Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25.Bölüm: Kaç (Sezon Finali)

@sevvnuraydn

Kuş aslında kelebeğin onu asla bırakmayacağının farkındaymış. Sadece söz konusu sevmek olunca bazı şeyleri kabullenmekte zorlanıyormuş. Zaten en zoru da kabullenmek değil midir?

 

Kuş derin bir iç çekmiş. Aklında, kalbinde hatta baktığı her yerde kelebeği varmış. Onu nefes alma sebebi yapmış. Yanında olmadığında aldığı her nefesin eksik olduğunu hissediyormuş.

 

Kelebeğin durumu da kuştan farksızmış. Göğsünün ortasına batırdığı aşkın tüyü canını yakıyormuş. Bu yüzden aşk belki de en çok can yakan şeydir kim bilir?

 

Kelebek kuştan kuş kelebekten habersizmiş. Fakat ikisini bağlayan bağ onlara aynı şeyleri hissettiriyormuş. Özlem...

 

Birbirlerini deli gibi özleyen bu iki canlı onları buluşturan gökyüzüne baktığında kuşun gördüğü şey kartalın keskin gözleriymiş. Kartal kuşu yanına çağırmış. Ona kralın sırrını açıklayacağını söylemiş.

 

Kuş ona inanmak istememiş. Kelebeğinin ondan hiçbir şey saklamayacağına adı kadar eminmiş. Ama yine de aklını kurcalayan sorulardan kurtulmak için yuvadan ayrılmış.

 

Gizlice kartal ile buluşan kuş kelebeği hakkında öğrendikleriyle hayal kırıklığına uğramış. Kartal ona kelebeğin aslında onu hiç sevmediğini onu kullandığını söylemiş.

 

Kuş onun yalan söylediğini düşünsede bu ihtimali göz ardı edememiş. Ya kartalın dedikleri doğruysa diye düşünmeden edememiş.

 

Kartalın yanından ayrıldığında babasını ve yanında da kelebeğini görmüş. İki azılı düşmanın nasıl yan yana geldiğini düşünmüş. Tam o sırada babasının kuşun yaşadığını öğrenmesiyle ortalık bir anda karışmış.

 

Kuş annesini elinden alanın yüzüne bakmak istememiş. Kırlangıç kuşun babasını oradan uzaklaştırmış. Geriye sadece kuş ile kelebek kalmış.

 

Kelebek kuşun gözlerine bakmaya çekiniyormuş. Kuş ise sevdiğinin gözlerine bakmamasından dolayı daha çok şüpheye kapılıyormuş. Ona kartalın anlattıklarını sormuş.

 

Beklediği gibi anlatılanları inkar etmemiş kelebek. Aksine tüm bu söylenenleri doğrulayıp açıklamış. Kuş tüm bu gerçekleri öğrenince kelebeğinin onu sevmediği hissine kapılmış.

 

Halbuki kelebek onu seven tek canlıymış. Kuş bundan habersiz kelebeği ardında bırakarak yuvaya dönmüş. Ona vermeyi unuttuğu aşkın beyaz renkli tüyüyle birlikte geldiği diyara geri uçmak istemiş. Fakat karanlık onu esir almış.

 

Kuş karanlığın içindekiyle bir başınaymış. Ne kelebeği varmış yanında ne de başka biri. Tek başınaymış beyaz kuş. Bir başına karanlıkla yüzleşmiş. O karanlık her şeyin sonu olmuş.

 

_______

 

Işıklar karanlığı her zaman aydınlatır. Fakat kalpteki karaltıyı hiçbir ışık aydınlatamaz. Mutfağın tezgahına kollarını dayamış bana gülümseyerek bakan kişi dehşete kapılmama yetmişti.

 

"Kartal," diye fısıldadığımda yüzündeki gülümseme korkutucu bir boyuta ulaşmıştı. İşaret parmağını tezgahta bir ileri bir geri hareket ettiriyordu.

 

"Buraya nasıl geldin? Beni nasıl buldun?"

