Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: Uçurum

@sevvnuraydn

Beyaz kuş aşkı aşk yapanın hicrandan sonra vuslata ermek olduğunu sanırmış. Halbuki aşk hicranda saklıymış. Asıl marifet hicranda aşığa sadık kalmakmış. Vuslat sadece neticeden ibaretmiş. Beyaz kuş bunu çok geç anlamış. Sevdanın deryasının üzerinden uçup kıyıda kartalına kavuşma hayali kurarken onu başka bir kuşla gördüğünde anlamış.

 

Gözü yaşlı kuşun kalbi yaşadığı acıyla yavaş yavaş çatlamaya başlamış. Yüreğinin tam ortası yarılmış içinde sakladığı aşkın beyaz renkli kelebeklerini azat etmiş beyaz kuş. Kelebekler birer birer göğüs kafesinin arasından çıkmaya başladığında beyaz renkli kanatları kana bulanmış. Kızıl kan beyaz kuşun beyaz tüylerine bulaşmış.

 

Kuşun yüreği acıyla haykırmış. Ama nafile. Ne haykırmakla bitermiş bu acı ne de isyan etmekle. Kuş çaresiz kalmış. İçindeki acı onu dermansız bırakmış. Kanatlarında kalan son gücü de aşkına uçmak için kullanmış.Aşkına uçmak için...

 

Aşkına uçacak ve ona soracakmış onu hiç sevip sevmediğini. Ona baktığı gibi onun da kendisine aşkla hiç bakıp bakmadığını soracakmış. En önemlisi kendisi acı çekerken onun da acı çekip çekmediğini soracakmış beyaz kuş. Kanatlarındaki kanı bulutlara bulaşmış uçtukça. Ama o bir an bile durmamış. Uçmuş, uçmuş ve uçmuş.

 

Kuş konmuş eni sonu bir karanlığa. Karanlık onu içine çekmiş. Onu yok etmek istemiş. Karanlık onun beyazlığına galip gelmek istemiş. Onun saçtığı ışığı karartmak istemiş. Kuş çırpınmış karanlıktan kurtulabilmek için. Ama olmamış. Karanlık onu öyle bir esir etmiş ki ne kaçabilmiş ne de ölebilmiş. Öylece beklemiş kuş. Demiş ki ölüm kucaklasın beni ve bitsin bu kabus.

 

Kuşa ölümü diletmiş karanlık. Işığını tükettiği gibi umutlarını da tüketmiş. Tam o sırada karanlığı aydınlatan bir ışık belirmiş. Kuşa ışığını geri vermiş. Onu hapsolduğu karanlıktan çekip almış beyaz kanatlar. Ona yaşamı bahşetmiş. Sana ölüm yok demiş. Senin ait olduğun yer gökyüzü.

 

_______

 

İnsan en çok değer gördüklerinden aldığı darbeyle yıkılırmış derler. İnsanı en çok üzen en çok kıran yine en değer verdikleri olurmuş. Bunu bir gecede daha da iyi anlamıştım. Kartal'ı başka bir kadınla görmekten de öteydi bu. Onun pis işlerin içinde olduğunu görmek onun için içimde beslediğim tüm iyi şeyleri yok etmişti. Ektiğim filizleri sökmeme onu düşündükçe sevgi yerine kin beslememe neden olmuştu.

 

Bir gecede ölümle burun buruna gelip hiç tanımadığım bir adam tarafından kurtarılmam ise o yerde nasıl kirli oyunlar döndüğünü gözler önüne seriyordu. Yutkundum. Bununla birlikte ağzımda acımtırak bir tat belirmişti. Dönüp dolaşıp başladığım yere geri dönmüş ağzımdaki acı tadın geçmesini bekliyordum. Bir yandan da salonun ortasında birkaç saat önce olduğu gibi volta atmaya kaldığım yerden devam ediyordum.

 

Yaşananları kafamdan bir türlü atamıyordum. Düşündükçe delirecek gibi olduğumu hissettiğim o anda dış kapıdan kilidin döndürülme sesini duydum. Gözlerim kapıda onun gelişini bekledim. Kapı yavaşça aralandı. Kartal kahkaha atarak içeri bir adım attı. Tabii yanında yine o sarışın vardı. İkisi sarmaş dolaş içeriye doğru adımlarken gözlerimden iki damla yaş aktı.

