@sevvnuraydn
|
Kuşun hayatı kelebeğin yokluğuyla kararmış. Yaz gelip geçmiş. Peşinden de sonbahar...
Beyaz kuş sonsuz bir kışa mahkum olmuş. Artık bahar yokmuş. Sıcaklık, huzur ve aşk yokmuş. Soğuk, çetin ve korkutucu bir fırtına varmış.
Kuş tüm bunların içinde kelebeğinin yollarını gözlemiş. Bir gün çıkıp geleceği anı beklemiş umutla. Ama kelebek gelmemiş. Kelebek kuşuna ulaşamamış. Kuşun gözü yaşlıymış. "Bana söz vermiştin," demiş kendi kendine. Çünkü kelebek onu yalnız bırakmayacağına dair söz vermişti. Fakat şimdi yalnızmış kuş. Yapayalnız...
Karnındaki bebek artık doğmayı bekliyormuş. Minik bir serçe gözlerini dünyaya açacağı anı bekliyormuş ve tüm bunların içinde kuş ve minik denizi onlara karşı tuzaklarla dolu olan yollardan geçmek zorundaymış. Kırlangıç onlara yoldaş olmuş. Ne de olsa kırlangıçlar sonsuz dostluğu simgelermiş.
_______
Bebeğim kollarımda katıla katıla ağlamaya başladı. Ama ben onu susturamadım. Onun yerine tüm bu sesler arasında öyle bir ses yankılandı ki boşlukta öldüğümden neredeyse emindim. Silah patladı. Büyük bir gürültü koptu hastanenin koridorlarında.
Ölmüş müydüm? O adam bebeğimi almış mıydı? Hayır! Ben ölmedim. Göğsümün ortasında bir kuş misali kanat çırpıyordu kalbim. Yavaşça gözlerimi araladım ve celladımın gözlerine baktım. Buz mavisi gözler irileşmişti. Öylece bana baktı ve bir anda yere yığıldı. Gözlerim onun ardından kapıdaki adama takıldı. İlk başta hayal gördüğümü sandım. Zihnimin bana oynadığı bir oyun olduğu sandım. Ama değilmiş.
"Merih," dedim titreyen dudaklarımla. Elindeki silah neredeyse parmaklarının arasından kayıp yere düşürüyordu.
"Lu," diye fısıldadı. Ona koştum. Kucağımda kızımızla ona sarıldım. Buradaydı. Hayattaydı. Beni kurtarmıştı.
"Yaşadığını biliyordum," dedim hıçkırıklarımın arasından. Bana sarıldı ve hemen sonra elimden tuttu.
"Kaybedecek vakit yok. Gitmeliyiz."
Merih ile birlikte odadan çıktık. Daha onun yaşadığının şokunu atlatamadan kucağımda bebekle ardımızda bir ceset bırakmıştık. Merih beni korumak için kendi babasını vurmuştu. Şimdi ise hastane koridorlarındaki panikten koşturan insanları fırsat bilerek aralarına karıştık. Daha sonra hastanenin yangın merdivenlerine yöneldik.
Merih yangın merdiveninin kapısını araladığında karşımda gördüğüm kişiyle hayatımın şokunu yaşadım. "Olcay," dedim hala bu olanlara bir anlam veremezken. Olcay'ın kucağında Ege vardı. Oğlumun onun yanında olması canımı sıkmıştı.
Merih, "Kaybedecek vakit yok Lu. Olcay da bizimle beraber. Şimdi onunla birlikte gitmek zorundasın," dedi sessizce. Başımı salladım. Onu bir kez daha kaybetmeyi göze alamazdım.
"Seni bırakamam," dedim isyan edercesine. Merih bana yalvarırcasına baktı. İçinde bulunduğumuz durumda çok fazla düşünemeyeceğimi biliyordum. Ona aylar sonra kavuşmak bir yana onu yeniden ardımda bırakmak zorundaydım. Kucağımda bebeğimle beraber merdivenlerden olabildiğince hızlı bir şekilde inmeye başladım. Olcay da hemen arkamdaydı. Birlikte birkaç kat indikten sonra hastanenin arka kapısından gizlice dışarı çıktık.
Siyah bir araba bizi kapıda bekliyordu. Olcay Ege'yi arkadaki çocuk koltuğuna yerleştirdi. Daha sonra birlikte arabaya bindik. Serçe mızıldanmaya başlamıştı. Sırtını hafifçe sıvazlarken, "Bana neler olduğunu anlatacak mısın?" diye sordum. Sesimdeki iğneleyici tınıyı fark etti.
