@sevvnuraydn
|
İhanetin izleri hiçbir bedende kolay kolay geçmezmiş. Koparılmış kelebek kanatlarıyla dolu dünyada kelebekte onlardan biri olacağını nereden bilebilirmiş ki?
Kelebek her acı çektiğinde olduğu gibi bu seferde kuşuna sığınmış. Onun gözlerine, şefkatine, sıcaklığına ve kalbine sığınmış kelebek. Yalnızca kuşun yanında unutuyormuş acılarını.
Kuş kelebeğini kanatlarının altına saklamış. Yüreğine yakın yerde tutmuş. Onların birbirlerine olan yakınlıkları yaralı yüreklerinin acısını alıyormuş.
Kelebek kuşun geçmişiydi. Kuş ise kelebeğin sonsuzu...
Bu sonsuzluk döngüsünde kaybolan iki yaralı ruhtu onlar. Birbirlerine yara bandı oldular. Şifa oldular. Gün gelecek kayıp ruhlar göğünden yeryüzüne konacaklardı.
Minik denizleri onları içine alacaktı. Kuş ile kelebek denizin dalgalarında kaybolacaktı. Orada acı yoktu. Keder ve gözyaşı yoktu. Sadece umut vardı. Her şeyin güzel olacağına dair beslenen bir umut...
_______
(2 hafta sonra...)
Bir umuttur yaşamak. Bizim yaptığımız şey de tam olarak bu değil miydi? Umut etmek ve hayatımıza kaldığımız yerden devam etmek...
Yaşadığımız acıları unutmak ve yolumuza çıkan pürüzlere rağmen yaşamak da bir umut değil miydi?
Kelebek mezarlığına dönen kalbimizdeki kelebeklerin bir gün mezarlarından çıkıp kanatlanacağına olan inancımız umut etmek değil miydi? Her şey bir yana beyaz kuş umudun kuşu değil miydi?
"Baba daha yükseğe!" diye bağırdı Ege. Sırtımı verandanın kolonlarından birine yaslamış onları izliyordum. Birlikte yemle doldurdukları kırmızı kuş evini ağaca asmaya çalışıyorlardı.
Merih onu her yükseğe kaldırdığında Ege daha çok gülüyordu. Yanaklarındaki gamzeler aramızdaki mesafeye rağmen fark ediliyordu. "Astım baba," diyerek neşeyle babasına sarıldı Ege.
Merih gülerek Ege'nin yanaklarını öptü. Daha sonra baba oğul kahvaltı etmek üzere verandaya doğru adımlamaya başladı. Merih'in yüzünde beni görünce yine o kusursuz gülümsemesi belirmişti.
Son iki haftada çok fazla değişmişti. Ben bu griye çalan mavi gözlerin sahibiyle sessiz sedasız evlenmekle kalmamış Ege ile birlikte onun yanına taşınmıştım. "Anne çok acıktım," dedi Ege.
Minik dudaklarını bükmüş ellerini karnına koyarak ne kadar acıktığını kendince göstermeye çalışmıştı. Kıkırdadım. Onu Merih'in kucağından alıp sandalyeye oturtturdum.
Merih, Ege'nin karşısındaki sandalyeye geçti. Bende hemen Ege'nin yanındaki yerimi aldım. Bir süre sonra tekerlekli sandalyesiyle Dünya da yanımıza katıldı. Baş köşeye tekerlekli sandalyesini yerleştirmiş Ege'ye bakıp gülümsemişti.
Beni ve Merih'i en çok mutlu eden gelişme de buydu. Dünya artık kendini odasına hapsetmiyor bizimle konuşmaya başlamış ve artık tamamen aramıza katılmıştı. Merih onun için eve asansör yaptırmıştı. Böylece Dünya istediği zaman yanımıza rahatça gelebiliyordu.
"Hala bak yumurta yiyorum," dedi Ege birden. Minik çatalına sapladığı bir parça yumurtayı ağzına atarken burnunu kırıştırarak gülmüştü. Dünya yanı başındaki miniğin yanağını nazikçe sıktı ve abisine baktı.
