Yeni Üyelik
31.
Bölüm

6.Bölüm: İhanetin Acısı

@sevvnuraydn

Hani derler ya acılar paylaştıkça azalırmış diye. Kuş ile kelebeğin acısı paylaştıkça azalan bir acı değilmiş ne yazık ki. Bu öyle bir acıymış ki ne kuş nefes alabiliyormuş ne de kelebek.

 

İkisi de bir umuda tutunmuş rüzgarın sert darbelerine rağmen denizi arar olmuş. Kuş korkuyormuş. Minik kelebeğini kaybetmekten korkuyormuş. Kelebek ise kavuştuğu aileyi kaybettiğini hissediyormuş.

 

Yüreğinde keskin bir sızı varmış. Bir an önce minik kelebeği de alıp kuşu ile birlikte bu diyarlardan uçmak istiyormuş. Tek dileği mutlu olmakmış kelebeğin. Ama bu hayat ona bu acının yanında öyle bir acı vermiş ki kelebeğin kaderi artık küçük bir pamuk ipliğine bağlıymış. İpliğin bir tarafı ölüm diğer tarafı yaşam...

 

Ölümün olduğu tarafta ihanet yaşamın olduğu yerde gerçekler varmış. Minik kelebeği esir alan kader ipliği parmaklarına dolamış. O doladıkça sır perdesi aralanmış.

 

Kelebeğin canından çok sevdiği kırlangıçın yaptıkları bir bir ortaya çıkmış. Geçmişin tozlu sayfalarındaki kanlı mürekkep satırlara ihaneti kazımış. İhanetin acısı kelebeğe ağır gelmiş. Artık bir çıkmazın ortasındaymış.

 

Dört bir yanında ateş varmış. Ateşe doğru yaklaşsa kanatları yanacak, uçup gitse yüreği yanacakmış. Her iki yolda kül ediyormuş kelebeği. Kelebek çaresizliği ilk kez bu kadar derinden hissetmiş. Kırlangıçın ihaneti kelebeğin sonu olmuş.

 

_______

 

Gün gelir o yere göğe sığdıramadığın insanlar seni beraber oturduğunuz bulutlardan aşağı atmayı da bilir. Merih de o bulutlardan hiç ummadığı bir anda yeryüzüne düşmüş şu an kenarında olduğumuz uçurumdan çakılmıştı.

 

Griye çalan mavi gözlerindeki kederin yanında beliren öfke yaklaşan felaketin en büyük habercisiydi. Kucağımda daha yeni sakinleşmiş Ege ile birlikte korkuyla Merih'e bakıyordum. Yapacaklarından çok yapabileceklerinden korkuyordum.

 

Öğrendikleri hiç kimsenin kaldıramayacağı kadar ağırdı. Bunun etkisiyle yapabileceklerini hayal etmek bile istemiyordum. Kerim'e eskisi gibi bakamadı. Can dostum, kardeşim dediği insanın sırtından hançerlediğini öğrenmişti. Kız kardeşini emanet ettiği insanın aslında tüm bunlara sebep olan kişi olduğunu nereden bilebilirdi ki?

 

Merih gözlerini yumdu. Ciğerlerine hava değil de öfke soluyordu sanki. Kasılan yüz kasları sıktığı yumruğu gözünden yanağına doğru süzülen o tek damla yaş içinde Kerim'e karşı beslediği tüm iyi şeyleri yerle bir etmişti.

 

Gözlerini araladığında "Sen!" diye bağırdı Merih. Gözü dönmüştü. Hışımla Kerim'in üzerine yürümeye başlamıştı ki kucağımda Ege ile birlikte araya girmeyi başarmıştım.

 

"Merih eve gidelim," dedim. Gözlerime bakmıyordu. Delici mavileri doğrudan Kerim'in üzerindeydi. Sinirden boynundaki damar kalınlaşmıştı.