Arabayı çalıştırmadan önce kısa bir anlığına bana baktı. Onu ilk gördüğüm anı anımsadım. Yılan bakışlı Olcay'ın benden kurtulmak için an kolladığı o geceyi anımsadım. Şimdiki haliyle o zamanki hali arasında fark vardı. O benim kardeşimdi. Fakat bunun dışında ondaki asıl fark şuydu ki biz hiçbir zaman kardeşlik bağı kuramayacak olsak da bana zarar gelmesini istemiyordu. Bunu bakışlarında görebiliyordum.
Arabanın motorundan güçlü bir homurdanma sesi geldi. Olcay, "Sen benim ablamsın. Her ne kadar birbirimize karşı o bağı tam anlamıyla elde edemeyecek olsak da bu bir gerçek ve ben ne senin ne de yeğenlerimin zarar görmesine izin vermem," dedi bana bakarak. Gözlerim doldu. Serçe'yi göğsüme yatırdım ve, "Teşekkür ederim," dedim.
O gece bana bu adamın günün birinde hayatımı kurtaracağını söyleselerdi onlara delirmiş olduklarını söylerdim. "Başına gelen hiçbir şey benim suçum değildi. Hünkar Server tüm suçu benim üzerime yıkmakla kalmadı. Aynı zamanda oğlunu sana karşı tehdit ederek öldüğüne inanmanı sağladı," diyerek sözlerini art arda sıraladı Olcay.
Merih'in yaşıyor olmasının mutluluğunun yanında onun kendini ölü olarak göstermesinin tek sebebi Hünkar Server'in ta kendisiydi. "Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim birden. Olcay arabayı hastane odasından çıkarırken başını hafifçe salladı.
"Jane'e tam olarak ne oldu?"
Sorumla birlikte Olcay dikiz aynasından Ege'yi kontrol etti. Ege'nin mavi gözlerine baktı ve, "Bunu daha sonra anlatırım," dedi. Hastane otoparkından çıktık. Karlı ana yola gireceğimiz sırada önümüzü iki tane siyah araba kesti. Arabadan beş tane adam indi. Onların Hünkar Server'in adamları olduğunu anlamam çok da uzun sürmedi.
Olcay'a baktım. Kaşlarını çattı. Bununla birlikte kaşının üzerindeki yara gözünün hizasına kadar indi. "Şimdi sana tek bir şey söyleyeceğim. Bebeğini sıkı tut," dedi Olcay. Silahların gün yüzüne çıkmasıyla Olcay direksiyonu sağa kırdı. Arkamızdan açılan silahlara karşılık Ege arkada çığlık attı. Serçe ağlamaya başladı ve Olcay ise bizi bir şekilde onlardan kurtardı.
Arkamızdan gelip gelmediklerine baktım. Ama gelen yoktu. Normal şartlarda benim peşimde olduklarına göre arkamızdan gelmeleri gerekirdi. Ama gelmediler. Serçe'yi kucağımda pışpışlarken arkada korkudan ağlayan Ege'ye döndüm. "Eve gidiyoruz oğlum. Korkma," dedim Ege'ye. Onu sakinleştirmem bir hayli uzun sürdü.
Olcay karlı yolları olabildiğince hızlı bir şekilde aşıyordu. Bizi özellikle kestirmelerden götürüyordu. Yolculuk boyunca kalbim korkudan boğazımda atsa da şükürler olsun ki eve sağ salim dönebilmiştik. Olcay, "Merih eve gider gitmez bavulları alıp onu beklememizi söyledi," dedi.
Arabadan inmeden önce bu soğuk kış gününde çocukları perişan etmemek adına, "Serçe'yi ben gelene kadar tutabilir misin?" diye sordum. Olcay teklifim karşısında afalladı. Gözleri kucağımda uyuyan Serçe'ye kaydı. Tereddütle de olsa, "Tabii," dedi. Serçe'yi sarsmamaya özen göstererek Olcay'ın kollarına bıraktım. Daha sonra arabadan indim.
Yeni doğum yapmama rağmen kendimi dinç hissediyordum. Kar birikintisini botlarımla yararak evin kapısına ulaştım. Zili çaldım ve Handan Hanım'ın kapıyı açmasıyla içeriye girdim. Ev oldukça sessizdi. Vaktim kısıtlı olduğundan ilk yaptığım şey yukarı kata çıkıp odama girmekti.
Her şey bıraktığım gibiydi. Bembeyaz odadan tek aldığım şey beyaz zarflarımın olduğu kutuydu. Kutuyu kolumun altına sıkıştırdım. Ardından Serçe'nin odasına girdim. Dolaptan kalın bir battaniye alıp aşağıya indim. Bavulları Handan Hanım kapıya daha öncesinden taşımıştı. Evdeki görevlilerden bir adam bavulları kapının önündeki araca yükledi.