Bugün epey gergindi. Bunun sebebi doktorun onu kahvaltıdan sonra muayene edecek olmasıydı. Her şey doktorun dudaklarından çıkacak olan yanıta bağlıydı. Dünya yürüyebilecek mi yoksa yürüyemeyecek mi?
"Doktorla konuştum. Kahvaltıdan hemen sonra burada olacak," dedi Merih. Dünya başını sallamakla yetinmişti. Titreyen eli masadaki çatalı kavramıştı. Çatal parmaklarının arasında sallanıyordu. Onun ne kadar gergin olduğunu fark edebiliyordum.
Ona sakinleşmesini ve her şeyin güzel olacağını söylemek istedim. Fakat Merih'in gözlerine baktığımda onu biraz yalnız bırakmam gerektiği kanısına vardım. Önce Ege'ye kahvaltısını etmesine yardım ettim. Daha sonra kahvaltımı bitirip Ege bahçede oynarken Merih ile birlikte salona geçtim.
Dünya kahvaltıdan sonra odasına çekilmişti. Salonda Merih ile yalnızdım. O da en az Dünya kadar gergin görünüyordu. Dünya o kazadan sonra yürümek için hiçbir çaba sarf etmemişti. Ama bu sefer her şey farklıydı.
Kerim'in artık hayatımızda olmayışıyla birlikte her şey değişmişti. Dünya yürümek için can atıyordu. Ege halasıyla oynamak istiyordu. Ona kendince cesaret veriyordu ve bugün doktorun söyleyeceği sözle birlikte tüm bunlar gerçek bir anlam kazanacaktı.
Aniden kapı çalmaya başladı. Handan Hanım kapıyı açtığında doktorun tam da beklediğimiz vakitte geldiğini görmüştük. Merih heyecandan titriyordu. Elini tuttum ve gözlerinin içine baktım. Dudaklarımı aralamama bile gerek kalmadan gözlerimden söylemek istediğimi anlamıştı.
Birlikte doktoru karşılayıp Dünya'nın odasına yukarı kata çıktık. Doktor birkaç tetkik yaptı. Dünya muayene edilirken Merih ile birlikte kapıda bekliyorduk. Ege doktorun geldiğini henüz fark etmediğinden yanımıza gelmemişti. Normal şartlarda meraklı miniğimizi zapt etmekle uğraşıyor olurduk.
Merih sıkıntılı bir nefes verdi. Kafasındaki ihtimaller silsilesinin onu gerdiğini biliyordum. "Dünya yürüyecek Merih," diye fısıldadım. Griye çalan mavi gözlerinde kuşkulu bir ifade vardı. Onun umudu olmak istedim.
"Umudunu kaybetme. Unutma. Bir umuttur yaşamak."
Merih gülümsedi. Tam o sırada doktor bizi içeriye çağırmış olmasaydı bana bir şey söyleyecekti. İkimiz birlikte içeriye girdik. Doktor eşyalarını siyah büyük çantasına doldururken "Muayene bitti," diye mırıldandı.
Merih sabırsızlıkla "Sonuç nedir?" diye sordu. Yaşlı doktor gözlüklerinin üzerinden bize bakarken çantasının fermuarını kapamıştı. Bir Merih'e bir de Dünya'ya baktı.
"Yürümesi çok zor. Çok fazla çalışması gerek ki bu bile yeterli olamayabilir Merih Bey."
Duyduğu gerçekle tek yıkılan Dünya değildi Merih'in de dizlerinin bağı çözülmüştü. Küçücük bir umudu vardı. O da bir çift sözle uçup gitmişti. Doktor eline aldığı koca çantayla odadan çıktı. Onun gidişiyle odada ölüm sessizliği hakim olmuştu.