 

Arka arkaya sıraladığım sorularımla birlikte keyiflenmişti. Korkuyla ona bakarken bir yandan da geri geri gidiyordum. Bir an önce evden çıkmam gerekiyordu. "Senin için geldim Luna. Çıkan isyandan kaçıp sana geldim," dedi gülerek.

 

Kapıya varana kadar geri geri adımlamaya devam ettim. En sonunda sırtım çelik kapıya dayandı. Panikle kapının kolunu indirdiğimde açılmadığını fark ettim. Tam o sırada açık mutfaktan gelen anahtar şıngırtısıyla duraksadım.

 

"Bunu mu arıyorsun?" dediğinde gözlerim elinde salladığı anahtara kaymıştı. Köşeye sıkışmıştım. Bir suçluyla aynı evde mahsur kalmıştım.

 

Ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Bir şekilde evden çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Ama nasıl? Korkudan tüm bedenim titriyordu. Yaşadığım yoğun stres alnımdan boncuk boncuk terin süzülmesine neden oluyordu.

 

Yutkundum. Aklıma camı kırarak evden çıkabileceğim gelmişti ki tam kapının yanındaki vazoya uzandığım sırada Kartal'ın koşarak yanıma gelmesi bir olmuştu. Eli bileğimi sertçe kavradığında çığlık atmıştım.

 

Diğer eliyle de ağzımı kapattığında benim için yolun sonunun göründüğünü anlamıştım. Çırpındım. Ama bunun bana bir faydası olmadı.

 

Benim için fazla güçlüydü. Onun kollarında oyuncak gibiydim. "Seni bırakacağımı falan mı düşündün? Hem de bana yaptıklarından sonra," dediğinde sinir bozucu kahkahası salonda yankılanıyordu.

 

"Seni affetmek istedim Luna ama bunun için büyük bir bedel ödemen gerekli."

 

Gözleri gözlerimde gezinirken dudaklarını boynuma doğru yaklaştırdı. Boynumu omuzlarımla kapatmaya çalıştım. Ama bir yararı olmamıştı. Sıcak nefesi boynumda dolandığında korkudan kendimi kaybetmenin eşiğindeydim.

 

Bir anda kasığına sıkı bir tekme attım. Kartal acıyla bağırdığında ondan uzaklaşıp mutfaktan bahçeye açılan açık kapıya doğru koşmaya başladım. Tam o sırada eli saçlarımı kavradı.

 

Öyle sert çekiyordu ki kafa derimi yüzebilirdi. Acıyla bağırmaya başladım. Kartal son umudum olan kapıyı da ayağıyla kapattı. Saçımı tutan ellerini tuttum.

 

Canım yanıyordu. Üstelik onun yüzündeki her bir kas ruh sağlığının ne derece bozuk olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu. "Seni o adama bırakacağımı mı sandın? Seni ona bırakmam!" diye bağırdığında tekrar çığlık atmıştım.

 

Saçlarımı bırakıp çelik kadar sert kollarını belime doladı. Kafayı yemek üzereydim. Dudaklarını yanaklarıma değdirdikçe midemin bulandığını hissediyordum.

 

Korkudan her an yere yığılabilirdim. Kartal beni savurarak mutfak tezgahına dayadı. Nefes alamıyordum. Onu itmeye çalıştıkça kolları beni daha da hapsediyordu.

 

Ağlıyordum. Ama bunun bana bir yararı olmuyordu. Bir eli gömleğimin yakasına kaydı. İlk iki düğmeyi araladığında korkudan her an kalp krizi geçirebilirdim. Sonra bir şey oldu.

 

Tezgaha kayan parmaklarımın arasında ne olduğunu göremiyordum. Ama bu her neyse beni kurtarmasını umarak üçüncü düğmenin açılmasıyla onun göğsüne doğru ittim.

 

Kolları belimi bıraktı. Nefes nefeseydim. Bilincimi kaybetmiştim. Onu sertçe kendimden ittiğimde elimdeki şeyin ne olduğunu daha yeni görebilmiştim. Bir bıçak...

