Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20.Bölüm: Kalbe Saplanan Pişmanlık

@sevvnuraydn

Kelebek kuşu için endişeleniyormuş. Onun canının yanma ihtimalini bile düşünmek istemiyormuş. Kuşu bir ömür kanatlarının altında saklamak istiyormuş.

 

Kuş ise tüm bunlardan habersiz kartaldan alacağı intikamı düşünüyormuş. O da bazı şeylerden korkuyormuş aslında. Sadece bu hissettiklerini kelebeğe söyleme cesaretini gösteremiyormuş.

 

Kuş gözlerini yanı başındaki kelebeğe dikmiş. Kelebek ise kuşun konuşmasına gerek kalmadan sadece gözlerine bakarak hislerini anlayan bir canlıydı. "Neden korkuyorsun?" diye sormuş kelebek.

 

Kuş yutkundu. İçindeki duyguların karmaşasının boğazında düğümlendiğini hissediyordu. O her ne kadar kendini ifade edemesede kelebek onu anlıyordu.

 

"Korkma," dedi kelebek. Kuşun kanadından tuttu. "Sana krallığımı göstereceğim," dedi. Kuş ile birlikte ormanın merkezine uçtular. Etraftaki onlarca canlı kralın aralarında olduğundan habersizdi. Kuş ile kelebek bir dala tüneyip izlemiş orman halkını.

 

"Bak," demiş kelebek.

 

"Şuradaki kediyi görüyor musun? Gözündeki hüznün pırıltısını gördüğün anda anlarsın hissettiklerini. Peki ya şuradaki yavru aslanı görüyor musun? Kükrüyor içindeki duyguları ama kimse onu duymuyor. Tıpkı senin gibi... Senin içinde taşıdığını haykırmana rağmen duymuyorlar. Ama ben duyuyorum beyaz kuş. Senin yüreğin acı çekiyor. Korkuyor. Ama ben onun acılarını dindireceğim. Bunun için sana söz veriyorum."

 

_______

 

İnsanın içi karanlıktır. Simsiyah zifiri bir karanlık...

 

İşte o karanlıkta insan kendi yolunu bulmaya çalışırken tökezliyor. Eğer olurda ışığı açan tuşu bulursa karanlıktan aydınlığa kavuşabilir. Ama bu sanıldığı kadar kolay değil. Bu yüzden bizlerin yanına yolumuzu bulmamızı sağlayan insanlar gönderiliyor. Bana ise o gönderilmiş. Merih Ege...

 

Kalabalığın coşkulu alkışları eşliğinde kürsüden indiğimizde parmakları tuttuğu elimi okşuyordu. Birlikte Ulus Bey ile son bir kez konuşup konferans salonundan ayrıldık. Okulun koridorlarında yürürken etrafı inceliyordum.

 

Gözlerim panolardaki duyurularda dolaşıyordu. Merih ise elimden tutmuş beni çıkışa doğru götürüyordu. Birlikte kapının önüne çıkıp fakültenin bahçesindeki banklardan birine oturduk. Soğuk hava tenimize çarpıp irkilmemize neden oluyordu. Ama buna rağmen orada oturmaya devam ettik. Sanki gölgesinde dinlendiğimiz söğüt ağacının altındaymışım gibi hissettim.

 

"O kadar çok yoruldum ki bu hayatta bir köşeye oturup öylece dinlenmek istiyorum. Ama bu hayat bana gölgesinde dinlenebileceğim bir ağaç bile vermedi."

 

Bu sözlerimle beraber Merih'in mavi gözleri beni buldu. Yüzündeki buruk tebessüm birçok şey ifade ediyordu. Dudaklarını araladı ve gözlerini uzaklara dikti.

 

"Senin ruhunun dinlendiği ağaç var olabilecek en güzel ağaç olurdu Lu. Hayat sana bu kadar güzel bir ağacı sunamayacağı için böyle davranıyor. Sana o hep beklediğin güzelliği veremediği için. Neden biliyor musun Lu?"

