@sevvnuraydn
|
Beyaz kuşların tüyleri yüreğe saplanan aşkın okudur. Bu tüylerden biri kimin kalbine saplanırsa derin bir aşka tutulurmuş. Eskiden sadece kan pompalayan kalbi aşığı için atmaya başlarmış. Baktığı her yerde aşığını görürmüş. Aldığı her nefeste aşığını hissedermiş. Bunu bilen beyaz kelebek kuşun kanadından düşen tüyü kanatlarının altında saklamış.
Kuş ise tüm bunlardan habersizmiş. Kelebeğin yuvasında dört dönüyormuş. Kendisine sunulan bambaşka bir dünyaya alışmaya çalışmaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyormuş. Bir süre sonra gözü yaşlı kuş kanatlarına bulaşmış kanın farkına varmış. Kendini nehrin engin sularına bırakmış. Nehrin berrak suyu kızıl kana bulanmış.
Kuş yüreğinden akan kana bakmış uzunca bir süre. Gözlerinden akan yaşlar yüreğine sızmış. İşte o an anlamış beyaz kuş aslında kanayanın kanatları değilde kalbi olduğunu.
Kuş öldüğünü sanmış. Kalbinin durduğunu artık nefes alamadığını sanmış. Öylece boşluğa bakmış. Sonra kelebeğin feryadını duymuş. Ama kuş tek kelime edememiş. Bakamamış kelebeğin gözlerine.
Kelebek korkmuş. Kuşu kaybetmekten bir daha eskisi gibi ona hayat dolu bakmamasından korkmuş. Onu almış nehirin içinden. Birlikte bir ağacın dalına konmuşlar.
Kuş kelebeğin gözlerine bakmış. Onun gözlerinde gökyüzünü görmüş. Kelebek ise kuşun gözlerinde kayıp bir ruhun gezindiğini...
"Göğe bak," demiş kuşa.
"Gökyüzü aslında bizim gözlerimiz. Gözlerimizde ne varsa gökyüzümüzde de o vardır. Sen beyaz kuş kayıp ruhlar göğünde acı içindesin. Birinin kaybettiğin kanatlarını sana geri vermesini bekliyorsun. Biliyor musun? O kanatları sana verecek olan benim. Bir gün gökyüzünde acı değil gökkuşağı olacak ve senle ben o gökkuşağına doğru uçacağız. Güneş bizi kucaklayacak. Bulutlar bizim yastığımız olacak. Gece olunca da Ay bize sahip çıkacak. Yolumuza rehberlik etmesi için yıldızlarını salacak geceye. Senle ben o gecenin altında kayan yıldızlarla dilek tutacağız beyaz kuş."
Kelebeğin sözleri kuşun yaralı kalbinden akan kanı durdurmuş. Kuş kelebeğin kanadına sığınmış.
Kelebeğin kalbi heyecanla çarpmış. Anlamamış ne olduğunu. Sadece tek bir şey hissetmiş. O da kuşun gözünden akan bir damla yaşın azap verdiği gözlerindeki parıltının ise bir zamanlar atmayı bırakan kalbini hissetmesine neden olduğuymuş.
_______
"Girebilir miyim?" diye sordu profesör. Gözlerindeki ışıltı görülmeye değerdi. Onun yüzündeki tebessüm benimde yüzümde belirgin bir gülümsemenin oluşmasına neden olurken başımı olumlu anlamda salladım. Aralık kapıdan içeri girip kapıyı ardımızdan kapattı. Daha sonra usulca yanıma yaklaştı. Gözleri ilk önce kutuya daha sonra bana kaydı.
"Hediyen için teşekkür ederim. Çok beğendim," dedim gülümseyerek. Bu cevabım onu memnun ederken hiç beklemediğim bir anda yanağımdaki derin gamzeye dokundu.
"Gülmek sana çok yakışıyor Lu," dedi parmağını gamzemde gezdirirken. Şaşkın bakışlarım onun mavi gözlerine takılı kalmıştı. Kalbimin boğazımda attığını hissediyordum.
Profesör ise elini usulca yüzümden çekti. "Kimlik işini bugün halletmemiz gerek. Ayrıca daha tehlikeli işlere de bulaşacağımızı söylemeden edemeyeceğim," dediğinde sıkıntılı bir nefes verdi. Onun bu aniden değişen ifadesi beni endişelendirmeye yetmişti. Gergin yüz ifadesine baktım.
