim gökyüzüm dünyayı kuşatan mavi tabakadan çok daha fazlasıydı. Benim gökyüzüm onun gözlerinde saklıydı. Herkesin tek bir gökyüzü vardı. Ama benim bir çift...
Merih'in gözlerine bakarken kendime engel olamadım. Parmağım usulca yanağını okşadı. Parmak uçlarımı gıdıklayan kısa sakallarını okşarken gözlerini kapamış derin bir iç çekmişti.
"Bazı insanlar gökyüzüne bakmadığı için hiçbir şeyin farkında değil," dedi Merih.
"Belki de güzellikleri görebilmek için göğe bakmak gerekir."
Bunu söylerken gözlerine bakmıştım. Yani kendi gökyüzüme...
Onun gözlerinde saklıydı tüm güzellikler. Sadece gözlerime bakması yeterdi. Onun gözlerinde saklı gökyüzünü görebilmek için...
"Lu," diye fısıldadı Merih. Gülümsedim. Yanağımdaki gamze derinleşti. Parmağını her zaman yaptığı gibi yanağımdaki çukura bastırdı. O küçük çukur onun dokunuşuyla doldu. Onunla doldu.
"Ah güzel Lu'm. Keşke," dedi ve durdu Merih. Gökyüzü gibi bakan gözlerinde kederli bulutlar dolaşıyordu sanki.
"Keşke diyorum Lu. Keşke seninle yıllar sonra yeniden tanışmamız böyle acı dolu bir hikayeyle başlamasaydı."
Onun bu söylediğiyle birlikte yutkundum. O ise soğuktan kuruyan dudaklarını ıslatıp sözlerine kaldığı yerden devam etti.
"Her sıradan insan gibi tanışabilseydik diyorum. Sen üzerinde krem rengi kabanınla soğuktan tir tir titrerken hiç gelmeyeceğini bildiğin otobüsü belki bir umut gelir diyerek beklerken ben çıksaydım karşına. Montumu omuzlarına atardım. Sen üşüme diye ben üşürdüm. Birlikte gülerdik ve otobüsün hiç gelmeyeceğini anlayana kadar birbirimize bakardık. Gözlerimizle ısıtırdık birbirimizi. Sonra bir cesaretle narin parmaklarına kenetlenirdi parmaklarım. O otobüs durağından birlikte ayrılırdık. Acıyla değil gülerek. Biz bir olurduk o gece. Kuşla kelebek yağan karın altında beyazlığın içinde kaybolurdu."
Merih'in iç çekerek söylediği sözlerle bir hayal kurmuştum. Yağan karın altında uçurumdan hiç çakılmamış beyaz kuşla biricik aşkı beyaz kelebeğin kayboluşunu hayal ettim. Hayali bile güzeldi.
"Bizim aşkımızı diğerlerinden özel kılan da bu Merih," dedim birden. Mavi gözlerindeki keder bulutları dağılmış ilgiyle beni dinliyordu.
"Biz diğerleri gibi değiliz. Bembeyaz kanatlarımızı kirleten kırmızı acılarımızla tanıdık birbirimizi. Kanımızın akmamasını yaramızın kabuk bağlamasını birlikte bekledik. Üzerine de zamanın bandından yapıştırdık. Artık o yara kanamıyor. İyileşti."
Merih'in yüzünde tatlı bir gülümseme belirmiş bense sözlerime kaldığım yerden devam etmiştim. "Kuş ile kelebek birbirlerinin yaralarını sardı ve o yaralara rağmen birbirlerine aşık oldular. Neden biliyor musun?" dediğimde merakla baktı gözlerime.
"İkisinin de kanayan sadece bedenleri değildi. Kalplerinde de kapanmayacak derin bir yara vardı. Ama şimdi kalpleri aşkla dolu. Kuş kelebeğe aşık oldu."
Merih'in yüzündeki gülümseme genişledi. Usulca yaklaştı ve dudaklarıma küçük bir buse kondurdu. Bu bile beni heyecanlandırmaya yüreğimin ortasında kelebeklerin kanat çırpmasına yetmişti. Gülümsedim. Birlikte bir süre gökyüzünü ve minik evlerin ara sokaklarından gelip geçmekte olan insanları izledik. Hava karardı. Bebe mavisi gökyüzü bir anda lacivert renge bürünmüş bulutların yeriniyse parlak yıldızlar almıştı.