 

"Merih," dedim tekrar. Ama sesim sanki boşlukta yankılanmışta ona hiç ulaşmamış gibiydi. "Yalvarırım eve dönelim," dedim bu sefer. Sesimdeki ağlamaklı tını onu durduran tek şey oldu. Güçlükle gözlerini gözlerime dikmişti. Kucağımda dudak bükmüş ona gitmek isteyen Ege'yi görünce tek kelime edemedi.

 

"Merih lütfen. Bunu oğlumuz için yap. Eve dönelim."

 

Ege benim kucağımdan ona doğru uzandı. Merih tek kelime edemedi. Ege'yi kollarına alıp sıkıca sarıldı. Daha sonra gözlerini Kerim'e dikti. "Benim için artık yoksun," dedi tek seferde.

 

Sesindeki iğneleyici tınıdan kendi canı nasıl yanıyorsa Kerim'in canının da o denli yanmasını istediğini sezmiştim. Ege başını Merih'in omzuna yasladı. Merih ise elimi tutmuştu.

 

Birlikte Kerim'i ardımızda bırakarak arabaya geçtik. Arabada arka tarafa oturmuş Ege'yi de kuracağıma almıştım. Başını göğsüme yaslamış gözlerini yummuştu. Minik bedeni bir hayli yorgun düşmüştü. Saniyeler içinde uykuya dalmıştı.

 

Merih ise uçurumdan uzaklaşabilmek adına arabayı ilk başta haddinden hızlı kullanmıştı. Direksiyonu sıkan parmaklarının eklem yerleri bembeyazdı. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Arabada tek kelime eden olmadı. Adeta ölüm sessizliği hakim olmuştu. Merih arabayı evin önüne çekene kadar zamanın hiç geçmediğine neredeyse emindim. Arabadan inip kapımı açtı.

 

Ege'yi uyandırmamaya dikkat ederek kucağına aldı. Bende arabadan indikten sonra çantamdan çıkardığım anahtarımla evin kapısını araladım. Merih tek kelime etmedi. Ruhu çekilmiş gibiydi. Usulca merdivenleri çıkmaya başladı. Onu bir an olsun yalnız bırakmak istemiyordum. Üstelik öğrendiklerinden sonra asla.

 

Merih dikkatlice Ege'yi yatağına yatırdı. Üzerini örttü ve alnına küçük bir buse kondurdu. Onları kapının ağzından izliyordum. Merih'in gözleri Ege'den bana kaydı. Bana doğru yaklaştı. Griye çalan mavi gözlerindeki hüzün yutkunmama neden olmuştu. Gökyüzünde kara bulutlar dolanıyordu. Yıllar önce söğüt ağacının altında bulduğum çocuk şimdi acı çekiyordu.

 

Elimi yanağına koydum. Parmaklarım kısa sakallarını okşadı. Küçük bir çocuk gibi şefkatime muhtaçtı. Gözlerini yummuştu. "Nefes alamıyorum Lu," diye fısıldadı. Sesindeki çaresizliği iliklerime kadar hissedebiliyordum.

 

Ona sıkıca sarıldım. Çenesini omzuma dayamış derin bir iç çekmişti. "Yanındayım Merih. Yanındayım," dedim ve boynunu öptüm. Uzamış dalgalı saçlarında gezindi parmaklarım.

 

"Biraz uyumak ister misin?" diye sordum birden. Saatlerdir uyumuyorduk. İkimizde bir hayli yorgunduk. Üstüne yaşanan son olayda öğrendiklerimizde eklenince sadece bedenimiz değil ruhumuzda yorulmuştu. Merih benden ayrılıp gözlerime baktı.

 

Gözleri kızarmıştı. Sindirilemeyen o kadar çok şey vardı ki bu onu kahrediyordu. Birlikte Ege'nin odasından çıktık. Hemen yan taraftaki yatak odasına geçtik. Biraz uyumak ona iyi gelecekti. En azından bu şekilde kafasında gezinen düşünceleri bir süreliğine susturacaktı.

 

Merih yatağa oturdu. Tıpkı Ege'yi yatırır gibi başını tutup dikkatlice yastığa yerleştirdim. Yatağın kenarına kıvrılmış battaniyeyle üzerini örttüm. Daha sonra eğilip gözlerine baktım. Gökyüzü gibi bakan mavi gözlerinde gezindi gözlerim.

