@sevvnuraydn
|
Kuş her zaman beyaz kanatlarıyla gökyüzünde süzülürken yanında kelebeğininde olacağını sanırmış. Ama yanılmış. Ölümün kara kanatları onları ayırmış.
Birini altın kafesin arasına diğeriniyse bir uçurumun kenarına savurmuş. Beyaz kuş uçurumun kenarında kelebeğinin gelmesini beklemiş. Ama kelebek gelmemiş. Gelememiş.
Kuş karanlığa bırakmak istemiş kendini. Yok olmayı dilemiş. Uçuruma doğru attığı bir adım onun sonu olabilecekken ona yaşama tutunması için bir şans vermiş. Kuşun karnında minik bir bebek varmış. Bir yanı kelebek bir yanı kuştan olma minik bir bebek...
Kuş onun için yaşama tutunmuş. İçinde büyüttüğü umut tomurcuğu ona yaşama sıkı sıkıya tutunması için güç vermiş. Aradan beş yıl geçmiş. Minik bebeği dört gözle kelebeği beklerken kuş çaresizmiş.
Derin bir iç çekmiş kuş. Daha yavrusunun varlığından haberi bile yokmuş kelebeğin. Parmaklıkların arasında esaretin kucağında kuşunu göreceği anın hayaliyle sabrediyormuş sadece.
Derdini, içindeki özlemi kağıtlara döküyor tek kelime bile etmiyormuş. İçinde yok olup giden umudun yıllarını alıp götürüşünü sessizce seyrediyormuş. Zaman ikisini de değiştirmiş. Ne kuş eskisi gibiymiş ne de kelebek...
İkiside zamanın elinin değdiği iki aşıkmış. Kuş yavrusuyla birlikte tüm bu zorluklara göğüs germeye çalışıyormuş. Acısını içine gömüyor yavrusunun gözlerinde hasret kaldığı gökyüzünü görüyormuş.
"Her şey buraya kadarmış," demiş kuş kendi kendine.
"Artık ona ulaşmak için ümit kalmadı. Ne ben umudun kuşuyum artık ne de o kalbimde uçan aşkın kelebeği..."
Kuş çırpınmış onu esir eden aşkın prangasından kurtulmak için ama kurtulamamış. Kelebek kuşun prangası değildi. Kelebek kuşun kalbinden çıkardığı ama sevmeyi bir türlü bırakamadığıydı.
_______
"Sonra ne oldu anne?"
"Sonra beyaz kelebek çıkagelmiş," diye mırıldandığımda Ege gözlerini yummuş tatlı bir rüyanın kollarına bırakmıştı kendini. Her gece masalımın bir diğer kısmını ona anlatıyordum.
Tüm yaşananlardan habersiz Ege için bu anlattıklarım hikayeden farksız değildi. Battaniye ile açık kalan üzerini örtüp başına küçük bir öpücük kondurdum. Uyurken yüzünün aldığı şekli izlemeye başladım.
Merih'in yanında uyurken onun yüzündeki ifadeninde böyle olduğunu anımsadım. Dünyaya küçük bir Merih daha getirmiştim sanki. Onun bir küçük versiyonuyla hayatıma kaldığım yerden devam ediyordum.
"İyi geceler bebeğim," diye fısıldadım. Daha sonra gece lambasını söndürüp yanına uzandım. Bu gece onunla uyumak istiyordum. Yanımda o varken kabus görmüyordum. Tıpkı babasıyla olduğum anlarda kabuslarımın bana ulaşamaması gibi...
Kendine has kokusunu içime çektim. İpeksi saçlarını okşayarak karanlıkta bir süre düşüncelere daldım. Merih Ege'nin yıllar sonra gelişini hala atlatamamıştım.
Onu ardımda bırakarak eve gelmiştim. Karahindiba teyzenin dizinde ağlayarak sakinleşmeyi beklerken bana bebeğimin varlığı güç vermişti. Ege'yi uyandırmamaya özen göstererek ona sıkıca sarıldım.
Oda mı daha karanlıktı yoksa benim içinde boğulduğum düşünceler mi bir türlü karar verememiştim. Uzanıp komodinin üzerinden telefonumu aldım. Saat tam 00.00'dı. Bunun anlamı tam şu an yeni yaşıma girdiğimdi.