"Tehlikeli işlerden kastın nedir?"
Griye çalan mavi gözler benim kahverengi gözlerimle buluştu. Kuruyan dudaklarını ıslattı. Ardından, "O uçurumun dibine koyabileceğimiz bir ceset bulduk. Onu kimseye fark ettirmeden hastanenin morgundan almamız gerek," diye mırıldandı. Dehşete kapılmıştım. Herkes beni öldü bilecekti!
"Herkes benim öldüğümü sanacak," dedim birden. Sayıklar gibi söylediklerimle profesör güven vermek istercesine omuzlarımı kavradı.
"Sen artık Luna Arga olarak hayatına devam edeceksin. Evet herkes seni öldü bilecek. Ama bu sadece Kartal ve işbirlikçilerinin sonunu getirene kadar geçerli olacak. Sonra hayatına kaldığı yerden devam edeceksin," dedi ve durdu. Sanki biraz sonra söyleyeceği her ne ise bunu söylemek onun canını sıkıyordu.
Gözlerinin içindeki parıltıya odaklandım. "Sana yeni bir hayata başlaman için hem maddi hem manevi destek olacağımdan emin olabilirsin Lu. Her şey tam da hayal ettiğin gibi olacak," dedi ve ellerini omuzumdan çekti. Daha sonra benim gözlerime bakmak istemediğinden bakışlarını sıkıntıyla odanın başka bir köşesine çevirdi.
"Kerim bizi bekliyor. Kimlik işini gidip halledelim," dedi ve ağır adımlarla kapıya doğru yöneldi. Titreyen parmakları kapı kolunu kavradı. Son bir kez bana baktı. Gözlerindeki endişeyi içimde hissederken kapıyı açıp gitti. Sadece arkasından bakmakla yetinmiştim. İçime daha şimdiden sıkıntı otururken avucumda sıktığım küçük anahtarımı makyaj aynasının çekmecesine attım. Daha sonra apar topar hazırlanıp merdivenlerden aşağıya indim.
"Kahvaltı hazır Luna Hanım," dedi Handan Hanım. Merdivenin son basamağından indiğimde onunla göz göze gelmiştim. Beni görünce içtenlikle gülümsemişti. Bende ona karşılık verip salona doğru ilerledim. Daha sonra profesörü aramaya başladım.
Ev o kadar büyüktü ki salona bağlanan gösterişli yemek odasını zar zor bulabilmiştim. Yemek odasından içeriye girdiğimde masanın en başında oturan profesör ile göz göze geldim.
"Lu Hanım," dedi Kerim beni görünce. Bakışlarım otomatik olarak ona kaydı. "Bizde tam sizden bahsediyorduk," dediğinde profesörün yanındaki sandalyeye oturdum. Meraklı bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken profesör sıkıntılı bir nefes verdi.
"İçerideki adamlarımız sayesinde artık sistemlerinde senin parmak izin yok. Yeni kimlik çıkarmaya hazırsın," dedi profesör gözlerini bana çevirdiği sırada.
Ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Öylece onun mavi gözlerine bakıyordum. Onun bakışları ise önündeki tabaktaydı. Sanki tüm bu yaşananlar onu üzüyordu. Peki ama neden bu konuyla ilgili yorum yapmıyordu? Derin bir iç çektim. Bakışlarımı bu sefer Kerim'e çevirdim. "Kahvaltıdan sonra kimlik işini halledeceğiz," dedi Kerim çatalı ağzına götürürken.
Onu başımla onayladım. Daha sonra istemeyerek de olsa ağzıma iki lokma bir şeyler tıkıştırdım. Onca kahvaltılığın arasında bir parça da ekmek ağzıma atıp sofradan kalktım. Kerim ile profesörün de sofradan kalkmasıyla birlikte evden çıktık. Kapının önündeki kırmızı arabaya geçtiğimizde bu sefer arka koltuğa oturdum. Kerim şoför koltuğuna geçerken profesör ise yanındaki yerini almıştı. Arabanın gürültülü homurtusuyla yola çıktık.