 

Bıçağı tam da kalbine saplamıştım. Birkaç saniye içinde Kartal'ın bedeni yere yığılmıştı. Elimdeki bıçaktan kan damlıyordu. Parmaklarım kan içindeydi. Yerler kan içindeydi.

 

Yerde yatan bedenin gözleri kapandığında ona doğru eğildim. Onu öldürmüş olabilir miydim? Titreyen iki parmağımı boynuna bastırdığımda şah damarının artık atmadığımı fark ettim.

 

Nabız yoktu. Kartal'ı kendi ellerimle öldürmüştüm. Elimde bıçakla tökezleyerek salona doğru ilerledim. Bedenimde güç yoktu. Yaşadığım korkunun haddi vardı hesabı yoktu.

 

Ellerim kana bulanmıştı artık. O yalnız uçan beyaz kuşun kanatlarında kan vardı. Söğüt ağacının altında ağlayan kız katil olmuştu. Tükenmiş bedenim koltuğun önüne yığıldığında parmaklarım kasılıyordu.

 

Eklem yerlerim bembeyaz olmuş başımı koltuğun oturma yerine dayamış öylece boşluğa bakıyordum. Boşluk karanlıktı. Boşluk dipsiz bir uçurumu andırıyordu.

 

Ben o gece aynı uçurumdan tekrar çakılmıştım. Kapı ardı arkası kesilmeksizin yumruklanmaya başladı. Ama ben kılımı bile kıpırdatamadım. Uçurumun dibine doğru sürüklenmeye devam ediyordum.

 

"Lu!"

 

Biri bana sesleniyordu. Ama ben hala boşluktaydım. Sesler uğultulu görüntüler ise buğuluydu. Net olan hiçbir şey yoktu. Her şey anlamını yitirmişti. Kavramlar, varlıklar bir bir yok oluyordu.

 

"Lu," dedi biri kapı kırılırcasına gürültüyle açıldığında. Başımı çevirip kimin geldiğine bakamamıştım bile. Gözlerim görme yetisini yitirmişti.

 

"Lu!" dedi tekrar aynı sesin sahibi. Adım sesleri kafamın içinde yankılanırken boşluğa bakan gözlerim griye çalan mavi gözlerle buluştu. Merih yüzümü avuçlarının içine aldığında bir ölüden farkım yoktu.

 

"Lu kendine gel," dedi Merih. Sesi yalvarır gibiydi. Gözlerindeki korku dolu ifade üzerimdeki gömleğe kaydığında daha da artmıştı.

 

Gömleğimden sütyenim görünüyordu. Atletimin askısı yaşanan arbedede kopmuştu ve gömleğim yırtılmıştı. Perişan görünüyordum. Merih ağlamaya başladı. Yüzümü yakan parmaklarıyla gözlerimin altındaki ıslaklığı sildi.

 

Merih onca zamandan sonra yaşlarımı beyaz ipek mendiliyle değil kendi parmaklarıyla silmişti. "Geç kaldım!" diye bağırdı. İçindeki ateşi kendi benliğimde hissedebiliyordum. Çünkü benim içimdeki ateş içinde bulunduğumuz dünyayı yakıp kül edebilecek kadar büyüktü.

 

Elleri yüzümü bırakmış yakamı kapatıp bedenimi bağrına basmıştı. Bana sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bense hala tepki veremiyordum. Elimdeki bıçak parmaklarımın arasından kayıp gürültüyle yere düştü.

 

Merih yere baktığında kanlı bıçağı fark etti. Daha sonra yüzümü tekrar avuçlarının arasına aldı. "Lu kendine gel!" diye bağırdı. Bilincimin aniden yerine geldiğini hissettim.

 

Dudaklarım korkuyla titriyordu. Gözyaşlarım acılarımın ağırlığıyla şiddetlenmişti. "Merih," dedim titreyen sesimle. Kollarımı boynuna doladığımda parmaklarımdaki kan gömleğine de bulaşmıştı.