 

Gözleri tekrar beni buldu. Mavi gözlerindeki büyülü pırıltıya kapıldığımı hissettiğimde "Çünkü hayat en güzelin sen olduğunu anladı. Sana senden güzel bir şeyi bahşedemeyeceğini anladı. Sen hayattaki en güzel şeysin Lu," dedi Merih.

 

Sözlerinin yanında gülümsemesi onu daha da etkileyici kılıyordu. Gülümseyerek başımı onun omzuna yasladım. "Biliyor musun Lu?" dedi birden.

 

"Bir kelebek kalbe konamazsa sevdiğinin omzuna konar sevilmeyi orada bekler."

 

Ona baktım. "Sen benim omzumda değil kalbimdesin Merih Ege," dedim gülümseyerek. Bu cevabım hoşuna gitmişti. Derin bir iç çekmiş uzaklardaki bir ağaca dikmişti gözlerini.

 

"Bu dünya bir ağaca benzer Lu. İnsanoğlu da dallarındaki yapraklar... Her birimiz dünyadan ayrılacağımız zamanı bekliyoruz dallarına tutunarak. Rüzgar bizi sarartır bizi savurur ama biz tutunmaya devam ederiz hayatın dalına. Ta ki artık gitmemiz gereken o vakte kadar... Bırakırız kendimizi rüzgarın kucağına. Artık bizi hangi yöne savurursa..."

 

Merih'in baktığı ağaca baktım. Dallarında kurumuş iki yaprak esen ilk rüzgarla birlikte savrulmuştu. Onların vakti artık bitmişti. Yutkundum. "Bazen bir zaman makinemin olmasını hayal edip dururum. Bunu hayal etmemin sebebi bana geçmişte acı veren hayatımı çekilmez hale getiren tüm anılarımın yerine güzel olanları koymak istememdi. Neden biliyor musun?" dediğimde Merih'e baktım.

 

"Şu an nefes almamı engelleyen geçmişin ta kendisiydi. Belki geçmişimi değiştirebilirsem her şeyin daha güzel olacağına olan bir inancım vardı. Ama ne yazık ki bu mümkün değildi. Bende bugünümü değiştirmeye karar verdim. Bugünüm geçmişim gibi acı dolu olmayacak. Bunun için gelecekte geriye dönüp baktığında mutlu olacak olan Lu'ya söz veriyorum."

 

Merih gülümsedi. Gülümsemesi bulaşıcıydı. Benimde dudaklarıma bulaştı. Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı ve yanağımdaki çukur derinleşti. Her zaman yaptığı gibi eli yüzümü kavradı. Başparmağını gamzeme bastırıp gülümsedi. Daha sonra usulca yaklaştı ve gülümseyen dudaklarımı öpüşüyle mühürledi. Ayrıldığımızda eli elimi kavradı. "Artık gitme vaktimiz geldi Lu," dedi.

 

Merih ile birlikte ruhumuzu dinlendirdiğimiz banktan kalkıp kampüsün girişinde bizi bekleyen siyah araca doğru yürüdük. Aklıma eve dönünce akşam için yapacağım hazırlık geldi. Bu gece Kartal'ın aklıyla oynayacaktım. Ona bana çektirdiği her şeyin mislini yaşatacaktım. Sıkıntılı bir nefes verdim. Merih ile birlikte siyah uzun araca bindiğimizde gece olacakları düşünmeden edemiyordum.

 

Merih ise benim aksime paltosunun iç cebinden çıkardığı dolma kalemiyle küçük not kağıdına bir şeyler yazıyordu. Gözlerimi camdan dışarıya diktim. İçimde bana sıkıntı veren tüm hislerin sesini bastırmaya çalıştım. Bir süre sonra Merih küçük beyaz zarflarından birini uzattı. Parmaklarım zarfı kavradı. İçindeki notu çıkarıp içimden okumaya başladım.