Yemyeşil ağaçların arasında giderken gözlerimi camdan dışarıya diktim. Tam o sırada gözlerim arabanın yan aynasından beni izleyen mavi gözlere kaydı. Parlak mavi gözlere kenetlendi gözlerim. Kalp atışlarım hızlandı. Tıpkı takside olduğu gibi onun gözlerinde takılı kalmıştım. O günde de tıpkı şu an olduğu gibi onunla dejavu yaşadığımı hissetmiştim. Belki de profesör tüm bunlar yaşanmadan önceki hayatımdan reenkarnasyon sonucu şu an yaşadığım hayata gelen bir mucizedir. Kim bilir?
Gülümsedim. Onunda yüzünde belirgin bir gülümseme yer ederken Kerim radyonun sesini açtı. Arabanın içinde Teoman'ın "Bana Öyle Bakma" şarkısı yankılanmaya başladı. İkimizde duraksadık. Şarkının sözleri ile birlikte ikimizde bakışlarımızı dışarıya çevirdik. Ama ben hala onun gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.
Arada sırada bende ona bakıyordum. Hatta zaman zaman göz göze geldiğimizde oluyordu. Birbirimizi izlediğimizin farkında olduğumuz ama yine de farkında değilmişiz gibi yaptığımız uzun bir yolculuğun ardından Kerim arabayı hastanenin önünde durdurdu. Profesör bakışlarını tereddütle Kerim'e çevirdi.
"Ailenin onayını aldın öyle değil mi?" diye sordu profesör. Kerim bir an bile duraksamadan soruyu başını olumlu anlamda sallayarak onayladı.
"Ailenin onayı var. Sizi konuştuğumuz yerde bekleyecekler. Kameraları da içeriden biri halledecek. Siz sadece insanların dikkatini çekmeyin yeter."
Kerim'in sözlerinden tam olarak bir şey anlayamamıştım. Üstelik arabayı neden hastanenin önüne park ettiğini bile bilmiyordum. Tereddütle bakışlarımı profesöre çevirdim. "Buraya neden geldik?" diye sorduğumda dudakları ince bir çizgi halini aldı. Yutkundu. Daha sonra kravatını eliyle biraz gevşetti.
"Sabah söylediğim gibi cesedi almaya geldik."
Bakışlarımı kaçırdım. Bunu unutmuş olduğum için kendime kızıyordum. Tam o sırada Kerim, "Ben sizi hastanenin arka tarafında cenaze nakil aracının içinde bekliyorum," dedi. Profesör ile birlikte arabadan indim. Birlikte hastaneye geçtik. İçeride koşturan onlarca doktorun arasından geçip kendimizi hastanenin doktor önlükleriyle dolu bir odasına attık.
Profesör kendine uygun önlüğü üzerine geçirirken bende askıda bulduklarımdan birini üzerime geçirdim. Daha sonra birer stetoskop alıp boynumuza astık. "Gidelim," dedi profesör. Birlikte odadan çıkıp morga doğru ilerledik. Topukluluklarımın tıkırtısı eşliğinde morgun olduğu koridora geldik. Profesör morgun kapısını açtı. Tam o esnada koridorun diğer tarafından bize doğru gelen ama henüz bizi fark etmemiş birinin varlığını hissettim.
"Profesör," dedim panikle. Onunda göz bebekleri büyürken beni kolumdan tuttuğu gibi içeri geçti. Kapıyı ardımızdan kapatıp ayak seslerinin uzaklaşmasını bekledik.
"Sanırım gitti," diye fısıldadım. Başımı çevirdim ve onun bana olan bakışlarıyla karşılaştım. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken yutkundum. O da bu işi bir an önce halletmemiz gerektiğinden demir küçük kapılardan birini araladı. Yavaşça sürgüyü kendine doğru çekti. Üzerine beyaz bir çarşaf örtülmüş beden tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Korku dolu bakışlarıma rağmen üzerindeki çarşafı yüzü görünecek kadar araladım. Sonrasıysa hayatımın şokunu yaşayıp ağzımı kapayışımdı. Çarşafın altında yatan benim tıp atıp aynımdı. O uçuruma çakılmadan önceki yüzümün neredeyse aynısına sahipti.
"Ama bu," dedim hıçkırıklarımın arasından. Profesör ise kıza gözyaşlarıyla baktı.