 

"Uyu," diye fısıldadım. Yutkundu. Eğilip hemen kaşının üzerindeki bene minik bir buse kondurdum. Daha sonra yanına uzandım. Bana bakmak için yan döndü. Parmakları yanağıma doğru düşen bir tutam saçı kavradı. Saçımı okşadı. Parmakları saçlarımdan yanağıma kaydı.

 

"Saçlarımı neden kestirmedim biliyor musun?" diye sordum birden. Merih beklentiyle gözlerime baktı. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp gökyüzüme baktım.

 

"Kestirmedim çünkü en son sen dokunmuştun. En son sen okşamıştın. Kokunun ve teninin izini unutmak istemedim. Seni kaybetmiştim ama en azından bu hissin de seninle kaybolmasını istemedim. Seni unutmak istemedim Merih."

 

Sözlerimle gökyüzünden bir yağmur damlası düştü dünyama. "Lu," diye fısıldadı. Ne diyeceğini bilememişti. Hislerin karmaşasında kaybolmuştu. Ama ben onu o girdaptan çıkaracaktım. Usulca ona doğru yaklaştım. Kollarımı ona doladım.

 

"Bu da geçecek Merih. Her şey gibi bu da geçecek."

 

"Geçmeyecek Lu. Geçmeyecek. Neden biliyor musun?"

 

Gözlerimi gözlerine diktim. Gökyüzümde sağanak başlamıştı. Yaşlar yanaklarından süzülüyordu.

 

"Çünkü sevdiklerimizin açtıkları yaralar bir ömür boyu kapanmaz."

 

"Bırak kapanmasın. Kanasın. Ben o yaraya şifa olurum Merih."

 

Merih dudaklarını alnıma bastırdı. Sonrasında gözlerini yumdu. Bana sıkıca sarılmış kendini derin bir uykunun kollarına bırakmıştı. Bir süre onun uykudaki halini izledim. Ama ağırlaşan göz kapaklarıma daha fazla dayanamadım.

 

*******

 

Gözlerimi araladığımda akşam olduğunu fark ettim. Merih yanımda değildi. Alt kattan gelen çizgi filmin sesine bakılırsa Ege muhtemelen alt katta oturmuş babasıyla çizgi film izliyordu. Üzerimdeki battaniyeyi kenara çekip yatağın içinde oturur pozisyona geçtim.

 

Saçlarım dağılmıştı. Parmaklarımla saçlarımdaki karışıklığı düzeltmeye çalıştım. Saçlarımı geriye doğru atıp yataktan kalktım. Odamdan çıkıp salona gitmek üzere merdivenlerden ağır adımlarla inmeye başladım. Yaklaştıkça çizgi filmin neşeli şarkısının melodisinin sesi yükseliyordu.

 

Merdivenlerden inmiş salona doğru bir adım atmıştım. Fakat umduğum manzara yoktu. Ege koltukta oturmuş hipnoz olmuşçasına çizgi film izliyordu. Ama Merih yanında değildi. "Ege," diye seslendiğimde gözleri beni buldu.

 

"Baban nerede?"

 

Ege koltuktan kalktı. Orta sehpanın üzerine saçılmış kağıtların arasından bir tane kağıt alıp bana uzattı. "Babam bunu annene ver dedi," dediğinde elindeki kağıdı alırken içime bir kuşku düşmüştü. Kağıdı alıp Merih'in üzerine yazdıklarını okumaya başladım.

 

"Sadece sen yanımdayken rahat nefes alabiliyorum Lu. Fakat şimdi öyle bir noktadayım ki en büyük mutluluk sebebim bile beni çıkmazımdan çıkartmaya yetmiyor. Öğrendiğim gerçeği bir türlü hazmedemiyorum. Ben gidiyorum Lu. Dünya'nın yanına gidiyorum. Onunla yüzleşmeye ve şu an içinde bulunduğum sanrıdan kurtulmaya gidiyorum. Şu an bu yazdığımı okuduğunda peşimden geleceğini de biliyorum. Bu yüzden sana peşimden gelme demiyorum. Sadece bilmeni istiyorum. Olduğum yeri bilmeni ve beni merak etmemeni istiyorum. Sana bir daha aynı kabusu yaşatmak istemiyorum. Bir gün bu kabus bitecek ve biz seninle minik denizimizin dalgalarında kaybolacağız Lu. Bunu unutma olur mu?"

