Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23.Bölüm: Özlüyorum

@sevvnuraydn

Kuş hayatında hiç olmadığı kadar mutluymuş. Kelebeğinin kanatları altında dünyanın görünmeyen güzelliklerini görüyormuş. Gözlerine baktığındaysa gökkuşağının yedi rengiyle buluşuyormuş.

 

"Gözlerinde saklı tüm renkler," demiş kuş kelebeğe. Kelebek gülümsemiş. "Renkler benim gözlerimdeyse ben senin kalbinde saklıyım," demiş. Kelebeğin bu sözleri kuşu gülümsetmiş.

 

Kelebek ise kuşunun kanadından tutmuş. Ona yeni bir hayata başlayacakları yeni bir yuva vermek istiyormuş. Her bir santimini ilmek ilmek işlediği yuvaya konmak o yuvada kuşuyla birlikte huzur içinde yaşamayı diliyormuş.

 

Kelebek kuşunu yuvaya getirmiş. Beyaz çiçeklerle süslü bu yuva kuşun hayallerinden bile daha güzelmiş. Kuş gözlerine inanamamış. Kelebeğin onun için böyle özel bir şey yapmış olması onu duygulandırmış.

 

Gözyaşlarıyla kelebeğine bakmış. Kelebek ise kanadıyla kuşun gözyaşlarını silip gülümsemiş. Onu kanadından tutup ormanın bir başka köşesine uçmuş. Burası krallığının en renkli yeriymiş.

 

Kuş renklerin kaynağı olan gökkuşağına bakmış. Kelebek ona gözlerinde sakladığı renkleri hediye etmiş. Renkler artık kelebeğin gözlerinde değil kuşun içindeymiş.

 

Beyaz kuşun yüreği renklerle dolmuş. Kelebeği ile birlikte başka diyarlara uçmaya hazırmış. Tam kanatlarını açtığı sırada aslanlardan biri kelebeğine bir ok atmış.

 

Kuş dehşete kapılmış. Kelebeğini kaybetme düşüncesi onu çıldırtmış. İyileşmesi için dua etmiş kuş. Kelebek bir süre sonra gözlerini açtığında kuşuna bakmış.

 

Ona zarar gelmesin diye en sevdiğinden hatta kendinden vazgeçmiş. Kuşu yuvaya göndermiş. Bir daha görmemek, bir daha öpmemek ve bir daha da sevmemek üzere...

 

_______

 

(Merih'ten...)

 

Gözlerimi açtığımda ilk onu görmüştüm. Güzel gözleri gözlerimde geziniyordu. Yüzünde tatlı bir gülümseme belirmişti. Fakat ben o kadar bitkindim ki ona karşılık bile veremedim. Tam o sırada gözlerim odanın diğer tarafından bana doğru yaklaşan Kerim'e kaydı.

 

Yüzündeki ifadenin anlamını çok iyi biliyordum. Bir sorun vardı ve bunu Lu'nun duymasını istemiyordum. Kerim bitkin bakan gözlerimden istediğimi anlamıştı. Gözlerini Lu'ya dikmiş ondan dışarı çıkmasını istemişti.

 

Kapıyı kapatıp kilitledi. Daha sonra yüzündeki endişeyi gizlemeye gerek kalmadığından yanıma gelip oturdu. "Durum ciddi," dedi Kerim sıkıntıyla. Onun bu söylediğine kadar gözlerimi zar zor açık tutuyordum.

 

Kaşlarımı çattım. Ne demek istediğini sorgularcasına baktım yüzüne. Kerim yutkundu. "Senin kim olduğunu biliyorlar," dedi tek seferde.

 

Gözlerimi yumdum. Kendi canımın tehlikede olması bir yana Lu'nun canı da tehlikedeydi. Bana zarar vermek için onu hedef alabilirlerdi. "Tahsin yaptırmış," dedi bu sefer.