 

"Kalp bağının ne olduğunu hiç duydun mu? Kalp bağı birbirlerini tüm kalbiyle seven insanların arasında olan bir bağdır. Bu bağa sahip insanlardan biri eğer acı çekerse veya kalbinde bir sızı belirirse diğeri de aynı acıyı aynı sızıyı hisseder yüreğinde. Peki senle onun arasında bu bağ var mıydı Lu? Senin çektiğin acıyı senin yaşadıklarını o hissetti mi yüreğinde? O hissetmedi ama ben hala bunu hissedebiliyorum. Tam şuramda buzdan kalbimin senin acılarınla çatırdadığını hissedebiliyorum. Ama sana söz veriyorum Lu. Daha fazla acı çekmene izin vermeyeceğim."

 

Notu okumayı bitirdiğimde onun griye çalan mavi gözlerine baktım. Yüzünde küçük bir tebessüm belirmiş gözlerinde bana güvendiğini belli eden bir ifade vardı. Notumu zarfına geri koyup başımı onun omzuna yasladım. Ne hissettiğimi söylemeden anlamasını seviyordum. İçimden geçen duygu karmaşasının ne anlama geldiğini kendim bile anlayamazken onun anlıyor oluşunu seviyordum.

 

Merih başıma küçük bir öpücük kondurup başını başıma yasladı. Bir süre sonra araba evin bahçesine girdi. Kapının önünde durduğumuzda başımı Merih'in omzundan kaldırdım.

 

Arabanın sürgülü kapısı aralandığında Kerim ile göz göze gelmiştik. "Konferans nasıl geçti?" diye sordu gülümseyerek.

 

"Güzel," dedi Merih tatmin olduğunu hissettirerek. Birlikte arabadan inip Kerim ile beraber eve doğru yürümeye başladık.

 

"Jane ile konuştum," dedi Kerim birden. Bunun üzerine duraksadım. Gözlerimi onun koyu kahverengi gözlerine diktiğimde bir terslik olmamasını umuyordum.

 

"Kartal'ın evde olduğunu ve harekete geçebileceğimizi söyledi. Nehir de orada olacak. Senin güvende olduğundan emin olacak," dedi Kerim bana bakarken.

 

Bununla birlikte rahat bir nefes almış başımı hafifçe sallamıştım. Merih ise kuşkulu bakışlarıyla uzaklara dalıp gitmişti. Kafasının içinde gezinen düşünceleri merak ediyordum.

 

"Merih," dedim birden. Gözlerini zar zor baktığı yerden alıp bana çevirdi. Gözlerindeki ifadeye baktığımda korku göreceğimi düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Onun gözlerinde düşünceli bir ifade vardı. Sanki planın detaylarını düşünüyor gibiydi. Benim yerime Kerim'e bakıp, "Kerim," dedi düşünceli bir şekilde. Kerim gözlerini ona çevirdiğinde bile zihni hala düşüncelerinin arasında geziniyordu.

 

"Jane'e Lu'yu gördüğü halde görmemezlikten gelmesini söyle. Kartal'ın aklını kaçırdığını düşünmesini istiyorum."

 

Bu söylediğiyle Kerim başını sallamış içeri geçtiğimizde Jane'e bir mesaj iletmek üzere başka bir odaya gitmişti. Merih ise benimle birlikte salona geçti. Her ne kadar bu intikam oyununun son bulacağına sevinsemde heyecandan ellerimin titremesine mani olamıyordum. Merih'in elleri titreyen ellerimi avuçlarına aldı.

 

Teninin sıcaklığı soğuktan uyuşmuş ellerimi ısıtmış irkilmeme neden olmuştu. "Sona geldik Lu," dedi Merih. Gözlerine bakıp derin bir iç çektim. İntikam oyununun sonuna gelmiştik. Üç gün içinde herkes hak ettiği yere dönecekti. Çektiğim acıların ardından adaletin tecelli ettiğini görmek bana iyi gelecekti. Üstelik sadece bana da değil. Merih'e de iyi gelecekti.

 

"Masalın sonunu bu sefer yazan biz olacağız Merih."