"Sensiz bir yaşıma daha girdim Merih," diye fısıldadım. Gözlerimden iki damla yaş akıp yanaklarımdan süzülürken birinin camıma taş attığını fark ettim. Camdan gelen tıkırtı sesiyle gece lambasını yakıp yataktan kalktım.
Loş ışıkta zar zor bulduğum terlikleri giyip pencereye doğru adımladım. Örtülü perdeyi çekip sokak lambasının altından bana bakan silüete baktım. Gözlerim uzun sakallarında yaşlarla dolu gök mavisi gözlerinde gezindi.
Yıllar geçsede değişmeyen o etkileyici bakışlarına bakmak bile içimdeki hisleri körüklemeye yetiyordu. Başımı pencerenin kenarına dayayıp onu izledim bir süre. Titreyen dudaklarında beliren küçük tebessüme baktım.
Onu özlemiştim. Tüm bunlar yaşanmamış olsaydı tam şu an aşağıya inip boynuna atlardım. Kokusunu içime çeker özlemini çektiğim gökyüzüne bakardım. Ama şimdi bunu yapamazdım. Benim yaşadıklarım bir yana Ege'nin yaşadıklarını yok sayamazdım.
Derin bir iç çektim. Tam o sırada cebinden telefonunu çıkarıp bir numarayı tuşladı. Telefonu kulağına götürdüğü anda benimkisi komodinin üzerinde titremeye başladı. Ege uyanmadan önce telefonu alıp aramayı cevaplandırdım.
Bir kulağımda telefonla ona baktım. Aramızda aşılması imkansız devasa bir duvarın olduğunu hissediyordum. Merih'in titreyen dudakları mırıldanmaya başladı. "İyi ki doğdun Lu," diye fısıldadı.
Kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. Sesini duymak benzersiz bir histi. Bu sefer "Binlerce kez iyi geceler," dedi. Romeo'nun repliği Juliet'in kalbine saplanan hançer gibi canımı yakmıştı.
"Aşağıya iner misin?"
Merih'in sorusuyla duraksadım. Mavi gözleri gözlerimdeydi. Sokak lambasının altında öylece bana bakıyordu. Hıçkırıklarımın boğazıma düğümlendiğini hissediyordum.
Belki onun yanında bulunmam yanlıştı. Belki onu sevmem hatta adını anmam bile yanlıştı. Ama ben bir yanlışa adım atmak istiyorum. Belki ona uçarken kanatlarım kül olacaktı. Belki bana dediği gibi Ege denizinde boğulacaktım. Ama bunun bir önemi yoktu. Bugün benim doğum günümdü. Yeni yaşımda öncekilerden farklı olarak onunla olmak istiyordum. En azından kısa bir süreliğine de olsa o gökyüzüne bakmak istiyordum.
"Geliyorum," diye mırıldandım. Bununla birlikte yüzünde belirgin bir gülümseme yerleşmiş gözleri ışıldamıştı. Gece lambasının ışığından yatakta huzurla uyuyan Ege'ye baktım. Daha sonra sessizce odadan çıktım.
Merih hala telefonun öteki ucundaydı. "Oğlum uyuyor. Kapının önüne gel. Ne söylemek istiyorsan orada söyle," dedim ve sanki bu anı bekliyormuş gibi kapıyı açtığım anda onunla göz göze geldim.
Griye çalan mavi gözleri gözlerimdeydi. Yüzünde huzurlu bir ifade belirmişti. "Lu," diye fısıldadığında afallamıştım. Nasıl bir tepki vereceğimi bilememiştim.
"Merih Ege," diye mırıldandım. Adını söylemek sandığımdan daha zor gelmişti. Girişteki ayakkabılıktan aldığım babetlerimi ayağıma geçirip onunla birlikte dışarı çıktım.
Evin dış kapısını aralık bırakacak şekilde bahçede durduk. Onun boyuna yetişemediğimden başımı kaldırmış karanlık geceye bakmıştım. Gözlerinde parıldayan yıldızlar ne kadar heyecanlı olduğunu bir kez daha görmemi sağlamıştı.
"Seni düşünmemem gerekliydi. Bunu sürekli kendime hatırlatmama rağmen bunu başaramadım. Neden biliyor musun?"
Gözlerimin daha şimdiden dolduğunu hissediyordum. Mavi gökyüzünün altında aciz bir kız çocuğundan farksızdım. Elimi tam kalbimin olduğu yere koydum. Heyecandan gümbür gümbür atıyordu.