İlk söz Dünya'nın dudaklarından döküldü. "Beni yalnız bırakın," dedi tek seferde. Sesinin tonu Merih'i korkutmuştu. Yine karamsarlığa düşüp içine kapanmasından korkuyordu. Onu yeniden kaybetmekten korkuyordu. Kardeşiyle uzun zaman sonra kurduğu bağın kopmasından korkuyordu.
"Merih," dedim birden.
"Bizi Dünya ile yalnız bırakır mısın?"
Merih ilk başta tereddüt etsede kapının önüne çıkıp bizi odada Dünya ile baş başa bırakmıştı. Dünya abisinin yokluğunu fırsat bilip iç çekerek ağlamaya başladı. Dizlerine koyduğu elleri titriyordu.
Yatağın diğer ucuna oturup gözlerine baktım. Mavi gözleri adeta bir deniz gibi dalgalanıyordu. "Dünya," dedim içtenlikle. Parmaklarım bir cesaretle onun dizine koyduğu elini kavradı.
"Doktorun dediklerini unut. Bunu yapabileceğini biliyorum."
"Yapamam Luna. Baksana halime. Oyuncak bebek gibiyim. Birinin beni tutup kaldırmasına oradan oraya koymasına muhtacım."
"Hayır sen kimseye muhtaç değilsin. Küçükten başlayıp adım atabilirsin. Belki çok zor olacak. Belki pes etmek isteyeceksin. Ama eninde sonunda başaran sen olacaksın Dünya."
Avucumdaki narin parmaklarını güven vermek istercesine sıktım. Derin bir iç çekti. "Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?" diye sordu birden.
Merih'in ona geçmişimi anlatıp anlatmadığını bilmiyordum. Ama içimden bir ses anlatmadığını söylüyordu. "Çünkü bende pes etme noktasına gelmiştim Dünya," dedim birden.
Söylediğim onu afallatmıştı. Gözleri gözlerimde gezindiğinde yutkundum. "Bundan yıllar önce biri beni bir uçurumdan aşağıya bıraktı," dedim tek seferde. Dünya söylediklerimle kalakalmıştı.
"Ben o uçurumdan çıktım Dünya. Abin bana yeni bir hayata başlama şansı verdi. Ama ben buna rağmen abin beni bu eve getirdiğinde kendimi banyoya kilitledim."
Tek kelime edemedi. Hipnotize olmuşçasına beni dinliyordu. "Bir çıkmaza girmiştim. Tüm umutlarım yerle bir olmuştu. Banyoda ne kadar süre kaldığımı bile hatırlamıyordum. Kilitlediğim kapı benim duvarım olmuştu. Ben o duvarı yıkamayacağımı hissettiğim anda beni içinde bulunduğum çıkmazdan çıkaran Merih Ege oldu," dediğimde yutkundum.
Dünya anlattıklarım karşısında şoke olmuştu. Geçmişimin böyle olabileceği aklının ucundan dahi geçmemişti.
"Şimdi sende kendini çıkmazda hissediyorsun. Bunu yapamayacağını düşünüyorsun. Ama bu doğru değil Dünya. Çünkü yaşamak umut etmektir. Sakın içindeki umudu kaybetme. Ona sıkıca sarıl ve ayağa kalk."
Dünya ellerimi sıkıca tuttu. Sonra hiç beklemediğim bir anda bana sarıldı. "Teşekkür ederim," dediğinde gülümsedim. Bizi ayıran şey ise Ege'nin koşarak odaya dalmasıydı.
"Hala!" diye bağırdığında yatağa çıkmıştı. Dünya'dan ayrılıp minik denizime baktım. Bahçede tek başına oynamaktan sıkılmıştı. Bu yüzden yeni oyun arkadaşı olan halasının yanına gelmişti.
"Ben sizi yalnız bırakayım," dedim ve odadan çıktım. Kapıyı kapattığım sırada Merih'in nefesini ensemde hissettim. "Bunu nasıl yaptın?" diye sordu.