 

Kızının başına gelenlerden beni sorumlu tuttuğuna emindim. Üstelik kim olduğum gerçeğini de bildiğinden beni öldürmek istemesini anlayabiliyordum. Fakat bu işin ucu dolaylı yoldan da olsa ona dokunuyordu. Lu'ya...

 

"Kerim," diye fısıldadım. Bunun üzerine sesimi daha iyi duyabilmek için biraz daha yaklaştı. "Ceketimin cebindeki anahtarı ona götür," dedim güçlükle.

 

Kerim neyden bahsettiğimi çok iyi anlamıştı. O evi Kerim ile birlikte seçmiştim. Şimdi ise ikimiz için seçtiğim o evde yalnız kalacaktı. Yutkundum. Ondan uzak durmak zorunda olmak omzuma saplanmış kurşundan daha çok acı veriyordu.

 

Kerim komodinin üzerindeki anahtarı aldı. Telefonla korumalardan birini içeri çağırdı. Kapının kilidini açıp korumayı içeri aldı. "Bu anahtarı Luna'ya ver. Ona Ege Bey'in sizi bundan sonra görmek istemediğini ve evinize dönmenizi istediğini söyle," dediğinde yaramın bıçakla deşildiğini hissetmiştim.

 

Koruma kendisinden isteneni yaparak odadan çıktı. Kerim kapıyı kilitleyip yanıma geldi. Bunu yapmanın benim için ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Yapmak zorunda olduğumunda...

 

Koruma anahtarı vermiş olacak ki kapının önünde onun sesi yankılanmaya başladı. "Yalan söylüyorsun," dedi Luna. Daha sonra ses tonunu daha da yükseltti.

 

"O bunu asla söylemez!"

 

Sesinden bu söylenenlere inanmadığı belliydi. Belki de inanmak istemiyordu. Belki de şu an hayatındaki en büyük hayal kırıklığını benim yüzümden yaşıyordu. O kapının ardında ne halde olduğunu düşünemiyordum bile.

 

"Merih Ege yalvarırım aç kapıyı," dedi hıçkırıklarının arasından. Kapıya sertçe vuruyordu. İçimin cayır cayır yandığını hissediyordum. Ona acı çektirdiğim için kendimden nefret ediyordum.

 

"Bu dünyada herkes beni bıraktı! Ama sen bunu yapmazsın! Çünkü sen benim Merih'imsin."

 

Sesi o kadar çaresizdi ki göğsümün ortasının acıyla kasıldığını hissettim. Ona onu hiçbir zaman bırakmayacağıma dair söz vermiştim. Ama sözümü tutamamıştım.

 

Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık çıktı. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Bedenimin zangır zangır titrediğini hissediyordum.

 

"Yıllar önce nasıl beni söğüt ağacının gölgesinde yalnız bırakmadıysan bende seni bırakmayacağım! Gerekirse bu kapının önünden bir an olsun ayrılmayacağım! Duydun mu beni? Çünkü seni kendimden bile çok seviyorum!"

 

Bitkin bir haldeydi. Sözleri o kadar acı vericiydi ki titreyen parmaklarım elime bantlı serum iğnesini kavradı. Bir anda iğneyi yerinden söktüm. Elim kanıyordu ama bu benim umurumda bile değildi.

 

Ağlayarak "Lu," diye mırıldandım. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ona gitmek istiyordum. Her ne olursa olsun sonu neye mal olursa olsun ona gitmek istiyordum. Battaniyeyi kenara çekip kalkmaya niyet ettiğimde Kerim yarama dikkat ederek beni yatağa geri yatırdı.

 

"Merih bunu onun için yaptığını unutma. Onun hayatını tehlikeye atıyorsun," dedi Kerim. Luna'nın son kez "Buradayım Merih Ege! Aramıza duvar örmeye çalışsanda ben burada olacağım," dediğini duydum.

 

Hareket bile edemedim. Ruhum gibi bütün bedenim de acı çekiyordu. Ağlıyordum. Hıçkırıklarımın içinde boğuluyordum. Bana sadece bir adımlık mesafe kadar yakınken ona ulaşamamak bana çok ağır geliyordu.