 

"Kartal," dedim birden. Bu sabaha kadar onun adını söylemek bile içimde kelebekler uçuşmasına neden olurken şimdi onun adı boş bir laftan ibaretti benim için. Onun adını bir gün midem bulana bulana söyleyebileceğim aklıma bile gelmezken şimdi yüzüne bakmak dahi gelmiyordu içimden. Gözlerim onun ve yanındaki kadına kilitlenmişti. Adımı söylemesiyle daldığım düşüncelerin arasından sıyrılmıştım.

 

"Luna," dedi tekrar. İkinci söyleyişinde göz bebekleri büyümüştü. Kafasında acaba sarhoş olduğum için hayal mi görüyorum diye bir sorunun gezindiğine emindim. Gözlerim onun yüzünde gezinirken bir anda yanındaki kadından ayrıldı.

 

"Jane lütfen eve git," dediğinde bile gözleri hala benim üzerimdeydi. Adının Jane olduğunu öğrendiğim kadın bu yaşananlara bir anlam veremesede Kartal'ın dediğini yapmış salına salına kapıya doğru ilerlemişti. Onun evden çıkmasıyla birlikte Kartal bana doğru adımlamaya başlamıştı.

 

"Luna hiçbir şey düşündüğün gibi değil," dediğinde daha ne kadar alçalabileceğini düşünüyordum. Aramızda sadece tek bir adımlık mesafe bıraktı. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken mideme keskin bir ağrının saplandığını hissettim. Ondan tiksiniyordum. Hem de tüm benliğimle...

 

"Luna sevgilim inan bana. O kadın sadece iş yerinden arkadaşımdı," dedi bu sefer. Söylediği yalanlar canıma tak etmişti. O an içimde beliren öfkenin de etkisiyle yüzüne oldukça sert bir tokat indirdim. Kartal olduğu yerde kalakaldı. Attığım tokatın sesi salonda yankılanmıştı.

 

"Sus artık Kartal! Senin yalanlarını daha fazla duymak istemiyorum!"

 

Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki daha şimdiden boğazımın ağrıdığını hissedebiliyordum. Sinirden ellerim titriyor her an kendimi koltuğa bırakacağımı hissediyordum. "Luna," dedi Kartal tekrar. Yüzünde ise yapmacık bir hayal kırıklığı vardı.

 

"Ben seni aldatmadım! Neden bana inanmıyorsun?"

 

Bu sefer sesini yükselten oydu. Başımı ellerimin arasına alıp sakinleşmeye çalıştım. Ama olmuyordu. O karşımda aptalı oynarken nasıl sakin olabilirdim ki? Nasıl? Derin bir nefes aldım. "Kartal," dedim uyarıcı bir tonda.

 

"Ben sizi gördüm. O kadını öperken seni gördüm! Gözlerimin içine baka baka bana yalan söylemeyi kes!"

 

Kartal duraksadı. Bunu beklemediği belliydi. Onları görmüş olabileceğim aklımın ucundan dahi geçmemişti. "Ben," dedi sadece. Ama gerisini getiremedi. Zaten diyebilecek bir şeyi de yoktu. "Daha fazla kendini yorma," dedim en sonunda. Kartal'ın mavi gözleri bu sefer benden ikimiz için hazırladığım sofraya kaydı. Yutkundu. Boğazındaki ademelması bununla birlikte hareket ederken gözlerimi yumup bekledim. Her şey bir anda ne hale gelmişti. Daha birkaç saat önce onun için sofra kurarken şimdi düştüğümüz hale bak. Artık ne onun adını anmak ne de yüzünü görmek istiyordum.

 

"Bu sofrayı," dedi sadece. Gözlerimi yavaşça aralayıp ona baktım. Cümlesinin devamını getirmeye cesaret edememişti. Ama onun aksine benim içimde cesaret adeta bir ateş gibi yanıyordu. "Bu sofrayı ikimiz için hazırlamıştım. Sen beni aldatmadan birkaç saat önce!" diye bağırdım. Kartal'ın parmakları masanın etrafına dizilmiş sandalyelerden en baştakinin kenarını sıktı. Eklem yerleri bembeyaz olmuş keskin mavi gözlerini gözlerime dikmişti.

 

"Uzatma artık! Sana aramızda bir şey yok dedim! Gereksiz kuruntularınla her şeyi mahvetme!"