"Eve dönmeye ne dersin?" diye sordu Merih. Onu başımla onayladım. Birlikte rengarenk ışıklarla süslenmiş şehir manzarasını izlemeyi bir kenara bırakmış arabaya geçmiştik.
Merih arabayı çalıştırırken bende emniyet kemerimi bağlamıştım. Birlikte sokak lambalarının loş ışığıyla aydınlanan karanlık sokaklarda arabayla ilerlerken birkaç metre ötede küçük bir otobüs durağı gördüm.
"Merih dur," dedim birden. Merih arabayı ani bir frenle durdurduğunda ben tek kelime bile etmeden heyecanla arabadan indim. Arabayı yolun ortasında durmaması için kenara park edip peşimden indi.
"Lu nereye?"
Merih de peşimden geliyordu. Boş otobüs durağına doğru yürürken içimdeki heyecanı bastırmakta epey zorlanıyordum. Tam o sırada otobüs durağının tentesinin altında durdum ve gökyüzü bize dileğimizi sundu. Bembeyaz kar taneleri bir bir yeryüzüne düşerken gülmeye başladım. Kıkırtım ıssız sokakta yankılanıyordu.
"Kar yağıyor Merih," dedim kıkırdayarak. O da benim gibi gülmeye başladı.
"Tıpkı hayalimdeki gibi Lu. Şimdi o hayali birlikte gerçeğe dönüştürmeye ne dersin?"
Onu başımla onayladım. Tentenin altında tıpkı onun hayalindeki gibi hiç gelmeyeceğini bildiğim o otobüsü bekliyordum. Gözlerim yollarda onun varlığından habersiz öylece bekliyordum. Hava soğuktu. Üzerimdeki kabana daha da sıkı sarılmış kar tanelerinin yere düşüşündeki huzuru hissediyordum. O otobüs hiçbir zaman gelmeyecekti. Belki de geldiğinde ben artık burada olmayacaktım. Kim bilir?
"Ihı ıhım," dedi yanı başımdan biri. Başımı çevirip baktığımda griye çalan mavi gözleriyle son derece yakışıklı bir beyefendiyle göz göze gelmiştim. Sorgulayıcı bakışlarım yüzünde gezindi. Onda tanıdık bir şeyler olduğunu hissetmiştim. "Tanışıyor muyuz?" diye sordum. Gülümsedi.
Kıvrımlı dudakları yukarı doğru kıvrıldığında kendime engel olamadım. Onunla birlikte gülümsediğimde "Sanırım evet," diye mırıldandı. Bununla birlikte yüzüne daha da dikkatli baktım. O mavi gözleri hayatımın küçük bir anında gördüğüme emindim. Gözler asla yalan söylemezdi.
"Nereden tanışıyoruz?" diye sordum en sonunda. Adam usulca yanıma yaklaştı. Üzerindeki montu çıkarıp omuzlarıma attı.
"Yıllar evvel yeşil söğüdün gözyaşlarının altında bulmuştum seni."
Bu söylediğiyle birlikte ona inanamayarak baktım. Yıllar sonra onu bulmanın heyecanını yeniden hissettim. "Ben Merih Ege," dedi gülümseyerek.
"Luna," dediğimde yüzünde bilmiş bir ifade belirdi.
"Adın çok uzunmuş. Ben sana kısaca Lu demeyi tercih ederim."
Merih Ege'nin sıcak parmakları benimkileri buldu. İnce parmaklarım onunkilere kenetlendi. Buz gibi havada tıpkı onun hayali gibi birbirimizi ısıtan yine gözlerimiz olmuştu. Dokunuşu ve insanın nefesini kesen güzel gözlerinin etkisiyle son bir kez otobüsün gelmesi gereken tarafa baktım. O otobüs hiç gelmedi. Ama o benimle birlikte geldi.
