@sevvnuraydn
|
Kuş kelebeğine olan aşkının artık bitmesini istiyormuş. Yüreğini kaplayan dikenli güllerin solmasını istiyormuş. Dikenlerin açtığı yaraların kapanmasını ve her ne olursa olsun kelebeği unutmak istiyormuş.
Derin bir iç çekmiş beyaz kuş. Geçen beş yılda unutamadığı kelebeği şimdi nasıl unutacakmış? Gözden ırak olan gönüldende ırak olur derler.
Kuş bu sözün doğru olmadığını anlamış. Baktığı her yerde onu gördüğünde, içindeki en ufak çarpıntının adına onun adını verdiğinde anlamış. Nefes alma sebebinin kelebek olduğunu hissettiğinde anlamış.
Ne zaman ne de yokluk değiştirebilmiş bu gerçeği. Kelebek kuşun kalbindeki derin yaraydı. Kuş ise kelebeğin ölüm sebebi...
Kuş kelebeğinin yansımasıyla baş başaydı. Kelebek ise kuşun kanadından düşen bir beyaz tüyle...
Kuşun doğum günü gelip çatmış. Kelebeğinden ayrı geçirdiği kim bilir kaçıncı doğum günüydü bu. Kelebek ise bir kozaya esir kaç bahar görmemişti kuşunu.
Bu kez görecekti. Kuşun yuvasının önüne konmuş kelebek. Beklemiş, beklemiş ve beklemiş. Esen rüzgar kanatlarını kırmaya niyetli olsada kuşu görmeden gitmeyecekmiş.
Beyaz kelebek kuşu görmüş. Gözünden akan yaşlarla onunla son bir kez konuşmak istediğini söylemiş. Kuş bunca yıl içinde kopan fırtınanın sebebinin karşısına çıkmış.
Kuş kelebeğin gözlerine baktığında söylediği sözlerle bir kez daha öldürmüş sevdiğini. Yüreklerdeki kelebek mezarlıklarında koparılmış kelebek kanatları varmış artık. Bembeyaz koparılmış kelebek kanatları...
_______
"Anahtar arabada. Bin ve git!"
Bana bunu söylediğinde sahip olduğu her şeyi benim için feda edeceğini nereden bilebilirdim ki? Merih benim için özgürlüğünden, isminden, hayatından ve en kötüsü de kendinden vazgeçmişti.
Bazı gerçekleri kabul etmek can yakar. Babamın annemi öldürdüğünü öğrendiğimde bile bu kadar canım yanmamıştı. Ölesiye nefret ettiğim adamdan bir farkım kalmamıştı. Gözlerimi boşluktan minik denizime çevirdim.
Ege heyecanla masanın üzerindeki kağıtlarını ve birkaç boya kalemini çantasına tıkıştırmakla meşguldü. Karahindiba teyzenin evine gitmeye bayılıyordu. Orada eski antika ahşap oyuncaklarla oynuyordu.
Karahindiba teyzenin ona yaptığı lezzetli kurabiyelerden yiyordu. Onu sahip olamadığı anneannesi olarak görüyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Daha sonra Ege resim yapmak için kağıtlarını bir araya toplarken ben de Merih'i aramak için yukarıya çıktım.
Arama geçmişimden onun beni en son aradığı numarayı tuşladım. Telefon daha ilk çalışta açılmıştı. "Lu," diye fısıldadı. Yutkundum. Öğrendiğim gerçeklerden sonra ona söylediklerime rağmen bana olan şefkatini ses tonundan bile anlayabiliyordum.
"Merih," dediğimde daha şimdiden dün gece söylediğim sözlerin pişmanlığını yaşıyordum. "Seninle konuşmak istiyorum. Müsait misin?" diye sordum. Bunun üzerine aramızda kısa bir sessizlik hakim oldu.
"Akşam saat sekizde seninle yıllar sonra karşılaştığımız o çıkmaz sokağa gel."