 

Kerim beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama onun bu çabasının bir yararı olmadı. Beynimi delip geçen makinenin sesi git gide yükseldi. Bip bip bip!

 

Bu ses kafamın içinde yankılanıyordu sanki. Sonra ne olduğunu bile anlamadım. Ne kadar süre geçtiğini içeri kimin girip kimin çıktığını bile anlamadım. Koluma batırılan iğneyi zar zor görebilmiştim.

 

Her şey bulanıktı. Tüm sesler uğultulu ve pusluydu. Net bir şey yoktu. Dünya düzeni bozulmuştu. Öyle hızlı dönüyordu ki gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım. Karanlıkta bile o vardı. Lu...

 

*******

 

Gözlerimi araladığımda Kerim'in doktorla konuştuğunu gördüm. Uyandığımı fark edince Kerim yanıma geldi. "Lu nerede?" diye sordum. Bütün gece rüyamda onu görmüştüm.

 

Bir daha beni görmek istemediğini söylüyordu. Parmak uçlarında kan damlaları vardı. Elindeki kanı üzerime sürerken bağıra çağıra ağlıyordu. Bu kabustan nasıl uyandığımı bile hatırlamıyordum.

 

Kerim gözlerini kaçırarak dudaklarını araladı. "Eve geçti," dediğinde duraksadı. "Korumalar onu izliyorlar. O güvende," diye de ekledi.

 

Onun güvende olması beni rahatlatmıştı. Ama benden nefret ediyor oluşu gerçeğini hatırlayınca buna sevinemiyordum bile. Anladığımı belli edercesine gözlerini kırptım. Daha sonra gözlerimi camdan dışarıya diktim.

 

Gökte uçan kuşları izledim. Gördüğüm her kuş bana onu hatırlatmıştı. Gülümsemesiyle yanağında beliren gamzesi, evimizi gördüğündeki heyecanı ve mahşeri bitirdiğimizde yaşadığımız o uzun gecede olanlar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip gitmişti.

 

Yutkundum. Kıpırdadıkça omzumdaki yaranın sızladığını hissediyordum. Ama bunun benim için bir önemi yoktu. İçimde beliren acının yanında omzumdaki hiçbir şeydi.

 

"Kahvaltını getirmelerini söyleyeceğim," dedi Kerim. Başımı salladım. "Canım hiçbir şey istemiyor," dediğimde Kerim kapıdaki korumalardan birinin uzattığı tableti getirdi.

 

Bu canlı yayındı. Korumalardan biri Luna'yı çekiyordu. Luna evimizin önündeki salıncağa oturmuş boşluğa bakıyordu. Kerim tableti kucağıma bırakıp yatağımı dikleştirdi. Yastığımı düzeltip kahvaltımın olduğu tekerlekli masayı önüme çekti.

 

Gözlerim ekranda ruhu çekilmiş gibi boşluğa bakan Lu'nun yüzünde gezindi. Onun bu halde olmasının tek suçlusu bendim. "Kerim," diye mırıldandım. Kerim önüme koyduğu çatalı düzeltirken gözleri bana kaydı.

 

"Zarflarımı, kalemimi ve kağıtlarımı getirir misin?"

 

Kerim bunu neden istediğimi çok iyi biliyordu. Her ne olursa olsun onunla iletişim kurmadan yapamayacağımı da çok iyi biliyordu. Bu yüzden bana karşı koymak yerine odanın bir köşesindeki poşetten istediklerimi çıkarıp önüme koydu.

 

Kahvaltılıkları bir kenara çektim. Dolma kalemin üzerinde yazan isme bakıp kapağını araladım. Önümdeki küçük kağıda onunla konuşurmuşçasına içimden geçenleri yazmaya başladım.