"Kelebekler yanacağını hatta kanatlarının kül olacağını bile bile ışığa uçarlar. Çünkü onlar karanlığa değil ışığa aşıktır. Tıpkı benim gibi... Bende sana doğru gelmek istiyorum Lu. Yanıp kül olabileceğimi hiç düşünmeden seninle olmak istiyorum. Bu kelebeğin ömrünü seninle tamamlamasına izin verir misin?"
Ben o kelebeğe kalbimi vermiştim. Ömür denilen şey neydi ki?
"Benimle gel Lu," dedi Merih. Birlikte kıkırdayarak otobüs durağının tentesinin altından çıkıp yağan karın altında yürümeye başladık. Arabaya doğru yürürken beyaz kuşun ve onun beyaz kelebeğinin yağan karla birlikte yok olduğunu hissettim.
Birlikte arabaya geçtik. Omuzlarıma attığı montu çıkarıp ona verdim. Kısa bir süre sonra yolları beyaza boyayan karların arasından geçerek eve doğru yola çıktık. Yolculuğumuz kısa sürmüştü. Orman yolundan geçerek tekrar sabah gittiğimiz eve geri döndük. "Bir şeyler yemeğe ne dersin?" diye sordu Merih.
Uzun süren uçak yolculuğundan sonra ikimizde hiçbir şey yememiştik. Bu yüzden kurt gibi aç olduğumu söylemeden edemedim. Merih ise bu cevabımdan memnun olmuştu. Birlikte arabadan inip eve doğru ilerledik. Merih kapıyı açtı. Bende üzerimdeki kabanı çıkarıp askıya astım. O da montunu askıya asarken evin içinin dışarıdan bile soğuk olduğunu fark ettim.
Ellerimi hızlıca kollarıma sürterken Merih şömineyi yaktı. Daha sonra koltuğun kenarındaki kalın battaniyeyi alıp yanıma oturdu. Battaniyeyi açıp bana sarıldığında ikimizde battaniyenin içindeydik. Başımı onun göğsüne yasladım. Kollarımı ona dolamış şöminenin alevlerinin çıtırtısını dinliyordum. Mutluydum. Huzurluydum. En önemlisi kalbim tıka basa onunla doluydu.
"Merih," diye fısıldadım. Başımı kaldırıp onun gözlerine baktım. Mavi gözlerindeki huzurlu ifade beni de etkiliyordu.
"Hayalini gerçekleştirebildim mi?" diye sordum.
Gülümsedi. Kollarıyla belimi daha da sıkı sardı. "Hem de fazlasıyla," dedi kokumu içine çekerek. Dudaklarını saç diplerime bastırıp uzunca bir öpücük kondurdu. Birlikte şöminenin karşısında bir süre ısındık. Daha sonra yemek yapmak üzere mutfağa geçtik. Hava karanlıktı. Mutfağı aydınlatan küçük lambalar ortama romantik bir hava katıyordu.
Merih ile birlikte yemek yapmaya başladık. Daha doğrusu evde pek bir şey kalmadığından tek seçeneğimiz makarna yapmaktı. Merih ile birlikte makarnamızı tabaklara doldurup masaya oturduğumuzda onun yüzündeki tebessümün silindiğini fark ettim.
"Sorun nedir?" diye sorduğumda makarnayı çatalıyla dalgın bir halde karıştırıyordu. Mavi gözleri beni bulduğunda bu halinin sebebini bilmesemde sıkıntıyı kendi içimde de hissetmiştim.
"İyi misin Merih?" dedim bu sefer. Yutkundu. Sanki aklını kurcalayan düşünceler içinden bir şeyler seçmeye çalışıyordu. "İki türlü yalan vardır Lu," dedi birden.
"Birincisi gerçeklerin saklandığı ve böylece karşımızdaki kişiye acı çektirmeyeceğimizi düşündüğümüz yalanlardır. Ki aslında bunu yaparak karşımızdaki kişiye daha çok acı çektiriyoruz. İkincisi ise tamamen acı çektirmeye yönelik olanlardır. Karşımızdakinin bizi yakalamaması için uydurduklarımızdır Lu. Her türlü canlar yanacak. Yalanlar kanatıp acı verecek. Bu yüzden sonucu her ne olursa olsun yalan söylemeyi seçme."