Ona söylediğim onca sözden sonra üstelik canını bile isteye yakmama rağmen benimle görüşmek istiyordu. İçimde bliren rahatlamayla "Orada olacağım," dedim ve telefonu kapattım. Odadan çıktığımda Ege'nin çoktan çantasını hazırlamış karahindiba teyzeye gitmeyi beklediğini gördüm. Merdivenlerden inip yanına gittim. "Hadi karamimdiba teyzeye gidelim," dedi Ege heyecanla. Bunun üzerine gülümsedim.
Ege ile birlikte pijamalarımızı değiştirip hemen karşı taraftaki evde oturan karahindiba teyzenin kapısını çaldık. Ege biraz fazla sabırsız olduğundan zile biraz fazla uzun basmıştı. Kapı zili kuş sesleri çıkarıyordu. Bir süre sonra karahindiba teyze kapıyı açtı.
"Karamimdiba teyze," diyerek sevinçle Gülbahar teyzenin bacağına sarıldı Ege. Onun bu tatlı haline gülmeden edemedim.
"Benim kuzum gelmiş," diyerek Ege'ye sıkıca sarıldı Gülbahar teyze. Yanaklarını tek tek öpüp "Sana en sevdiğin tekerlek şekilli kurabiyelerden yaptım," dedi.
Ege fırından yeni çıkmış sıcak kurabiye kokusunu almış olacak ki koşarak içeriye geçti. Bunun üzerine Gülbahar teyze gözlerini bana dikti. "Luna'm," dediğinde yüzümdeki gülümsemenin ardına sakladığım kederi sezdiğini anlamıştım.
Kenarları kırışıklarla çevrili gözlerinde şefkatli bir ifade belirmişti. Titreyen elleri benimkileri kavradı. "İçeri geçelim," diye mırıldandı. Karahindibaya benzeyen sarımtırak kıvırcık saçlarında üzerindeki elbisesiyle uyumlu renkli çiçekli bir toka vardı. Sanki saçları anaç yanını yansıtması için yaratılmış gibiydi.
Beraber içeri geçip kapıyı kapattık. Ege her zamanki gibi mutfaktaki masaya oturmuş kurabiyelerini sütüne bandırarak yemekle meşguldü. Bense bu koca beş yılda içimde biriken her şeyi anlattığım gibi bu yaşadığımı da ona anlatacaktım. Gülbahar teyze ile onun bahar havası veren dört bir tarafı saksılarla dolu oturma odasına geçtik.
Koltuğa yanına oturduğumda güven vermek istercesine gülümsemişti. Eliyle dizlerini işaret etti. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Başımı onun dizlerine yasladım ve onun titreyen ellerini saçlarımda gezdirmesine izin verdim.
"O geri döndü," dedim birden. Bu söylediğimle yutkunmak zorunda kalmıştım. Boğazıma oturan yumrunun verdiği acıyla yüzümü buruşturdum.
"O beni aslında bırakmak istememiş biliyor musun? Bırakmak zorunda kalmış."
Karahindiba teyze saçlarımı okşarken ağlamaya başlamıştım. Küçükken yaşıtım kızların anneleriyle olan hallerini çok kıskanırdım. Bir gün salıncakta tek başıma sallanırken bir kızın kaydıraktan kayarken düşüşüne şahit olmuştum.
Kız dizini tutarak ağlamaya başlamıştı. Bankta oturan annesi kızın yanına koştu. Onu kucaklayıp sakinleştirdi. Daha sonra çantasından çıkardığı renkli yara bandını kızın dizine yapıştırdı. O an belki düşersem benimde annem gelir diye düşünmüştüm. Çocuk aklı işte...
Salıncakta ileri geri sallanmaya başladım. Yükseldikçe yükseldim ve en sonunda kendimi belirli bir yükseklikten boşluğa bıraktım. Dizlerim asfalta sürtmüştü. Diz kapağımda derin bir yara açılmış kanamaya başlamıştı.