 

Ben seni hiç bırakabilir miyim? Sen benden gitsende ben senden gidebilir miyim? Sana baktıkça yaşadığımı hissederken bunu yapabilir miyim? Ben sensiz var olabilir miyim? Bu mümkün mü?

 

Yazdıklarıma bakıp derin bir iç çektim. Mürekkebin kurumasını beklerken bir başka kağıt aldım önüme. "Sen benim Lu'msun. Sen benim canımsın. Sen benim var oluş sebebimsin. Şimdi söyle bana sen yokken ben nasıl var olabilirim?" yazdıktan sonra başka bir kağıt aldım.

 

İçimdekileri yazarak boşaltmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Ne elimden ne de bedenimden başka bir şey gelmiyordu. Çaresizliği iliklerime kadar hissediyordum. Kağıdın üzerinde ağır ağır oynadı kalemim.

 

Hayat bize çok büyük kayıplar yaşatır Lu. Kimi zaman malımızı alır kimi zaman anılarımızı... Ama bunlar içindeki en acı olanı sevdiklerimizi alır elimizden. Hatta bize öyle birini kaybettirir ki sonunda kendimizi kaybetmiş oluruz.

 

Ben onu kaybetmekten çok kendimi kaybetmiştim. Ruhumun bedenimden ayrıldığını hissediyordum. Bedenim bomboş kalmış fotosentez yapan bir bitki misali öylece duruyordum. Kalemimin kapağını kapatıp kenara koydum.

 

Gözlerim ekranda salıncakta ağlayan Lu'nun üzerindeydi. Onu böyle görmeye daha fazla dayanamayıp aramayı sonlandırdım. "Bu notları benim için ona götürür müsün?" diye sordum Kerim'e.

 

Yüzünde tereddütlü bir ifade belirse de kısa bir süre sonra başını hafifçe sallamıştı. Notlarımı zarflarına koydum. Onun okurken yüzünde beliren tebessümü hayal ettim. Yanağındaki o küçük çukuru hayal ettim.

 

O çukura gömülmeyi diledim.

 

Zarflarımı Kerim'e uzattım. Kerim zarflarımı alıp kapıdaki korumayla konuştu. Bu zarfları gizlice ona ulaştıracağına dair içimde en ufak bir kuşku bile yoktu. Derin bir iç çektim. Sonra onu çok özlediğimi hissettim.

 

Onu tekrar görebilmek için korumayı tekrar aradım. Görüntülü arama saniyesinde açıldı. Lu bu sefer evin bahçesinde geziniyordu. Çıplak ayakla çimenlere basıyordu. Durgundu. Yüzünde en ufak hareketlilik yoktu.

 

Onunda benim gibi ruhu çekilmişti sanki. Ayağının ucuyla çimenlere hayali yarım bir daire çizdi. Bir adım attı ve daha sonrasında havanın soğuduğunu belli edercesine ipeksi saçları rüzgarda savruldu.

 

Aceleci adımlarla içeri geçti. Kısa bir süre sonra üzerinde krem rengi kabanıyla tekrar bahçeye çıktı. Ayaklarında siyah deri çizmeleri vardı. Saçları esen rüzgarla uçuşuyordu.

 

Onun muazzam kokusunu ciğerlerime çektiğimi hayal ettim. Hayali bile bir başka güzeldi. Daha doğrusu içinde onun olduğu her hayal güzeldi. Lu bu seferde gözlerini gökyüzüne dikti.

 

Bulutları izledi bir süre. Bahçemizdeki uzun dalları yere uzanan yeşil söğütün altına oturdu. Sırtını söğüdün gövdesine yaslayarak boşluğa baktı. Bir süre öylece boşluğa baktı. Tam o sırada benim beyaz zarflarımı koruma ona doğru uzattı.

 

Görüntülü aramayı yapan koruma ise ona fark ettirmeden onu çekmeye devam etti. Lu beyaz zarfları aldı titreyen parmaklarının arasına. Dudakları bile yaşadığı yoğun duygularla birlikte titriyordu.