"Senin eski yüzüne sahip Lu. İnsanlar çift yaratılmış derken bunu göreceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi," dediğinde ikimizinde yaşlı gözleri kıza dalmıştı.
"Ona ne oldu?" dedim bu seferde.
Profesör yutkundu. Kızın üzerini örttü. Daha sonra bakışlarını bana çevirdi. "Biri onu bir mekanın çatı katından aşağıya itmiş. Hem de doğum gününde. Tam pastayı üfleyip bir dilek tuttuğu sırada mekana giren babasının alacaklıları etrafa saldırmaya başlamışlar. Kız korkmuş. Etraftaki vahşetten kaçmak için çatı katına kaçmış. Tabii bir şeyi fark edememiş. Onu takip eden biri olduğunu," dediğinde yutkundu. Gerisini getiremedi. Ama ben anlamıştım. O kızın peşinden geleninde aslında intikam listesinde olduğunu...
*******
Profesör ile birlikte içeriden birinin yardımıyla kızı cenaze nakil aracına bindirebilmiştik. Önlüklerimizi de bize yardım eden adama teslim edip araca bindik. Kerim aracı sürerken benim aklımda şu an tabutta yatan o kız vardı. Acaba o da benim gibi dönme dolaba binmeyi sever miydi? En sevdiği yemek neydi? Son doğum gününde ne dilek dilemişti? Bunları düşünürken en acı gerçeği anımsadım. O kız tuttuğu dileği hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekti. Bunu bilmek bile göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi kaskatı kesilmeme yetmişti. Yutkundum. Bakışlarımı yanı başımdaki profesöre çevirdim. Onunda gözlerinde benimki gibi derin bir keder vardı. Ama o benim aksime bunu saklamayı çok iyi biliyordu.
"Lu," dedi sadece. Onun adımı eksik söylemesi bile beni sebepsizce rahatlatıyordu.
"Profesör," dedim çaresizce.
"O kızın dileği hiçbir zaman gerçekleşmeyecek."
Bu acı gerçeği o da biliyordu. Başını umutsuzca sallamakta yetindi. Daha sonra Kerim'in cenaze aracını yolun ortasında park etmesiyle hepimiz araçtan indik.
"Biz kimlik işini halledelim. Sonrasında konuştuğumuz yerde buluşuruz," dedi Kerim. Profesör onu onayladı. Daha sonra Kerim'den boşalan şoför koltuğuna geçti. Kerim ile birlikte profesörün gidişini izledik. Daha sonra biraz ötemizdeki fotoğraf stüdyosuna doğru ilerledik. Sadece bir kare fotoğraf çekildim. Yüzümde gülümseme yerine Luna Arga'nın umudu vardı. Luna Arga'nın umudu...
*******
Fotoğraf işini hallettikten sonra Kerim ile birlikte nüfus cüzdanı işini de halledip Nüfus Müdürlüğünden çıktık. "Şimdi nereye gidiyoruz Kerim?" diye sordum. Kerim'in yüzünde düşünceli bir ifade belirdi.
"Profesör bunu sana söylemek istemedi. Ama bunu seninde bilmen gerek Luna."
Şaşkın bakışlarım onun yüzünde gezindi. "Son durağımız uçurum," dedi Kerim tek seferde. O an anladım. Benim yerime o kızın bilgilerinin kayıtlı olduğunu, benim aslında hiç var olmamış gibi olduğumu, son yaptığımızla yeni biri olduğumu o an anladım.
"Benim bilgilerimi sildiniz. Benim bilgilerim yerine o kızınkileri yazdırdınız. Bense bambaşka bir kimlikle hayatıma devam edeceğim. Peki ama neden?" dediğimde tüm bunları çözmem Kerim'i kısa bir anlığına gülümsetmişti.
"Çünkü yarın polis o kızı bulacak. Sonra yer yerinden oynayacak," dedi sadece. Daha sonra önümüze gelen siyah camlı devasa arabaya geçtik. Araba bizi uçuruma doğru götürürken kalbim gümbür gümbür atıyordu.
Yer yerinden oynayacaktı. Tüm sevdiklerim benim ölümümü yarın haberlerden öğrenecekti. Bu durum beni her ne kadar üzse de bunu yapmak zorundaydım. Luna Arga olarak Luna Soydere'nin intikamını almalıydım.
