@sevvnuraydn
|
Beyaz kuş içinde kopan fırtınanın kelebeğinin dönüşüyle geçeceğini sanıyormuş. Halbuki dönüş gidişten daha çok can yakacakmış. Derler ya herkes öldürürmüş sevdiğini diye...
Kuş da kelebeğini öldürmüş. Onun için bir kozaya hapis yaşayan kelebeğini...
Kelebek ise kuşunun hançeriyle öldürülüşüne ses etmemiş. Çünkü eğer bir gün ölürse kuşunun kalbinde ölmeyi dilemiş.
Beyaz kuş kelebeğinin onu bırakıp gitmediğini öğrendiğinde anlamış her şeyi. Kelebeğine doğru uçmuş. Kelebek kuşuna hiçbir zaman kin tutmazmış. Kuşu ona ne zaman sığınmak istese kanatlarını açarmış. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...
Kelebek kuşunu kanatlarının altına almış. Onu özlemle öpmüş. Kokusunu içine çekmiş ve onca yılın esaretinden sonra kuşunun güzel gözlerine bakmış. "İşte şimdi yeniden doğdum," demiş kelebek.
Kuş ise gökyüzüne kavuşmuş. Bu gökyüzünü en az onun kadar çok özleyen biri daha varmış. Kuşun minik denizi de gökyüzüyle buluşmayı bekliyormuş.
Kuş ile kelebek minik kelebeğin yanına uçmuş. Ama minik kelebek artık yokmuş. Onu almışlar kuşun kanatlarının arasından. Ondan kalan sadece bir not ve bir de gözyaşıymış. Yavrusuz kalan bir annenin gözyaşı...
_______
"Ne düşünüyorsun baba?" diye sormuştum o zamanlar. Babamın yanındaki sandalyeye oturmuş onu izlerken gözleri beni buldu. Yüzündeki donuk ifadenin yanında insanı korkutan bakışlarıyla yutkunmuştum.
Anımı anımsamak bile karşımdaki adama bakıp hesap sorma istediğimi körüklüyordu. "Hatırlıyor musun?" diye sordum birden. Bunun üzerine gözlerini çekinerek de olsa gözlerime dikti.
"Eve en son ne zaman geldiğimi hatırlıyor musun?"
Başını hafifçe sallayıp gözlerini kaçırmıştı. Elimi yavaşça masaya koydum. "On altı yaşındaydım. Eve bir daha adım atmamaya yemin ettiğimde daha on altı yaşındaydım," dedim. Her bir sözcük boğazıma düğümleniyordu sanki.
"Bahçede tıpkı şu anda da olduğu gibi masada yanına oturmuştum. Ne düşündüğünü o zamanlar o kadar çok merak ederdim ki sürekli acaba zihninin ücra köşesinde dahi olsa bana bir yer var mı diye merak ederdim biliyor musun?"
Bazen anılardan çok onları anlatış biçimimiz yakar canımızı. Şu anda benim canımın o zamandan daha çok yanışı gibi...
"Ben küçükken sana hayrandım biliyor musun? Okulda herkes babasını anlatırken ben seninle küçücük bir anım olmamasına rağmen onlara hayallerimde baba kız olarak yaşadıklarımızı gerçekmiş gibi anlatırdım. Ben Tahsin Soydere'nin kızıyım derdim herkese."
Bu sözlerimin onu tokatlamaktan hiçbir farkı yoktu. Karşımdaki dağ gibi adamın omuzları düşmüş gözleri dolmuştu. Dili tutulmuştu. Tek kelime etmeye gücü yoktu.
"Ama sen o kızı hayatının küçücük bir yerine bile sığdıramadın. Beni kimsenin istememesi önemli değildi. Beni sen istemedin. Beni hayatın boyunca bir utancın tohumu olarak gördün. Hiçbir zaman kızın olamadım ben senin. Bana o gün bahçede oturduğumuzda dediğin şeyi hatırlıyor musun?"