 

İlk zarfı araladı ve okumaya başladı. Gözyaşları yanaklarından yüzülerek dudaklarıyla buluştu. Söğüt ağacının altında bir başka zarfı araladı. Okuduğu her cümleyle gözyaşlarının şiddetinin daha da çok arttığını fark ettim.

 

Son zarfı da okuduğunda üç zarfı da bana sıkıca sarılırcasına göğsüne bastırdı. "Merih," diye fısıldadı çaresizce. Göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi kalakaldım. Aramayı bir anda kapatıp tableti sinirle duvara fırlattım.

 

Tablet gürültüyle duvara çarpıp parçalara ayrılırken korumalardan biri panikle odaya girdi. Peşindense Kerim...

 

"Ne oldu?" diye sordu Kerim. Cevabını ise benim açıklamama fırsat kalmadan yerdeki tablet parçalarından almış oldu. Başımı yastığıma iyice yaslayıp sıkıntılı bir nefes verdim.

 

Her an kafayı sıyırabilirdim. Ruh sağlığım tümüyle bozulmuştu. Özlemek böyle bir şey miydi? Tüm kalbinle sevmene rağmen ondan uzak durmak mıydı? Eğer öyleyse ben onu özlüyorum.

 

Yutkundum. İçeri giren doktorla hemşire omzuma pansuman yapmak için gelmişti. Omzumda derin bir çalışma vardı. Fakat ben hiçbir şey hissetmiyordum. İçim bomboştu.

 

Uzun süren pansumanın ardından bitkin düşmüştüm. Uyuyup dinlenmem gerekiyordu. Ama bunu yapmak istemedim. Onun yanına gitmek istiyordum.

 

Beni kendime getirecek tek şeyin o olduğunu hissediyordum. Gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Bu süre Kerim'in uyuduğumu düşünmesini sağlayacak kadar uzun bir süreydi.

 

Kerim'in üzerime battaniye örttüğünü hissettim. Kapıyı kapatma sesini duydum. Bir şekilde bu hastaneden çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Ama nasıl?

 

Kapıda bekleyen korumaları atlatmanın bir yolunu düşündüm. Sonrasında aklıma asıl Kerim'i atlatmam gerektiği geldi. Battaniyeyi tutup omzuma baskı yapmamaya özen göstererek kenara çektim.

 

Acıyla kasılan kaslarıma rağmen dikkatlice doğruldum. Yerdeki hastane terliklerini ayağıma geçirip kolumdaki serumun iğnesini söktüm. Yatağımın kenarındaki küçük masaya bırakılmış pansuman aletlerinin arasında yara bandı bulmuştum.

 

Bandı iğnenin çıktığı yere yapıştırıp dolaba doğru ağır adımlarla ilerledim. Omzum ağrı kesicilerin etkisiyle uyuşmuş bir haldeydi. Dolaptan Kerim'in önceden koyduğu tişörtle eşofmanı çıkarıp yarama dikkat ederek üzerime geçirdim.

 

Kapüşonlu siyah hırkayı da üzerime geçirdikten sonra odanın kapısını araladım. Korumalar beni ayakta görünce ilk başta afallasada bir anda hepsi karşıma dizilmişti.

 

"Ege Bey bir ihtiyacınız mı var?" diye sordu içlerinden biri. Başımı salladım.

 

"Beni götürün buradan. Kerim'e haber vermenizi istemiyorum."

 

"Ama Ege Bey," dediklerinde tahammül seviyemin kalmadığını fark ettim. "Bu bir emirdir!" diye bağırdım. Bunun üzerine kimse tek kelime dahi edemedi.

 

Korumalar ile birlikte kimseye fark ettirmeden hastaneden çıkmayı başarmıştım. Gündüz vakti olduğundan hastane tıklım tıklımdı. Kimse kimseyle ilgilenmiyordu.