 

Bu sefer donup kalan ben olmuştum. Kan beynime sıçramış onun bu söylediklerinde ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Ama beynim tüm algılarını kapatmıştı. Kartal, "Şimdi otur da yemeğimizi yiyelim!" diye bağırdı tekrar. Onun bu umursamaz tavrına karşılık, "Yemek öyle mi?" diye bağırdım.

 

Sinirden titreyen parmaklarım masa örtüsünün bir ucunu kavradı. Kartal bunu yapmamam için uyarı niteliğinde bakan gözlerini gözlerime dikerken bir an bile duraksamadım. Masa örtüsünü tuttuğum gibi tüm sofrayı yere indirdim. Kırılan bardaklar ve tabaklarla birlikte büyük bir gürültü koptu. Bunun üzerine Kartal hiddetle karşıma dikildi.

 

"Ne yapmaya çalışıyorsun Luna? Senin bu çocuksu tavırlarından çok sıkıldım artık!"

 

Ona inanamayarak baktım. "Çocuksu tavırlarım mı?" diye sorduğumda başını ellerinin arasına almış sakinleşmeye çalışıyordu.

 

"Kartal sen beni aldattın! Benim verdiğim tepkinin neresi çocukça?"

 

Sesim bağırmaktan kısılmak üzereydi. Sözcüklerin hepsi çatallaşmış sesim yüzünden boğuk boğuk çıkmış üstelik boğazım ağrımaya başlamıştı. Bu halim ise onu gram üzmemişti. Aksine tam karşıma dikilmiş keskin mavi gözlerini gözlerime dikmişti. Bir zamanlar aşkla baktığım mavi gözler benim sonum oldu.

 

"Luna neden anlamak istemiyorsun? Sen beni bırakıp gittin! Londra'ya gideceğim benim hayallerim var dedin! Şimdi karşıma geçmiş beni aldattın diye bir de hesap soruyorsun! Sen benden hesap falan soramazsın! Beni bırakıp gittiğin zaman aramızdaki her şey aslında zaten bitmişti!"

 

Bana karşı söylediği her bir sözcük yüzüme sert bir tokat yemişim gibi bir etki bırakmıştı. Yüreğimin tam ortasında bir kara delik oluşmuş yok olduğumu hissetmiştim. Bana her şeyin suçlusunun ben olduğumu söylüyordu. Beni aldatmasının aslında benim suçum olduğunu söylüyordu. Sinirden beynim karıncalanıyordu.

 

"Kartal sen ne dediğinin farkında mısın? Ben seni ardımda falan bırakmadım! Ben giderken ne haldeydim senin haberin var mı? Benim orada neler yaşadığımdan haberin var mı? Eğer ben aramızdaki her şeyi bitirmiş olarak gitmiş olsaydım bana evlenme teklifi eden o İngiliz adamla evlenirdim! Ama ben bunu yapmadım! Ben seni sevdim Kartal!"

 

Sözcükler boğazımı yırtarak çıkmıştı. Yaşadığım hayal kırıklıkları birer sözcük olmuş yarmıştı içimi. Dudaklarım titremeye başlamış onun karşısında her ne kadar istemesemde ağlamaya başlamıştım. Yaşlar yanaklarımdan kayıp gidiyordu. Kartal'ın mavi gözleri yüzümde gezinirken dudaklarından alaycı bir kahkaha çıkmıştı.

 

"Yapma Luna! İkimiz de kendimizi kandırmayalım! Eğer sen çekip gitmeseydin bunların hiçbiri olmazdı! Jane senin gibi biri değil! O beni hiçbir zaman yalnız bırakmadı! O senin aksine bana gerçekten değer verdi! Bana değerli olduğumu hissettirdi! Bana sahip çıktı! Hem biliyor musun Luna? Ben hayatımda ilk defa bir kadına aşık oldum," diyerek ardı arkasına sözlerini sıralarken tüm dünyanın başıma yıkıldığını hissettim.

 

Sanki içimdeki dünya yıkılmış ben altında kalmışım gibi hissetmiştim. Ruhumda inşa edilen koca bir şehir bir küçük depremle yıkılmış benim dışımda kimsenin ruhu bile duymamıştı. Duysalar bile artık iş işten geçti. "Kartal," dedim çaresizce. Karşısında hıçkıra hıçkıra ağlarken bile öylece boş boş baktı. Buzdan farksız bakışları altında donduğumu hissediyordum. Ama güçlü olmak zorundaydım.