 

Okuduğum şeyle birlikte parmaklarımın arasındaki kağıt süzülerek yere düştü. Dünya yıllardır tek kelime bile konuşmamıştı. Şimdi onunla yüzleşecek olmanın Merih'e vereceği acıyı tahmin bile edemiyordum. Kendini suçlayacaktı. Tüm yaşananlar için kendini suçlayacaktı.

 

"Anne, babam ne yazmış?" diye sordu Ege birden. Onun sesiyle daldığım düşüncelerin arasından sıyrılmıştım. Gözleri merakla yüzümde geziniyordu. Eğilip gözlerine baktım. Mavi gözleri ışıl ışıldı. "Baban bizi yanına çağırıyor," dedim gülümseyerek. Bu söylediğim Ege'nin oldukça hoşuna gitmişti. Neşeyle kıkırdadı.

 

Heyecanla salondan çıkıp yukarı kata koştu. Merih'i yalnız bırakmak istemiyordum. Bu yüzden Ege'ye babasının onu görmek istediğini söylemiştim. Sıkıntılı bir nefes verdim. Daha sonra Ege'nin peşinden yukarı kata çıktım.

 

"Anne bunu giyebilir miyim?"

 

Ege heyecanla çekmecesinden çıkardığı kırmızı arabalı tişörtü bana getirdi. Eğilip yanağını öptüm. "Tabii ki giyebilirsin," dedim ve ona istediği kıyafetleri giymesi için yardım ettim.

 

Ege'yi hazırladıktan sonra odama geçip üzerime krem rengi saten bir gömlek geçirdim. Saçlarımı ensemde at kuyruğu olacak şekilde bağladıktan sonra Ege'nin elini tutup merdivenlerden inmeye başladım. Tam o sırada kapının kuş gibi öten zili çalmaya başladı.

 

Kapıyı açtım ve karşımda gördüğüm kişiye sıkıca sarıldım. Karahindiba teyzeyi iyi görmek kendimi iyi hissettirmişti. "Karamimdiba teyze!" diye bağırdı Ege neşeyle. Benden sonra o da Karahindiba teyzeye sarıldı.

 

Gülbahar teyze Ege'yi kucağına alıp ağlamaya başladı. Hepimiz için zor geçen onca saatin ardından Ege'nin sağ salim bulunmasına sevinmişti. Gülbahar teyze "Karahindiba teyzen seni çok özledi," dedi Ege'nin saçlarını okşarken.

 

Ege onun kıvırcık saçlarıyla oynuyordu. Gülbahar teyze Ege'yi kucağından indirip bana baktı. Yüzümdeki ifadeden bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Bir yere gideceğimizi anladığından bizimle vedalaşmış hemen karşı taraftaki evine dönmüştü.

 

Bizde Ege ile dışarı çıktık. Ege'yi kucağıma alıp çocuk koltuğuna yerleştirdim. Kemerini bağlarken mavi gözleri üzerimdeydi. Tıpkı babası gibi bana hayran hayran bakıyordu. Yüzünde gülümseyince beliren gamzelerini her gördüğümde Merih'in ne hissettiğini anlıyordum.

 

Gamzelerime dokunuşunu, öpücüğü ve sıcaklığıyla iki çukuru nasıl tıka basa doldurduğunu anımsıyorum. Uzanıp Ege'nin gamzesinden öptüm. Daha sonra kapısını kapatıp ön tarafa geçtim. Artık babasının yanına gitmeye hazırdık.

 

Anahtarı kontağa soktum ve dikiz aynasından minik denizime baktım. "Babama gidelim," diyerek kıkırdadı. Gülümsedim.