Tek kelime etmedi. Yaşlar usulca yanaklarından süzülürken karşısında kendimi tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. "Bana annene benzediğin için senden nefret ediyorum demiştin. Yüzümü görmeye bile tahammül edemediğini söylemiştin," dediğimde boğazıma keskin bir ağrı saplanmıştı.
"İlk o zaman öldün bende. İkincisinde de annemi öldürdüğünü öğrendiğimde..."
Karşımda onu ağlarken görmek o kadar çok canımı yakmıştı ki ikimizin hıçkırıkları da birbirine karışıyordu. "Sen benim için öldün baba," dedim çaresizce.
Babam başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır kızım," dediğinde sesinin tınısıyla daha çok ağlamıştım.
"Beni kaybettin. Ama en azından benim bu hayattaki en değerli varlığımı kaybetmeme izin verme. Bana oğlumu ver," dedim elimin ayasıyla yanağımdaki yaşları silerken. Masanın üzerinden yüzümü yüzüne yaklaştırdım.
"Bana şimdi geçmişte ne olup bittiğini anlatacaksın. Oğlumu bulmam için mazinin kirli sayfalarını aralayacaksın baba."
Babam başını hafifçe sallamakla yetinmişti. Bir süre aramızda derin bir sessizlik hakim oldu. Geçmişi anımsamak bile onun titremesine yetmişti. Sonra "Senin üçüncü yaş gününde annen hamile olduğunu öğrendi," dedi birden.
Duyduğum şeyin gerçekliğini algılamakta epey zorlamıştım. Benim bir kardeşim olacaktı. Peki ona ne oldu? Gözlerim beklentiyle karşımda ağlayan ihtiyar adamın gözlerinde gezindi.
"Ama bebek beklenenden erken doğunca ölmüştü. Annen onun ölümüyle yemeden içmeden kesildi. Uzun süre psikolojik tedavi görmek zorunda kaldı," dediğinde yutkundum.
Annemin yüzü hayal meyal de olsa gözlerimin önünde belirmişti. Onun ağladığını hiç görmemiştim. Ama şimdi hayali zihnimde gözyaşı döküyordu.
"Annen o zamanlar sadece seninle teselli buluyordu Luna. Seni kucağına alıyor, seninle oynuyor ve bu şekilde acısını unutuyordu. Ta ki bizi terk etmeye karar verdiği o geceye kadar..."
Yutkundum. O geceyi çok iyi hatırlıyordum. Annemin gelip açıkta kalan sağ omzuma bir öpücük bırakışını, üzerimi örterken gözyaşlarının saçlarıma bulanışını hala dün gibi hatırlıyordum.
Annem uyanık olduğumdan kızmasın diye uyuyor numarası yapıyordum. Gözlerimi sıkıca yummuş üzerimi örtüşüne seviniyordum. Beni bırakıp gittiğini nereden bilebilirdim ki?
"Annenin gittiğini öğrendiğimde peşine düştüm. Adamlarım onu bulduğunda ormanlık bir alanda biriyle konuştuğunu görmüşler," dedi ve sıkıntıyla ensesini ovuşturdu.
Aniden "Onları gördüğümde kendimi tutamadım kızım," diyerek ağlamaya başladı.
Kalp atışlarımı boğazımda hissedebiliyordum. Bu cümleden sonra söyleyeceği şeylerden korkuyordum. Gözlerim onun yüzünde gezinirken "Hünkar Server ile ilişkisi olduğunu öğrendiğimde kendimi daha fazla tutamadım. Ona bu yüzden kıydım," dedi hıçkırıklarının arasından.
Duyduğum isimin kim olduğunu biliyordum. Bunun doğru olmadığına inanmak istiyordum. Tüm bunların zihnimin bana oynadığı kötü bir oyun olduğunu düşünmek istiyordum. Ama değildi. Annemle Merih'in babasının herkesten gizli yaşadıkları yasak bir ilişkisi vardı.