Yüzümü ona döndüğümde ne kadar mutlu olduğunu gördüm. Saçlarımı ellerimle geriye doğru atarken "Ona sadece gerçekleri anlattım," dedim. Merih yüzüme Ege gibi bakıyordu. Sanki karşısında çok farklı bir şey varmışta o şeye hayran olmuş gibi...
Griye çalan mavi gözlerinin altında küçüldüğümü hissediyordum. Birden elimi tuttu ve beni üçüncü katın diğer tarafındaki bir odaya götürdü. Odanın kapısını araladığında gördüğüm manzara karşısında nutkum tutulmuştu.
"Burası," diye mırıldandığımda gerisini getirememiştim. Her yerde raflar ve rafları dolduran sıra sıra dizili kitaplar vardı. Bu devasa kütüphaneden gözlerimi alamıyordum. Tavandan iple sarkıtılmış kağıttan yapılma beyaz kelebekler vardı. Kelebekler odanın içinde uçuşuyormuş izlenimi veriyordu.
"Çok güzel," dedim en sonunda. Merih beğenmeme sevinmişti. Tavandan yere doğru uzanan camın önünde eski ahşap bir çalışma masası vardı. Masanın üzerinde beyaz tüy kalem bir mürekkep hokkasının içinde duruyordu. Yeşil başlıklı bir masa lambası ve masasının bir köşesini dolduran beyaz küçük zarflar...
"Mektuplarımızı burada mı yazıyorsun?"
"Sadece burada değil. Seni hissettiğim her yerde yazıyorum."
Masanın önünde durmuş etrafı inceliyordum. Onun gözleri her zamanki gibi benim üzerimdeydi. Beni izliyordu. Yaptığım hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordu.
"Sana göstermek istediğim bir şey daha var," dedi Merih. Peşinden devasa kütüphanenin diğer tarafına doğru ilerledim. Kütüphanenin ana salonu diyebileceğim bir yerdeki duvarda bir boşluk vardı. O boşluğu dolduran şey ise raflar değil altın varaklı bir çerçeveydi.
Gözlerim çerçevenin içindeki yağlı boya resimde gezindi. Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık çıktı. Bunu yapmış olmazdı değil mi? Bu detayı da hatırlıyor olamazdı. Yanaklarımdan bir damla yaş süzülerek dudaklarıma damladı.
"Bu," dediğimde Merih beni tamamlamıştı.
"Bu yıllar sonra seninle ilk karşılaşmamız Lu."
Onu takside gördüğüm kısacık anın resmini yaptırmıştı. Taksinin camından ona bakarkenki halimi çerçeveletip duvarına asmıştı. "Bunu nasıl hatırladın?" diye sordum gözlerimi gökyüzüme diktiğim sırada.
Merih parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı. Gözlerinin büyüsüne kapılmıştım. "Hiçbir zaman unutmadım ki. Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım Lu," dedi ve parmakları çenemi kavradı. Dudaklarıma küçük bir buse kondurup geri çekildi.
"Söylesene Lu. Bu kalp seni unutur mu?"
Gülümsedim. Başparmağını gamzeme bastırdı. Daha sonra "Unutmaz," diye fısıldadı. İşte o an Merih'e tekrar aşık oldum. Tam bu hissettiğimi ona da söyleyecekken Ege'nin "Baba neredesin?" diye bağırması yüzünden kütüphaneden çıkmamız gerekmişti.
Ege koridorda bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Merih onu yakalayıp kucağına aldı. "Baba halamla oyun oynarken bir anda uyudu biliyor musun?" dedi Ege gülerek. O an Merih ile birbirimize baktık.
Merih, Ege'yi yere indirmiş aşağıya inmesini söylemişti. Ege başını hafifçe salladı. Babasına bu konuda ısrarcı olmadığına şükrediyordum. Merih ile birlikte Dünya'nın odasına koştuk. Odanın kapısını gürültülü bir şekilde açtığımızda Dünya'nın baygın bir halde olduğunu gördük.
"Dünya!" diye bağırdı Merih. Onu birden bire bu hale getiren şeyin ne olduğunu anlayamamıştım. Ta ki yatağının ucundaki komodindeki boş ilaç şişesini görene dek...