 

"Babana gidiyoruz," dedim ve gözlerimi yola diktim. Anahtarı çevirdim ve arabanın gürültülü homurtusunun ardından evimizin olduğu sokaktan çıktık.

 

Gözlerim arada bir dikiz aynasından Ege'ye kayıyordu. Başını koltuğuna yaslamış camdan dışarıyı izliyordu. Geçmişi anımsadım. Ege yaklaşık altı aylıkken çok kötü ateşlenmişti. Evde bir başıma ne yapacağımı bilememiştim. Onu battaniyesine sarıp taksiyle apar topar hastaneye götürmüştüm. Acile girerken Ege kollarımda katıla katıla ağlıyordu. İlk o zaman yalnız olduğuma ağlamıştım. Hastane koridorunda kucağımda el kadar bir bebekle hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.

 

Yalnızlık ilk o zaman bana bu kadar ağır gelmişti. Merih'in yanımda olmasını ilk o zaman bu kadar içten dilemiştim. Şimdi aradan çok uzun zaman geçmişti. Ege büyüyordu. Minik dudaklarında beliren tebessüm benim umut ışığım olmuştu ve şimdi bana olduğu gibi babasına da umut ışığı olacaktı.

 

Arabayı malikanenin bahçesinin ortasındaki fıskiyenin yanına park ettiğimde Ege neşeyle el çırpmaya başlamıştı. "Babama geldik!" diyerek kemerini çözdü. Arabadan inip onun inmesine yardım ettim.

 

Minik eli avucumdaydı. Gözleri daha önce birkaç kez geldiği evi süzüyordu. Birlikte kapının önüne doğru ilerlerken aklıma bu eve ilk geldiğim an gelmişti. Merih'in beni hastaneden alıp buraya getirişini unutamıyordum. Odamı bulabilmem için kapıya astırdığı süsü ve benim için özel olarak hazırladığı odayı gördüğüm ilk anı hatırladım.

 

Ege sabırsızlandığından zile haddinden uzun bastı. Bir süre sonra kapı aralandı. Kapıyı açan Handan Hanımdı. Onun varlığı bu evde değişmeyen nadir şeylerden biriydi. "Hoş geldiniz Luna Hanım," diyerek içtenlikle gülümsedi.

 

Ege ile birlikte içeri geçerken gülümsedim. Daha sonra "Merih yukarıda mı?" diye sordum. Handan Hanım hafifçe başını sallamakla yetindi. Daha sonra konunun hassas olduğunu bildiğinden Ege'yi oyalamak için onu elinden tutup salona doğru götürmüştü.

 

Onlar gider gitmez merdivenlere yönelmiştim. Eskiden ikinci kattan yukarısına çıkmam yasaktı. Bunun sebebini öğrenene kadar her şeyin ne kadarda farklı olduğunu düşünüyordum. Elimi merdiven korkuluğuna koydum. Ağır adımlarla yukarıya çıkmaya başladım.

 

İkinci kata çıktığımda gözlerim koridorun diğer tarafındaki kapı süsüne kaydı. Gülümsedim. Daha sonra üçüncü katın merdivenlerini tırmanmaya başladım. Son basamağa vardığımda işlemeli ahşap kapının tıpkı o gün de olduğu gibi aralık olduğunu gördüm.

 

Kapıya doğru yaklaştım. Merih'i yatağın başında oturmuş Dünya'ya bakarken gördüm. Olduğum yerde durmuş onu izliyordum. "Özür dilerim," dedi Merih birden. O kadar çaresizdi ki sesi fısıltıdan farksızdı.

 

Dünya'nın gözleri Merih'in üzerindeydi. Öylece yüzüne bakıyordu. Merih "Artık her şeyi biliyorum," dedi ve ağlamaya başladı.

 

"Seni onunla yalnız bıraktım. Sana bunu yapan biriyle seni yalnız bıraktım. Özür dilerim."