 

"Onu öldürdüm," dedim titreyen sesimle. Hala bu gerçeği kabul etmekte zorlanıyordum. Sanki bir kabusun ortasında sıkışmış gibiydim. Peşimden Merih'i de sürüklemiştim.

 

Yanından kaçıp gitmeyi düşündüğüm adama şimdi hiç olmadığı kadar çok ihtiyacım vardı. Ona sığındım. Çenem omzuna yaslı hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Merih beni sakinleştirmek için titreyen parmaklarıyla saçlarımı okşuyordu. Sonra bir şey yaptı.

 

Dudaklarını çıplak kalan sağ omzuma bastırdığında gözyaşları tenimi ıslatmıştı. Omzumu gömleğimle kapatıp benden ayrıldı. Gözleri gözlerimdeydi. Gökyüzünün karanlığını görmüştüm gözlerinde.

 

"Gitmen gerek Lu," dedi Merih. Ne diyeceğimi bilemedim. Afallamıştım. Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Merih yerdeki bıçağı alıp mutfağa doğru ilerledi.

 

Bacaklarımda derman kalmadığından yerden kalkmakta zorlanmıştım. Peşinden gittiğimde bıçağı musluğun altında yıkadığını fark ettim. Daha sonra bana baktı.

 

"Ellerin," dedi sadece. Bıçağı temizleyip kenara koyduktan sonra ellerimi tutup suyun altına soktu. Buz gibi su içimi ürpertirken yerde yatan cesede bakmamaya çalışıyordum.

 

Merih tezgahın üzerindeki bıçağı kavradı ve son bir kez gözlerime baktı. Yerdeki anahtarı elime uzattı ve "Kaç," dedi. Öylece kalakalmıştım.

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Seni bırakamam," dedim çaresizce. Merih yutkundu. Daha sonra güzel gözlerindeki acıyı görmemi sağladı.

 

"Sana buradan git dedim!"

 

Sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki korkudan titremiştim. Elimde anahtarla sendeleyerek kapıya doğru ilerledim. Anahtarı kapı deliğine sokup çevirirken ağlamaya başlamıştım.

 

"Anahtar arabada. Bin ve git!"

 

O gece Merih'in gözlerine son kez baktığımı nereden bilebilirdim ki? Kapıyı güç bela açıp kendimi dışarı attım. Arabaya binip kapımı kapattığımda polis sireni sesleri gecenin sessizliğini delip geçiyordu.

 

Kalbim küt küt atıyordu. Arabayı çalıştırdım. Yönümü bilmiyordum. Sadece buradan uzaklaşmaya çalışıyordum. Aklım Merih de kalmıştı. Onun ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum.

 

Tek bildiğim kaçmamı istemesiydi. Annemin küçük masum kızı katil olmuştu. Mahşerdeki korkunç insanlardan bir farkımın kalmadığını hissediyordum. Tüm benliğimin kirlendiğini kötülüğün vücut bulmuş hali olduğumu hissediyordum. Yutkundum. Arabayı nereye sürdüğümün farkında bile değildim. Süratle yol alıyordum. Onlarca arabanın korna sesleri beynimi matkap gibi delip geçiyordu. Ama durmadım.

 

Kalbimdeki çarpıntı beni olabildiğince uzağa gitmeye zorluyordu. Arabayı en sonunda uçurumun kenarında durdurdum. Parmak eklemlerim direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Titriyordum.

 

Hayatımda beni böylesine derinden etkileyen bir olay daha yaşamamıştım. Uçurumdan çakıldığımda bile kendimi bu kadar kötü hissetmemiştim. Bambaşka biri olarak hayatıma devam ettiğimde, banyodayken aynaya bakarak saçlarıma veda ettiğimde bile şu an içinde boğulduğum karanlığın ortasında değildim.

 

Merih bana bu dünyayı tanımayı hayata farklı bir pencereden bakmayı öğretmişti. Bana çakıldığım uçurumdan gerekirse birlikte çakılmaya söz vermişti. Ama şimdi o yoktu. Bense bir uçurumun kenarında karanlıktan aydınlığa uçan beyaz bir kuş olmayı düşlüyordum.