 

Bu söylediğim onu gülümsetmişti. "Masalın sonu tüm masallar gibi güzel bitecek Lu. Fakat diğerlerinden farklı olarak cephede yaralanan iyiler bu sefer gerçek mutluluğa erişecek," dedi Merih.

 

Tam o sırada Kerim salonun kapısından içeriye girdi. "Jane ile konuştum. Her şey ayarlandı," dedi Kerim. Gözlerini bu sefer bana dikti.

 

"Makyaj ve saç ekibi seni yukarıda bekliyor."

 

Anlaşılan artık oyunun sınırlarını baştan belirlememizin zamanı gelmişti. Başımı hafifçe salladım. Ardından Merih'e son bir kez baktım. Elimi bıraktı ve bende bununla birlikte salondan ayrılıp merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladım.

 

Koridora varınca içimde aniden bir sıkıntı belirmişti. Koridoru geçerek odama geçtim. Tam da Kerim'in söylediği gibi makyaj ekibi karşımdaydı. Derin bir nefes aldım. Başlıyoruz dedim kendi kendime. Başlıyoruz.

 

*******

 

Makyaj ve saçımla ilgilenen ekip odadan çıkınca aynaya bakacak cesareti kendimde bulmak için kendime biraz süre tanımıştım. Arkama döndüğüm anda yüzleşeceğim gerçek kabuk bağlamış yaramın sızlamasına neden oluyordu. Yutkundum. Ağzımın içine acımtırak bir tadın yayıldığını hissetmiştim. Aynaya bakmaya henüz hazır olmadığımdan gözlerim odanın içinde gezinmeye başlamış en sonunda odanın diğer ucundaki mektup kutuma takılmıştı.

 

Ne kadar zaman geçerse geçsin o aynaya bakacak cesareti içimde bulamayacakmışım gibi hissediyordum. Tam o sırada sanki içinde bulunduğum duygu karmaşasından haberi varmış gibi kapının altından beyaz küçük bir zarf attı Merih. Aynaya bakarken yanımda olmayı teklif etmişti. Ama ben bunu kendi başıma yapmak istediğim için onun bu teklifini reddetmiştim.

 

Merih ise bunu anlayışla karşılamış yanımda olmanın başka bir yolunu bulmuştu. İkimizin arasında bağ olan beyaz küçük zarflarıyla yapmıştı bunu.

 

Ayağa kalktım. Ağır adımlarım beni kapının önüne götürdü. Küçük zarfı yerden alıp kapının ardında onun olduğunu bilerek sırtımı kapıya yasladım. Sanki aramızda kapı yokmuş da doğrudan sırtımı ona dayamışım gibi hissettim. Benim için özel olarak kaleme aldığı notu okumak üzere küçük zarfı araladım. Kağıdı çıkarıp sesli bir şekilde okumaya başladım.

 

"Vücuttaki açılan her yara kapanır Lu. Ancak anıların ardına saklanan yaralar ömür boyunca kapanmaz. En acı dolu anı akla bir düştü mü o yaranın kabuğu soyulur ve kanar. Üstelik bazı yaralar vardır ki onlar insanın canını öyle bir yakar ki gözyaşı dökmekten başka elinden hiçbir şey gelmez insanın. Bazen keşke diyorum. Keşke anılarımızın üzerine dev bir yara bandı yapıştırabilme şansımız olsaydı."

 

İçimde taşıdığım kabuk bağlamış yaranın ben acıyor demeden acıdığını anlıyordu Merih. Sanki tüm bunları ben değilde o yaşamış gibi hissettiklerimi hissediyordu. Ben güldükçe gülüyordu. Ben ağladıkça ağlıyordu. En önemlisi ben hissetmeden beni hissediyordu.

 

Merih böyle bir adamdı işte. Kendine neden ilk başlarda profesör dediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Yutkundum. Notumu zarfıma geri koyduğumda tekrar bir not geldi kapının altından. Bu seferki tek bir cümleden ibaretti.

 

"Kelebekler ışığa doğru uçar ama sen karanlığa doğru kanat çırpıyorsun Lu."