"Hünkar Server?" dediğimde tüm bunların doğru olup olmadığını tasdiklemek istemiştim. Babam gözyaşlarını silerken tüm bunların yalan olmasını dilemiştim.
Gözlerini gözlerime dikti ve "Merih'in babası," dedi tek seferde. Bunun olduğuna hala inanamıyordum. Çarpılmış gibi kalakaldığım sırada bulunduğumuz odanın sürgülü demir kapısı gürültüyle aralandı.
İçeriye girenin kim olduğuna bakmak için arkamı döndüm. Gelen Nehir'di. "Ege ile ilgili bir ipucu bulduk," dedi. Gözleri benle babam arasında gidip geliyordu.
Sandalyeden fırladım. Ağlamaktan gözlerimin kızardığını onun yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum. Onunla birlikte odadan çıkmaya niyet ettiğimde arkamdan "Torunumdan bir haber alırsanız bana da söyleyin," dedi babam.
Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Nehir ile birlikte odadan çıkıp karanlık hapishane koridorlarında adımlamaya başladık. Zihnimde yankılanan gerçeği susturamıyordum. Ne yaparsam yapayım babamın söylediklerini düşünmeden edemiyordum.
"Luna sen iyi misin?" diye sordu Nehir. Onun sorusuyla düşüncelerimin arasından sıyrılmıştım. Yorgun bakan gözlerimi onunkilere diktim.
"Ben iyiyim. Sadece oğlumu bulmak istiyorum."
Nehir anlayışla başını salladı. Beni en iyi o anlardı. Onunda öz olmasada bir kızı vardı. Anneliğin ne demek olduğunu biliyordu. Hapishanenin dışına adım attık ve kapının önünde beni bekleyen Merih ile göz göze geldim.
Onu gördüğümde Ege'yi görür gibi olmuştum. Minik denizimi öyle çok özlemiştim ki kendimi tutamayarak yeniden ağlamaya başladım. "Lu," dedi Merih. Yanıma gelip bana sıkıca sarıldı.
Başımı onun göğsüne yasladım. Kendimi en son o gece bu kadar çaresiz hissetmiştim. Kartal'ın pençesinde can çekişim geldi aklıma. Merih'in kolları arasında korkuyla titremeye başladım. Vücudum iradem dışında sarsılıyordu.
"Hayır," diye mırıldandım çaresizce. O korkunç olayı tekrar yaşadığımı hissetmiştim. Beyaz kuşun çırpınışlarını, kelebeğinin gözyaşlarıyla ona veda edişini anımsadım.
"Onu tek bırakmamalıydım. Onu yanımdan hiç ayırmamalıydım."
Merih beni sakinleştirmek için saçlarımı okşuyordu. "Bu senin suçun değil Lu. Yaşanan hiçbir şey senin suçun değil," diye fısıldadı. Onun omzunda sakinleşmeyi bekledim. Bir süre sonra "Ege polisi aramış," dedi Merih.
Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Hala bir şeyleri algılamakta zorlanıyordum. "Ege polisi arayıp annemi istiyorum demiş biliyor musun? Kaşı yaralı adam beni ormandaki eve getirdi demiş," dediğinde Nehir bu söylenenleri tasdiklercesine başını salladı.
"Telefon sinyaline ulaştık. Ekiplerle eve baskın düzenleyeceğiz."
Merih'in yüzünde içimdeki umudun ışığını yakan bir gülümseme belirmişti. Bu gece oğlumuza kavuşacaktık. Buna inanıyordum. "Bizde gidelim," dedim Merih'e.
Nehir gereken onayı verince Merih ile birlikte arabaya geçtik. Nehir önden gönderdiği polis ekiplerinin hemen arkasından gidiyordu. Bizde Nehir'in arkasından...
"Baban ile ne konuştun?" diye sordu Merih. Sorunun öznesi bile içimin daralmasına yetmişti. Başımı hafifçe salladım.