"Şu lanet olasıca kalbime adın kazınmış bir kere. Bir daha da silinmesi ne kadar istesem de mümkün değildi."
Sözlerimle birlikte Merih elimin olduğu yere baktı. Kalbim avucumun altında can çekişiyordu sanki. Acıyla kasılıyordu. Merih bana doğru bir adım attı. Elini elimin üzerine yerleştirdi. Sıcak parmakları parmaklarımı okşuyordu.
"Kalbin beni istiyorken neden aklının onunla savaşmasına izin veriyorsun Lu? Sen bilmez misin tüm savaşların galibi kalptir. Hiçbir düşünce onun amacını değiştiremezken bu çaba neden? Bir kez olsun onun sözünü dinle. Bir kez olsun onun pusulasında ilerle. Sadece bir kez olsun."
Sözleri gibi gözleri de beraberinde yalvarıyordu. Bir adım daha attı. Aramızdaki mesafe yok denecek azdı. Sıcak dokunuşuna baş döndüren nefesi de eklenmişti. Şimdi eskisinden de daha güçsüz hissediyorum kendimi.
"Seni kalbime sokmuştum. Orada yaşayan tek beyaz kelebek senken sen göğsümü yarıp kalbimden çıkmayı tercih ettin. Üstelik bunu yaparken kuşun kalbinden geriye bir şey bırakmadın. Şimdi söyler misin bana? Kuş şimdi nasıl yaşayacak?"
Merih bir elini cebine soktu ve yıllar sonra beyaz ipek mendilini çıkardı. O gözyaşlarımı silene kadar ağladığımın farkında bile değildim. İpek mendilden sonra başparmağını göz altlarımda gezdirdi.
Dokunuşu yumuşaktı. Şefkatliydi. Yavaş yavaş ona yenildiğimi hissediyordum. "Ben kalbimin yolundan bir kere gittim Merih. Sonu hüsranla bitti. Koca bir hüsran..." diyerek aramızda birkaç adımlık mesafe oluşturdum.
"Şimdi kalbim aşkından kurusa da onun sözünü dinlemeyeceğim. Kalbimdeki isim benim için artık yok ve bir gün gelecek benim için hiç var olmamış gibi olacak," dediğimde o da benim gibi ağlamaya başlamıştı.
O dağ gibi adam gözlerimin önünde yıkılmıştı. İkimizde çıkmaz bir sokağın ortasında sıkışıp kalmıştık sanki. Hayatımız uçurumdan aşağıya doğru son sürat ilerliyordu ve biz hiçbir şey yapamıyorduk.
"Belki de kalbindeki isim sensiz çoktan yok olmuştur. Olamaz mı Lu?"
"Bana Lu demeyi bırak! Bu her şeyi ikimiz için daha da zorlaştırırken bana da kendine de bunu yapma! Bitti Merih! Anladın mı bitti! Beni o uçurumdan aldığında bir söz vermiştin ama sözünü tutmadın. Hatta kırık kanatlarımı yerine oturtup herkes gibi olmadığını hissettirdikten sonra en büyük darbeyi sen verdin bana! Şimdi de hiçbir şey olmamış gibi yapamazsın! Bana bunu yapamazsın! Ben her şeyi geride bırakmışken bana bunu yapamazsın Merih! Yapamazsın!"
Sözlerimin ağırlığı altında ezilen sadece o değildi. İkimizde acı çekiyorduk. Merih yutkundu. Titreyen dudaklarında çektiği acıyı saklamaya niyetli bir tebessüm belirmişti.
"Senin iyiliğin için nefes alamayacağımı bile bile senden vazgeçerdim Lu. Bunu yaptım da. Ama bunu yaparken bir an bile pişmanlık duymadım. Çünkü biliyordum ki ikimiz de her gece aynı gökyüzüne bakıyoruz. Biliyordum ki ikimiz de aynı şeyi diliyoruz. Birbirimize kavuşmayı..."
Söylediklerinde haklıydı. Onca zaman içimdeki öfke ne kadar büyük olursa olsun ona kavuşacağım anı beklemiştim. Merih bana doğru bir adım attı ve ben daha ne olduğunu bile anlayamadan bana sıkıca sarıldı.
Uzun zaman sonra ona sarılıyor olmak bir hayalden farksız gelmişti. Bir hayale kapılmak istemiyordum. Onu ittim. Ama o bana daha da sıkı sarıldı. "Sana öyle çok kızgınım ki öfkem yüreğime bile sığmıyor Merih! Beni bırakıp giden sensin! Şimdi ne değişti? Neden geri döndün? Neden?" diye bağırdım.
