Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24.Bölüm: Dünya Server Kim?

@sevvnuraydn

Kuşun yokluğunda kelebek acı çekiyormuş. Ne kanayan yarasını düşünüyormuş ne de başka bir şeyi. Aklı fikri kuşundaymış. Onu bir kez olsun görebilmeyi arzuluyormuş.

 

Derin bir iç çekmiş kelebek. İçindeki özlemi bastırmanın bir yolunu düşünüyormuş. Ama ne kadar düşünürse düşünsün onu görmeden özleminin dinmeyeceğini de çok iyi biliyormuş.

 

Sonunu düşünmeden hareket etmiş kelebek. Yaralarına rağmen kanat çırpmış kuşa doğru. Yuvanın yakınlarına konup uzaktan kuşu izlemiş. Gözü yaşlı kuş kelebeğinin kendisini izlediğinden habersizmiş.

 

Yaşadığı hayal kırıklığını dile dökemediğinden gözyaşı dökmeyi tercih ediyormuş. İçinde güzel ve huzur dolu bir gelecek düşledikleri bu yuvaya sıkışıp kaldığını hissediyormuş. En büyük korkusunu yaşıyormuş. Yalnızlığı...

 

Kelebek ona verdiği sözü tutmamış. Annesi gibi kelebek de terk etmiş beyaz kuşu. En çok bu yakmış canını. Oradan oraya sürüklenerek geçen koca bir ömrün sonunda kendine tutunacak bir dal bulmuşken dalın ayaklarınına altında kırıldığını görmüş kuş.

 

Acılarının ağırlığıyla tutunduğu her dal kırılıyormuş. Yutkunmuş. Gözlerini gökyüzüne dikmiş ve kelebeğine kavuşmayı dilemiş. Çünkü dilekler yalnızca gökyüzünde gerçek olurmuş.

 

_______

 

(Luna'dan...)

 

Bazen yaşadığımız acılar bile bize en sevdiklerimizi hatırlatır. Bunu yatakta uzanırken ışıklı cibinliğe boşluğa bakar gibi baktığım anda anlamıştım. Yüreğimin yerinden sökülmüş olduğunu hissediyordum.

 

Sanki Merih'in gidişiyle içimde yeri doldurulmaz bir boşluk oluşmuş gibi hissediyordum. Yutkundum. Ağzımdaki acımtırak tatla yüzümü buruşturdum. Gözlerim yanımdaki yastığın üzerindeki beyaz zarflarıma kaydı.

 

Onunla aramdaki bu küçük bağ da olmasaydı ne halde olurdum hiç bilmiyordum. Merih hiç şüphesiz beni korumak için benden vazgeçmişti. Yakınında olan tehlikeden uzak olmamı istiyordu. Bunu biliyordum. Ondan aldığım notlarda bunu destekler nitelikteydi. Her ne olursa olsun onu sevmeye devam etmemi istiyordu. Öyle de olacaktı. Ben onu son nefesime kadar çok sevecektim.

 

Yataktan kalktım. Dağılan kısa saçlarımı geriye doğru yatırarak düzelttim. Daha sonra odadan çıkıp merdivenlerden aşağıya indiğimde kapının çaldığını duydum. Biri zile art arda basıyordu.

 

Aceleci adımlarla kapıya doğru koştum. Kim olduğuna bakmadan kapıyı açtığımda karşımdaki takım elbiseli adamla afallamıştım. "Luna Hanım," dedi adam.

 

Gözlerim adamın koyu kahverengi gözlerinde gezinirken kapıyı kapatmaya hazır bir halde bekliyordum. "Buyrun," diye mırıldandım.

 

Adam avucunda tuttuğu beyaz küçük zarfı bana uzattığında bu notunda diğerleri gibi Merih'ten geldiğini anlamıştım. Zarfı alıp teşekkür ederek kapıyı kapattım. Ondan aldığım her zarfta içimde bastırılması güç bir heyecan beliriyordu.