"Bunu Ege'yi aldıktan sonra konuşsak olur mu?"
Merih iyi olmadığımı biliyordu. Sırf bu yüzden bile ısrarcı olmamış aksine konuyu değiştirmeyi tercih etmişti. "Ege'nin polisi nasıl aradığını merak ediyorum," dedi.
Onun polisi arayabilmesine şaşırmıyordum. Çünkü ona bunu ben öğretmiştim. Her şeyden önce ona polisten korkmamayı onlara güvenmeyi öğretmiştim. Tek tek numaraları öğretmiştim. Güvenebileceği birkaç insan dışında kimseyle konuşmaması gerektiğini öğretmiştim.
Telefonun işlevini ilk öğrendiği zaman ilk yapmak istediği şey babasını aramaktı. Bunu hatırlamak bile içime devasa bir ağırlığın oturmasına neden olmuştu.
"Ona bunu ben öğretmiştim," dedim birden. Merih bir anlığına dikiz aynasından bana baktı. Daha sonra sözlerime "Telefonu her eline aldığında seni aramak isterdi. Babamın sesini duymak istiyorum diyerek ağlardı. Sonra onu vazgeçiren şey babamın telefonu yok mu sorusuydu," diyerek devam etmiştim.
Merih yutkundu. "Keşke onun sesini duyabilme imkanım olsaydı," diyerek iç çekti. Parmaklarımı vitesi kavrayan parmaklarına götürdüm.
"Ege'ye kavuştuğumuzda seni her sabah işe yollayacağız. Sonra sen işte harıl harıl çalışırken ani bir telefon gelecek ve onun sesini duyacaksın."
Merih burukta olsa gülümsedi. Arabayı polis araçlarının olduğu tarafa park etti. Birlikte arabadan inip polis ekiplerinin Ege'yi evden çıkarmasını bekledik. Nehir ile Turan eve baskın düzenlemişti.
Nefesimi tutmuş oğlumun gelmesini bekliyordum. Merih'in parmakları benimkileri kavradı. "Biraz sonra oğlumuza kavuşacağız," dedi Merih.
Gülümsedim. Onunla birlikte polislerin Ege'yi getirmesini bekliyorduk ki Nehir ile Turan'ın bize içeriye gelmemiz için kapıdan işaret yapması işlerin sandığımız kadar iyi gitmediğinin en büyük göstergesiydi.
Merih ile birlikte eve doğru koştuk. İki katlı kiremit evden içeriye girdiğimizde kimsenin olmadığı gerçeğiyle sarsılmıştım. "Ege!" diye bağırdım. Ama cevap veren olmamıştı.
Sesim boşlukta yankılanmaktan çok içimdeki acıya karışıyormuş gibi hissediyordum. Ege'yi alıp götürmüşlerdi. Onu benden ikinci kez almışlardı. Gözlerimi Merih'e çevirdim. Onun mavi gözlerinde Ege'nin yansımasını gördüğümü hissettim. Gözlerimi yumup kendimi sakinleştirdim. Güçlü olmak zorundaydım. Her ne olursa olsun güçlü olmak zorundaydım.
Gözlerimi tekrar araladığımda Nehir elinde kağıttan yapılma bir gemiyle yanımıza geldi. Gemiyi bize doğru uzattığında kenarında "Sobe," yazdığını gördüm.
Buraya geleceğimizi biliyordu. Hatta Ege'nin polisi aramasını belki de o sağlamıştı. Düşünmekten kafayı yemek üzereydim. Kağıttan gemiyi bozduğumda sayfanın diğer tarafına bırakılmış notla karşı karşıyaydım.
"Zaman daralıyor. Yarın sabah her şeyin ortaya çıkışını bekle. O zamana kadar bana aradığım cevapları getiremezsen oğlunla vedalaşman gerekecek. Son olarak sana bir ipucu bırakıyorum. İpucu kimsesiz çocuğun yangını."