Dizimdeki kana baktım. Ağlamaya başlamıştım. Belki annem sesimi duyup yanıma gelir diye zaman geçtikçe sesimi daha çok yükseltmiştim. Ama bu çabam yersizdi. Canım o an daha önce hiç olmadığı kadar çok yanmıştı. Dizimin acısını unutmuştum. Annemin gelmiyor oluşuna ağlıyordum. O günden sonra düşmemeyi öğrenmiştim. Düşsem bile yeniden kalkmayı ve yoluma devam etmem gerektiğini öğrenmiştim. Artık dizlerimde yaralar yoktu. Büyümüştüm. Annesiz büyümüş sonunda anne olmuştum.
Gözümdeki yaşları elimin ayasıyla sildim. Karahindiba teyzenin dizinden kalkıp onun zeytin gibi simsiyah gözlerine diktim gözlerimi. "Artık onunla olabilirim. Hem sadece ben değil. Ege de artık babasıyla birlikte olabilecek," dediğimde gülümsemişti.
Buruşuk elleri benimkileri kavradı. "Ona git," diye mırıldandı. Gözlerim saçlarındaki morla pembe karışımı menekşe çiçeği tokaya takıldı.
"Akşam ona gideceğim."
Bu söylediğim onu memnun etmişti. "Ege benimle kalsın. Dönüşte alırsın," dedi ve ellerimi bıraktı. Ege'yi kontrol etmek için mutfağa geçtim. Tam da tahmin ettiğim gibi sütünü ve kurabiyesini bitirmişti.
Minik dudaklarına kurabiye kırıntıları bulaşmıştı. Öyle sevimliydi ki ona her baktığımda benim çocuğum olduğu için şükrediyordum. "Anne bak bitirdim," dedi neşeyle.
Önündeki tabağı ve bardağı alıp lavabonun içine bıraktım daha sonra onun göz hizasına eğildim. Uzanıp yanaklarını doya doya öptüm. "Aferin benim yakışıklı oğluma," dediğimde kıkırdamıştı.
Oturduğu sandalyeden kalkıp ellerini yıkamak üzere mutfaktaki tabureye çıktı. O ellerini yıkarken bende çıkan bulaşığı makineye dizmiştim. "Anne babam ne zaman gelecek?" diye sordu Ege.
Önceleri bana bu soruyu her sorduğunda içime dünyanın yükünün bindiğini hissediyordum. Mavi gözlerine bakmaya çekiniyordum. Ona hiçbir zaman yalan söylememiştim. Bana her bu soruyu sorduğunda işi bitince gelecek diyordum. Ama bu sefer durum farklıydı.
Ege'yi kucağıma aldım. Kollarını boynuma dolamış gökyüzü gibi bakan gözlerini gözlerime dikmişti. "Ben akşam dışarı çıkacağım. Sende karahindiba teyzeyle beraber burada beni bekleyeceksin," dedim.
Ege kaşlarını çatmış dudaklarını bükmüştü. Kırıntıyla dolu dudaklarını tezgahın üzerinden aldığım peçeteyle sildim. Daha sonra "Üzülme miniğim. Akşam tek olmayacağız. Babanda bizimle birlikte olacak," dediğimde gözleri kocaman olmuştu.
Çocuksu kahkahası mutfakta yankılandı. "Babam bizimle mi kalacak?" diye sordu. Heyecanına karşılık gülmeden edemedim.
"Evet yine üçümüz birlikte uyuyacağız anneciğim."
Ege başını omzuma yasladı. Boynuma sıkıca sarılmıştı. Onu alıp salona geçtim. Karahindiba teyze bu saatlerde öğlen uykusuna yatardı. Bu ona Ege'nin kattığı küçük bir alışkanlıktı. Ege omzumda esnemeye başladı.
Karahindiba teyzenin uyuduğu koltuğun karşısındaki büyük koltuğa uzandım. Ege boynuma sarılmış gözlerini yummuştu. Alnını öptüm. Güzel kokusunu içime çektim ve minik denizime sarılarak uykuya daldım.