Sesim sokaklarda yankılanıyordu. Hıçkırıklarımın arasında boğuluyordum. Kolları arasında yaralı bir kuş misali çırpınıyordum. Canım yanıyordu. Hem de hiç olmadığı kadar. Merih saçlarımı okşuyordu. Uzun saçlarım onun dokunuşuyla acılardan arınıyordu sanki. "Geçti," diye fısıldadı. "Geçti," diye tekrarladı.
Sesi sakinleştirici almışım gibi yatışmama neden olmuştu. Nefes alıp verişlerim bir süre sonra düzene girmişti. Başım onun omzuna yaslı ciğerlerimi yakan güzel kokusuyla gözlerimi yummuştum. Tam o sırada evin aralık kapısı gıcırtılı bir şekilde aralandı.
"Anne," dedi Ege. Bir yandan gözlerini ovuşturuyor bir yandan da yanımdaki adamın kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Merih'ten ayrılıp ona baktım. Ege uykusunu açmak için gözlerini kırpıştırmış ve o an gördüğü kişinin kim olduğunun farkına varmıştı.
Heyecanla "Baba!" diye bağırdı. Merih daha ne olduğunu bile anlayamadan ona doğru koşmaya başladı. Küçük kollarını Merih'in bacağına doladı. Merih duyduğu şeyle kalakalmıştı.
Gözleri onay beklercesine gözlerimde gezindi. Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Merih, Ege'nin göz hizasına eğildi. İşte şimdi aralarındaki benzerliği daha iyi görmüştüm.
Ege sevinçle babasının boynuna sarıldı. Merih ise hala bir oğlu olduğu gerçeğini sindirmeye çalışıyordu. Ona sıkıca sarılmış kendini tutamayarak ağlamaya başlamıştı. "Nerelerdeydin?" diye sordu Ege.
Babasına kavuşmuş olduğundan hem mutlu hemde bir o kadar sitemkardı. Merih ise sesinin titreyeceğini bildiğinden ilk başta tek kelime bile edememişti. Bunun üzerine Ege onun kollarından ayrılıp gözlerine baktı.
Birbirine kavuşan iki gökyüzüne bir de beyaz kuş eklenmişti.
Merih hayranlıkla küçük kopyasına bakıyordu. Titreyen parmaklarıyla Ege'nin saçlarını okşadı. Ege ise daha önce hiç olmadığı kadar mutlu görünüyordu. Ondan hiçbir şeyi saklamamıştım. Babasının kim olduğunu bilerek ve geleceği anı bekleyerek büyümüştü. Yastığının altında Merih'in bir fotoğrafı vardı. İlk karşılaşmamızda onun kim olduğunu tam olarak görememişti. Ama şimdi dört gözle beklediği babasına kavuşmuştu.
"İşlerim vardı," diye mırıldandı Merih. O kadar zor konuşmuştu ki Ege de bu durumu fark etmişti. Küçük parmaklarıyla babasının yüzünü kavradı. Yanağındaki ıslaklığı silip gülümsedi.
"Bu gece benimle uyur musun?"
Onun bu sorusuyla Merih bana baktı. Ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Başımı hafifçe sallayıp evi işaret ettim. Tam o sırada Ege bana baktı. "Bu gece üçümüz birlikte uyuyalım mı anne?" dedi.
"Sen babanla uyu. Ben bu gece başka yatakta yatarım," diye mırıldandım. Ama Ege bu cevabımdan hiç memnun olmamıştı.
"Anne lütfen üçümüz birlikte uyuyalım."
Onu reddetmek sandığımdan daha zordu. Bir süre öylece gözlerine baktım. Her an yaşlarla dolmaya hazır parlak mavi gözlerine daha fazla dayanamadım. "Tamam. Ama sadece bu gecelik," diyerek önden bir uyarıda bulundum.
Kabul etmeme sevinen sadece Ege değildi. Merih de en az onun kadar mutlu görünüyordu. Ege babasının elinden tutup içeriye doğru çekiştirmeye başladı. Üçümüz eve girmiş kapıyı kapatmıştık.
Merih'in gözleri içeride gezindi. Koltuğun önündeki sehpaya saçılmış boya kalemleri ve resimlere baktı. Duvardaki resimlerde onunda bir fotoğrafı olduğunu fark edince yüzünde belirgin bir gülümseme yerleşmişti.