 

Belki de benimde ışığa doğru uçmamın vakti gelmiştir. Belki ışık kanatlarımı yakıp kül edecekti ama ben yine de bundan pişman olmayacaktım. Derin bir iç çektim.

 

Diğer notu da zarfa geri koyduktan sonra bir süre öylece durdum. Yüzleşmeye hazır olduğumu hissettiğimde ayağa kalktım. Adımlarım beni aynanın karşısına gitmeye zorluyordu. Gözlerim kapalı aynanın karşısında durdum.

 

İçimden üçe kadar sayıp yavaşça gözlerimi araladım. Aynadan bana bakan eski Luna'ydı. Gözleri yüzümdeki detaylarda omzumdan belime kadar uzanan uzun dalgalı saçlarımda geziniyordu.

 

İlk aynaya baktığımda neler hissettiğimi anımsadım. Şimdi aynı his yoktu içimde. Tek düşündüğüm ruhumun bu bedeni sahiplenmiş olduğuydu. Gülümsedim.

 

Parmaklarım yüz hatlarımda gezindi. Eski yüzümün her bir santimini yeniden hatırlamak benzersiz bir histi. Eskisi gibi acı çekmiyordum. Mutluydum.

 

Sanki önceki yüzüm aynaya her baktığımda Kartal'ın bana çektirdiği acıları hatırlatacakmış gibi hissediyordum. Ama şimdi böyle bir durum söz konusu bile değildi. Ben Merih ile birlikte o uçurumdan çıktığımda yeniden doğmuştum. Şimdi onu yanımda istiyordum. Şimdi ve daima...

 

Adımlarım bu sefer beni kapının önüme götürdü. Ardında onun olduğunu bildiğim kapının kolunu kavradı parmaklarım. Kolu yavaşça aşağıya indirdiğimde gökyüzü gibi bakan mavi gözlerle göz göze geldim.

 

"Lu," diyerek bana baktı Merih. Adımı eksik söylemesi bu sefer kendimi daha da özel hissetmeme neden olmuştu. Kendime engel olamayarak kollarımı beline doladım.

 

Başımı göğsüne yaslayarak ona sıkıca sarıldım. Kalp atışlarını dinledim bir süre. Nefes alışlarını ve hatta göğsünden ara ara gelen kıkırtının sesini dinledim.

 

Kolları bedenimi adeta bir battaniye gibi sardı. Kokusunu çektim içime. Sanki onun kokusuna bağımlıymışım gibi kokusunu içime çektikçe kendimden geçtiğimi hissediyordum. "Seni seviyorum," diye mırıldandım.

 

Gülümsedi. Bedeni bu küçük kıkırtısıyla titremişti. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Yüzündeki eşsiz gülümsemesi bundan sonraki hayatımın çok güzel olacağına olan inancımı kuvvetlendiriyordu.

 

"Bende seni seviyorum beyaz kuş."

 

Kıkırdadım. Merih ile birlikte koridordan geçip merdivenlerden aşağıya indik. Bizi Kartal'ın evine götürecek araç kapının önünde bekliyordu. Hava kararmış harekete geçme zamanımız gelmişti.

 

Arabaya bindik. Ben Kartal'ın evinin etrafında gezinirken Merih'in arabası iki sokak ötede beni bekleyecekti. Gözlerimi dışarıda aniden yağmaya başlayan yağmurdan alıp Merih'e çevirdim.

 

Griye çalan mavi gözleri içimi rahatlatıyordu. Arabanın kapısının kenarındaki şemsiyeyi alıp bana doğru uzattı. Yüzündeki sıcacık gülümsemesiyle birlikte "Yanındayım," diye fısıldadı. Sonrasında usulca kulağıma doğru eğildi.

 

"Bir gün bu yağan yağmurun altında dans edeceğiz Lu," diye mırıldanıp geri çekildi. Beni böylesine etkileyen sözleri miydi yoksa yüzündeki gülümseme mi karar verememiştim.