 

Elimde küçük zarfımla birlikte salondaki büyük koltuğun bir köşesine oturdum. Zarfı aralayıp her zaman yaptığım gibi bana yazılan büyülü sözleri sesli bir şekilde okumaya başladım.

 

"Ölüm nedir hiç düşündün mü Lu? Ruhun bedenden ayrılması? Peki ya birini kalbinde öldürmek ne demek hiç düşündün mü? Elbette ki düşünmüşsündür. Nasıl bir his olduğunu ölüm korkusunun ne demek olduğunu düşünmüşsündür. Bende bunu çok düşündüm ve neyi anladım biliyor musun Lu? Eğer sevdiğin biri gerçekten bu hayattan göçüp giderse ruhu kalbinde yaşamaya devam eder ama eğer sevdiğin biri gerçekte yanında olmasına rağmen ruhunu kalbinde öldürüyorsan işte bu ruhun yok oluşu demektir. O kişi sanki hiç var olmamış gibi izinin silinişidir kalbinde öldürmek... Ölümün korkusuysa birinin kalbindeki ruhunun silinme korkusudur. Unutulma ve bir daha adının dahi hatırlanmaması korkusudur. İşte kalpte ölmek böyle ruhu siler geçer. Beni kalbinde öldürme olur mu Lu? Her ne yaşarsak yaşayalım senin kalbinde var olmak istiyorum. Beni kalbinde saklar mısın?"

 

Notu okumayı bitirdiğimde yanaklarımdan çeneme doğru iki damla yaş süzülmüştü. Ben onu zaten kalbimde saklıyordum. Bunu istemesine bile gerek yoktu. Elimin tersiyle yanağımdaki ıslaklığı sildim.

 

Notu zarfa geri yerleştirirken bu sefer telefonum çalmaya başladı. Orta sehpanın üzerinde titreyen telefonu elime aldığımda ekrandaki numaraya baktım. Bilinmeyen numaraları normalde açmazdım. Fakat şimdi durum farklıydı.

 

Bu arama Merih'ten veya numaramı bıraktığım doktordan geliyor olabilirdi. Hiç düşünmeden aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm. "Alo," diye mırıldandığımda karşı taraftaki kişinin nefes alıp verişini duymuştum.

 

"Luna," dedi karşı taraftaki kişi. Bu sesin kime ait olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Anladığımdaysa beynimin karıncalandığını hissetmeye başladım.

 

"Kartal," dedim şaşkınlıkla. Onu tanımış olmam keyfini yerine getirmiş olacak ki kıkırdadı. Sinir bozucu kahkahası kulaklarımı tırmalıyordu.

 

Telefonu yüzüne kapatmaya niyet ettiğim sırada "Bugün ziyaretime gelmeni istiyorum," dedi. Onun bu söylediğiyle kalakalmıştım. Hapishaneye gidip onunla görüşmemi istiyordu.

 

"Unut bunu," dedim sertçe. Tam o sırada "Konu onunla ilgili," dedi. Bunu söylerken kimi kast ettiğini çok iyi biliyordum. Merih hakkında ne bildiğini merak ediyordum.

 

"Ege hakkında ne biliyorsun?"

 

"Senin bilmediğin çok fazla şey var Luna. Onun aslında kim olduğunu öğrenmek istiyorsan bir saat sonra buraya gelirsin. Seçim senin."

 

Telefon bir anda kapandı. Kulağımda telefonla öylece kalakalmıştım. Kartal'ın bilip de benim bilmediğim ne vardı? Onun kim olduğuyla neyi kast ediyordu?

 

Sorular beynimi delip geçiyordu. Sesi etrafta yankılanıyormuş gibi bir süre bu yaşadığım olayı aşmaya çalıştım. Daha sonra telefonu sinir bozukluğuyla orta sehpanın üzerine bıraktım.