*******
Gözlerimi açtığımda karahindiba teyzenin çoktan uyanmış olduğunu gördüm. Ege ise yanımda değildi. Kafamı mutfağa doğru uzattığımda birlikte yemek yaptıklarını gördüm. Tam o sırada gözlerim duvardaki guguklu saate kaydı.
Saat sekize yirmi vardı. Bunu gördüğümde "Geç kaldım!" diye bağırmıştım. Ege merakla yanıma koştu.
"Benim şimdi çıkmam gerek. Konuştuklarımızı hatırlıyorsun değil mi?"
"Karamimdiba teyzeyi üzmeyeceğim anneciğim," dedi Ege. Yüzündeki tatlı gülümsemesine daha fazla dayanamadım. Ona sıkıca sarılıp öpücüklere boğduktan sonra evden çıktım. Karşıya geçtim. Daha sonra evin önüne park ettiğim arabaya geçtim. İçimde ilk günlerin heyecanı belirmişti. Merih'in yanına gidecek olmak heyecandan titrememe neden oluyordu.
Direksiyonu kavrayan parmaklarım titriyordu. Derin bir nefes aldım. Anahtarı kontağa sokup çevirdim. Artık onu görmeye hazırdım. Geç kalma ihtimalim beni korkutuyordu. Arabayı elimden geldiğince hızlı kullanmaya çalışıyordum.
Birkaç dakika sonra arabayı çıkmaz sokağın yakınlarında bir yere park etmiştim. Hava kararmıştı. Sokak lambaları boş sokakları aydınlatıyordu. Adım attıkça ayakkabılarım belirli bir ritimde ses çıkarıyordu.
Sokağın başına geldiğimde telefonun saatine baktım. Saat sekizi beş geçiyordu. Sokağın öteki tarafında arkası dönük bir adamın olduğunu görüyordum. Üzerine vuran loş ışıktan onun Merih Ege olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Adımlarımın ritmi değişti. Ona doğru koşmak istiyordum. Aceleci adımlarım beni ona götürdü. Duvarın önünde durmuş birbirimize bakıyorduk. "Neden bana gerçeği söylemedin?" diye sordum birden.
Merih yutkundu. Gök mavisi gözlerini benden kaçırmayı tercih etmişti. "Çünkü senin daha fazla acı çekmeni istemedim Lu. Eğer içeride olduğumu bilseydin bu sana daha çok acı verecekti," dediğinde dudaklarım titremeye başlamıştı.
"Vakit doldu Lu. Özgürlüğümün vakti geldiğinde sana kavuşabilirdim sadece. Şimdi o vakit doldu. Artık ne duvarlar var aramızda ne de başka bir şey."
"Özür dilerim. Keşke o sözlerin hiçbirini söylemeseydim Merih. Keşke söylemeseydim."
Merih'in gözlerindeki sıcaklığa sığındım. "Hepsi geçti Lu. Hepsi geçti. Artık benimlesin. Artık benimsin," dediğinde tüm bunlar bana bir rüyaymış gibi geliyordu. Sanki biri beni uyandıracak ve ben yeniden yalnız kalacakmışım gibi korkuyordum.
Gözlerimi kaçırdığımda Merih'in elinde beyaz bir çiçeğin olduğunu gördüm. Bu bir zambaktı. Merih'in dudaklarına damlayan yaşları gördüm. Elindeki çiçeği parmaklarının arasında çevirdi. Saçlarıma beyaz bir zambak iliştirdiğinde ikimiz de hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk.
"Sana neden zambak getirdim biliyor musun? Çünkü zambağın anlamı yalnızlıktır. Ben sensiz çok yalnız kaldım Lu."
Birbirimize dokunmayı, ciğerlerimizi birbirimizin kokusuyla doldurmayı istiyorduk. Ama bunu yapacak cesaret ikimiz de de yoktu. Ta ki içimdeki özlem onu ölümüne isteyene kadar...