Okuduğum şeyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Merih," dedim titreyerek. Merih elimdeki kağıdı alıp okumaya başladı. Okumayı bitirince sakinleşmek için derin derin nefesler almaya başladı.
"Ekip arkadaşlarımla araştırmaya başlıyoruz," dedi Turan. Nehir ile birlikte evden çıkarken gözlerim Merih'in üzerindeydi.
"Şimdi ne yapacağız Merih?"
Bu sorunun cevabı onda da yoktu. Ama buna rağmen "İpucunun anlamını çözeceğiz Lu. Oğlumuz için ona istediği cevapları vereceğiz," demişti.
Merih haklıydı. Oğlum için her şeyi yapardım. Bunun için ilk önce Merih'e bir gerçeği söylemem gerekliydi. "Merih babamın söylediği şeyi seninde bilmen gerekli," dedim birden. Bunu ona nasıl söyleyeceğimi hiç bilmiyordum. Ama yapmak zorunda olduklarımızdan kaçamadığımız apaçık bir gerçekti. Önce derin bir nefes aldım. Sonrasında "Annem beni terk ettiğinde bir adamla görüşüyormuş," diye mırıldandım.
"O adam senin babandı Merih."
Bu söylediğim onda çarpılmış gibi bir etki bırakmıştı. "Merih," diyerek omzuna dokundum. İyi olup olmadığını kontrol ettim.
Gök mavisi gözleri beni bulduğunda "Babanın benden nefret etmesinin sebebi buydu," dedi.
Bazı gerçekleri kabul etmek sanıldığından daha zordur. Özellikle de ailemizle ilgili olanları...
"Bu meseleyi daha sonra konuşuruz. Şimdi oğlumuzu bulmalıyız. Fazla zamanımız yok."
Merih haklıydı. Her şeyi bir kenara bırakıp notta yazan ipucuna odaklanmalıydık. Birlikte evden dışarı çıkıp kapının önünde bizi bekleyen Kerim'in yanına gittik.
"Bir haber var mı?" diye sordu Merih. Kerim olumsuz anlamda başını salladı. "Aramalar hala sürüyor. Her yeri didik didik arıyoruz," dedi ve Turan'ı işaret etti.
"Notta yazan ipucuna göre şehirdeki tüm çocuk esirgeme kurumlarına bakılacak," dedi Kerim. Aklıma nottaki bir detay takılmıştı. Kimsesiz çocuğun yangını derken kurumda çıkan bir yangına işaret edilmiş olabileceğini düşünüyordum. Bu ihtimali de göz önünde bulundurmamız en iyisiydi.
"Yangın çıkan kurumlara bakalım," dedim birden. Kerim ile Merih de bu düşüncemi tasdikledi. Turan ve Nehir'e bu fikrimi söylediğimle polisler arama sonuçlarında çıkan beş kuruma da baskın yapmak üzere yola çıktı. Tam o sırada "Merih'in vurulduğu hastanede çalışan bir doktorunda böyle bir kurumda büyüdüğünü söylediğini hatırlıyorum. Hatta onun kaldığı kurumda da yangın çıkmış," dedi Kerim.
"Soral," diye de ekledi Merih. Bu ismi hatırlıyordum. Merih'e not ulaştırması için görüştüğüm doktor oydu. Eğer onun oğlumu bulmaya bir yararı olacaksa ona hemen şimdi ulaşabilirdik.
Cebimden telefonumu çıkarıp Başak'ı aradım. Telefon ikinci çalışta açıldığında onu uykusundan uyandırdığımı sesinden anlamış oldum. "Başak," dediğimde Merih ile Kerim'in gözleri benim üzerimdeydi.
"Eşin Soral'ın kaldığı çocuk esirgeme kurumunun adı neydi?"
Başak adresi kısaca tarif etmişti. Ona durumu yarın açıklayacağımı söyleyip teşekkür ettikten sonra apar topar telefonu kapattım. "Biz buraya bakalım," dedim Kerim'in küçük defterine not aldığım adresi göstererek.