 

Ne yapacağımı bilmiyordum. Kartal'ın yüzünü görmek şöyle dursun sesini duymaya bile tahammülüm yoktu. Fakat Merih hakkında bir şeyler bildiğini söylemesi kafamı karıştırmaya yetmişti.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. Ya Kartal'ın yanına gidip bu belirsizliğe bir son verecektim ya da evimde oturup Merih'in iyileşip geri dönmesini bekleyecektim. Bir seçim yapmak zorundaydım.

 

Telefonumu alıp kapıya doğru yürüdüm. Kapının yanındaki ince camdan dışarıdaki korumalara baktım. Evden çıkarsam saniyesinde Merih'e haber verirlerdi ki bu hiç iyi olmazdı.

 

Başka bir yol düşünmeliydim. Camdan uzaklaştım. Arka bahçeden çıkmanın daha iyi bir fikir olduğu kanısına vardım. Bir şekilde Kartal'ın sakladıklarını öğrenmem gerekiyordu. Ancak o zaman içim rahat edebilirdi.

 

Askıdan kabanımı ve çantamı çıkardım. Kabanı üzerime geçirip boynuma astığım çantanın içine telefonumu sıkıştırdım. Daha sonra anahtarımı da alıp arka bahçeye çıktım.

 

Görünürde kimse yoktu. Etrafımı kolaçan etmeyi ihmal etmedim. Kimsenin beni görmediğine emin olduktan sonra bahçe duvarını aşıp kendimi arka caddenin olduğu sokağa atmıştım.

 

Burada korumalar yoktu. Etrafta birkaç insan dışında evden çıktığımı gören olmamıştı. Rahat bir nefes aldım. Daha sonra yoldan bir taksi çevirdim. Taksiciye gideceğimiz yerin adını söyleyip arkama yaslandım.

 

Gergindim. Bu halim sıkmaktan bembeyaz olan parmak eklemlerimden de oldukça iyi anlaşılıyordu. Bu olanların Merih'in kulağına gitmemesini umarak dikkatimi yola verdim.

 

Tümseklerde tökezleyerek Kartal'ın kaldığı ceza ve infaz kurumunun önüne uzun süren zamanın ardından varabilmiştik. Taksiciye parayı ödedikten sonra arabadan indim. Gözlerim devasa kapıya takılı kalmış kalbimin stresten boğazımda attığını hissediyordum.

 

Derin bir nefes alıp içeri geçtim. Eşyalarımı teslim ettim ve görüş için beni yönlendirdikleri odaya doğru yanımdaki gardiyanla birlikte ilerlemeye başladım.

 

İçerideki kasvetli hava daha şimdiden ruhumun daralmasına yetmişti. Koridorda yankılanan topuk sesim görüş odalarına geldiğimizde kesilmişti. Camın arkasından bana baktı Kartal.

 

Yüzünde eğreti duran bir gülümseme belirmişti. Yapmacık bir tavırla oturmam için karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Tam şu an geri dönmeyi seçebilirdim. Ama bunu yapmadım.

 

Ağır adımlarla onun karşısındaki sandalyeye geçip oturdum. İkimizde aynı anda camın köşesindeki telefonları alıp kulağımıza götürdük. "Geleceğini biliyordum," dedi bilmiş bir tavırla.

 

Bunun üzerine tek kaşımı kaldırıp delici bakışlarımı birer ok misali ona yönelttim. "Sadede gel. Fazla vaktim yok," dedim iğneleyici bir ses tonuyla.

 

Bunun üzerine Kartal oturduğu sandalyede sırtını dikleştirdi. Bana doğru yaklaştığında aramızdaki kalın camın varlığına şükreder olmuştum.

 

"Onun adının ne olduğunu biliyorsun değil mi?"

 

Başımı hafifçe salladığımda kıkırdadı. "Merih Ege sana bazı şeyleri eksik söylemiş ne yazık ki," dedi bu sefer. Onun kim olduğunu gerçekten biliyordu. Merih, isminin bilinmesinin tehlikeli sonuçlarının olacağını söylemişti. O sonuçlar neydi?