Handan Hanım, "Sizi özleyeceğim Luna Hanım. Tabii Ege'yi de," dedi ağlamaklı bir sesle. Kutuyu arabaya koyması için bavulları taşıyan adama verdikten sonra Handan Hanım'a sıkıca sarıldım. Bende onu özleyecektim. Ama gitmekten başka bir çaremiz de kalmamıştı. Bu şehir artık bizi barındırmayacaktı. Herkes gibi o da bunun farkındaydı.
Koluma astığım bebek battaniyesiyle arabaya geçeceğim sırada asansörden bir ses geldi. Asansör bulunduğumuz katta durdu ve kapısı aralandı. O an gördüğüm manzara karşısında sevinçten ne tepki vereceğimi bilememiştim. Dünya yürüyordu. Ayaktaydı ve üstelik bana doğru adımlıyordu. Fakat bu mutlu an kısa sürdü.
Onun bana attığı iki adımın ardından evin dış kapısı gürültüyle açıldı. Hepimiz kapıdaki adama baktık. Griye çalan mavi gözlerinin kan çanağına döndüğü o adama baktığımızda bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. Merih perişan görünüyordu. O an Dünya'ya baktı. Aylarca yürümesini dört gözle beklediği kardeşine baktı ve birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Dünya, "Abi neyin var?" diye sordu. Merih'i daha önce hiç böyle görmemiştim. Beni kaybedeceğini düşündüğü o anda bile böylesine kötü olmamıştı. Bir şey olmuştu. Ama ne?
Merih titreyen dudaklarla, "Kerim," dedi sadece. Onun dudaklarından dökülen tek bir isimin bu kadar acı verici olabileceğini hiç düşünmemiştim.
"Kerim öldü."
Dünya duyduğu şeyle yere düştü. Aklıma aylar önce Merih'in söyledikleri geldi. Dünya'ya verdiği sözü tutmak istemişti. Dünya'nın yürüdüğü gün Kerim ile evlendirecek ve muhteşem bir düğün yapacaktı. Fakat kader buna izin vermedi.
Dünya'nın yürüdüğü gün Kerim'in öldüğü gün oldu.
Dünya'nın çığlıkları yeri göğü inletti. Merih'e baktım ve tüm bunların bir kabustan ibaret olmasını diledim. Ama değildi. Merih, "Bana git dedi. Git ve yeni bir hayat kur dedi. Benim için kendini feda etti," dedi hıçkıra hıçkıra. Yanına gidip ona sıkıca sarıldım.
Merih kollarımda titriyordu. Ona söyleyeceğim hiçbir sözün Kerim'i geri getirmemekle birlikte ona iyi gelmeyeceğini çok iyi biliyordum. Yaşlı gözlerle ona baktığım sırada Dünya, "Her şey senin yüzünden oldu! Keşke onun yerine sen ölseydin!" diye bağırdı. Bu sözlerin hedefi sadece Merih değildi. İkimiz de bu sözleri duymak yerine tokat yemeyi tercih ederdik.
Merih bana baktı. "Gitmek zorundayız Lu," diye fısıldadı. Kerim bizim için kendini feda etmişti. Ağlaya ağlaya o evin kapısından çıktık. Dünya'yı ardımızda bıraktık. Hünkar Server'in ölüsünü ardımızda bıraktık. Olcay bizi görünce kucağında uyuyan Serçe'yi bana uzattı. Serçe'yi battaniyeye sardım. Sonrasında kardeşime baktım.
"Sana hiçbir zaman ablalık yapamadım. Bundan sonra da senin beni abla olarak görmeni bekleyemem. Ama bugün yaşıyorsam senin sayende."
Olcay bana baktı. Sonrasında Serçe'nin varlığının izin verdiği ölçüde aniden bana sarıldı. "Dikkatli olun. Hünkar Server'in icabına ben bakarım," dedi Olcay. Ayrılıp gözlerime baktı. Sonrasında Serçe'nin minik eline dokundu. Bu an o kadar kısa sürdü ki sanki bir göz yanılsaması yaşıyormuşum gibi hissettim.
Merih yaşlı gözlerle, "Dünya sana emanet," dedi. Kerim'in ölümüyle Dünya'nın bizden nefret ettiğini biliyordum. Merih ile birlikte Olcay'ı orada bırakıp arabaya geçtik. Ege camdan Olcay'a el salladı. Artık yola çıkmaya hazırdık.
Merih arabayı çalıştırdı. Nereye gittiğimizin bir önemi olmasa da yaşadıklarımızın önemi büyüktü. Merih yaşlı gözlerle araba kullanıyordu. Benimde ondan kalır bir yanım yoktu. Serçe aç olduğundan battaniyeyle göğsümü kapatıp ağlaya ağlaya onu emzirdim. Merih ile gidişimizi hiç böyle hayal etmemiştim. Çocuklarımızla çıktığımız yolda mutlu olmayı dilemiştim. Fakat şu an ikimizde perişan bir haldeydik.