"Merih ilaç içmiş!"
Merih'in gözleri komodinin üzerindeki cam ilaç şişesini kavradığında "Lanet olsun!" demişti. Cebimden telefonumu çıkarıp ambulans çağırdım. Merih ise Dünya'yı uyandırmaya çalışıyordu. Ama bu çabasının bir yararı olmamıştı.
Dünya uyanmıyordu. Ambulans sirenleri malikanede yankılanmasından hastaneye gidişimize kadar olan her şey birer sanrıdan ibaretti. Olanlar bir anda olmuştu. Dünya'ya acil müdahale yapılırken Ege evde Handan Hanımla kalmış bense koridorda Merih ile birlikte olayın şokunu atlatmaya çalışıyordum.
Merih sürekli "Bunu nasıl yapar?" diyerek kendi kendini sorguluyordu. Titriyordu. Kardeşine bir şey olmasından korkuyordu. Elimi sırtına koyup yavaşça sıvazladım.
"O iyi olacak Merih."
"Anlamıyorum Lu. Her şey iyi giderken kendine bir anda bunu yapmasının sebebini anlayamıyorum."
Bunu bende anlamıyordum. Ta ki koridorun diğer tarafından gelen kişiyi görene dek...
Koridorun diğer tarafından ilk olarak Olcay gelmişti. Hemen arkasından da Kerim...
İkisinin burada olması bir yana Merih'in onları görünce vereceği tepkiden korkuyordum. Gözlerim ikisi arasında gidip gelirken korktuğum şey başıma gelmişti. Olcay ile Kerim'in birbirine girmeye kalkması yetmezmiş gibi ikisini gören Merih'in hışımla ayağa kalkması bir olmuştu.
"Siz!"
Merih bir anda Kerim ile Olcay'ın üzerine yürürken araya girmeye çalıştım. Merih kendine hakim olamayarak ilk önce Olcay'ın yüzüne yumruk atmış sonrasında Kerim'in yakasına yapışmıştı. "Merih yapma," dememe kalmadan Kerim'i tuttuğu gibi uzağa savurdu.
Ona vurmamıştı. Daha doğrusu vuramamıştı. Çünkü hala ona içten içe değer verdiğini biliyordum. "Gidin!" diye bağırdı Merih. Sesi hastanenin ıssız koridorlarında yankılanıyordu.
Merih'in kolundan tutup sakinleşebilmesi için güç bela bekleme alanındaki koltuklardan birine oturttum. Önünde diz çöküp ellerini tuttum. "Sakin ol," diye fısıldadım.
Merih gözlerini yummuş derin derin nefesler alıyordu. Onu sakinleştirmek sandığımdan daha zor olmuştu. Gözlerini araladığında gökyüzünde şimşek çakan bulutların hala varlığını koruması her an bir olayın patlak verebileceğinin en büyük göstergesiydi.
"Merih," dedim birden.
"Onlar Dünya'nın bu halde olduğunu nereden biliyor?"
Merih sinirden şakaklarını ovuyordu. "Siz Dünya'nın hastaneye kaldırıldığını nereden biliyorsunuz?" dedim bakışlarımı Merih'ten alıp Olcay ile Kerim'e çevirdiğim sırada. İkiside hiç düşünmeden aynı cevabı verdi.
"Beni Dünya aradı."
İkisinin aynı anda söylediği şey Merih'i çileden çıkarmıştı. "Yalan söylüyorsunuz! Kardeşim sizin yüzünüzden bu halde!" diye kükredi.
Bulunduğumuz alandaki gerilim epey yüksekti. Her an bizi hastaneden yaka paça dışarı atabilirlerdi ki bunun olması çok da uzak bir zaman diliminde olacakmış gibi görünmüyordu.
"Merih Ege," dedim uyarıcı bir tonda. Onu gerisinin geri koltuğa oturttum. Bu da yetmezmiş gibi şimdi de Kerim ile Olcay birbirlerinin yakasına yapışmıştı.