Derin bir nefes aldım. Daha sonra bakışlarımı yola çevirdim. Yaklaşık iki saat süren uzun bir yolculuğun ardından araba uçurumun kenarında durdu. Kerim ile birlikte bizi bekleyen profesörün ve kızın ailesi olduğunu tahmin ettiğim iki kişinin yanına doğru ilerledik. Bizi bırakan araba ise geri dönüş yoluna geçti.
"Lu yanımıza gel," dedi profesör. Usulca onun yanındaki yerimi aldım. Kızın gözü yaşlı anne ve babası beni görünce zor da olsa gülümsedi.
"Bu beyefendi ve bu hanımefendi Güneş'in ailesi," dedi profesör kızın ailesini takdim ederek. Kızın adının Güneş olması gerçeği beni sarsmıştı. Bir Güneş batmış yerine bir Ay doğmuştu. Bunu bilmek beni üzmeye yetmişti. Ama güçlü olmak zorundaydım. Bakışlarımı Güneş'in ailesine çevirdim. "Bu fedakarlığınızdan dolayı teşekkür ederim," diyebildim sadece. Kızın annesi elimi tuttu.
"Kızımızın intikamını almanızı istiyoruz. Tek isteğimiz bu."
Kadının yanaklarından yaşlar birer birer süzülürken bir grup adam cenaze arabasından Güneş'i indirdi. Üzerindeki örtüyü açtıklarında bakışlarımı profesöre çevirdim.
"O elbise," dedim fısıltıyla. Güneş'in üzerindeki beyaz elbise benim elbisemdi. Profesör destek olmak istercesine kolunu belime doladı. Başımı onun omzuna dayayıp adamların Güneş'i uçurumun dibine indirişini izledim.
Güneş battı bense sadece izlemekle yetinmiştim. Tam o sırada profesörün gözleriyle buluştu gözlerim. Benden ayrıldı. Ceketinin yakasına iliştirilmiş beyaz ipek mendilini çıkarıp usulca gözyaşlarımı sildi.
"Ben ceketimin cebinde daha önce hiç mendil taşımamıştım Lu. Ta ki seninle tanışana kadar," dediğinde yutkundum.
Onun sıcak parmakları yanağıma dokunurken gözlerim onun mavi gözlerine takılı kalmıştı. Dudaklarını ıslattı ve sözlerine kaldığı yerden devam etti.
"Olurda gözlerinden bir damla yaş akar diye yanımdan ipek mendilimi hiç ayırmıyorum. Senin gözyaşlarını silenin bizzat ben olmasını istediğim için."
İstemsizce gülümsedim. O da gamzeme dokundu. Küçük bir çukuru okşadı profesör. Daha sonra mendilini tekrar yakasına iliştirdi. Yavaşça elimi tuttu.
"Hadi evimize gidelim Luna Arga," dedi birden. Gözlerim elimi kavrayan eline takılı kaldı. Birlikte bizi almak üzere gelen başka bir siyah araca bindik. Lu ile profesör o uçurumun kenarından evlerine gitti. Lu ile profesör...
*******
Gözlerimi yeni bir güne açtığımda yatağın içinde oturmuş bugün olacak olanları düşünüyordum. Haber bültenlerinde adımın geçtiğini düşünüp duruyordum. İçime sıkıntı adeta bir karabasan gibi çöküyordu. Derin bir iç çektim. Tam o sırada kapının altından biri beyaz bir zarf attı.
"Profesör," diye fısıldayıp heyecanla yataktan kalktım. Kapının altından atılan küçük zarfımı alıp kutumun yanına gittim. İçimdeki heyecana engel olamayıp zarfımı açıp içindeki notu okumaya başladım.
"Şeker Portakalı kitabında çok sevdiğim bir alıntı var Lu. Zeze çok sevdiği Portuga'sına şöyle bir cümle kuruyor. 'Annem bana hep şöyle derdi Portuga: Kalbini oluşturmak 9 ayımı aldı, kimsenin 15 dakikada kırmasına izin verme.' Bende sana şöyle bir söz vermek istiyorum Lu. Senin kalbini Kartal parçaladı. Ben onaracağım. Seni ağlatan Kartal oldu. Ama gözyaşlarını silen ben olacağım. Bunun için sana söz veriyorum. Profesör sözü... Ege sözü..."