İkimizde yıllarımızı verdiğimiz dostumuzu kaybetmiştik ve bu acının tarifi yoktu. Merih, "Silahı Kerim aldı," dedi birden. Kelimeler o kadar zor çıktı ki dudaklarından sanki can çekişiyordu.
"Benim kullandığım silahı o aldı. Parmak izlerimi yok etti. Cinayeti üstlenmekle kalmadı. Benim için kurşunun önüne atladı. Son söylediği şey mutlu olmamdı. Onu ardımda bırakmamı ve mutlu olmamı istedi."
Ege yaşanan onca şeyden sonra uykuya daldı. Serçe'nin karnını doyurduktan sonra ağlayarak Merih'e baktım. "Çok özür dilerim," dedim çatallaşan sesimle.
Merih, "Yeni hayatımızı İzmir'de kuracağız Lu," dedi birden.
"Kerim bizim için büyük bir site yapmıştı. Adını da Ege sitesi koymuştu. Birlikte yeni dünyamıza Ege sitesine gidip yeni bir başlangıç yapacağız. Bunu Kerim için yapacağız Lu."
"Sitenin adını değiştirelim Merih," dedim yanağımdaki ıslaklıkları silerken.
"Sitenin adı Kırlangıç olsun. Kırlangıçlar dostluğu simgeler ve Kerim bizim için dosttan da öteydi. Onun anısına yaşadığımız yere bu adı vermeye ne dersin Merih?"
Merih bana baktı. Hıçkırıklarını bastırmaya uğraşarak, "Kırlangıç'a gidelim Lu. Kerim için bunu yapalım," dedi. Birlikte İzmir'e gittik. Hayatımızın geri kalanında yaşayacağımız o yere Kırlangıç'a gittik. Aradan birkaç ay geçti. Kerim'in anısına Kırlangıç koyduğumuz sitemiz bir mucizeye ev sahipliği yaptı. Sokaklardaki ağaçlar kırlangıçların yuvalarıyla doldu.
Olcay ile Dünya birlikte ülkeyi terk etti. Hünkar Server dosyası bir daha açılmamak üzere kapandı. Kelebek mezarlığımızda ölen tüm kelebeklerin intikamı tek tek alındı. Ne Mahşer ne de onun karanlığı kaldı. Geriye sadece Merih gezegeni, Ege denizi bir de küçük bir serçe kaldı. Evimizin bahçesinde durmuş kucağımda Serçe ile birlikte Ege'yi izliyordum. Yan taraftaki komşumuzun kızıyla oynuyordu. Eylül ile...
Jane'in ölümünün ardından Eylül koruyucu aileye verilmişti. Jane'in ailesinin ondan haberdar olmaması bir yana Kartal'ın ailesi ona sahip bile çıkmamıştı. Açıkçası Eylül için en doğrusunun bu olduğunu düşünüyordum. Onu evlat edinen aile onu çok seviyordu ve sırf Merih'in hatırına hayatlarını İzmir'e bizim yanımızdaki eve taşımayı kabul etmişlerdi.
Merih, "Bugün Kerim'i rüyamda gördüm," dedi yanıma gelirken. Yeni uyanmıştı. Gözleri yaşlarla doluydu. Fakat dudaklarında bir tebessüm vardı.
"Bizi izliyordu. Gülümsüyordu ve onlarca kırlangıçın arasından bana el sallıyordu."
Merih'in sözleriyle ikimizde bahçedeki söğüt ağacına baktık. Kırmızı kuş evimizde bir serçe ve bir de kırlangıç vardı. Onları takip eden bir de beyaz kelebek...
"Kelebek mezarlığımızın yerinde artık kırlangıç var Merih," dedim ona bakarak. Yanıma geldi. Kolunu belime doladı ve "Affetmek büyük bir erdemdir Lu. Fakat bir şeyi sakın unutma. Her insan affedilmeyi hak etmez. Tıpkı kalplerimizi kelebek mezarlığına çevirenler gibi," dedi yıllar önce de olduğu gibi.
Birlikte bahçe duvarına baktık bu sefer. Bizim kavuştuğumuz çıkmaz sokaktaki o boş duvara Merih bizim ait olduğumuz dünyayı resmetmişti. Bizim ait olduğumuz dünya burası demişti ve şimdi o çıkmaz sokaktaki duvar resmi buradaydı. Fakat bu resimde fazladan bir şeyler vardı. Merih gezegeninin kalbindeki kırlangıç gibi...
~SON~ |
0% |