 

"Nereye gidiyoruz efendim?" diye sordu arabayı kullanan. Arka koltuktaki yerimi aldığımda adresi tarif etmeye başladım. Araba süratle ilerlemeye başladı.

 

Korumalardan birinin telefonu alacaklı gibi çalmaya başladı. Telefonu elinden alıp ekrandaki isme baktım. Arayan Kerim'di. Israrla aramasından da onun şu an bana ne kadar sinirli olduğunu az çok tahmin edebiliyordum.

 

Sıkıntılı bir nefes verip aramayı cevaplandırdım. "Kerim," diye mırıldandığımda duraksamıştı. Telefonu benim açacağımı tahmin etmemişti.

 

"Ege," dedi şaşkınlıkla. Bunun üzerine "Peşimden gelme," dedim ve saniyesinde telefonu kapattım. Çünkü onun öğütlerini dinleyecek halde değildim. Uzaktan da olsa onu görmeye ihtiyacım vardı.

 

Araba bir süre süratle yolda ilerlemeye devam etti. Sonrasında evimizin karşı caddesinde durdu. Onun güvenliği için gönderdiğim korumalar kapıdaydı. Lu ise muhtemelen evdeydi.

 

Arabanın kapısının üzerindeki gözden mektup zarflarımdan birini ve bir parça kağıt çıkardım. Ona küçük bir not daha bırakmak istiyordum. Onunla kurabileceğim tek iletişim yolu buydu.

 

"Ölüm nedir hiç düşündün mü Lu? Ruhun bedenden ayrılması? Peki ya birini kalbinde öldürmek ne demek hiç düşündün mü? Elbette ki düşünmüşsündür. Nasıl bir his olduğunu ölüm korkusunun ne demek olduğunu düşünmüşsündür. Bende bunu çok düşündüm ve neyi anladım biliyor musun Lu? Eğer sevdiğin biri gerçekten bu hayattan göçüp giderse ruhu kalbinde yaşamaya devam eder ama eğer sevdiğin biri gerçekte yanında olmasına rağmen ruhunu kalbinde öldürüyorsan işte bu ruhun yok oluşu demektir. O kişi sanki hiç var olmamış gibi izinin silinişidir kalbinde öldürmek... Ölümün korkusuysa birinin kalbindeki ruhunun silinme korkusudur. Unutulma ve bir daha adının dahi hatırlanmaması korkusudur. İşte kalpte ölmek böyle ruhu siler geçer. Beni kalbinde öldürme olur mu Lu? Her ne yaşarsak yaşayalım senin kalbinde var olmak istiyorum. Beni kalbinde saklar mısın?"

 

Yazdığım yazıyla birlikte gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Evin önünde hakim olan sessizlik yutkunmama sebep olmuştu. Ağzımda acımtırak bir tat vardı. Kendimi iyi hissetmiyordum. Sadece son bir kez onu görmek istiyordum.

 

Tam o sırada sanki içimdeki sesi duymuş gibi üst katın perdesi aralandı. Hüzünle bakan güzel gözlerini dışarı diktiğinde kalbimin ritminin değiştiğini hissettim. "Lu," diye fısıldadım.

 

Gözlerinin önüne gelen bir parça tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp derin bir iç çekti. Daha sonra bir süreliğine gözden kayboldu. Geri döndüğünde elinde bir kitap olduğunu fark ettim. Pencere önündeki küçük koltuğa oturup kitabın sayfalarını çevirmeye başladı.

 

Elindeki kitabın üzerinde ne yazdığını göremiyordum. Ama hiç kuşkusuz o kitabın Romeo ve Juliet olduğuna emindim. Bazı sayfaları sesli okudu. Dirseğini pencerenin kenarına koyup başını eliyle destekledi.

 

Kıpırdayan dudaklarına ara ara yaşlar damlıyordu. Onu böyle görmek beni kahrediyordu. Keşke diyordum içimden. Keşke yanında olup beyaz ipek mendilimle onun gözyaşlarını silebilseydim.