"Dünya beni çağırdı seni değil!" diye bağırdı Olcay. Bunun üzerine Kerim kendine hakim olamayıp Olcay'ın yüzüne yumruk atmıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum. En sonunda Merih'in korumalarından biri Olcay'ı diğeri de Kerim'i tuttu.
O an aklıma olay anında Ege'nin halasının yanında olduğu gerçeği gelmişti. Panikten telefonumu evde unuttuğumdan Merih'in telefonunu almıştım. Rehberden Handan Hanımın numarasını bulup tuşladım.
Telefon saniyesinde açılmıştı. "Handan Hanım bana Ege'yi verebilir misiniz?" dedim bir anda. Handan Hanım nedenini sormadan telefonu Ege'ye vermişti.
"Anne," dedi Ege. Bir yandan da başka bir şeylerle oyalandığını anlamam çok da zor olmadı.
"Annecim halan senle oyun oynarken telefonla konuştu mu?"
Telefonun ardında kısa bir sessizlik oldu. Daha sonra hatırladığını belli edercesine "Evet anne," demişti.
"Kiminle konuştuğunu hatırlıyor musun?"
"Olay diye biriyle konuştu anne. Sonra da amcamı aradı. Hastayım dedi."
Ege'nin Olcay'a Olay demesine normal şartlarda gülebilirdim. Fakat şu an bulunduğumuz durum daha çok gerilmeme neden olmuştu.
"Sen Handan teyzeni üzme tamam mı?" diyerek onu tembihledim. Daha sonra telefonu kapatıp Merih'in yanına geçtim. Merih dudaklarımdan çıkacak tek bir sözcüğü bekliyordu. Hayır dememi bekliyordu. Fakat öyle olmadı.
"Dünya ikisini de arayıp hasta olduğunu söylemiş."
Merih duyduğu şeyle başını ellerinin arasına almıştı. Kardeşinin böyle bir şey yapabilmiş olmasını yediremiyordu. "Ege yanlış duymuştur," diyordu kendi kendine. Ama bunun doğru olmadığını o da biliyordu.
Koridorda ölüm sessizliği hakim olmuştu ki önünde bulunduğumuz acil müdahale odasının kapısı aralandı. İçeriden çıkan doktoru gördüğümüzde Merih ile birlikte ayağa kalkmıştık.
"Dünya Server'in yakınları siz misiniz?" diye sordu doktor. Merih "Ben abisiyim," diye yanıt verdi.
Doktor bunun üzerine öyle bir şey söyledi ki hepimiz duyduğumuz şeyle şoke olmuştuk. "Kardeşiniz söylediğinizin aksine hiç ilaç içmemiş," dedi doktor tek seferde. Merih ile birbirimize baktık. Baş ucundaki ilaç şişesi tamamen boştu. Daha sabah o şişe ağzına kadar doluyken şimdi tüm bunlar neyin nesi oluyordu?
"Doktor Bey kardeşimin o ilaçları içmediğine emin misiniz?"
Merih'in sorusuyla doktor bir an bile tereddüt etmeden başını olumlu anlamda sallamıştı. Dünya'nın bunu yapmasındaki amacı neydi? Neden hepimize böyle korkunç bir oyun oynamıştı aklım almıyordu.
"Dünya Hanımı görebilirsiniz," dedi doktor. Daha sonra ellerini önlüğünün cebine sokup yanımızdan ayrıldı. Merih kardeşini görmek için içeriye girmek istedi. Fakat içeriden çıkan hemşire "Siz Kerim Bey misiniz?" diye sorunca Dünya'nın asıl amacını az çok anlamış oldum.
Kerim hiç düşünmeden içeri girdi. Olcay ise Dünya'nın onu değil de Kerim'i yanına çağırmasından dolayı sinir bozukluğuyla onları gizlice camdan izlemeye başlamıştı.