Onun resminin olduğu çerçeveyi Ege ile birlikte süslemiştik. "Baba hadi gel," diyerek Merih'i yukarıya çıkardı Ege. İkisi birlikte yukarı çıkarken bende hemen arkalarındaydım.
Merih üzerindeki siyah hırkayı çıkarıp odadaki küçük koltuğun üzerine koydu. Griye çalan mavi gözleri odayı inceliyordu. Bu oda benim odamdı. Ege yatağın ortasına yerleşip bizi yanına çağırdı.
Merih sağına bende soluna olacak şekilde yatağa yerleştik. Ege ikimizinde elini tutup kıkırdadı. Ama onun bilmediği bir gerçek vardı ki bu yatakta yatan iki yaralı ruh vardı.
Griye çalan mavi gözleri benim gözlerimdeydi. İkimizde Ege'nin elini tuttuğumuzu sanırken birden birbirimizin elini tutmuştuk. Sessizliği barındıran dudakları aslında birçok şeyi anlatıyordu.
Ege yavaşça gözlerini kapattı. Bizse öylece birbirimize bakıyorduk. Dudaklarım yaşla ıslandı. Mavi gözleri karanlıkta yolumu aydınlatan yıldız gibiydi.
Gökyüzü gibi bakan gözleri onun değişmeyen en güzel yanıydı. Parmakları elimi okşarken yutkundum. Ege'nin uyuduğundan emin olduğunda dudaklarını araladı. "O gerçekten benim oğlum mu?" diye sordu.
Başımı salladım. "O senin oğlun. Bana seni hatırlatan en güzel şey," diye fısıldadığımda gülümsemişti. Eğilip Ege'nin yanağını öptü. Sonra tekrar bana baktı. Bense "Adı Ege," dedim birden.
Merih afallamıştı. İkimizde ortamızda uyuyan Ege'ye baktık. "Seni ilk tanıdığımda taşıdığın adı ona verdim. O zaman bana ne söylediğini hatırlıyor musun?" diye sordum. Öylece gözlerime bakıyordu. Yutkundum.
"Bana senin Ege denizinde boğulmanı istemiyorum Lu. Benim denizimin seni boğmasını senin bir daha böyle bir acıyla yüzleşmeni istemiyorum. Bu yüzden bana sadece profesör de lütfen. Ben senin hayat öğretmenin olmak istiyorum ve olacağım da. Ama senin için hiçbir zaman Ege olamam demiştin."
Söylediklerimle birlikte gözlerinin dolduğunu fark ettim. "Ben o denizde boğuldum Merih," diye fısıldadım.
"Sonra o denize en sevdiğimin adını verdim."
Merih'in yanağından bir yaş süzülerek yastığına damladı. "O gün uçurumdan çakılmaya gittim ben. Yanımda sen yoktun ve ben o uçurumdan senin yokluğunla çakıldım. Bana verdiğin sözü tutamadın. En acısı neydi biliyor musun?" dediğimde yutkundum.
"Bana bu hayatta herkesin değişebileceğini sen öğretmiştin. Ama kendinin de değişebileceğinden hiç bahsetmemiştin."
Bu sözlerle birlikte konuşacak daha fazla halimin kalmadığını hissetmiştim. Elini bırakıp arkama döndüm. Titreyen dudaklarıma rağmen gözlerimi sıkıca yumdum. Sonrasıysa çıkmaz sokaklarda kayboluşum olmuştu.
*******
"Anne!" diye bağırdı Ege. Gözlerimi araladığımda yanıma oturmuş ağlayan küçük bebeğimle göz göze gelmiştim. Neden ağladığını anlayamamıştım. Korkuyla yerimden doğruldum.
"Ne oldu?" diye sorduğumda titreyen dudaklarıyla "Babam yine gitti," diye mırıldandı.
Dün söylediklerimden sonra kalamayacağını biliyordum. Yutkundum. Onun ağlamasına dayanamıyordum. Küçük bebeğimi kucakladım. Kollarımla sımsıkı sarıp onun yatışmasını bekledim. Bir süre sonra parlak mavi gözlerini gözlerime dikti.
"Babam bir daha gelecek mi?"
Başımı salladım. Her ne olursa olsun Ege'nin babasını görmeye hakkı vardı. Ne zaman isterse görüşebileceklerdi. Fakat aynı şey benim için geçerli değildi.