 

Hıçkırıkları içeriye girme isteğimi körüklüyordu. Ama bunu yapmadım. Daha doğrusu yapmamak için kendimi tuttum. Çünkü Merih'in şu an bunu yalnız yapması gerektiğini biliyordum.

 

"Bunca zaman neden benimle konuşmak istemediğini anlıyorum Dünya'm. Özür dilerim kardeşim."

 

Merih ağlamaya başlamıştı. Başını suçluluk duygusuyla eğmişti. Dünya ise şaşkındı. Yüzündeki ifadeden onun Merih'e acıdığını anlamıştım. Titreyen elini oldukça yavaş bir şekilde kaldırdı ve bir anda Merih'in elinin üzerine yerleştirdi.

 

Merih başını kaldırıp elinin üzerindeki ince parmaklara baktı. Dünya'nın gözlerinden bir damla yaş akıp dudaklarına damladı. Sanki o gözyaşı sihirliymiş gibi dudakları mucizevi bir şekilde aralanmış "Abi," demişti.

 

Merih duyduğu şeye inanamamıştı. Hayal görüp görmediğini sorguluyordu. Kısa bir süre sonra mutluluktan ağlamaya başlamış Dünya'yı uzandığı yastıktan kaldırıp bağrına basmıştı. Mutluluktan ne diyeceğini bilmiyordu.

 

"Dünya'm," diyebildi sadece. Parmakları Dünya'nın saçlarında geziniyordu. Uzun zaman sonra Dünya da abisine karşılık verdi. Kollarını abisinin bedenine doladı ve ağlamaya başladı.

 

İkisini yalnız bırakmak adına oradan uzaklaşmak istedim ama beni durduran şey Dünya'nın "Lu," demesi olmuştu. Aralık kapıdan beni görmüştü. Üstelik benimle konuşmuş tıpkı abisi gibi bana Luna değil Lu demişti. İnanamayarak açık kapıdan içeriye baktım. Merih'in gözleri birden beni buldu. Griye çalan mavi gözlerinin içi kızarmıştı. Yüzündeki gülümseme ise benzersizdi. İçeriye girmem için gözleriyle işaret vermişti.

 

Kapıyı araladım ve içeriye doğru bir adım attım. Merih, Dünya'yı yormamak adına başını dikkatlice iki katlı kabarık yastığa yerleştirdi. Dünya yarı oturur bir şekilde bana bakıyordu. Merih gibi bakan mavi gözlerine sıcak bir gülümseme eşlik ediyordu.

 

"Gel," dedi gözlerini kırparak. Merih hıçkıra hıçkıra ağlarken ben titreyen bacaklarla Dünya'nın yanına oturdum. Dizlerine koyduğu narin ellerinden birini tutup avuçlarımın arasına aldım. Elinin üzerine küçük bir öpücük kondurup avucunu yanağımı dayadım.

 

Ege ile onu görmeye sık sık gelirdik. Ama bu sefer öncekilerden çok farklıydı. Dünya artık konuşuyordu. Yanağımdan bir damla yaş süzüldüğü sırada Dünya'nın gözleri gözlerime endişeyle baktı. Yüzüme dayadığım elinin parmağı yavaşça kıpırdamış gözümden akan o bir damla yaşı silmişti. Gülümsedim. Gözlerinin içi parlamıştı. Bakışlarımı ondan alıp dolu gözlerle bize bakan Merih'e baktım. Onunda yüzünde de belirgin bir gülümseme belirmişti.

 

Merih "Sana onun mucize olduğunu söylemiştim," dedi bir Dünya'ya bir bana bakarken.

 

Dünya gülümsemiş daha sonra uyumak istediğini belli edercesine gözlerini kırpıştırmıştı. Merih başını kaldırıp onu yatağına yerleştirdi. Üzerini örtüp alnına bir öpücük kondurdu. Dünya gözlerini yumdu ve Merih bana odadan çıkmak için işaret verdi.

 

Merih ile birlikte odadan çıkıp kapıyı kapattık. Tam o sırada beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Başım onun göğsüne yaslıydı. "O acının ardından böyle bir mutluluk yaşadım Lu," dedi Merih.