 

Tek bildiğim onu ne kadar çok sevdiğimdi. Yanağına küçük bir öpücük bırakıp arabadan indim. Şemsiyemi açıp başımın üzerine tuttuğumda derin bir iç çektim.

 

Yağmurla buluşan taze toprak kokuyordu hava. Ciğerlerim bu kokuyla dolmuştu. Topuklu botlarımın çıkardığı tak tak sesinin yankılandığı sokaklarda Kartal'ın evinin önüne doğru ilerledim.

 

Bir zamanlar bana anahtarını verip ikimizin olduğunu söylediği o evde şimdi bir başka kadınla beraberdi. Üstelik baba olacağına sevinmek yerine o kadına bebeğinden vazgeçmesini söylemişti.

 

Şimdi geriye dönüp bakıyorum da iyi ki onun gerçek yüzünü görmüşüm. İyi ki bir masaldan gerçeğe uyanmayı başarmışım. Tek sıkıntım bunu böyle acı çekerek öğrenmemdi. Belki de bu bana hayatın sınavıydı.

 

Bazen anlamak için acılara katlanmak gerekiyordu. Ben katlandım. Acının en büyüğünü yaşadım ve bunun sonucunda gerçeği gördüm. Gerçek bana aşkı getirdi. Merih'i getirdi.

 

Belki de bu yüzden çektiğim acılar için üzülmüyordum. Çünkü Romeo ve Juliet'in hikayesinde de olduğu gibi bu çektiğimiz acılar ileride konuşacağımız tatlı anılara dönüşecekti.

 

Biz hayallerimizle acılarımızı bastırmayı öğrenmiştik. Adımlarım beni evin önüne götürdüğünde asfalta çarpan yağmur damlalarına baktım.

 

Biz hayatı öğrenmiştik. Biz karanlıktan korkup da karanlığın kendisi oluvermiştik. Şimdi ise içimizdeki karanlığı bastırmaya ve karanlığımıza beyaz bir kuş olarak ışık yakmaya gidiyordum.

 

Yerden küçük bir taş aldım. Avucumdaki nemli ve ıslak taşı ön taraftaki cama doğru fırlattım. Pencereye sekip düşen taşın ardından bir başka taşı daha cama doğru fırlattım. Birkaç dakika sonra kolunu Jane'in beline dolamış Kartal perdeyi araladı.

 

Öylece izledim. Mavi gözleri beni bulduğunda donup kalmıştı. Yüzündeki dehşete kapılmış ifadeyi görmek içimde acı çeken o küçük beyaz kuşun mutlu olmasına yetmişti. Dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

 

Gözlerindeki korku dolu ifadeyle hayal görüp görmediğini anlamak için elini Jane'in belinden çekip gözlerini ovuşturdu. Tekrar baktığında yine beni görmüş yüzünü buruşturmuştu.

 

Mavi gözlerini yanı başındaki Jane'e dikti. "Benim gördüğümü sende görüyor musun?" diye sordu Kartal. Jane dışarıya baktı. Doğrudan gözlerimin içine bakarak "Neyi?" diye mırıldandı.

 

Kartal yutkundu. "Şu şemsiyeli kadını görüyor musun?" dedi bu sefer. Jane gözlerini gözlerimden ayırmadan sanki bir hayale bakıyormuşçasına başını salladı. Gözlerini Kartal'a diktiğinde "Hangi şemsiyeli kadın?" diye sordu.

 

Kartal donup kalmıştı. Perdeyi tutup hızla çekti. Birkaç dakika sonra perdeyi tekrar araladığında mavi gözleri beni tekrar bulmuştu. Dehşete kapılmış kafayı yediğini düşünmeye başlamıştı.

 

"Hayal görüyorum," diye mırıldandı Kartal. Jane ise yüzündeki haz dolu gülümsemeyi saklayarak Kartal'a sarıldı. Perdeyi tekrar kapattıklarında yerden aldığım bir başka taşı cama doğru fırlattım.