Merih ile birlikte arabaya geçtik. Kerim de diğer adreslerden birine bakmaya gitmişti. Telefonumdan adresi girip haritalardan en kısa yolu oluşturması için ayarlama yaptım. Daha sonra yola çıktık. Verilen adrese bakılırsa bulunduğumuz yere çok da uzak sayılmazdı.
"Oraya vardığımızda ne tür bir şey arayacağız?"
"Bilmiyorum. Ama içimden bir ses bize bir not daha bıraktığını söylüyor Lu."
Gözlerim Merih'in griye çalan mavi gözlerinde gezindi. Bu belirsizlik ikimizi de perişan etmişti. Bir süre sessizce kendi içimizde düşündük. Araba verilen adresin önünde durduğunda ise ikimiz de oldukça gergindik. Birlikte arabadan inmiş isle kaplı binadan içeriye girmiştik. Her yer karanlıktı. Üstüne bir de duvarların simsiyah isle kaplı oluşu içeriyi görmemizi epey zorlaştırıyordu. Merih cebinden telefonunu çıkarıp flaşını açtı.
Yolumuzu aydınlatan telefon ışığıyla etrafa baktık. Giriş katta hiçbir şey yoktu. Merdivenlerden bir üst kata çıktığımızda sıra sıra dizili odalar olduğunu gördüm.
Merih ile birlikte koridordaki ilk odadan içeriye girdik. Yanmış yataklar ve yerdeki küller yutkunmama neden olmuştu. Ölen çocuklar olabileceğini düşünüyordum. Bir zamanlar burada uyuyan çocuklar olduğunu düşünüyordum ki Merih koridorun diğer tarafından bana seslendi.
Odadan çıkıp yanına gittim. "Bak," dedi Merih. Elinde tuttuğu şeyi bana doğru uzattı. Kalbim boğazımda atmaya başladı. Elindeki şeye bakmaya cesaretim olmadığı gibi göreceğim şeyden korkuyordum.
Merih'in elindeki kağıdı aldığımda yazanı rahatça görebilmem için kağıda flaş tuttu. Kağıtta "Çatıya çık," yazıyordu. Korku dolu gözlerle Merih'e baktım.
Koşarak çatıya tırmanan merdivenleri çıkmaya başladım. Çatıya çıktığımızda rüzgarın sert tokadını yüzümde hissettim. "Lu," dedi Merih.
Çatıya çıktığımızda rüzgarda salınan kağıttan yapılma bir turna kuşu gördüm. Gözlerimi Merih'e çevirdim. "İçinde yazanı okudun öyle değil mi?" diye sordum. Merih başını hafifçe sallamakla yetinmişti. Yutkundum.
"Ne yazmış?"
"Gün doğumunda ölüme uçmak için gittiğin o yere gel."
Oranın neresi olduğunu çok iyi biliyordum. Beni uçuruma çağırıyordu. Beni yok eden o uçuruma...
"Lu," diye fısıldadı Merih ve beni kollarının arasına aldı. Onun kollarında öylece kalakalmıştım.
"İçimde fırtınalar kopuyor ve ben güçlü olmak zorundayım. Ben güçlü olmaktan olmadığım halde güçlüymüş gibi yapmaktan çok yoruldum. Ben artık sonsuz bir uykuya dalmak istiyorum. Fırtınamın dinmeyeceğini bile bile bunu diliyorum..."
Sözlerimle birlikte Merih saçlarımı okşadı. "Ağla Lu. İçindekileri boşaltmak için ağla," diye fısıldadı. Sanki onun sözleriyle duygularım gözlerimden akmaya başlamıştı. Yüzümü omzuna bastırdım. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Uzun zaman sonra güçsüz olmayı tercih ettim.