 

Gözlerim uçurumun ötesine takılı kalmıştı. O uçurumun kenarında elimde hala baktıkça gördüğüm kan lekeleriyle beni terk etmiş olduğunun düşüncesiyle yüzleşmeye çalışıyordum. Bunun mümkün olmadığını onun çıkıp geri geleceğini düşünüyordum. Ama öyle olmadı. O beni dibinden aldığı uçuruma kendi elleriyle göndermişti.

 

Peki şimdi ne olacaktı? Bana ne olacaktı? Arkama bakmadan gidecek miydim? Yoksa karanlık hapishane parmaklıklarının arasına mı girecektim? Belki de uçurumun kenarındaki esaretimden beni kurtaracak kimse olmadığı için çakılacaktım. Kim bilir?

 

(Merih'ten...)

 

Söz konusu sevdiklerimiz olunca yapamayacağımız şey yoktur. Bu gözü kapalı uçurumdan atlamak olsa bile...

 

Lu'yu defalarca kez aramıştım. Ama telefonumu açmamıştı. Korkudan kafayı yemek üzereydim. Kartal'ın hapishanede çıkan isyanı fırsat bilip kaçtığını bilmesi gerekiyordu. Tehlikedeydi. Başına gelebilecekleri düşündükçe arabayı daha hızlı sürüyordum. Direksiyonu o kadar çok sıkıyordum ki parmak eklemlerim bembeyaz olmuştu.

 

Çenemi sıktım. Bir an önce eve gitmek ve onun yanında olmak istiyordum. Vaktinde orada olmam gerekiyordu. Korumaları sabah mektubu verdikten sonra Tahsin'in tehditleri yüzünden geri çekmek zorunda kalmıştım. Sırf bu yüzden kafamı taşlara vurasım geliyordu. Keşke ona boyun eğmek yerine korumaları yanından hiç ayırmasaydım. Ne yazık ki pişmanlıklarımız olmuşa çare olmuyordu.

 

Stresten beynim karıncalanıyordu. Evimizin olduğu sokağa girdiğimde içimden geç kalmamış olmayı umuyordum. Arabayı ani bir frenle kenara çektim. Ne anahtar ne de başka bir şey düşünecek durumda değildim.

 

Arabanın kapısını açtığım gibi eve doğru koştum. Kapıya birkaç kere elimle vurdum. Ama ne açan oldu ne de ses veren. "Lu!" diye bağırdım.

 

Cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda "Lu!" diye tekrar bağırdığımda gözlerim koltuğun önünde oturmuş boşluğa bakan Lu'ya kaydı.

 

"Lu!" diyerek panikle yanına koştum. Yüzünü avuçlarımın arasına aldığımda yüzünün kireç beyazı olduğunu fark ettim.

 

"Lu kendine gel," dedim onu kendine getirmek istercesine. Yalvarırcasına ona bakarken gözlerim üzerindeki gömleğe kaydı. Gömleğin düğmeleri açılmış atletinin askısı kopmuştu.

 

Onu o halde görmek bana ölüm gibi gelmişti. Kendimi tutamayarak bağıra çağıra ağlamaya başladım. Onunda yüzündeki ifade donuk olmasına rağmen göz altları nemliydi.

 

Parmaklarımla dokunmaya kıyamadığım yüzündeki ıslaklığı sildim. "Geç kaldım!" diye haykırdım. İçimin cayır cayır yandığını hissediyordum. Ona gelecek her türlü kötülüğe siper olmak isterken onu yalnız bırakmıştım.

 

Ona kötülüklerin en büyüğünü yapmaya kalkmıştı. Yaşadığı acıyı ve korkuyu içimde hissediyordum. Titreyen parmaklarım yakasını kapattı. Daha sonra onun narin bedenine sıkıca sarıldım.