Merih benim için sadece çocuğumun babası olarak kalmalıydı. Ama geçen onca zaman, yaşanan onca şeyden sonra bile onu kalbimden söküp atmaya yetmemişti. Derin bir iç çektim. Sonrasında gözlerim yanı başımdaki komodinin üzerindeki ince beyaz kutuya kaydı.
Kutunun üzerinde hediye olduğunu belli eden bir de fiyonk vardı. Şaşkın bakışlarımla kutuyu alıp açtım. O an beyaz küçük zarflardan biriyle göz göze geldiğim andı. Ondan zarf almayalı çok uzun zaman olmuştu. İçimde yine o tanıdık heyecan belirdi. Küçük zarfımı aralayıp içindeki kağıdı çıkardım. Ege yatağıma uzanmış beni seyrediyordu. Notumu içimden okudum bu sefer.
"Beyaz kuşun kelebeğine anlatamadıklarını yazabilmesi için küçük bir hediye. Gözyaşlarımızın mürekkep olduğu bu dünyada kalbine yaz her şeyi. Bir gün kalbin tıka basa dolduğunda bu kelebeğin kanatlarına sığınmak istersen ben burada olacağım Lu. Sadece bir kanat mesafesi uzağında bir nefes mesafesi kadar da yakınında olduğumu unutma."
Notu zarfıma geri koyup kutunun içine baktım. Siyah bir dolma kalem vardı. Dolma kalemin kapağına beyaz kuş yazısı kazınmıştı. Kenarında küçük bir şerit halinde kağıt parçası sıkıştırılmıştı. "İyi ki doğdun Lu," yazıyordu.
Kalemi kutudan çıkardım. Sadece bize özel bu notlardan bir tanede ben ona yazmak istiyordum. Onun istediği gibi kalbimde biriktirdiğim ne var ne yoksa hepsini kağıda dökecektim. Yataktan kalktım. İlk başta Ege ile birlikte kahvaltı etmiş sonrasında onunla birlikte aktivite yapmak üzere masaya geçmiştik. Ege kuru boyalarla bir adam çiziyordu. Bense hemen yanına oturmuş elime aldığım kağıda bir şeyler yazıyordum.
"İnsan içini dipsiz bir kuyu sanıyor bazen. Sırf bu yüzden kimseye anlatamadıklarını içine içine ağlıyor. Sonra bir bakmış ki içi tıka basa acıyla dolmuş. Bende yüreğimin acıyla dolduğunu hissediyorum Merih Ege. Kalbim bu acıyı taşıyamayacak kadar ağırlaştı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bir çıkış yolu bulamıyorum. Bana yol gösterir misin? Elimden tutup sıkıştığım acıların arasından alır mısın beni?"
Yazdığım yazıyı küçük beyaz zarfa koydum. Onun yokluğunda bu zarflardan onlarca almıştım. Şimdi ona göndermemin vakti gelmişti. Merih'i tanıyordum. Şu an bir köşede bu zarfı bekliyordu. Bende bu zarfı posta kutusuna koyacak ve ona istediğini verecektim.
Ege resim yapmaktan sıkılmış bu sefer televizyondan çizgi film izlemeye başlamıştı. O kendi kendine oyalanırken bende elimdeki zarfı kapının kenarındaki küçük posta kutusuna attım. İçeri girdiğimde Ege koltuğa uzanmıştı. Babasıyla olmak istediğini biliyordum. İlk kelimesi de bu olmuştu zaten. Baba...
Baba dedikten sonra yanına bir şeyler eklemeyi tercih etmişti. Ama asla özneyi değiştirmedi. Babam nerede? Babam ne zaman gelecek? Babam nasıl? Babam bizi özlüyor mu?
Sorularını tek tek cevaplamıştım. Şimdi ise durum farklıydı. Giden gelmişti. Fakat ardında bıraktıkları aynı değildi. Ege çizgi filme dalmışken posta kutusunu kontrol ettim. Tam da tahmin ettiğim gibi zarfım gitmiş yerine bir başka zarf gelmişti. Bunu anlamamı zarfın kenarına çizdiğim kelebek figürünün olmayışından anlamıştım. Zarfı elime alıp içeri girdim. Yeni zarfı araladım.