Bir an bile duraksamadım. Ona sarıldığımda ruhumun tamamlandığını hissetmiştim. Başımı onun boynuna gömdüğümde o da başını saçlarıma gömdü. Kokusunu çektim ciğerlerime. O insanı sarhoş eden güzel kokusunu...
Özlemek böyle bir şey miydi? Kelebeğin kül olacağını bile bile aşkına uçması mıydı? Özlemek beyaz kuşun kelebeği için kalbini yarıp onu içine sokması mıydı? Özlemek onun adıydı. Özlemek Merih'ti. Özlemek onsuz olmaktı. Özlemek kalbinin diğer yarısını alıp götüren birinin ardından bakmaktı. Özlemek benim kalbimdi. Benim kalbim Merih'ti.
"Sensedim," diye fısıldadı Merih. Sesi Ege'nin sesi gibiydi. Geceleri kabus gördüğünde benimle uykusundan uyanıp bu ses tonuyla konuşuyordu.
Parmaklarım onu daha da sıkı kavradı. "Sensedim ne demek biliyor musun Lu?" diye sordu. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Yıllardır hasret kaldığım gökyüzü artık benimleydi.
"Sensiz kaldım demek. Susuz kalmak gibi..."
Yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Merih elini cebine attı ve beyaz ipek mendilini çıkardı. Gözyaşlarımı ipek mendiliyle sildi. Şefkatli parmakları yanağımdaki küçük çukuru okşadı. "Biliyor musun?" diye sordum birden.
"İlk defa bir rüyaya değil sana sarılıyorum Merih."
Merih benimle birlikte ağlarken ikimizin de yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Eliyle yavaşça yüzümü kavradı. Parmakları gamzemde gezinirken beni özlemle öptü. Nefes almayı unutmuştum. Onun nefesi benim nefesimdi. Benimki de onun...
Parmaklarım saçlarını kavradı. Onu kendime daha da çok çektim. Gözyaşlarımız dudaklarımızı ıslatıyordu. Onca yılın acısı dudaklarımızın kavuşmasıyla son bulmuştu sanki. Merih ile ayrıldığımda alnını alnıma dayamıştı.
"Seni çok özledim," dedi nefes nefese. Elinin ayasıyla yanağımı okşarken gözleri gözlerimde geziniyordu.
"Saçlarından gelen bahar kokusunu, gözlerinin derinliklerinde kaybolmayı, gülümseyince yanağında beliren gamzelerini, adımı söylemeni, elinin saçlarımda gezinmesini, beni öpüşünü, sıcaklığını, dudaklarındaki o sıcak gülümsemeyi özledim Lu."
Bunu söylerken önce saçımın bir tutamında, göz altlarımda, dudaklarımda ve en sonunda da gamzemde gezindi parmakları. "Seni özledim hem de kendimi kaybedecek kadar çok," dediğinde derin bir iç çektim.
"Kelebek o gece kuşundan ayrıldığında öldü. Şimdi kuşunun kanatları arasında yeniden doğmayı diliyor..."
"Kuş yıllarca kelebeğine hasret yaşadı. Şimdi minik deniziyle birlikte kelebeğini yanında istiyor."
Merih ellerimi tuttu ve "Biz bu gezegene ait değiliz Lu. Bizim bulunduğumuz yer bambaşka bir gezegen," dedi birden. Bu söylediğiyle neyi kast ettiğini anlayamamıştım. Ta ki beni uzay resminin olduğu duvarın önüne getirene kadar...
Bir zamanlar boş olan o devasa duvar artık bir uzay boşluğuydu. Tam ortada kırmızı bir gezegen vardı. Merih gezegeni... Yanında da beyaz kuş... Merih gezegenin uydusu olan kuş...
Uzayımızda bir tane bile yıldız yoktu. Onun yerine yıldızlardan daha güzel kelebeklerimiz vardı. Bizim asıl ait olduğumuz dünya burasıydı. Merih ile benim ait olduğum dünyamız...