 

Onu kanatlarımın altına aldığımı hissediyordum. Tam o sırada hıçkırıklarımı bastıran bir ses duyuldu. Metal sesiyle irkildim. Gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdiğimde yerdeki kanlı bıçağı gördüm.

 

Bıçağın parlak tarafındaki koyu kırmızı sıvıyla birlikte yutkunmuştum. Gözlerimi boşluğa bakan Luna'ya çevirdim. Yüzünü tekrar avuçlarımın arasına aldım. "Lu kendine gel!" diye bağırdım.

 

Sesim onu kendine getirmişti. Gözleri eskisi gibi boş bakmıyordu. Dudakları yaşadığı acının ağırlığıyla titremeye başlamıştı. Gözleri yaşlarla dolmuş "Merih," demişti titreyen sesiyle.

 

Tıpkı rüyamda olanlar gibi Lu'nun parmaklarında kan damlaları vardı. Kan gömleğime bulaşıyordu. "Onu öldürdüm," dedi Lu ağlayarak.

 

Onu öyle görmek bu hayatta başıma gelebilecek en acı şeydi. Nefes alamadığımı hissediyordum. Yaşadığı korku yetmezmiş gibi bu son söylediğini kabullenmek onun için oldukça zordu.

 

Ne olursa olsun onun hapishane parmaklıklarının arasına girmesine izin vermezdim. Onun daha fazla acı çekmesine izin vermeyecektim. Ona eğer bir gün düştüğü uçurumdan çakılmamız gerekirse birlikte çakılacağımıza dair bir söz vermiştim.

 

Şimdi onunla o uçurumdan çakılacaktım. Hem de bir an bile düşünmeden...

 

Kollarımda hıçkıra hıçkıra ağlayan kadından vazgeçmek zorundaydım. Bana en çok da bu ağır geliyordu. Onun için ondan vazgeçecektim. Parmaklarım ipeksi saçlarında gezinirken titreyen dudaklarımı açıkta kalan sağ omzuna bastırdım.

 

Uzun ve soluksuz bir öpücük bıraktım sağ omzuna. Tıpkı annesinin onu terk ederken yaptığı gibi...

 

Beni hayatı boyunca affetmeyeceğini bilerek omzunu gömleğiyle kapattım. Daha sonra her ne kadar bunu yapmak istemesemde ondan ayrıldım. Gözlerim büyüleyici gözlerinde gezinirken yutkundum.

 

Biraz sonra söyleyeceğim şey aramızdaki her şeyi bitirecekti. Bunu biliyordum. Ama onun için her şeyi yapmaya hazırdım. "Gitmen gerek Lu," dedim tek düze bir sesle.

 

Sesimin titrememesi için boğazımdaki tüm kasları zorlamıştım. Gözleri bir şeyleri anlamaya çalışırcasına yüzümde geziniyordu. Yerdeki bıçağı elime alıp yerden kalktım. Bu işi kökten çözmenin tek bir yolu vardı.

 

Elimde bıçakla mutfağa girdiğimde Lu da peşimden gelmişti. Bıçağı musluğun altında bir süre tuttum. Akan suyla beraber kanda süzülüyordu. Bıçakta parmak izleri kalmadığından emin olana kadar suyu açık tuttum. Daha sonra gözlerimi ona çevirdim.

 

Onun temiz ve narin parmaklarını kirleten kanı görünce yüreğimin ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi kalakaldım. "Ellerin," diye mırıldandım. Ellerini suya sokup kanın onun tertemiz olan ellerinden gidişini izledim.

 

Gözleri yerde yatan cesede kaymaya her niyet ettiğinde derin nefesler alarak gözlerini sıkıca yumuyordu. Tezgahın üzerindeki bıçağı alıp ona baktım. Son bir kez gözlerim onun yüzünde gezindi.

 

Onu hafızama kazımak istemiştim. Her şeyin son bulduğu o gecede onu son görüşüm olduğunu bilerek doyasıya yüzüne bakmak istiyordum. Ama fazla vaktimiz yoktu. Hayatımız freni patlamış bir araba misali son sürat uçuruma doğru sürükleniyordu.