İlk kez bana gönderdiği bir notta kendine Ege demişti. Kalbimin heyecandan küçük bir kuş gibi kanat çırpmaya başladığını hissediyordum. Elimdeki küçük notu zarfa geri koydum. Tam o esnada zarfın içine koyulmuş yeni kimlik kartımla göz göze geldim.
Kimliğimi çıkarıp baktım. Luna Arga yazıyordu. Yeni bir ben yeni bir hayata açılan kapının adıydı bu. Zarfımı kutuma atıp kilitledim. Ardından yeni kimlik kartımı masamın kenarına koyup üzerimdeki pijamaları değiştirdim. Yerine beyaz bir gömlek ve üzerine de siyah ince bir hırka aldım. Saçlarımı da ensemde toplayıp kimlik kartımı masanın üzerinden aldım.
Odamdan çıkıp merdivenlerden indim. Son basamakta televizyondan gelen sesleri duyabiliyordum. Bu ses bir haber kanalından geliyordu. Aceleci adımlarım beni sesin geldiği yöne doğru götürdü. Salonun ortasındaki devasa koltukta oturan profesör ile Kerim pür dikkat ekrana bakıyordu.
"Bir son dakika gelişmesiyle karşınızdayız sayın seyirciler. Tüm dünya bunu konuşuyor. Bugün 9.40 sularında uçurumda bir kadın cesedi bulundu," dedi haber spikeri. Olduğum yerde kalakalmıştım.
Tüm dünya derken ne demek istiyordu? Ekrana kilitlenmişken profesör beni fark etti. Koltuktan kalkıp yanıma geldi. Daha sonra bakışlarını Kerim'e çevirdi. "İspanyol basını da hazır mı?" diye sorduğunda şaşkın bakışlarımı ona çevirdim.
"İspanyol basını mı?" dedim bir anda. Profesör başını olumlu anlamda salladı. Elindeki kumandayla kanalı değiştirdi. Açtığı bir Arap kanalıydı. Üstelik burada da aynı haber vardı. Sonra başka bir kanal ve bir başka kanal derken bu haberin tüm dünya genelinde konuşulduğunu anladım.
"Tüm dünya senin yaşadıklarını konuşuyor Lu. Bu Kartal'ı ve beraberindekileri bitirmek için büyük bir darbe. Neden biliyor musun? Çünkü Kartal nereye baksa seni görecek. Vicdan azabından uyku uyuyamayacak. Pişmanlıktan kafasını taşlara vuracak. Ama bunun bir faydası olmayacak."
Gözlerim onun griye çalan mavi gözlerinde gezindi. İçimde küçük bir umut ışığı yanmıştı. Bunu başarabilir miydik? İşte o sorumun cevabını bana o verdi. Konuşmadı. Tek kelime dahi dökülmedi dudaklarından. Ama ben anladım. Onun gözlerindeki ışığı görebiliyordum. Bana güç veren onun gözlerindeki ışıktı.
Profesör, "Bugün başlıyoruz Lu. Bugün başlıyoruz," dedi gülümseyerek. Onun yüzündeki gülümseme benim yüzüme de yayıldı. Birlikte gözlerimizi televizyona diktik. Tüm dünya Luna Soydere'yi konuşuyor. Onun yaşadıklarını konuşuyor. Ona bunu yapanın kim olduğunu konuşuyor. Tüm dünya bana yapılan bu zulmü konuşuyor. Gözlerim haber bültenlerinde alt yazı halinde geçen olay cümlelerinde geziniyordu. Tam o sırada Kerim bakışlarını bize çevirdi.
"Bu haber kelimenin tam anlamıyla sansasyonel," dedi Kerim. Profesör onun bu söylediklerimi başıyla tasdikledi. Daha sonra salondaki vazoları parlatmakta olan bir kadına baktı.
"Telefonumu getirin lütfen," dedi ve elindeki kumandayla televizyonun sesini kıstı. Hizmetli kadın bir koşu gidip telefonu getirdi. "Buyurun Ege Bey," dediğinde profesörün yüzünde belirgin bir gülümseme oluşmuştu.