 

Derin bir iç çektim. Daha sonra ona yazdığım notu beyaz zarflardan birine koyup korumalardan birine uzattım. "Bunu ona götür," dedim. Koruma zarfı alıp arabadan indi. Onun bir başka korumaya zarfı vermesiyle oradan uzaklaştık.

 

Kerim belki de milyonuncu kez beni arıyordu. En sonunda telefonun sesine daha fazla dayanamadım. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm. "Ege sen ne yapmaya çalışıyorsun?" dedi sinirle.

 

Burnundan soluduğu belliydi. Onu kızdırmakla da kalmamış sabrının sonuna gelmesine neden olmuştum. Ama buna rağmen içimden tek kelime etmek gelmedi. Öylece Kerim'in içindeki öfkeyi dışa vuruşunu dinledim.

 

En sonunda bağırmaktan boğazları ağrımış öksürmüştü. Bense kılımı bile kıpırdatmadan boşluğa bakıyordum. "Bana olan kızgınlığın geçti mi?" diye sordum sakince.

 

Bu soruma karşılık telefonun ardından bana göz devirdiğini hayal edebiliyordum. "Tam olarak geçmedi," diye mırıldandı. Sesi hala bu yaptığımı kınar nitelikteydi.

 

"Tahsin senin peşinde ve sen elini kolunu sallayarak dışarı çıkıyorsun Merih Ege. Üstelik bunu yaparak onu da tehlikeye atıyorsun."

 

Kerim bu söylediklerinde haklıydı. Aksi bir cevap vermem söz konusu bile değildi. "Onu görmeseydim kafayı yerdim," dedim sessizce. Sesim fısıltıdan farksızdı.

 

Bu söylediğimi duyup duymadığından bile emin değildim. Bıkkın bir nefes verdiğim sırada "Biliyorum," dedi Kerim.

 

O da benim bu halime üzülüyordu. Ama bu durum ne yazık ki yaptığım şeyi haklı çıkarmıyordu. Araba tekrar hastane yoluna döndü. "Tahsin sence ona zarar verir mi?" diye sordum bu sefer.

 

Kerim duraksadı. Kısa bir süre sonra "Tahsin kızının öldüğünü düşünüyor. Sana zarar vermek için en sevdiğini elinden alabilir. Mahşerden geriye sadece o kaldı Merih Ege. Tüm mahşerin intikamını almak isteyebilir," dedi.

 

Başıma saplanan ağrıyla başparmağımla şakağımı ovdum. "Tahsin kızının yaşadığını öğrenmeli. Luna'nın kendi kızı olduğunu öğrenirse ona zarar vermez. Beni öldürmek istesede en azından Lu güvende olur," diye mırıldandım.

 

Bir şekilde Tahsin'in Luna'nın yaşadığını öğrenmesi gerekiyordu. Bunu nasıl ona göstereceğimizi düşünmeye başladım. Araba hastaneye çok yakındı. Zaman zaman tümseklerde tökezlesede beş dakika içinde Kerim'i göreceğime emindim.

 

"Kerim," dedim birden.

 

"Luna'nın geçirdiği operasyon kayıtlarını, Turan'ın aracılığıyla değişen kimlik kartını, belgeleriyle birlikte Tahsin'e ulaştırmanı istiyorum. Hatta mahşerin kameralarından o gece Luna'nın alıkoyulduğu görüntülerini de bulman gerek. Tahsin kızına bunu yapanın Kartal olduğunu anlamasada en azından ona zarar verildiğini ve Luna'nın ölmediğini anlar."

 

Kerim bu anlattıklarımı not almış olacak ki "Merak etme. Ben bugün içinde her şeyi ayarlayıp Tahsin Soydere'nin önüne koyarım," dedi. Onun bu işin altından kalkacağına dair en ufak bir şüphem dahi yoktu.