 

Ellerimi onun sırtına koydum. Derin bir iç çektim. "Her şey düzelecek Merih," diye fısıldadım. Benden ayrılıp gözlerime baktı. Tam o sırada merdivenlerden koşarak çıkan Ege "Baba!" diye bağırmıştı.

 

O yanımıza gelmeden önce Merih ile yüzümüzdeki ıslaklığı silmiştik. "Oğlum," dedi Merih ve Ege'yi kucağına aldı. Ege heyecanla babasının boynuna sarıldı. Deniz ve gökyüzünün eşsiz birleşmesini görmek benzersiz bir histi.

 

Sevdiğim adamın bir benzerine sahip olduğum için çok şanslıydım. Merih ile birbirimize baktık. Bunca zaman bu anın hayaliyle yaşamıştık. Şimdi bir hayal gerçek olmuştu. Ege babasının kucağında bense gökyüzümün yanında hep birlikte ikinci kata indik. Üzerinde kapı süsü asılı olan o odaya doğru ilerledik. Parmaklarım kapının kolunu kavradı. Bu odanın kapısını ilk araladığımdaki gibi gözlerim içeride gezindi. Hiçbir şey değişmemişti. Beyaz renkli oda aynıydı. Tek fark kalbim olan kutunun artık o küçük sehpada değil de evimde duruyor oluşuydu.

 

Merih usulca Ege'yi yere indirdi. Ege "Baba burası kimin odası?" diye sordu. Merih'in büyüleyici gözleri benim üzerimdeydi.

 

"Beyaz kuşun..."

 

Ege duyduğu şeyle mutlu olmuştu. Mavi gözleri beni bulmuş keyifle kıkırdamıştı. Merih'e baktım. Bu oda gibi bembeyaz olmamı istediğini hatırladım. Beyaz bir kuş olmamı isteyişini anımsadım.

 

"Bu gece beyaz kuş, kelebek ve minik deniz burada uyuyacak," dedim birden. Merih'in gözleri ışıl ışıldı. Ege yatağa oturmuş bu söylediğimle battaniyenin altına girmişti.

 

Dolabımın kapağını araladım. Rafta hala birkaç parça kıyafet vardı. Hatta Merih'in pijaması bile raftaydı. "Bunun burada ne işi var?" diye sorduğumda Merih yanıma geldi.

 

"İçeriden çıktığım gece burada uyumuştum. Belki yastığında hala kokundan bir parça kalmıştır diye."

 

Tek kelime edemedim. Gözlerim kısa bir anlığına Ege'ye kaydı. Yatağın ortasında uyuyakalmıştı. Merih ona uzattığım pijamayı giyindi. Bense raftan kendime bir pijama takımı çıkardım. Üzerimdeki saten gömleğin düğmelerini tek tek açtıktan sonra gömleği üzerimden çıkardım. Merih'in gözleri üzerimdeydi. Aynadan birbirini bulan gözlerimizde acı vardı. Yutkundum. O ise beni izlemeye devam etmişti.

 

Gömleği bir kenara koyup askılı tişörtü üzerime geçirdim. Daha sonra pijama altımı giyinip ona döndüm. Gördüğü şey onu sarsmıştı. Yanağından bir damla yaş süzüldü. Yanına yaklaşıp yatağın diğer ucuna oturdum.

 

Sırtım ona dönüktü. Saçımdaki tokayı çıkarıp komodinin üzerine bıraktığımda Merih'in parmakları usulca saçıma uzandı. Saçlarımı dikkatlice kenara aldı. Gözleri üzerimdeydi. Bana daha da yaklaştı. Nefesinin sıcaklığını ensemde hissedebiliyordum.

 

"Bana ne dediğini hatırlıyor musun Merih?" dedim birden. O gördüğü şeyle tek kelime bile edememişken ben sözlerime kaldığı yerden devam ettim.