 

Kartal'ın cesedine baktım. Yerdeki anahtarı görünce hain emellerini gerçekleştirmek için onu eve kilitlediğini anlamış oldum. Bıçağı tutan elimi sıktım. İçimdeki öfkeyi dindiremiyordum.

 

İçimden avazım çıktığı kadar bağırmak geliyordu. Fakat bunu yapmadım. Acımı kalbime göndüm ve anahtarı alıp ona verdim. "Kaç," dedim birden. Bu söylediğimle birlikte afallamıştı. Hatta bu söylediğimi duyup duymadığı bile meçhuldü. Yüzündeki gergin ifadenin yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Ondan istediğim şeyi yapmak çok zor gelmişti.

 

Başını beni reddettiğini belli edercesine iki yana salladı. "Seni bırakamam," diye fısıldadı. Sesi bile bedeniyle birlikte titriyordu. Değil ayakta duracak nefes almaya bile hali yoktu.

 

Onun bu hali yutkunmama neden olmuştu. Suç üstü yakalanmadan önce buradan gitmesi gerekiyordu. Bunu bildiğimden "Sana buradan git dedim!" diye bağırdım.

 

Ona karşı ilk defa böyle serttim. Daha önce hiçbir şekilde ona böyle davranmamıştım. Ama şimdi içinde bulunduğumuz durum beni buna zorluyordu. Bazen sevdiklerimizin güvenliği söz konusu olunca böyle şeyler yapmak zorunda kalıyoruz.

 

Luna verdiğim tepkiyle birlikte titredi. Onu korkutmuş olmak canımı sıksada bu yoldan geri dönemezdim. Luna arkasına döndü. Elinde şıngırdayan anahtarla birlikte kapıya doğru yürürken attığı her adımda sendeliyordu.

 

Güçsüz bedeni her an yere yığılabilirdi. Titreyen parmakları anahtarı zar zor yuvasına soktu. Birkaç kez çevirip kapıyı açtığında ağladığını belli edercesine vücudunun titrediğini fark ettim.

 

"Anahtar arabada. Bin ve git!" dedim son kez.

 

O gece onu son kez gördüğümü nereden bilebilirdim ki? Son kez ağlayarak bana baktı. Sonrasında kapıyı kapatıp gitti. Onun gidişiyle ağlayarak yere çöktüm.

 

Elimde bıçakla sırtım mutfak dolaplarına yaslı yanı başımda ise boylu boyunca yatan bir cesetle içinde bulunduğum duruma değil onu kaybedişime ağlıyordum. Polisler gelmeden önce çok az vaktim vardı.

 

Elimdeki bıçağı Kartal'ın üzerindeki kana bulayıp öylece bekledim. Bir anda etrafta polis sirenleri yankılanmaya başladı. Elimde cinayet silahı aklımda ise o vardı. Beyaz kuşum, benim biricik Lu'm...

 

Yutkundum. Acılarımın içinde boğulduğumu hissederken polis eve baskın düzenlemiş ve suç üstü yakalanmıştım. Yerden kalkıp ellerimi teslim olduğumu belli edercesine havaya kaldırdım. Bununla birlikte elimdeki kanlı bıçakta gürültüyle yere düştü.

 

Kerim hemen polis ile birlikte içeri girmiş gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı. Polislerden biri başımı mutfak tezgahına yaslayıp ellerimi kelepçelerken birkaç polis ise telsizle anons yapıyordu.

 

Ne siren sesleri ne de telsizden gelen cızırtılı konuşma seslerini duyuyordum. Her şey bulanıktı. Her şey anlamsızdı. Onun yokluğuyla her şeyimi kaybettiğimi hissediyordum.

 

İki polis beni evden çıkarırken Kerim'in bakışlarını üzerimde hissettim. Gözleri olanları anlamaya çalışırcasına yüzümde gezinirken polisler beni arabaya bindirdi. Bütün komşular evden çıkan katili görmek için sokağa dökülmüştü.