"İşte bu gezegen Merih gezegeni... Bu da onun uydusu olan beyaz kuş... İkisi birlikte aşkla dans ederken beyaz kelebekler onların ruhlarını aydınlatan birer yıldız... Bu boşlukta uzay boşluğu değil aslında. Bu bizim denizimiz Lu."
Duvardaki resme daha dikkatli baktığımda Ege denizinin ortasında olduğumuzu fark ettim. Gözlerim resmin üzerinde gezinirken ne diyeceğimi bilememiştim. Bizim gezenimizin uydusu beyaz bir kuştu. Yıldızlarıysa kelebekler...
"Merih," diye fısıldadığımda kusursuz gülümsemesiyle içimden dökülmeyi bekleyen sözcükler dudaklarımdan çıkmıştı.
"Minik denizimizin yanına gitmeye ne dersin?"
Elimi uzattım. Parmaklarını usulca parmaklarıma kenetledi. Birlikte duvarımızı ardımızda bırakarak çıkmaz sokağın girişine doğru yürümeye başladık. Issız sokaklar sanki biz adımladıkça insanlarla dolmaya başlıyordu.
Etraf sakince yürüyenler, bankta oturup konuşanlar, şarkı söyleyen sanatçılar ve daha niceleriyle doluydu. "Lu," dedi Merih birden.
Gözlerimi ona çevirdiğimde birlikte arabama doğru yürüyorduk. "Bana biraz Ege'yi anlatır mısın?" diye sordu. Ne kadar heyecanlı olduğu ses tonundan belli oluyordu. Arabaya geçtiğimizde Merih yan tarafıma oturmuş bense arabayı kullanmaya başlamıştım.
"O geceye kadar onun varlığından haberim yoktu. Kendimi uçurumun kenarında bulduğumda beni ölümden kurtaran oydu. Başım dönmüştü. Direksiyon başında baygınlık geçirmişim. Gözlerimi açtığımda hastanede bulmuştum kendimi."
Merih gözlerini boşluğa dikmişti. Bense sözlerime kaldığım yerden devam ettim. "Hamileymişim. İçimde bir bebek taşıdığımı öğrendiğimde içinde bulunduğum çıkmazdan kurtulmuştum sanki. Aylar geçti. Karnım belirginleşmeye başladı. Her gece Romeo ve Juliet'i okudum ona. Elimi karnıma koydum ve ona seni anlattım," dediğimde bir anlığına durgunlaşan Merih'e baktım.
"Ona seni anlattığımda içimde bir hareketlilik oluyordu. Daha o zamanlardan onun sana benzeyeceğini anlamıştım," dediğimde Merih'in artık tamamen durgunlaştığını gördüm.
Kaçırdıkları canını yakıyordu. Merih'e bakarak "Sonra o doğdu. İlk işim kimliğine senden bir parça koymak oldu. Kimlikte Deniz Ege Server yazılı. Ama ben ona hep Ege diye seslendim," dedim. Merih gülümsedi.
"Onun bebekliğini kaçırdın. Ama bundan sonra onunla olacaksın Merih. Eve gittiğimizde sana bebeklik fotoğraflarını göstereceğim. Bir gün dönersin diye onunla geçirdiğim her anı videoya çekmiştim. İzlediğin zaman onun hakkında her şeyi bilmiş olacaksın."
Direksiyonu evin olduğu sokağa kırdım. Biraz sonra Ege'yi alıp eve geçecektik ki ani bir frenle arabayı durdurmak zorunda kalmıştım. Sokak polisle doluydu. Kalbim korkudan küt küt atıyordu. Bir şey olmuştu. Ama ne?
Arabadan inip polislerin olduğu tarafa doğru koşmaya başladım. Merih de hemen peşimdeydi. Polisler karahindiba teyzenin evinin önündeydi. O an aklıma Ege gelmişti. Koşarak evimin karşı kaldırımında polislerle dolu evin önüne fırladım. Karahindiba teyze evin önündeki merdiven basamağına oturmuş titriyordu.