 

"Ne demek istiyorsun?" dedim bu sefer. Kartal gülümsedi. Onun yüzüne baktığımda midemin bulandığını hissediyordum.

 

"Mahşer hakkında bilmediğin şeyler var Luna. Mesela o birliği kimin kurduğu gibi..."

 

Afallamıştım. Mahşerin devri kapanmışken neden şimdi eski defterleri açıyordu? Gözlerim delici mavi gözlerinde gezindi. "Mahşer bitti. Onu kimin kurduğunun artık bir önemi yok," dedim kendimden emin bir şekilde. Bunun üzerine hafifçe başını salladı.

 

"Sana çok saf olduğunu söylemiştim. Mahşerin kurucusu bu bilmecedeki anahtarın ta kendisi. O kişi Merih Ege'nin babasıydı."

 

Bu duyduğumla birlikte başımı salladım. Bu doğru olamazdı. "Yalan söylüyorsun," dedim sertçe.

 

"Madem bana inanmıyorsun. O halde ona Dünya Server'in kim olduğunu sor."

 

"Dünya Server?" dedim birden. Daha önce böyle birini duymamıştım. Kartal da bunu anlamış olacak ki dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı.

 

Mavi gözleri yüzümdeyken "Seni kullandı," dedi birden. "Dünya'nın intikamını almak için seni kullandı. Bunu ona sorduğunda daha iyi anlayacaksın," dedi ve telefonu kapatıp ardına bile bakmadan gitti.

 

Elimde telefonla kalakalmıştım. Tüm bunlar ne demek oluyordu? Dünya Server kimdi? Başına ne gelmişti? Onun intikamını almak için Merih Ege beni kullanmış olabilir miydi?

 

Telefonu kapatıp oturduğum yerden kalktım. Gardiyanın beni dışarı almasıyla bacaklarımın bedenimi taşımayı reddettiğini hissediyordum. Kafamın içindeki düşüncelerin arasında boğulduğumu hissediyordum.

 

Dışarı çıktığımda elimi göğsüme bastırıp derin derin nefesler almaya başlamıştım. Yoldan taksi geçmesini umut ediyordum ki yolun karşısında duran siyah araçla birlikte duraksadım.

 

Aracın sürgülü kapısı ağır ağır açıldığında gördüğüm kişiyle birlikte kalakalmıştım. Babam arabanın içinden bana bakıyordu. Üstelik yanına gelmem için eliyle işaret vermişti. Şimdi ne yapacağımı düşündüm.

 

Yerimi nasıl bulduğunu beni neden çağırdığını sorguluyordum ki arabanın diğer köşesinden görünen bir başka suretle küçük dilimi yutmak üzereydim. Babamın hemen karşısında oturan kişi Merih Ege'ydi.

 

Gözlerim ikisi arasında mekik dokurken adımlarım beni ona doğru gitmeye zorlamıştı sanki. Asfaltı döven adımlarla araca doğru hızla ilerledim. Tek kelime dahi etmeden Merih'in yanına oturdum.

 

Arabanın sürgülü kapısı kapanmış yola koyulmuştuk. Gözlerim Merih'in üzerindeydi. Yüzündeki gergin ifadeye bakılırsa aralarında bir şeylerin geçtiği açıktı. Kimse tek kelime etmemişti. Ta ki araba Merih'in malikanesinin önünde durana dek...

 

Gözlerim malikaneye kaydığında arabanın sürgülü kapısı açılmıştı. Turan, Nehir ve Kerim bize bakıyordu. Tek tek arabadan indiğimizde hep birlikte içeri geçtik. "Biri bana burada neler olduğunu anlatabilir mi?" dedim dayanamayarak.