 

Donuk bakışlarım evimizin üzerindeydi. Büyük umutlarla, onca güzel hayalle ikimiz için hazırladığım bu ev bizim kaderimizin sonunun yazıldığı yerdi. Beyaz kuş ile kelebeği ayıran olay tam da burada yaşanmıştı.

 

Ağlayarak evimize son bir kez baktığımda araba hareket etmeye başladı. Onunla hayatımı birleştirecek ev bizi ayırmayı tercih etmişti. Bu sefer masalın sonu kötü bitti.

 

Ne iyiler ödüllendirildi ne de kötüler cezalandırıldı. İyiler acı çekti. Kötüler ise iyilerin ellerini kirletti. Sonunu bizim yazacağımız bir masal yoktu artık. Kuş ile kelebek o uçurumdan birlikte çakılmıştı. Ama bu sefer ikisini de kurtaran olmamıştı. Yutkundum. Ağzımda beliren acı tatla birlikte yüzümü buruşturdum. Gözlerimi yumup onun yüzünü hayal ettim. Gülünce yanağında beliren küçük çukura dokunduğumu hayal ettim.

 

Onun hayali bile içinde bulunduğum her türlü kötülüğü iyiliğe çevirmeye yetiyordu. İçimin huzurla dolduğunu hissettim. "Lu," diye fısıldadım kendi kendime.

 

Şu an polis aracının içinde götürüldüğümü değil de onunla birlikte evimizde güzel bir sabaha uyandığımızı hayal ettim. Birlikte bahçemizdeki söğüt ağacının altında kitap okuyorduk. Ben Romeo, o da benim güzel Juliet'im olmuştu.

 

Derin bir iç çektim. Gözlerimi açtığımda karakolun önünde olduğumuzu gördüm. Artık benim için yolun sonu görünmüştü. Polisler beni araçtan indirip içeriye doğru sürüklercesine götürmeye başladı.

 

Ben o gece girdim demir parmaklıkların arkasına. Bir daha onu göremeyeceğimin bilinciyle girdim. Ömrümün tamamını orada bir başıma geçireceğimi bilerek girdim.

 

Tek tesellim onun iyi oluşuydu. Onun dışarıda hayatına özgür bir kadın olarak devam edecek oluşuydu. Kuşlar özgür olmalıydı. Esaret onların tabiatlarına aykırıydı. Kelebekler öyle mi?

 

Kelebek dediğin canlı o hale gelebilmek için kozanın içinde esareti tadıyordu. Ben onun için kanatlarımı koparmışım çok mu? Sonuçta o beyaz bir kuştu. O benim ve tüm dünyanın kötülüğün dineceğine inanmasını sağlayan umudun kuşuydu.

 

Eğer şimdi umudun kuşunu esaretin ellerine bırakırlarsa dünyada iyilerin tutunacak dalı kalmaz. Herkes gökyüzüne bakıyor. Sıkıntılarını kayıp ruhlar göğüne haykırıyor. Güzellikleri görebilmek için gökyüzüne bakmak gerektiğine inanıyorlar.

 

Ben hayatımın sonuna kadar gökyüzüne bakamayacaktım belki ama bir şeyi de çok iyi biliyordum. En umutsuz anımızda bile bir umut vardı. Çıkmaz sokakların sonunda aslında hep bir çıkar yol vardı.

 

Bende bunu bilerek onu göreceğimi umut ettim. O gece karanlık gökyüzünde süzülen beyaz bir kuş gördüm. "Beyaz kuşlar umudu simgeler. Onların uçuştuğu bir dünyada hala bir umut var," demektir diye fısıldadım kendi kendime.

 

Gökyüzünde uçan beyaz kuş oydu. Yeryüzünde tek olan, barışı getiren, umudu simgeleyen beyaz kuşun adıydı Lu. Benim Luna'm. Merih'in ömür boyu hayalini kurarak yaşayacağı kuş oydu. Lu...

 

DEVAM EDECEK...

Loading...
0%