 

"Bu doğru değil! Ben bencillik yapmadım! Eğer yapmış olsaydım sizi gördükten sonra canım yanmaz peşinden gelme gereği duymazdım!"

 

Kartal son söylediklerimle birlikte donup kalmıştı. "Ne? Sen bizim peşimizden mi geldin?" diye sordu inanamayarak. Onun bu sorusuna karşılık başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Evet geldim! Üstelik az kalsın senin yüzünden ölüyordum! O Olcay denilen manyak beni öldürecekti! Eğer Ege Bey vaktinde yetişmeseydi ben ölebilirdim Kartal!"

 

Kartal tek kelime dahi etmedi. Bir anlığına duraksamış düşüncelere dalmıştı. Onun bu hali daha çok sinirlerimi bozmuştu.

 

"Ne tür işlerle uğraştığın belli! Artık her şey buraya kadar Kartal! Bir daha ne ben senin yoluna çıkarım ne de sen benim yoluma!"

 

Gözlerim Kartal'ın yüzündeki ifadede takılı kalmıştı. Her şey bitmiş artık her şeyi ardımda bırakma zamanım gelmişti. Koltuğun üstünden çantamı alıp boynuma astım. Sehpanın üzerindeki anahtarı alma gereği bile duymamıştım. Onun donuk bakan bakışlarının altında salondan çıkmak üzere iki adım attım. Tam o sırada kafama ağır bir şeyle vurdu. Kendimden geçtim. Her yer karardı. Her şey karardı. Benim dünyam tam da o an karardı. Artık karanlık bir boşluktayım. Belki de o boşluğun dibindeyimdir. Kim bilir?

 

*******

 

Arabanın motor sesini duymuştum. Baygın halde olduğumdan tam olarak nerede olduğumu idrak edemiyordum ama bu sesin araba motorundan geldiğine emindim. Her şey öylesine karanlıktı ki tek algılayabildiğim şey seslerdi. Görme kaybı yaşıyordum. Üstelik başım o kadar çok ağrıyordu ki kıpırdayamıyordum bile. Yutkundum. Uyanmak istiyordum. Bir an önce bu kabustan uyanmak ve her şey hiç yaşanmamış gibi Londra'daki evimde uyanmak istiyordum. Ama öyle olmadı. Ne tüm bu yaşananlar birer kabustan ibaretti ne de ben Londra'daki yatağımda uyuyordum.

 

Kapının açılma sesini duydum sadece. Soğuk havanın birden tenime çarptığını hissediyordum. Sonra biri konuştu. "Kurduğum düzen ile ilgili bildiğin ne varsa seninle birlikte mezara gidecek," dedi bir ses. Ses o kadar bulanıktı ki kime ait olduğunu anlayamıyordum. Tek hissettiğim korkuydu. Biri beni kollarına almış ama ben hiçbir şey yapamamıştım. Oradan oraya savrulan bir yaprak gibiydim. Rüzgar beni nereye götüreceğine karar veriyordu. İradem yoktu. Başka bir tercihim yoktu. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...

 

"Çok safsın. Hatta o kadar safsın ki sana söylenen iki çift güzel söze kalbini hiç düşünmeden un ufak edecek birine verebilecek kadar safsın. Bu yüzden sana hep içten içe üzüldüm biliyor musun? Ama artık her şey buraya kadar. Kaderde ayrılık da varmış Luna. Üzgünüm."

 

Bu sesin sahibi dedim içimden. Bu ses Kartal'ın sesiydi. Bitkin gözlerim yavaş yavaş aralanırken buz mavisi gözleri gözlerimde gezindi. Yüzündeki gülümsemenin bana ölüm getireceğini nereden bilebilirdim ki?

 

"Hoşça kal," diye mırıldandı. Sonra bedenimi kavrayan kollarını serbest bıraktı. Ben yavaş yavaş düşmeye başladım. Rüzgar tenimi yakıyordu. Çarptığım kayalıklar bedenimde dayanılması imkansız acı veren yaralar açıyordu.