 

Salonda volta atarken Turan ile Nehir, Kerim'e birkaç dosya verip evden ayrıldı. Kerim elindeki dosyalarla salonda yan yana oturan Merih ile babama baktı. "Söz verdiğimiz gibi," dedi Kerim ve elindeki dosyayı babama uzattı.

 

Babam dosyanın şeffaf kapağını aralayıp tek tek sayfaları incelerken ağlamaya başladı. Bense bir ona bakıyor bir Merih'e bakıp Kartal'ın anlattıklarını düşünüyordum.

 

"Kızım," dedi babam. Elindeki dosyayı kenara bırakıp ayağa kalktı. Ben daha ne olduğunu bile anlamadan bana sıkıca sarılmıştı. Onun kolları arasından Merih'e baktım.

 

Yüzündeki bitkin ifadeye takılı kalmıştım. Babam benden ayrılıp yüzüme baktı. "Sana ne yaptılar?" dedi gözyaşlarıyla. Dilim tutulmuş gibi tek kelime dahi edemedim. Öylece gözlerine baktım.

 

"Her şey geçecek," dedi bu sefer. Başımı salladım.

 

"Her şeyin geçeceğine gerçekten inanıyor musun? Sen yanımda olduğun sürece hiçbir şey geçmeyecek!" dedim bir anda. Bu söylediğimle birlikte afallamıştı.

 

Bense sinirden beynimin karıncalandığını hissediyordum. Kerim ortamın daha fazla gerilmemesi adına babamın kolundan tuttuğu gibi onu dışarı çıkarttı. Bu sefer delici bakışlarımı Merih'e çevirdim.

 

"Artık bana bir açıklama yapacak mısın?"

 

Sinirlerim bozulmuştu. Kafamın içindeki sorulara bir yanıt almak zorundaydım. "Mahşer," dedim bu sefer. Bu söylediğimle griye çalan mavi gözleri beni buldu.

 

Koltuktan kalkıp tam karşımda durdu. Bense ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Mahşeri kuran kişi senin baban mıydı? Bu duyduklarım doğru mu Merih?" diye mırıldandığımda yutkundu. Başını hafifçe salladı. Sonrasında cevabını merak ettiğim en büyük gizemi sormaya karar verdim.

 

"Dünya Server kim?

 

Bu sorumla birlikte elimi tuttu. Birlikte merdivenlerden çıkmaya başladık. Rüzgarda uçuşan bir yaprak misali Merih'in ellerinde savrulduğumu hissediyordum. Birlikte üçüncü kata çıktığımızda önünde durduğumuz kapıyı araladı.

 

Gözlerim içeride uyuyan genç kıza kaydığında ne diyeceğimi bilememiştim. İçerideki hemşire kızın üzerini örtüyordu ki gözlerim odanın diğer tarafındaki tekerlekli sandalyeye ilişti.

 

"O kızın adı Dünya. Dünya Server."

 

Merih'in söylediğiyle gözlerimi uyuyan genç kızdan alıp ona çevirdim. "O benim küçük kız kardeşim," dedi birden. Bu söylediğiyle afallamıştım.

 

Merih, "Ben sandığın kadar iyi bir aileden gelmiyorum Lu," dedi ve yutkundu. Sözcükler boğazına dizilmiş gibiydi. Konuşmakta zorlanıyordu. Ama bana bir açıklama yapmanın zamanının geçtiğinin farkında olduğundan sözlerine kaldığı yerden devam etti.

 

"Ne beni seven bir babam vardı ne de şefkatiyle kucaklayan bir annem. Ben bir karanlığın içinde doğdum. Zifiri bir karanlığın ortasında bir ışık aradım kendime. Bunun için önce adım atmam gerektiğini anladığımda karanlığa tutunup yürümeyi denedim. Kimi zaman tökezledim. Hatta kimi zaman bacaklarım bir çıkış yolu bulmayı reddetti. Yüreğim çabalamaktan yorulmuş karanlığın ortasında ilelebet beklemeyi seçmişti. Ta ki kız kardeşim doğana kadar..."