Merih olanlara bir türlü inanamıyordu. İkimizde Olcay'ın aksine sakinleşmek için koridorda yürümeye başladık. "Ona bunu yapan birini neden yanında istedi?" diye sordu Merih. Bunu bana değil de daha çok kendine soruyormuş gibi bir hali vardı.
Ona destek olmak istercesine koluna girdim. Biraz hava almaya ihtiyacı olduğundan hastanenin dışına çıkmış bahçedeki banklardan birine oturmuştuk. Juliet, Romeo'nun değil bu sefer Romeo, Juliet'in omzuna yasladı başını.
Merih derin bir iç çekti. Kız kardeşinin yapmış olduğu şey onu hayal kırıklığına uğratmıştı. "Bunu nasıl yaptı Lu?" diye sordu. Çaresizdi. Oyuna getirilmiş olmak ona ağır gelmişti. Üstelik oyun böylesine can yakan bir oyun olunca...
"Dünya bir şey saklıyor Merih," dedim birden. Başını omzumdan kaldırıp gözlerime baktı. Oldukça hassas bir konu olmasına rağmen kendimi daha fazla tutamadım.
"Bence Dünya bunu bir şeyleri görmek için yaptı," dedim ve gözlerimi az ötemizdeki ağaca diktim. Dallarına tünemiş kuşları izledim. Merih ne söylemek istediğimi tam olarak anlayamamıştı.
"Neyi görmek istedi?" diye sordu tek düze. Sesindeki iğneleyici tınıya rağmen gerçekleri söyledim. Çünkü bana sonucu her ne olursa olsun yalan söylememem gerektiğini söyleyen bizzat kendisiydi.
"Dünya hislerini anlamaya çalışıyor Merih. Yıllar önce olan şeyin bir kaza olduğunun farkında ve asıl duygularının kime karşı olduğunu anlamaya çalışıyor."
"Yoksa?"
"Dünya en başından beri Kerim'e aşıktı ve buraya Olcay'ı sırf Kerim'in canını yakmak için çağırdı."
Merih afallamıştı. Başını olumsuz anlamda sallayıp gülmeye başladı. "Dünya böyle bir şey yapmış olamaz," dedi histerik kahkahası insanların bile dikkatini çekecek kadar yükseldiği sırada.
Uzanıp elini tutmak istedim. Ama Merih ondan beklemeyeceğim bir şekilde elimi nazikçe itmişti. Yanımdan kalkıp hastaneden içeri girdi. Bana bu söylediklerimden dolayı kırıldığını biliyordum.
Sıkıntılı bir nefes verip peşinden içeriye girdim. Merih'in adımları yeri dövüyordu. Sinirle koridoru aşıp Dünya'nın kaldığı odanın önünden ayrılan Olcay'ın yerini aldı. Camın önünde durduğunda kalakalmıştı.
Onun gördüğü şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Yanına gittiğimde camın ardındaki görüntüye baktım. Dünya uyuyordu. Kerim ise başını Dünya'nın yastığına dayamış onu izliyordu. Dünya ise uyurken bir daha hiç ayrılmak istemiyormuşçasına parmaklarını Kerim'in parmaklarına kenetlemişti.
"Haklıydın," diye mırıldandı Merih. O da benim elimi tuttu. Gözlerini zar zor bu manzaradan alıp bana çevirdi. "Özür dilerim Lu," diye fısıldadı.
Bunun bir önemi olmadığını göstermek için ona sıkıca sarıldım. Birlikte Dünya ile Kerim'i izliyorduk. Dünya uykusunda gülümsemişti. Kerim ise daha önce hiç olmadığı kadar huzurlu görünüyordu.
"O gece Dünya kaçmayacaktı. Sadece Kerim'in gözünü korkutmak için Olcay'ı kullandı. Sonra işler bu raddeye geldi."
Merih sözlerimi başıyla onayladı. Dünya benim Merih'ten aldığım desteği Kerim'den almak için böyle bir yola başvurmuştu. Ona anlattığım şeyden sonra çıkmazından onu Kerim'in kurtarmasını istemişti. Olcay'ı ise gerçekte kimin yanında olmak istediğini göstermek için çağırmıştı.