 

"Bir kelebek kalbe konamazsa sevdiğinin omzuna konar sevilmeyi orada bekler demiştin. Omzumu öpüp gittiğinde ne demek istediğini daha iyi anladım. Sen benim kalbimdeki mezarlığa bir yenisini daha eklemek istememiştin. Omzumda özlemle kalmayı gerekirse kanatlarını kuşun kalbine uçmamak için koparmayı tercih etmiştin."

 

Merih'in parmakları kollarımı kavradı. Daha sonra beni kollarının arasına aldı. Çenesi omzuma yaslıydı. "Ama ben o kelebeği omzuma kazıdığım gibi çoktan kalbime kazıdım Merih," dediğimde Merih sağ omzumdaki kelebek dövmesine dokundu.

 

"O kelebek benim mezarlığımdaki en mutlu kelebek olurdu. Çünkü o kelebek sevildiği yerde. Kuşun kalbinde... Ama o kelebek sandığın gibi ölü değil. Neden biliyor musun?"

 

Merih sessizce beni dinliyordu. Yutkundum. "Çünkü bir kelebeğin ömrü 24 saat değil sevildiği süreymiş. Kuş kelebeğini sevmeyi hiçbir zaman bırakmamış ki sadece onu kalbine almış. Kalbinde ona cenneti sunabilmek için," dediğimde kelebeğin kanatlarını okşadı. Merih'in gözleri omzumdaki kelebek dövmesinde gezinirken tekrar dudaklarımı araladım.

 

"Senin son öptüğün yere senin varlığının kazınmasını istedim Merih. Seni sadece tenime değil ruhuma da kazımak istedim. Kelebek kuşun kalbine kazılı en can yakan ama en güzel olan yara olarak kaldı."

 

Merih yıllar sonra sağ omzuma uzun bir öpücük kondurdu. Kelebeğin kanatları onun öpücüğüyle işlenen günahtan arındı. Ona döndüm. Yaşlarla dolu gözlerimi gördüğünde parmakları yüzümü kavradı. "Sen yokken hiç güneşe bakmadı bu gözler," diye fısıldadı.

 

"Hiç nefes almadı bu ciğerler," diye de devam etti. "Hiç atmadı bu kalp," dediğinde elimi tutup göğsüne yerleştirdi. Kalbi avucumda bir kuş misali çırpınıyordu sanki.

 

"Sen yokken bir et parçasından ibaretti bedenim. Şimdi sen geldin Lu. Bana yeni bir ruh bahşettin. Artık Merih'in de atan bir kalbi, nefes alan ciğerleri ve hayatla dolu bir bedeni var. Artık güneşine doya doya bakmaması için hiçbir sebebi yok."

 

Gülümsedim. Merih'in parmakları yanaklarımı okşadı. Yüzümü yakan ıslaklığı sildi. Beni küçük bir bebeği yatırırcasına yatağa yatırdı. Sonra ortamıza Ege'yi aldık. Mavi gözleri gözlerimdeydi. Elini belime koydu ve fısıldadı.

 

"Seni özledim Lu," diye fısıldadı. Bunu öylesine veya sırf söylemek için söylememişti. İç çekerek kalpten söylemişti. Gülümsedim. Elimi belimi kavrayan kolunun üzerine yerleştirdim. Ortamızda uyuyan minik denizimize baktık.

 

"Bizde seni özledik," diye fısıldadım. Her acı elbet bir gün geçerdi. Ne yaşarsak yaşayalım acılarımız anılarda gizlense bile bize hissettirdikleri zamanla kayboluyordu.

 

Benim yaşadıklarım, onun yaşadıkları ve öğrendiklerimizin bizim üzerimizde bıraktığı etkinin acısı da zamanla geçecekti. Çünkü biz birbirimizin yara bandıydık. Yaralarımızı saracak ve yolumuza devam edecektik.

 

Önümüzde uzun bir yol vardı. Bu dünya denilen koca çınardan savrulacağımız ana kadar dallarına tutunup hayatımızı yaşamaya devam edecektik. Üstelik artık yalnız değildik. Minik denizimiz de bizimleydi. Ailemiz artık bir aradaydı. Kuş, kelebek ve minik deniz...

Loading...
0%