 

İkimizde uyuyan o genç kıza baktık. "Ben onun varlığıyla güç buldum Lu. Ben onun varlığıyla karanlıkta bir ışık bulma umuduyla tekrar ayağa kalktım. Neden biliyor musun? Çünkü ben çabalamazsam kimse onun için çabalamazdı. Kimse onun için elini taşın altına koymazdı. Bunu anladığım an güçsüz bedenim onu kollarında taşıdı. Kollarım acıdan uyuştuğunda bile onu bırakmadım. Ben onun hep kanatlanıp ışığa doğru uçması için çabalarken senin gibi kanatlarını kırdılar onun. Yüzündeki tatlı gülümsemesini sildiler. İşte o günden sonra bir daha eskisi gibi olmadım."

 

Bunu ona yapanın kim olduğunu merak ederken "Kendime bir söz verdim Lu. Bir daha hiçbir kadının onun gibi olmasına izin vermeyeceğime dair kendime söz verdim. Özelliklede senin Lu... Senin onun gibi olmana izin veremezdim. Kim olduğumu öğrenmemen bunun için önemliydi. Çünkü eğer benim karanlık geçmişim yüzünden sana bir şey olursa ben buna dayanamam. Ben ölürüm Lu," dedi Merih.

 

Gözlerim bir süre yüzündeki çaresiz ifadede gezindi. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. O an aklıma takılan diğer bir soruyu sordum. "Ona bunu kim yaptı Merih?" dedim birden. İşte o an Merih'in ağzından çıkan isim tüm taşların yerine oturmasına neden olmuştu.

 

"Olcay..."

 

Her şeyi şimdi daha iyi anlıyordum. Olcay'dan intikam almak için tüm mahşerden intikam alması gerekiyordu. Babasının kurduğu düzeni bozmayı başarmıştı. Fakat bu uğurda beni de kullanmıştı.

 

"Sen beni intikam için kullandın," dedim birden. Bu söylediğimle Merih başını salladı.

 

"Hünkar Server'in oğlu olduğum doğru. Ama sana yemin ederim Lu. Benim mahşerle ilgim yok. Sana olan aşkım yalan değildi. Seni Olcay'dan intikam almak için değil sana gerçekten değer verdiğim için yanıma aldım."

 

Merih'in yüzündeki ifadeye baktım bir süre. Bir gün içinde öğrendiklerim beni sarsmakla kalmamış yerle bir etmişti. "Senin sonunun onun gibi olmasına izin veremezdim," dedi birden.

 

"Kim olduğumu bilmemen ikimiz için de en iyisiydi. Ben buna dayanamazdım Lu. Seni o halde görmeye dayanamadım. Bu beni bitirirdi."

 

Gözleri gözlerimde geziniyordu. Her baktığımda gökyüzünü gördüğüm gözlerine bakarken bu sefer içimin parçalandığını hissediyordum. Yutkundum.

 

"Sana adımı söyleme cesaretini bir türlü kendimde bulamamıştım. Bunun sebebi karanlık geçmişimin senin ışığını söndürme ihtimalini düşünmemdi. Ben bu ihtimali göze alamazdım. Senin ışığının sönme ihtimali bile beni delirtirken bunu yapamazdım."

 

Merih'in sözleriyle yanaklarımdan yaşlar süzülmeye başlamıştı. Tek kelime etmeden onu dinliyordum. "Bana ne kadar kızgın olduğunu hatta nasıl hayal kırıklığına uğradığını da biliyorum. Bunu çok denedim. Senden kaçmayı senden uzak olmayı çok denedim ama ben senden uzak kalamıyorum Lu. Senden uzak kalmak bana acı veriyor. Boğuluyorum nefes alamıyorum. Bunu çok düşündüm ve bir karar verdim. Eğer benimleysen elimden tutup korktuğun karanlığa dalıp benim için adın gibi tıpkı bir ay gibi parlamaya var mısın? Benimle karanlıkta kalmaya var mısın? Karanlıktan korkupta karanlığın kendisi olmaya benim yörüngem olmaya Luna'm olmaya var mısın? Merih'in Lunası olmaya var mısın?"