 

Mavi gözleri görünmeyecek kadar küçük kalana kadar ona baktım. Sonra yumdum gözlerimi. Ölüm kucaklasın beni dedim içimden. Bitsin bu acı. Bitsin bu kabus. Bir melek alsın beni yanına. Artık ağlamak istemiyorum. Acı çekmek istemiyorum. Adım gibi ay olmak istiyorum gökyüzünde. Artık dünyada var olmak istemiyorum. Ben gerekirse yok olmak istiyorum. Kayalıklara çarpa çarpa dibe düştüğümde içimden bunlar geçiyordu.

 

Ben o gün dibe çakıldım. Beni bir uçurumun dibinde ölüme terk etti aşk. Kolumu kanadımı kırdı. İlk kez oluk oluk akan berrak kanın kokusunu almıştım. İlk kez kendi kanımda boğulduğumu hissetmiştim. İşte o an ölümle bir başıma bir uçurumun dibinde kalakaldığımı anlamıştım. Bedenimden geriye bir şey kalmadığında canımın yavaş yavaş bedenimden ayrılmaya başladığını hissettiğimde anlamıştım.

 

Kaburgalarımın acıyla ayrıldığını hissettim. Kalbimin artık bir daha atmamak üzere durduğunu hissettim. Ciğerlerimin batan kaburgalarımın arasında sıkışıp kaldığını hissettim. Yutkundum. Boğazıma hava yerine kan dolmuştu. Öylece ölmeyi bekledim. Çok uzun sürdü bu bekleyiş ama bir şey oldu. Bir mucize doğdu. Kalbimin atmayı bıraktığı beyaz bir ışığa doğru yürüdüğüm o yolda bir kelebek gördüm. Bembeyaz kanatlarıyla ışık saçan bir kelebek...

 

O kadar güzel o kadar narindi ki engel olamadım kendime. Ona doğru yaklaştım. Ona dokunmayı o kadar çok istedim ki parmaklarım ona doğru uzandı. Ama o daha kanatlarına dokunmama bile izin vermeden kalbimi yarıp içime girmişti. Gülümsedim. Kurtar beni kelebek dedim içimden. Kanatlarınla beni kurtar bu uçurumun dibinden. Kelebek gülümsedi. "Seni ait olduğun yere götüreceğim," dedi. "Senin ait olduğun yer gökyüzü," dedi. Gökyüzü...

 

*******

 

(Aylar sonra...)

 

"Gamzelerini kaybetmemesini sağladığın için çok teşekkür ederim. Ben onun gamzelerine baktıkça hayat görüyorum," dedi bir ses. Göz kapaklarım birbirine yapıştırılmış gibiydi. Açmak istiyordum ama bunu yapacak gücü kendimde bulamıyordum. İnsanın gözlerini açacak gücü bile kendinde bulamaması nasıl bir şeydi? Bu his benliğimi ele geçirmişti. "Uyan Luna," dedim kendi kendime. Aç gözlerini. Yeni bir hayata bak!

 

Güçlükle araladım gözlerimi. "Uyanıyor," dedi başka biri. Seslerin kime ait olduğunu bilmiyordum. Nerede olduğumu hangi zaman diliminde bulunduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim halsiz olduğumdu. Tek bildiğim o uçurumun dibine çakılmış olduğumdu. Tek bildiğim o uçurumun dibinde ölüme sarılmış olduğum beyaz bir kelebeğin beni kurtarmış olduğuydu. Beyaz bir kelebeğin...

 

"Beni duyuyor musun?" diye sordu bir ses. Gözlerimi sesin sahibine çevirdiğimde onu gördüm. İstanbul'a ilk geldiğim an taksinin yanına yanaşmış aracın içindeki adamdı bu. Griye çalan mavi gözlerin sahibiydi. "Sen," diye mırıldandım. Sesim fısıltıdan farksızdı. Daha kendim bile duyamıyorken onun duymasını bekleyemezdim.

 

Gözlerim tıpkı o anda da olduğu gibi yağmur yüklü bulutları andıran gözlerde gezindi. Gözlerin sahibi içtenlikle gülümsedi. "Yorma kendini," dedi sakince. Bu sefer gözlerini ayak ucumda bekleyen doktora dikti.

 

"Bizi biraz yalnız bırakır mısınız?" diye sorduğunda doktor önlüğünün yakasını düzeltti.

 

"Tabii ki Ege Bey."