 

Kartal hışımla perdeyi yeniden açtı. Gözleri beni bulmuş yüzündeki kaslar korkuyla kasılmıştı. Korkudan irileşen göz bebeklerine bakıp gülümsedim. Bununla birlikte duraksadı.

 

Salondan ayrılıp kapıya yöneldiğini hissettiğimde hızlıca yan evin bahçesine girdim. Bahçe duvarı ve iri çam ağaçları beni saklıyordu. Gecenin karanlığında Kartal kendini dışarı atmış etrafa bakınıyordu.

 

Ben onu görüyordum. Fakat o beni göremiyordu. Gizlice onu izledim. Yağan yağmurun altında sırılsıklam ve perişan görünüyordu. Korkuyla etrafına bakıyor başını ellerinin arasına almış olduğu yerde dört dönüyordu.

 

Korku tüm bedenini sarmıştı. Kalbe saplanan pişmanlık ise artık fayda etmezdi. Kartal baktığı her yerde beni görmeye devam edecekti. Mavi gözleri tekrar etrafta gezindi.

 

Jane kendisine düşen role bürünmüş panikle evden çıkmıştı. Kartal yağan yağmurun altında hıçkıra hıçkıra ağlarken Jane ona sarılıp içeriye doğru çekiştirmeye çalıştı. Bir süre sonra ikiside içeri geçmiş kapı kapanmıştı.

 

Bahçenin sahibi ile daha önceden anlaştığımızdan bir sıkıntı yaşamadım. Sağanak yağmura bakıp derin bir iç çektim. Rahatladığımı hissediyordum. Bahçeden çıkıp bir üst sokakta beni bekleyen Merih'in arabasına doğru ilerledim.

 

Ayağımdaki topuklular attığım her adımda ıssız sokaklarda tok bir sesin yankılanmasına neden oluyordu. Sokak lambalarının ışığıyla yolum aydınlanıyordu. Bir üst sokağa çıktım.

 

İçinde Merih'in olduğu araba sadece birkaç metre ötemdeydi. Adımlarımı hızlandırdım. Yağan yağmura aldırmadan aceleci adımlarım sayesinde arabaya varabilmiştim.

 

Sürgülü kapıyı araladım. Şemsiyeyi kapatıp kendimi içeri attım. Kapıyı kapattığımda gözlerimi onun griye çalan mavi gözlerine diktim. Yüzünde gururlu bir ifade vardı.

 

Nehir sayesinde telefon ekranındaki mobese görüntüsünden beni görmüştü. Telefon ekranını kapatıp gülümsedi. "Son iki gün Lu," dedi Merih.

 

Bunu söylerken sanki yüreğinde taşıdığı ağırlıkları fırlatmış gibi rahat bir nefes verdi. Bende en az onun kadar rahatlamıştım. İçimdeki kuşun özgürlüğe kavuşmasına son iki gün kalmıştı. Son iki gün...

 

"İki gün sonra herkes hak ettiğini yaşayacak," dedim huzurla. Merih beni başıyla tasdikledi. Daha sonra kollarını küçük bir çocuk gibi iki yana açtı. Kıkırdadım. Kendime engel olamayarak başımı onun göğsüne yasladım. Kolları beni sardı. Benim kollarımsa onu...

 

*******

 

Eve döndüğümüzde üzerimi değiştirmiş eski halime geri dönmüştüm. Makyaj aynasının karşısında saçlarımı tararken aklım Kartal'ın yüzündeki ifadede takılı kalmıştı. Onun çaresizliğini, ne yaparsa yapsın bana yaşattıklarını geri alamayacağını bildiğindeki o dehşet ve pişmanlık dolu ifadesi gözlerimin önünden gitmiyordu.

 

Gümüş rengi üzerinde renkli işlemeler olan tarağı makyaj masasının üzerine bıraktım. Gözlerim aynadaki yansımamda geziniyordu. Omuzlarımı biraz geçen kısa saçlarımda uzun koyu renk kirpiklerimde gezindi gözlerim.