"Ben oğlumu çok özledim," dedim çaresizce. Merih de benimle birlikte ağlamaya başladı. İkimizin de elinden hiçbir şeyin gelmiyor oluşu canımızı yakıyordu. Gözlerimi onun gözlerine diktim.
Birbirimizin gözyaşlarını sildik. Güneş usulca ufukta doğmaya başladı. Vakit gelmişti. İkimizde bunun farkındaydık. Hatta yıllar öncesinde de olduğu gibi o uçurumun kenarında oğlumun gelişini beklerken de gerçeği bulamadığımın farkına varmıştım.
"Anne!"
Ege'nin yüzü kar maskesiyle kaplı bir adamın kucağından bana korkuyla bakışını izlemek zorundaydım. Onu çakıldığım uçurumun kenarında görmek zorundaydım. Yutkundum. Merih elimi tutmuş bana güç vermeye çalışıyordu.
"Anne ben çok korkuyorum."
Ege'nin sözleriyle yutkundum. "Korkma anneciğim. Birazdan evimize gideceğiz," dedim ve Merih'e baktım.
"Bu gece birlikte uyuyacağız oğlum," dedi Merih. Sözcükler boğazına düğümleniyordu.
Kar maskeli adam başını olumsuz anlamda salladı. Kucağında Ege ile birlikte uçuruma doğru bir adım geri gitti. "Dur!" diye bağırdım. Adam durmuştu. Ona bir an önce geçerli bir yanıt vermezsek kendiyle birlikte oğlumu da ölüme sürükleyecekti.
Merih ile birlikte yüreğimiz boğazımızda öylece hareketsiz durmak zorundaydık. Tam ümitler tükenmiş adam uçuruma doğru bir adım daha attığı sırada tek eliyle yüzünü kaplayan siyah kar maskesini çekip çıkardı.
"Olcay!"
Kaşından gözüne uzanan dikişi gördüğüm anda Ege'nin kaşı yaralı diye tabir ettiği kişinin Olcay olduğunu gözlerimizle görmüştük. "Beni suçsuz yere tıktığın cehennemden çıktım. Şimdi oğlunla birlikte gidiyorum Merih Ege!" diye bağırdı Olcay.
Gözlerimi yanı başımda sinirden tüm yüz kasları kasılan Merih'e çevirdim. Mahşeri çökerttiğimiz zamanlarda bana Olcay'ın suçunu ispatlayan delili kendisinin vereceğini söylemişti. Fakat suçunun ne olduğundan o zamanlar hiç bahsetmemişti.
O zamanlar mahşer ile ilgili sıradan bir şey olduğunu düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Olcay sadece mahşerde değildi. Onun işlediği başka bir suç vardı ve bunu anlamamı sağlayan şey ise Merih'in sözleri olmuştu.
"Yaptıklarını inkar mı ediyorsun?"
"Ben ona zarar vermedim! Onu bu hale getiren ben değildim! Ben Dünya'ya aşıktım. Hala daha ona aşığım!"
Olcay'ın sözleriyle afallamıştım. Merih'in kız kardeşi Dünya'nın sakat kalmasına neden olan kişi oydu. Merih'in ağlayarak onun gibi olmamam için gerçekleri saklayışının sebebi buydu. Bunu bana söyleyişini hatırlıyordum.
Dünya, Olcay yüzünden bu haldeydi. Fakat bunu inkar etmesinin sebebini anlayamıyordum. Üstelik oğlumun böyle bir adamın kollarında olması beni daha çok korkutuyordu.
Olcay'ın gözleri kararmıştı. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Tamamen amacına odaklanmıştı. "Dünya'nın bu hale gelmesinin tek suçlusu sensin," dedi Merih.
Olcay histerik bir kahkaha attı. "Ben Dünya'nın saçının teline zarar gelmesine izin vermem. Onun bu hale gelmesi benim suçum değil. Biri o gece onu camdan itti," dediğinde Merih'e baktım.