 

Bu isimle birlikte gözlerimi yanı başımdaki adama çevirdim. "Ege," dedim içimden. Bu o gece beni kurtaran adam değil miydi? Doktor ve yanındaki bir başka adam odadan çıkıp kapıyı kapattı. Odada sadece o ve ben kalmıştık. Ege ve Luna...

 

Ege yanı başımdaki sandalyeye oturdu. Gri gözlerini gözlerime dikmiş yüzünde sahici bir gülümseme belirmişti. "Yarın hastaneden taburcu olacaksın. Seni evime götüreceğim. Orada sana çok iyi bakılacak," dedi ve elimi tuttu.

 

Sıcak parmakları elimi okşarken yüzündeki gülümseme silinmiş yerini derin bir kedere bırakmıştı. "Ne yaşadığını hatırlıyor musun?" diye sordu birden. Zihnimdeki her şey bulanıktı. Tek bir şey dışında. O da Kartal'ın beni ölümün kollarına bırakış anı.

 

Bu anı hatırlamak irkilmeme neden olmuştu. Ege bu durumu fark etmiş olacak ki sakinleşmem için elimi yavaşça sıktı. "Korkma ben senin yanındayım," diye fısıldadı. Daha sonra, "Sana bunu kim yaptı?" diye sordu.

 

Dudaklarımdan acı bir hıçkırık çıkmıştı. Yutkundum. Bir anda, "Kartal," diye sayıkladım. Ege gözlerini yummuş sakinleşmeye çalışıyordu. Ama bu durum oldukça kısa sürdü. Çünkü az sonra söyleyecekleri beni Kartal'ın uçurumdan atmasıyla neredeyse eş değer nitelikteydi.

 

"Kartal'ın sana yaptığı o korkunç şeyden sonra aylar geçti. Aylarca süren operasyonlara girdin. Ölümlerden döndün," dedi Ege. Bunun üzerine yutkundum. Operasyon kelimesinin ardından neyin çıkacağını merak ediyordum. Tam o sırada Ege boğazına düğümlenen sözcükleri bir bir sıraladı.

 

"Birtakım estetik operasyonlar geçirmek zorunda kaldın."

 

Griye çalan mavi gözlerini gözlerimden kaçırmış odanın en ücra köşesine sabitlemişti. Odada ölüm sessizliği hakim oldu. Yüreğimin gürültüsünü duyabiliyordum. "Estetik operasyon?" diye sordum dayanamayarak. Bunun üzerine Ege'nin gözleri benimkileri buldu. "Yüzün," diyebildi sadece. O an aklımı kaçırmak üzere olduğumu hissettim. Yüzüme ne olmuş olabileceğini düşünüyordum.

 

"Ayna istiyorum," dedim bir anda. Ama buna Ege mani oldu.

 

"Henüz buna hazır değilsin. Sana söz veriyorum hazır olduğun zaman görmene izin vereceğim. Ama şimdi olmaz." Başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Hayır! Şimdi görmek istiyorum!" diye bağırdım.

 

Ege bu durumu kabullenmiş yatağımı yükseltip oturmama yardım etmişti. Daha sonra yanımdaki komodinin çekmecesinden eski bir ayna çıkardı. Yutkundum. Yüzüme ne yaptıklarını görmeye hazır olup olmadığımı bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı ki o da bunu öğrenmeden asla rahat bir uyku uyuyamayacağımdı. Ege aynayı ters bir şekilde bana doğru uzattı. "Bunu yapmak istediğine emin misin?" diye sorduğunda endişeli bakışlarını üzerimde hissettim.

 

Gri gözleri gözlerimdeyken bana uzattığı aynayı elinden aldım. İlk başta aynaya bakmak istemesemde sonrasında gözlerimi aynanın yansımasına diktim. O an tüm dünyanın başıma yıkıldığını hissettim. Aynadaki kadın ben değildim. Aynadan bana bakan kadın bambaşka biriydi. "Bu ben değilim," dedim birden. Gözlerimden akan yaşlar aynadaki yansımama dökülürken Kartal'ın beni attığı uçurumun dibinde ölmeyi dilemiştim. Kendim olarak devam edemediğim bir hayattansa ölmeyi dilemiştim. "Hayır!" diye bağırdım. Elimdeki aynayı bir hışımla odanın diğer ucuna doğru fırlattım.