Telefonu neden istediğini merak etmiştim. Özellikle yüzündeki gülümsemeyi görmek merak duygumun daha da artmasına neden olmuştu. Profesör bir numarayı tuşlayıp telefonu kulağına götürdü. Kerim ile birlikte onu izlemeye başladık. Profesör telefonun açılmasıyla, "Olcay," dedi sadece. Bu ismi tanıyordum. Bu o gece beni yakalayıp profesörün zoruyla beni eve gönderen adamın adıydı.
Meraklı gözlerim profesöre takılı kaldı. "Televizyondaki haberleri gördün mü?" dedi bu sefer. Telefonun öteki tarafından gördüğünü belli eden bir onay cümlesi duydum. Profesör ise yutkundu.
"Peki o kadının kim olduğunu hatırlıyor musun?"
İşte bu soru telefonun öbür ucunda sessizliğin belirmesine yetmişti. Anlaşılan Olcay beni hatırlamıyordu.
"Hatırlamadığına göre seninle geçmişe yolculuk yapalım Olcay. O kadın aylar önce sana evine bırak dediğim hatta kılına dahi zarar gelirse anlaşmayı fes edeceğimi söylediğim kadın. Şimdi daha tanıdık gelmiştir diye düşünüyorum. Yoksa yanılıyor muyum Olcay?"
Telefonun öbür tarafında tekrar bir sessizlik oldu. Profesör ise telefonu kulağından çekip hepimizin duyması için aramayı hoparlöre aldı. "Olcay orada mısın?" diye sordu bu sefer. Olcay denilen adam hafifçe boğazını temizledi.
"Ege Bey ben o kızın eve sağ salim döndüğünden eminim. Adamlarım onu evine bıraktılar. Size yemin ederim," dediğinde sesi titriyordu. Profesör ise histerik bir kahkaha attı. Onun bu çırpınışları köşeye sıkıştığını belli eden tavırları profesörü memnun etmişti.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Yoksa bana mı öyle geldi? Adamlarım o gece senin yaverinin kızı evden çıkardığını görmüş. Şimdi sen gelmiş bana bu işle ilgili bir bilgim yok mu diyorsun?" diye bağırdı profesör.
Sesi salonun duvarlarında yankılanırken benimle göz göze geldi. Sakinleşmek için derin bir iç çekti. Gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. Tam o sırada telefonun öteki tarafından Olcay'ın sesi duyuldu.
"Ege Bey size yemin ederim bu olayla uzaktan yakından bir alakam yok."
Profesör güldü. Bu kıkırtısı Olcay'ın yutkunmasına neden olmuştu.
"Olcay ben o kızı sana emanet ettim. Yaverin Kartal o kızı evden çıkardı. Adamlarım her şeyi gördü. O kızı Kartal'ın evden çıkardığı açıkken sence de yeni bir toplantı yapmamızın vakti gelmedi mi? Bence geldi. Artık Pandora'nın kutusu açıldığına göre rotamızı baştan belirlememizin zamanı geldi."
"Ege Bey lütfen beni dinleyin," dediğinde iş işten çoktan geçmişti. Olcay için artık yolun sonu görünmüştü.
"Bugün öğlen saat 13.30 olunca senin şerefini şeytana satmış yaverini şirketimin toplantı salonunda bizzat ağırlayacağımdan emin olabilirsin Olcay. Hadi selametle," dedi ve Olcay'ın tek kelime dahi etmesine izin vermeden telefonu yüzüne kapattı.
Elindeki telefonu koltuğa bırakıp sakinleşmek için derin derin nefesler almaya başladı profesör. Ellerini koltuğun arka kısmına dayayıp gözlerini yumdu. Tekrar açtığında bana baktı.
"Oyuna hazır mısın Lu?" diye sordu. Griye çalan mavi gözleri beklentiyle gözlerimde gezinirken bir an bile duraksamadım. "Hazırım," dedim kendimden emin bir şekilde.
Profesörün yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. Ona baktıkça mavi gözlerindeki ışıkla yolumu bulduğumu hissediyordum. Yanımda o olduğu sürece kaybolmayacağımı biliyordum.
Biz birlikte karanlık bir yola çıktık. Bizim hikayemiz karanlıktan korkup da karanlığın kendisi olanların hikayesi. |
0% |