Merih kuruyan dudaklarını ıslattı. Mavi gözleri kederle yüzümde gezinirken sözlerine kaldığı yerden devam etti.
"Sevdiğini ilelebet kaybedecek olsan bile. Ki şunu da unutma seni seven asla gitmez. Elinden tutar ve bir daha gitmez sen ona dürüst olduğun sürece. Seni seven senden gitmez sen ondan gitmediğin sürece..."
Merih'in sözleriyle ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Bana neyi açıklamak istediğini anlayamamıştım. Gözlerim onun yüzünde gezinirken kendini gülmeye zorladı. Parmakları masanın üzerindeki elimi kavradı.
"Ben iyiyim," dedi ve yemeğe koyuldu. İyi olmadığını biliyordum. Benden sakladığı bir şey vardı ve bunu söyleyememek onu daha kötü etkiliyordu. Bir süre tek kelime bile etmeden yemeklerimizi yedik. Merih, Kerim'den gelen telefonu cevaplandırmak üzere içeri geçerken bende düşünceli bir şekilde bulaşıkları yıkıyordum.
Merih'in neden birden yalan mevzusunu açtığını düşünüyordum. Neşeli halinin yerini neden birden kederli bir ifadeye bıraktığını düşünüyordum. Benden sakladığı şeyin ne olduğunu düşünüyordum. Yutkundum. Düşünceler beynimi kemiriyordu. İşin içinden çıkamadığımı hissediyordum. Ellerimi fırının kapağına asılı havluya kuruladığım sırada Merih mutfak kapısından içeriye girdi.
"Lu," dedi ve bana arkadan sarıldı. Çenesini omzuma dayayıp yanağıma uzun bir öpücük bıraktı. Derin bir iç çektim. Onun içinde sakladığı düşüncelerle boğuşmasına rağmen sırf ben üzülmeyeyim diye kendini gülmeye zorlaması sinirlerimi bozuyordu.
Ondan ayrılıp gözlerimi gözlerine diktim. "İyi değilsin Merih," dedim birden. Bu söylediğimle afallamıştı. Benden böyle bir tepki beklememişti.
"Ben," diye mırıldandı açıklama yapmak istercesine. Ama sonra bundan saniyesinde vazgeçmişti. Dudakları mühürlenmiş griye çalan mavi gözlerini gözlerimden kaçırmayı tercih etmişti.
O an bir anda elimi yanağına koydum. Güzel gözlerini benden daha fazla mahrum etmemesi için yüzünü kendime doğru çevirdim. Gözlerini yumdu ve yutkundu. Gözlerini tekrar araladığında bir şeyden ne kadar çok korktuğunu görmüş oldum. "Neyin var Merih?" diye sordum. Başını hafifçe salladı.
"Bunu anlatabileceğimi sanmıyorum Lu. Sadece yanımda olmana ihtiyacım var."
Onu zorlamak istemedim. Sadece ona sıkıca sarılmakla yetindim. Beni saran kolları altında bir süre öylece durdum. Gümbür gümbür atan kalbinin sesini dinledim.
Zihnimdeki düşünceler sustu. Sadece onun sesine odaklandım. "Bu gece benimle birlikte uyur musun?" diye sordu Merih. Başımı kaldırıp gözlerine baktım.
Mavi gözlerindeki küçük pırıltı gülümsememe neden olmuştu. Başımı hafifçe salladığımda birlikte el ele mutfaktan çıkıp salonun öteki tarafındaki kapıya yöneldik. Merih kapıyı araladığında bizi çift kişilik yatağın yanında eski ahşap dolapla küçük komodinler karşılamıştı. Usulca yatağa doğru yaklaştım. Üzerindeki battaniyeyi kıvırıp yatağa oturdum.
Merih yanıma gelip başımı yastığa yaslarken üzerimi örttü. Daha sonra o da yanıma uzandı. Karanlıkta yüzünü zar zor seçebilmeme rağmen gözlerindeki ifadeyi görebiliyordum. Huzurluydu. Ona doğru yaklaştım. Beni kolunun altına alıp sarıldı. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda sıkıntılarını bir süreliğine unuttuğunu anladım. Yüzünde tatlı bir tebessüm belirmiş derin bir iç çekmişti.