 

"Sana güveniyorum," dedim ve arabanın hastanenin önünde durmasıyla telefonu kapattım. Tam da tahmin ettiğim gibi Kerim beni kapıda bekliyordu. Bir posta da beni canlı olarak haşlayacağına emindim.

 

Korumalarla birlikte arabadan inip ona doğru yaklaştım. "Ben sana gösteririm," dedi gülerek. Kerim koluma girmiş bana destek oluyordu. Birlikte hastaneden içeri girdik. Hala tam olarak toparlamadığımdan yukarıya çıkmak için asansör kullanmam gerekiyordu. Kerim ile birlikte asansörlerin olduğu koridora doğru ilerledik. Tam o sırada bizi sarışın renkli gözlü bir doktor durdurmuştu.

 

"Siz Ege Bey olmalısınız," diye mırıldandığında beni nereden tanıdığını sorguluyordum.

 

"Nişanlınız dün sizin için çok endişeliydi. Ona durumunuz hakkında bilgilendirme yapmıştım," dediğinde gözlerim yaka kartına kaydı. Doktor Soral...

 

"Daha sonrasında nişanlınız sizin hakkınızda bilgi alabilmek için telefonunu bıraktığında bunu size iletmemi istedi."

 

Soral önlüğünün cebinden beyaz bir zarf çıkardı. Kalbimin boğazımda attığını hissettim. Usulca bana uzattığı zarfı aldım. Teşekkür edip Kerim ile birlikte asansöre geçtim.

 

Gözlerim elimdeki zarfa takılı kalmıştı. İçinde ne yazdığını deli gibi merak ediyor aynı zamanda da ölümüne korkuyordum. Korkarak zarfı araladım. Üzerinde benim değil onun el yazısını görmek içimi bir az olsun rahatlatmıştı.

 

"Küçükken ne zaman bir yıldız kaysa yanı başıma düşmesini dilerdim. Ama şimdi neyi anladım biliyor musun Merih Ege? Aslında o yıldız bendim. Ait olduğu gökyüzünden kayıp giden bir yıldız..."

 

Onun satırlara dizdiği her bir sözcük birer ok misali yüreğime saplanmıştı. Hayatının tepe taklak oluşunu böyle ifade etmişti Lu. Ne diyeceğimi ne düşüneceğimi bilemez bir haldeydim.

 

Hislerimin bir insana dönüşüp beni boğazladığını hissediyordum. Nefes alamadığımı hissediyordum ki asansörün kapısı aralandı. Kerim ile birlikte odaya geçtiğimizde asıl sıkıntı karşımda belirmişti. Tahsin Soydere...

 

"Demek buradasın," diye mırıldandı puslu sesiyle. Pencerenin önündeki kahverengi koltuğa kurulmuş adamlarıyla birlikte bana bakıyordu. Yüzüne eğreti duran gülümsemesi içimdeki öfkeyi körüklüyordu.

 

"Burada ne işin var?" dedim dişlerimin arasından. Tahsin bilmiş bir şekilde kıkırdadı.

 

"Buraya senin canını almaya gelmedim. Sana çok güzel bir sürprizim var," diyerek telefonunu bana doğru uzattı. Kaşlarımı çattım. Sinir bozukluğuyla elindeki telefonu aldığımda beynimden vurulmuşa döndüm.

 

Tahsin'in bir adamı Luna'yı çekiyordu. Üstelik evimizin çok yakınlarındaydı. Peki ama korumalar nerede? Dehşete kapılmıştım. "Bu ne demek oluyor?" diye bağırdım.

 

Tahsin oturduğu yerden kalkıp bana doğru yaklaştı. "Kızıma ne olduğunu açıklaman için iki dakikan var. Yoksa adamlarım sevgilinin beynine bir şarjör dolusu mermiyi boşaltmaktan geri kalmayacak."

 

Tahsin açık konuşmuştu. Ona Luna'nın kendi kızı olduğunu kanıtlamazsam her şey son bulacaktı. Bir şeyler yapmalıydım. Hem de çok acil!

Loading...
0%