O kadar sinirliydi ki gökyüzü gibi bakan gözlerinin yerinde kor alevler vardı. Sinirli bir nefes çekti ciğerlerine. Birden "Yalan söylüyorsun!" diye bağırdı. Olcay uçuruma doğru bir adım daha attı. Son iki adımı kalmıştı. O iki adımı tamamlarsa uçurumdan çakılacaklardı.
"Dünya ile biz o gece İsviçre'ye gidecektik. Her şeyi evden biri mahvetti. Bizim evlenmemize mani olmak isteyen biri o gece onun kaçmasına mani olmak için onu camdan itti."
Duyduklarımla kanım donmuştu. Üstüne üstlük Ege'nin bunları duymaması gerekiyordu. Merih "Evden biri yapmış olamaz. Kardeşim senin boş vaatlerin yüzünden bu halde," dedi.
Olcay sinir bozukluğuyla güldü. "Çok aptalsın. Baban Hünkar Server'in adamı olarak o evde bulundum. Sonra Dünya ile tanıştım. Biri Dünya'nın gitmesini hazmedemedi. Bunu sana ispatlayacağım," dedi ve uçuruma doğru bir adım daha attı.
Korkuyla durması için yalvardım. Olcay gülümsedi. Ege ise bir yabancının kollarında ağlamaya başlamıştı ki geriye doğru onu uçurumun derinliklerine sürükleyecek son bir adım atmasına ramak kala Kerim'in sesi tüm uçurumda yankılandı.
"Sen kazandın!" diye bağırdı Kerim. Onun bu sözüyle Olcay uçurumun kenarından ağır adımlarla uzaklaşmaya bize doğru yaklaşmaya başladı.
"Dünya'nın sakat kalmasının tek suçlusu benim!"
Merih ile birlikte Kerim'e baktık. Bunun doğru olmasının mümkün olmadığını düşünüyordum. Kerim'in bunu yapmış olabileceğine ihtimal bile vermiyordum. Fakat yüzündeki pişmanlığı gördüğüm an tüm bunları onun yaptığına emin olmuştum.
"O gece Dünya'nın seninle gitmesini istemedim. Ona gitmemesi için yalvardım. Ama beni dinlemedi. Pencere önünde kavga etmeye başladık."
Kerim'in dizlerinin üzerine çöküşü ve Merih'in tüm bunları dinlerken ki yüzündeki ifade her şeyi tek kalemde silen şeydi. "Gitmemesi için kolundan tuttum ve o kendini geri çekmek isteyince sendeledi. Perdeye dolanıp pencereden aşağıya çakıldı," diyerek tüm bilinen yanlışları doğrusuyla değiştirmiş oldu Kerim.
Olcay ise bize doğru adımlamaya devam etmişti. Aramızda birkaç adımlık mesafe kala Ege'yi serbest bıraktı. Ege ağlayarak kollarıma koştu. "Anne!" diye bağırdığında onu kollarımın arasına aldım.
Korkudan titriyordu. Onu sakinleştirmek için kucağıma aldım ve saçlarını okşadım. Başına öpücükler kondurdum. Oğluma sağ salim kavuşmuş olmak beni rahatlatmıştı. Olcay ise arabaya binmeden önce son bir kez bize baktı.
"Ben sandığın kadar zalim biri değilim Merih Ege Server. Bir çocuğa kıyacak kadar hiç değilim. Artık gerçeği öğrendin. Şimdi bunun ağırlığı altında ezilebilirsin."
Olcay bunu söyledikten sonra arabaya binip bulunduğumuz alanı terk etti. Merih dostunun ihanetiyle derinden sarsılmıştı. Tek kelime bile edememiş donup kalmıştı. O gün uçurumun kenarında kuş, kelebek ve kırlangıç aşk uğruna yaşanan ihanetin bedelini ödeyecekti. İhanet kırlangıcın sonunu getirecekti. Hem de kelebeğin kalbindeki sonunu... |
0% |