 

Merih beyaz ipek mendiliyle gözlerimden akan yaşları silerken canımın daha çok yandığını hissediyordum. Ona evet diyebilmeyi her şeyden çok isterdim. Ama bunu yapamadım. Tek bir sır ikimizi de darmadağın etti.

 

"Olamam," diye fısıldadım. Hıçkırıklarımın arasında boğulduğumu hissederken onunda gözlerinden iki damla yaş aktı. Yalvarır gibi bakıyordu. Onu bırakmamam için bana gözleriyle yalvarıyordu. Ama her şey için artık çok geçti.

 

Aynı günde babam bana sarılmış yaşadığımı öğrenmişken bense aşkımın bir diğer yüzüyle daha yüzleşmiştim. "Ben bu yolda yalnızmışım. Bana bunu gösterdiğin için teşekkür ederim," diye mırıldandım.

 

Arkama bile bakmadan merdivenlerden inmeye başladım. Ağlamaktan etrafımı buğulu görüyordum. Hışımla evden çıkıp kapının önünde beni bekleyen babamın yanına gittim.

 

"Yalnız kalmak istiyorum," dedim ve yüzüne bile bakmadan Kerim'in beni eve bırakması için çağırdığı araca geçtim. Arabada bir başımaydım. Merih'in beni koruduğu tehlikenin babam olduğunu tam da o an anladım.

 

Ellerimle yüzümü kapattım. Her şey çok fazla geliyordu. Önce beni korumak için benden vazgeçtiğini düşünmüştüm. Şimdi ise yaşadığım tüm o özel anıların birer sanrı olup olmadığını düşünüyordum.

 

Hisleri yalan mıydı? Benimle sırf kardeşinin intikamını almak için mi beraber olmuştu? Çantamdan kuru mendil çıkarıp gözlerimi sildim. Beyaz ipek mendiliyle yaşlarımı silen Merih artık yanımda yoktu.

 

Tek başımaydım. Hayatıma nasıl ki tek olarak oradan oraya savrularak devam ettiysem şimdi de öyle devam etmek zorundaydım. Güvendiğim dağlara kar yağmış ben o yağan karın altında boğularak ölmüştüm.

 

Kanatlarının altına sığındığı kelebek kuşuna ihanet etmişti. Kuş şimdi hiç olmadığı kadar yalnızdı. Derin bir iç çektim. Şoföre gideceğimiz adresi söyledikten sonra çalan telefonla birlikte elim çantama kaydı.

 

Çantamı açıp titreyen telefonumu elime aldım. Arayan Merih'ti. Telefonu kenarındaki tuşa basıp sessize aldım. Şu an onunla konuşamayacak kadar kötüydüm. Eve gidip dinlenmek istiyordum. Kafamı toplamadan onunla konuşmayı düşünmüyordum.

 

Tam o sırada telefonumun ekranına bir mesaj düştü. Bilinmeyen numaradan gelen mesaj tam olarak şöyleydi. "Kızım benim baban. Seni evimizde bekliyorum," yazmıştı. Mesajı cevaplandırmadım.

 

Merih'in evde tek başına olduğunu artık biliyordum. Babamla ilgili ortada benim bilmediğim bir sorun da artık kalmamıştı. Şimdi eve dönüp eşyalarımı toplayacaktım. Daha sonra hayatıma başka bir yerde devam edecektim.

 

Eski işime geri dönecektim. Londra'ya uçak bileti ayarlayıp her şeyi ardımda bırakacaktım. Başka çarem yoktu. Londra'daki hayatıma geri dönüp tüm bunlar yaşanmamış gibi yeni bir sabaha uyanmak istiyordum. Yutkundum.