"Seni değil acılarının arasından kendi yalnızlığının arasından bile çekip alırım Lu ve sana şunu söylemek istiyorum ki bir gün o çakıldığın uçurumu sana cennet bahçesi yapacağım. Bu da Merih Ege Server sözüdür," yazmıştı.
Tam Ege'nin yanına gitmeye niyet etmiştim ki bu sefer kapı çaldı. Ege heyecanla kapıya koştu. "Babam geldi!" diyerek neşeyle şakıdığı sırada kapıyı açtığı gibi hayal kırıklığına uğramıştı. Gelen elinde kese kağıdı rengi bir zarfla postacıydı.
"Luna Arga," diyerek zarfı bana doğru uzattı. Zarfı alıp kapıyı kapattığımda içimde garip bir his vardı. Bu zarfı Merih'in göndermediğini biliyordum. Peki ama bana zarf gönderen kişi kimdi?
Ege içeri gidip dudak bükmüştü. Koltuğa yanına oturduğumda elimdeki zarfa baktı. Zarfın üzerinde gönderenin ismi yazmıyordu. Zarfı aralayıp içindeki kağıdı çıkardım. Kağıttaki yazı bana bir yerden tanıdık geliyordu. Ama bu el yazısının kime ait olduğunu henüz çıkarabilmiş değildim. Yazanları dikkatle okumaya başladım.
"Sana ne zaman baksam içimde ölen insanlığı görüyorum. Adını ne zaman duysam Umay'ın evden ayrılışını hatırlıyorum. Ama öyle bir şey var ki seni bu dünyadaki her şeyden daha çok seviyorum. Bunca yıl sana yaklaşamadım. Bunca yıl senden uzak sana hasretle yaşadım. Bunun sebebi ellerimin seni kirletmesini istemememdi. Şimdi cezamı çekeceğim yerdeyim. Beni ömür boyu affetmeyeceğini de çok iyi biliyorum. Ama bu son zamanımda senin için bir şey yaptım. Merih Ege'yi kaldığı hapishaneden çıkarttım."
Okuduğum son cümleyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Yanlış anlayıp anlamadığımı anlamak için kalan satırları da okumaya devam ettim.
"Çünkü ona ne kadar çok değer verdiğini biliyordum. Torunuma onun adını verdiğini de... Üstelik onunda işlemediği bir suçu kabullenip senin için içeride kalmayı göze aldığını öğrendiğimden beri gözüme uyku girmiyor. Sana şunu söylemek istiyorum güzel kızım. Baban olarak sana doğum günü hediyesi olarak sevdiğin adamı gönderiyorum. Bir ömür boyu mutlu ol kızım. Seni çok ama çok seviyorum. Sevgilerle baban..."
Okuduklarımla kalakalmıştım. Ege'nin anne diye seslenişlerini bile çok sonradan duyabilmiştim. Merih Ege bunca zaman söylendiği gibi yurt dışında değil hapishanedeydi. Bunu kabullenmem uzun sürmüştü. Elimdeki kağıdı bir köşeye bırakmış ağlamaya başlamıştım. Ege küçük elleriyle yanağımdaki ıslaklığı sildi. "Neden ağlıyorsun?" diye sorduğunda bana onu hatırlatan güzel gözlerine baktım.
Derin bir iç çektim. Ege'yi kucağıma alıp ona sıkıca sarıldım. Merih'e söylediklerimi anımsayınca kendimi kötü hissetmiştim. O bunca zaman benim yüzümden içerideydi. Benim işlediğim cinayeti üstlenmişti. Şimdi ise bizden ayrıydı.
"Beyaz kuşlar ağlamaz," diye mırıldandı Ege. Başını göğsüme yaslamıştı. Saçlarını kokladım. Bebek şampuanının yanında onun eşsiz kokusuyla doldurdum ciğerlerimi. Sonra gülümsedim.
"Karahindiba teyzeye gitmeye ne dersin?" diye sordum. Ege bu sorumla sevinçle kıkırdadı. Ege'yi karahindiba teyzeye bırakacak sonra da Merih'in yanına gidecektim.
Bir şeyleri düzeltmenin ve en önemlisi yarım kalanı tamamlamanın vakti artık gelmişti. Kuş ile kelebek çıkmaz sokakta mahsur kalmıştı. Ama şimdi uçmaya cesaretleri vardı. Kuş kelebeğini esir kaldığı sokaktan kurtaracaktı. Bunun için söz veriyorum. Luna Arga sözü... |
0% |