"Kerim ona zarar vermek istemedi. Her şey bir kazaydı Merih. Dünya da bunu biliyor. Sırf sen ondan nefret etme diye kendince böyle bir yol tercih etti. Gerçekleri bir de onun gözünden bu şekilde gör istedi."
"Peki o zaman neden Kerim'in artık hayatımızda olmadığını duyunca benimle barıştı?"
"Çünkü gerçeği öğrendikten sonra onu sevdiğini sana kabullendiremeyeceğinin farkındaydı. Bunca zaman seninle konuşmak istememesinin altında yatan başka bir sebep var Merih."
Merih bana daha da sıkı sarıldı. Camın ardında Dünya gözlerini yavaşça aralamış Kerim'e bakmıştı. Kerim uyuyordu. Başı Dünya'nın başına yaslı bir şekilde...
Yıllarca Merih ile tek kelime konuşmamasının sebebini merak ediyordum. Sırf bu yüzden bile Merih'e cesaret vermiştim. "Konuş onunla. Bunun sebebini anlatmasını iste," dedim birden.
Kerim de gözlerini aralamıştı. Onun odadan çıkmasını sağlamak için Merih'ten ayrılıp odanın önünden geçmekte olan bir hemşireyle konuştum. Hemşire Kerim'i odadan çıkarmış onun yerine içeriye Merih girmişti.
Kerim kapının önünde benimle karşılaştığında ne diyeceğini bilememişti. İlk başta yutkunmuş başını mahçup bir tavırla önüne eğmişti. "Artık gerçekleri Merih de bende biliyorum," dedim birden.
Kerim'in gözleri beni buldu. Birlikte camdan Merih ile Dünya'yı izlemeye başladık. "Dünya neden bunca zaman Merih ile konuşmadı? Sen nedenini biliyor musun?" diye sordum. Kerim başını olumlu anlamda salladı.
Kuruyan dudaklarını ıslatıp "Hünkar Server'in yaptıklarından kaçmak istiyordu. Abisinin Amerika'dan dönmesini ve onu kurtarmasını istiyordu. Mahşer gerçeğinin ortasında olmak istemiyordu," dedi.
"Ben Amerika'dan Merih'ten daha önce döndüm. Dünya ile birlikte kaçmayı düşünüyordum. Ama bunu yapamayacağımızı bu işten en çok Merih'in zarar göreceğini ona söyledim. Bu onu çıldırttı. Beni korkaklıkla suçladı. O gece Olcay'ın ona olan hislerinden emin olduğundan onunla kaçmak istediğini söylemişti."
Hikayenin bilmediğimiz detayları Kerim ile birlikte gün yüzüne çıkıyordu. Her detay ise şu içinde bulunduğumuz anı değiştiriyordu.
"Olcay ile kaçacaklarını öğrendiğimde odasına girdim. Pencerenin önünde kavga ederken kendini geri çekmiş perdeye dolanıp aşağıya düşmüştü. Abisini suçlamasının sebebi de onu ihmal etmesiydi. Eğer Merih onu çağırdığında burada olsaydı şu an her şeyin bambaşka olacağını düşünüyor."
"Merih'in dönmesi neyi değiştirirdi ki?"
"Merih onun istediği vakitte dönmüş olsaydı Dünya benimle olan her şeyi ona anlatacaktı. Hünkar Server'in Merih'e karşı durmayacağını biliyordu. Çünkü ondan sonra Mahşer'i bırakabileceği tek kişi oydu. Merih'in varlığı bu yüzden onun için önemliydi."
Birlikte camın ardında konuşan abi kardeşe baktık. "Sanırım artık geçmişi telafi etmenin zamanı geldi," diye mırıldandım. Geçmişin karalamalarla dolu sayfalarını koparıp atmanın ve yerine yeni bir sayfa koymanın vakti artık geldi. |
0% |