"Ege nerede?" dedim panikle. Karahindiba teyzenin gözleri beni buldu. O an ince kollarındaki morlukları fark ettim. Polis sirenine karışan ambulans sireniyle oğlumun olmadığı gerçeğiyle sarsılmıştım.
"Merih oğlumuz yok!"
Merih beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bir yandan bir yerlere telefon ediyordu. Polis ekibinden bir adam yanımıza geldi. "Deniz Ege Server'in velisi siz misiniz?" diye sordu.
Merih ile birlikte korkuyla polis memuruna baktık. "Ben annesiyim," dedim titreyen sesimle. Polis memuru elinde tuttuğu origamiden kelebeği bana doğru uzattı.
"Oğlunuz saat 20.10 sularında kimliği belirsiz biri tarafından zorla kaçırıldı."
Beynimden aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Ege origamiden kelebeği olmadan uyuyamazdı. Aç mıydı? Korkuyor muydu? Ona bir şey yapmışlar mıydı? Sorular beynimi karıncalandırıyordu.
Elimde onun için yaptığım origamiden kelebekle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Merih bana sarıldı. O da benimle birlikte ağlıyordu. "Onu bulacağız," diye mırıldandı güçlükle.
Sokağın başından bir polis özel harekat aracı geçmişti. İçinden çıkan kişileri gördüğümde aklıma Amerika'da yaşadıklarımız geldi. Turan ve Nehir yanlarında Kerim ile birlikte bu tarafa doğru geliyordu.
Kerim "Nasıl oldu?" diye sordu. Konuşacak durumda değildim. Nehir ile Turan diğer polis arkadaşlarıyla konuşurken Merih kısaca durumu Kerim'e izah etti. Bunun üzerine Kerim birkaç kişiye telefon etti. En sonunda gözleri beni buldu.
"Tahsin Soydere torununun kaçırıldığını öğrenmiş. Tüm adamlarını seferber etti," dedi Kerim. Nehir ile Turan ise olayın aslını öğrenir öğrenmez yanımıza geldi.
"Kaçıran adam Gülbahar Hanımı darp etmiş. Ege kaçmaya çalışmış sonrasında siyah kar maskeli biri tarafından siyah camlı uzun bir araca bindirilmiş. Mobese kayıtlarına göre aracın plakası yok."
Duyduklarımla birlikte gözümün önünde beliren görüntüler dehşet vericiydi. Ege'nin çırpınışlarını hayal ettikçe daha çok ağlıyordum. "Onu nasıl bulacağız?" dedim hıçkırıklarımın arasından.
Merih ile Turan bu konu hakkında uzakta konuşmaya başladı. Nehir ise beni omuzlarımdan tutup kaldırım taşına oturttu. Elimde onun kağıttan kelebeğiyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Bebeğim kaçırılmıştı. Onu kim neden kaçırmış olabilirdi bir türlü aklım almıyordu. "Ege'yi bulacağız," dedi Nehir. Gözleri elimdeki kelebeğe takılı kalmıştı.
"Ege bu olmadan uyuyamaz," diyerek kelebeği ona uzattım.
"Babasının yokluğunda her gece bu kelebeğe bakarak uyudu. Şimdi annesi de yanında yok. Korkuyor mu? Aç mı? İyi mi? Bilmiyorum! Kafayı yemek üzereyim!"
Nehir kağıttan kelebeği parmakları arasında evirip çevirirken "Bu kelebeğin içinde bir not var," demişti. Gözlerimi ona çevirdiğimde kağıttan kelebeğin kanatlarını aralayıp içine yazılmış yazıyı gösterdi.
"Turan!"