 

"Geldik," dedi şoför. Bunun üzerine telefonu çantama attım. Defalarca kez çalan telefonu görmezlikten gelip anahtarı çelik kapıdaki yuvasına soktum. Kapının önündeki araç uzaklaştı.

 

Anahtarı art arda çevirdim. Açılan kapıyla birlikte içeriye doğru bir adım attım. Her yer zifiri karanlıktı. Çantamı girişteki askıya astım. Daha sonra ışıklı merdivenleri çıkarak odama doğru ilerledim.

 

Işığı açtım. Bembeyaz odadaki her bir detay kalbimin tam ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi acıyla kasılmama neden olmuştu. İçeriye doğru bir adım attım. Odanın diğer köşesindeki bebek beşiğine baktım.

 

Beyaz beşiğin içinde bebeğimizin yatışını hayal ettim. Gözlerini gökyüzünden gamzesini benden alan tatlı bir kız çocuğu hayal ettim. Ağlayınca kucağıma aldığımı Merih'in ikimize sarılışını hayal ederken yutkundum.

 

Bazı şeylerin hayali bile acı vermeye yetiyordu. Dolabın kenarındaki büyük valizi alıp yatağın üzerine koydum. Fermuarı ağır ağır açıp bavulu araladım. Daha sonra dolaba yöneldim.

 

Dolaptan aldığım askılardaki kıyafetleri çıkarıp tek tek bavula yerleştirdim. Bir yandan ağlıyor bir yandan toparlanmaya çalışıyordum. Çekmecelerimi ve dolabımı tamamen boşalttım. Pasaportum bir elimde diğer elimde de bavulumla birlikte odadan çıktım.

 

Bavulu güç bela merdivenlerden indirmeyi başardım. Daha sonra üst kattan notlarımın olduğu kutuyu almak üzere yukarıya geri çıktım. Odamın köşesindeki beyaz kutuya bakıp iç çektim.

 

Bana hayatı öğreten adamla yollarımız ayrılmıştı belki de ama bu onunla aramdaki en özel bağı da söküp atacağım anlamına gelmiyordu. Boğazıma oturan yumruyla birlikte üzerinde Lu yazan anahtarı aldım.

 

Kutunun kilidini açıp içinde biriktirdiğim mektuplara baktım. Kutu neredeyse ağzına kadar beyaz küçük zarflarla doluydu. Köşesindeki beyaz tüyü gördüğümde dudaklarımdan küçük bir hıçkırık dökülmüştü. Bunu gerçekten sevdiğim birine verecektim. Ona verecektim. Ama veremedim. Bu tüy ondan bana kalan kim olduğumu hatırlatan küçük bir semboldü. Beyaz kuşun beyaz tüyüydü.

 

Kutunun kapağını kapatıp küçük anahtarla kilitledim. Anahtarını da cebime atıp kutuyu kucağıma aldım. Pasaportumu da üzerine koyup kucağımda beyaz kutumla birlikte odadan çıktım.

 

Niyetim bavulumla havaalanına gidip ilk uçakla Londra'ya dönmekti. Kutuyla birlikte adım attığım yeri zar zor görsemde sonunda merdivenlerden düşmeden inebilmiştim. Elimdeki kutuyu bavulun üzerine bıraktığım sırada mutfakta büyük bir gürültü koptu.

 

Olduğum yerde sıçradım. Gözlerim karanlıkta hiçbir şeyi seçemediğinden salonun diğer tarafındaki ışığı açmak üzere ilerledim. Korkudan kalbim gümbür gümbür atıyordu. Titreyen parmaklarım duvarda gezindi.

 

En sonunda aradığımı bulmuş ışıkları yakmıştım. O an mutfaktan bana bakan kişiyle geri geri adımlamaya başlamıştım. Evden çıkarken arka kapıyı kapatmayı unutmam şu an hayatıma bile mal olabilirdi. Hayatıma...

Loading...
0%