 

Büyük bir gürültüyle kırılan aynanın parçaları yerlere saçıldı. Birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Bu ben değilim," dedim çaresizce. Bunun üzerine Ege oturduğu sandalyeden kalktı. Beni sakinleştirmek için hiç beklemediğim bir anda bana sıkıca sarıldı. Onun kolları altında bağıra çağıra ağlıyordum. İçimdeki çığlığı dışarı saldıkça biraz olsun rahatladığımı hissediyordum. Ama durum ne yazık ki yaşananların acısını hafifletmiyordu.

 

"Biliyorum. Bu sen değilsin. Ama sende şunu bil ki seni sen yapan hiçbir zaman yüzün değildi," dedi Ege. Bir yandan saçlarımı okşuyor bir yandan da derin derin nefesler alıyordu. Ondan ayrılıp ağlamaktan acıyan gözlerimi gözlerine diktim. "Ne demek istiyorsun?" dedim burnumu çektiğim sırada. Ege'nin yüzünde acının tatlı tebessümü belirdi.

 

"Ne demek istediğimi zamanla anlayacaksın. Ama sana şu kadarını söyleyeyim. Kartal bunun bedelini ödeyecek. Bunun için sana söz veriyorum. Peki sen benimle birlikte bu uğurda savaşmaya var mısın?" diye sorduğunda yutkundum.

 

Düşünceli bakışlarımı ondan alıp dizlerimin üzerinde bağdaş kurduğum ellerime diktim. Ona karşı ne demem gerektiğini bilmiyordum. Ona güvenip güvenmemem gerektiğini bile bilmiyordum. Ama içgüdülerim bana düşünmemem gerektiğini söylüyordu. İçimdeki ses bana onun kötü biri olmadığını söylüyordu. Peki ya iç sesim yanılıyorsa?

 

"Sana nasıl güvenebilirim?"

 

Bu sorum karşısında içtenlikle gülümsedi.

 

"Adın ne senin?" diye sordu. Bu soruyu sormasıyla daha beni tanımadan yardım etmesindeki amacı düşünürken bulmuştum kendimi. Ama yine de ona, "Luna," diyerek sorusunu cevaplamış oldum. Bunun üzerine yüzünde düşünceli bir ifade belirdi.

 

"Adın uzunmuş. Ben sana kısaca Lu demeyi tercih ederim."

 

Bu sefer afallamıştım. Dört harfli bir ismin nesi uzundu ki? Şaşkın bakışlarımı ona çevirdiğimde, "Peki senin adın ne?" diye sordum. Adını bildiğim halde sebepsizce onun ismini bir de ondan duymak istiyordum. Gri gözlerini gözlerime dikti. "Sen bana kısaca profesör de," dediğinde bu sefer şaşırmıştım. Benim adıma uzun dedikten sonra kendisine hitap etmem için önerdiği isim oldukça abesti.

 

"Adıma uzun dedikten sonra sana profesör dememi istemen sence de biraz ironik değil mi?" diye sordum dayanamayarak. Kıkırdadı. "Sana tekrar soruyorum," dedi. "Bu yolda benimle misin Lu?" dediğinde duraksadım. Elini anlaşma yapmak istercesine bana doğru uzattı. O eli sıkmalı mıydım? Yoksa her şeyi bir kenara atıp hayatıma bambaşka bir yüzle bambaşka bir yerde devam mı etmeliydim?

 

Kafam karmakarışıktı. Bir yandan Kartal'a bana yaşattıklarının bedelini ödetmek istiyordum. Bir yandan da bu belirsizlikten uzak durmak istiyordum. Peki ama nasıl? Hayatımı başka bir yerde devam ettirirken nasıl huzurlu olabilirdim? Nasıl Kartal gününü gün ederken başımı yastığa rahatça koyabilirdim? Adaletin yerini bulmasını istiyordum. Hem de sonu neye mal olursa olsun. Sonuçta kaybedecek neyim vardı ki?

 

İnce parmaklarım onun elini kavradı. Yavaşça elini sıkıp gözlerimi gözlerine diktim. "Seninleyim," dedim dimdik. Bu cevabım onu oldukça memnun etmişti. "Bende her zaman seninle olacağım Lu," dediğinde ikimizin de yüzünde belirgin bir gülümseme belirdi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Loading...
0%