 

Tam o sırada dikkatimi dağıtan bir şey oldu. Kapım tıklatılmıştı. "Gir," dememle kapı aralandı. Merih usulca içeri girdi. Onun içeri girmesiyle birlikte ayağa kalktım. Ona doğru yaklaştım.

 

"İçimdeki kelebek beyaz kuşun düşünceli olduğunu söyledi."

 

Merih'in gözlerine baktım. Dalgın bakışlarıma olan ilgili ifadesi bile içimdeki sıkıntıları alıp götürmeye yetiyordu. Sanki gökyüzü gibi bakan gözlerinden bir rüzgar esiyor içimdekileri uzaklara savuruyor gibi hissediyordum.

 

Elleri ellerimi kavradı. Yüzünde içten bir gülümseme belirmiş sanki bulaşıcı bir hastalığa yakalanmışım gibi bende onunla birlikte gülümsemeye başlamıştım.

 

"Her seferinde yüzümü güldürmeyi nasıl başarıyorsun?"

 

Bu sorumla birlikte sanki odada bizi duyabilecek başka birileri varmış gibi etrafı kontrol etti. Daha sonra büyük bir sırrı herkesten saklar gibi kulağıma doğru eğildi. Sıcak nefesini boynumda hissediyordum.

 

"Eğer bu sırrı saklayacağına söz verirsen sana bunu nasıl yaptığımı söyleyebilirim."

 

Kıkırdadım. O ise gülümseyerek boynumda kabaran hayat damarına bastırdı dudaklarını. Sıcak, yumuşak ve uzun bir öpücükle o damar vücuduma kanla birlikte aşkı da taşımaya başlamıştı.

 

Gözlerimi yumdum. Merih boynumu öptükten sonra tekrar kulağıma doğru eğildi. "Seni güldürmek için sevmem yeterli Lu. Sadece bunun için bile ölene kadar seni seveceğim," dedi Merih etkileyici bir sesle.

 

Gülümsedim. Bununla birlikte Merih yanağımdaki o küçük çukuru öpüşüyle doldurdu. Sıcakladığımı hissediyordum. Sanki gamzemden yüreğime onun sıcaklığı yayılıyormuş gibi hissediyordum.

 

Merih geri çekildi ve gülümsedi. Ceketinin iç cebinden benim için özel olarak yazdığı beyaz küçük zarflarından birini çıkardı. Avucuma zarfımı bırakıp odamdan ayrıldı.

 

Bir süre onun gidişini kabullenmeye çalışırcasına öylece durdum. Ardından yatağın bir köşesine oturup zarfımı araladım. İçindeki küçük kağıdı çıkarıp sesli bir şekilde okumaya başladım.

 

"Ağaçlar neden polenlerini etrafa saçar hiç düşündün mü Lu? Bunu yapmalarının sebebi yaşamı saçmaktır aslında. Her bir polen rüzgarla savrulup yaşamın özünü bırakır toprağa. Bir parça yağmur ve bolca güneş ışığı da eklendi mi bu döngüye ağaçlar filizlenir. Dalları göğe bedeni yerin dibine doğru uzanır. Bir polen tanesi böyle bir döngüyü meydana getirir. Sende benim için küçük bir polen tanesisin. İçimdeki çorak topraklara kondun. Beraberinde yaşamı getirdin. Artık içimdeki ölü topraklar yaşamın kaynağı olan ağaçlarla dolu. En önemlisi ruhum seninle dolu. Sen tüm ruhumu kapladın. Şimdi ruhum tamamen senden ibaret. Sen benim ruhumsun Lu."

 

Notu okuduğumda gözlerimin dolduğunu hissetmiştim. Daha bu sabah gölgesinde dinleneceğim bir ağacın olmadığını söylerken şimdi o bana ağaçların var olma sebebinin ben olduğumu söylüyordu.

 

"Sen benim her şeyimsin Merih Ege," diye mırıldandım. Belki duymazdı ama hissederdi. Tıpkı beni tüm benliğinde hissettiği gibi...

Loading...
0%