Nehir'in Turan'ı çağırmasıyla herkes etrafımıza toplanmıştı. Nehir kelebeği tamamen bozup kağıdı iyice açtı. İçinde kırmızı kuru kalemle yazılmış bir not vardı. Kaçıran kişi oğlumun kalemini kullanmıştı.
"Gerçekler tıpkı bu not gibi sırlardan oluşur. Senin geçmişinde sırlarla dolu. Geçmişindeki gerçekleri öğren. Bana gerçeği getirmediğin sürece oğlunu bir daha asla göremezsin."
Notta yazan tam olarak buydu. Aynı yazıyı defalarca kez okumuştum. Gerçekten kastı neydi? Oğlumun tüm bunlarla ne alakası vardı?
"Bu not doğrudan sana yazılmış," dedi Nehir. Gözleri endişeyle gözlerimde gezinirken yüzümün kireç gibi olduğuna dair en ufak bir kuşkum dahi yoktu. Kim benden ne isterdi ki? Benim kimseye bir zararım olmamıştı. Tek bir kişi dışında...
Kartal'ın yaşamadığına emindim. Fakat ya onunla bağlantılı biri benimle uğraşıyorsa ya da bu kişi Kartal ile değil doğrudan babam ile bağlantılı biriyse? Kafamın içinde onlarca ihtimal dolaşıyordu. Ama hiçbiri beni geçerli bir cevaba ulaştırmıyordu.
"Lu," dedi Merih endişeyle. Donup kalmıştım. Tıpkı o gece de olduğu gibi...
Merih başımı omzuna yasladı. Beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Kendince bir çıkar yol arıyordu. Ama nafile. Birileri benim peşimdeydi ve bunun için oğlumu kullanıyordu.
"Merih," dedim çaresizce. Onun omzunda nota bakıp bakıp ağlıyordum. Geçmişimdeki sır neydi? Bu sırrın muhattabı hiç şüphesiz beni oğluma götürecekti. Bunun için nefretimle yüzleşecek olsam bile o sırra ulaşacaktım.
"Babamla görüşmek istiyorum," dedim birden. Bunun üzerine Merih "Bunu yapmak istediğine emin misin?" diye sordu. En ufak bir kuşkum dahi yoktu. Söz konusu oğlumdu ve ben onun için her şeyi yapardım.
O gece nefretimin sebebiyle bir görüşme ayarlandı. Soğuk hapishane koridorlarını adımlarken Merih'in burada kaldığı gerçeği aklıma gelmişti. Benim için kendini feda ettiği aklıma gelmişti.
Kelebek kuşu için kozaya esir olarak yaşamıştı. Kuş ise denizin dalgalarına kapılmıştı.
Demir kapı gürültüyle açıldığında derin bir nefes aldım. Bunu oğlum için yaptığımı kendime hatırlatıp içeriye doğru bir adım attım. Loş ışığın altında oturmuş bana bakan babamla göz göze geldim.
Küçükken bahçede babamla yaşadığım bir anı gözlerimin önünde belirdi. O zamanlar lise ikinci sınıftaydım. Tatilde beni eve yollamışlardı. Senede iki defa eve uğrardım. O senede annemin ölüm yıldönümüne denk gelmişti.
Babam tıpkı şu anda da olduğu gibi masaya oturmuş gözlerini uzaklara dikmişti. O zamanlar hayrandım babama. Her ne kadar onun beni sevdiğine dair şüphelerim olsa da içten içe beni sevdiğine hep inandım.
O gün içimdeki cesareti topladım. Babamın yanındaki sandalyeye oturup gülümsedim. Dalgın bakan gözleri beni buldu. Bana öyle bir bakışı vardı ki bunun sevgiden değil nefretten olduğunu o zamanlar anlamıştım.
Gözlerimin önünde beliren anıyla birlikte karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Artık bir şeyleri açığa kavuşturmanın vakti gelmişti. Bu gece çözülmeyen sır kalmayacaktı. Her şey gün yüzüne çıkacak ve ben oğluma kavuşacaktım. Bedeli her ne olursa olsun... |
0% |