"Beni hiç bırakma olur mu?"
"Seni bırakmam Merih Ege. Hem de sen beni bırakıp gitsende..."
"Ben seni bırakıp nereye giderim? Bu mümkün mü?"
Gülümsedim. Parmakları usulca yanağımı okşadı. "Sen benim sol yanımsın Lu. Kalbimin yerinde artık sen varsın," diye fısıldadı. Ona sıkıca sarıldım.
O gece Merih'e sarılarak uyumuştum. Küçükken kabuslarıma giren hiçbir şey o yanımdayken yanıma yaklaşamadı. Rüyamda bile onu gördüm. Merih Ege'yi...
*******
Ertesi gün gözlerimi açtığımda Merih Ege yanımda değildi. Yastığının üzerine beyaz küçük zarflarından birini bırakmıştı. Uyku semesi zarfa uzandım. İçindeki notu çıkarıp okumaya başladım.
"Keşke, keşke, keşke... Bu kelime aslında hayatımızın her yerinde. Keşke şöyle demeseydim. Keşke böyle davranmasaydım. Keşke bunları yapmasaydım. Keşkelerle dolu bir dünyanın ortasına sıkışıp kalmışız aslında. Herkes geçmişe dönmeyi ve keşke dediği her şeyi iyi kiye çevirmeyi diliyor. Halbuki kimsenin bilmediği bir gerçek var Lu. O da şudur ki keşkelerimiz bizi aslında bugün olduğumuz kişilere dönüştürür. Eğer hayatımızda pişmanlık diye bir kavram hiç var olmasaydı o zaman hayatın bize attığı en ufak tokatta çakılmamız kaçınılmaz olurdu. Geçmişte yaşadığımız pişmanlıklar, acılar ve çok daha fazlası bizi biz yaptı Lu. Luna'yı Lu yaptı. Lu'yu ise beyaz bir kuş. Beni ise senin aşkınla hayat bulan beyaz bir kelebek... "
Notu okuduktan sonra zarfa geri koydum. Gözlerimi tavana dikmiş olanları düşünüyordum. Yaşadıklarımı, yaşadıklarımızı ve bundan sonra yaşayacaklarımızı düşünüyordum.
Yıllar önce kesişen yolumuzun şimdi nereye doğru uzandığını düşünüyordum. Biz birbirimizi kanayan yaralarla bulmuştuk yıllar sonra. Merih'in hayalindeki karşılaşma hikayesi bu değildi belki ama yaşananlar bizi değiştirmişti.
Acılarım beni değiştirmişti. Bambaşka bir bedene sıkıştığımı hissettiğim anda aslında olmam gereken kişiye dönüştüğümün farkında değildim. Şimdi Merih'in sayesinde yeniden doğmuş gibiyim.
Elimde notumla yataktan kalktım. Ağır adımlarla yüzümde beliren gülümsememle birlikte odadan çıkıp salona doğru ilerledim. Attığım her bir adımda heyecanım daha da çok artıyordu.
Gözlerim onu ararken olduğum yerde durmuştum. Merih kapının önündeydi. Kapı açık karşısında ise biri vardı. Kiminle konuştuğunu anlayabilmek için biraz daha yaklaştığımda bu kişinin kargo çalışanı olduğunu anladım.
Merih adamın uzattığı sekreterlikteki kağıda rastgele bir imza atıp adamın elindeki kutuyu aldı. Kapı kapanırken gözlerim elindeki kutuya takılı kalmıştı.
"Kim göndermiş?" diye sordum birden. Merih sıkıntılı bir nefes verip kutuyu masanın üzerine koydu.
"Turan," diye yanıtladı sorumu Merih Ege. Dikkatlice kutunun kenarlarındaki bantları söktü. Karton kutunun kapağını araladığında kalakalmıştım. Kutunun içindeki şey kalbimi boğazımda hissetmeme neden olmuştu.
"Oyun işte şimdi başlıyor Lu," dedi Merih. Birlikte kutunun içindeki maskeye baktık. Benim eski yüzümün birebiri kutunun içinden bana bakıyordu. Kartal'ın ve mahşerin işinin bittiğini tam da o anda anladım. |
0% |