Yeni Üyelik
34.
Bölüm

9.Bölüm: Dinginliğim

@sevvnuraydn

Kuş kelebeği için korkuyormuş. Yaralı kalbinde kelebek için derin bir sızı varmış. Kelebeğin acıları dinmedikçe kuşun sızısı da geçmeyecekmiş. Çünkü sevenler birbirinin aynasıdır. Nasıl ki aynaya baktığımızda kendimizi görüyorsak sevdiğimize baktığımızda da kendimizi görürüz. Tıpkı kuş ile kelebekte de olduğu gibi...

 

Kuşun geçmişinde yaşadıkları kelebeğin beyaz kanatlarına yansıyormuş. Kelebeğin acılarıysa yağmur olup kuşun kalbine yağıyormuş. Acıların yağmuru kirli geçmişi de alıp gidiyormuş. Onlar birbirlerinin acılarına yağan birer yağmur damlasıymış.

 

Kimin canı daha çok yanarsa diğeri ona şifa oluyormuş. Kayıp ruhlar göğü onların yuvasıymış. Orada bulmuşlar içlerinde taşıdıklarını. Sonra tedavi edip yaralarını sarmışlar. Yaraları bir daha açılmasın diye de birbirlerine sıkıca sarılmışlar. Adeta bir zincirin halkaları gibi birbirlerine kenetlenmişler.

 

Kuşun aşkı kelebeğe şifa olmuş. Kelebek merhemi kuşun kalbinde bulmuş. Onun kalbine konmuş. Kuşunun sıcaklığına sığınmış. Kuş ise içinde biriken acılardan kelebeğiyle arınmış. Yıllar evvel bir günah işlenmiş. Günahın kızıl kanı iki masumun kanatlarına akmış. Kuş ile kelebek farkında olmadan günahın rengine boyanmış.

 

_______

 

"Baba oyuncak ayım yok."

 

"Artık oyuncak ayıyla oynayacak yaşta değilsin. Okula gidecek yaştasın. Okula gidecek ve orada arkadaşlarınla oynayacaksın."

 

"Peki korkarsam kime sarılacağım baba? Ayım olmadığına göre korktuğumda sana sarılabilir miyim? Bana sarılmam için izin verir misin?"

 

"Yanında ben olmayacağım. Bu yüzden korktuğunda birine değil kendine sarılacaksın. Kendi korkularınla yüzleşmek zorundasın Luna."

 

"Ama ben çok korkuyorum. Karanlıktan, her gece sandalyemden bana bakan gözlerden, en çok da yalnız kalmaktan korkuyorum baba."

 

"Artık tek başınasın," dedi tek düze bir sesle ve elini omzuma yerleştirdi. Babamın parlak kiremit rengi gözlerine baktım.

 

"Beni bırakacak mısın?"

 

Başını hafifçe salladı ve acıyla mühürlenmiş dudaklarını araladı. "Seni okuluna bırakacağım. Bundan sonra eve sadece tatil zamanları geleceksin Luna. Bu yüzden korkularını bir kenara bırakmak zorundasın," dedi ve o çok güvendiğim dağ gibi elini üzerimden çekti.

 

"Bundan sonra tek başınasın Luna. Artık annen gibi bende hayatında olmayacağım. Bunu unutma."

 

Ben unutmadım. Geçen onca zamana rağmen onun söylediği tek bir kelimeyi bile unutmadım. Onun bana bakarken yüzünde beliren tiksinme ifadesini, dudaklarında beliren sonsuz çizgiyi ve bana dokunmamak için kendi içinde verdiği o ızdırap dolu çabayı unutmadım. İstesemde unutamam.

 

Beni yalnız bırakışını unutamam. Korktuğumu söylediğim halde beni karanlığın ortasına elime yolumu aydınlatması için küçük bir kibrit çöpü bile vermeden bırakışını unutamam. Bavullarımı bir paçavradan kurtulmak istercesine yurdun önüne bıraktı ve bana baktı.

 

"Baba ben burada kalmak istemiyorum. Ben evime geri dönmek istiyorum," dedim ağlayarak. Titreyen bedenim ona doğru koştu ve zayıf kollarımı içinde ruh olması gerekirken onun içi bomboş bedenine doladım.

 

Elleri omuzlarımı kavradı. Beni sökercesine kendinden uzaklaştırdı ve "Ev artık yok. Okuluna odaklanacaksın," dedi. Onun sözü bir emirdi. Sorgulamak ya da karşı gelmek söz konusu dahi olamazdı.

 

Zalim kral kızını bir kuleye hapsetmemişti. Onu uzaklara sürmüştü. Krallığından sınır dışı etmişti. Bu yıllarca böyle devam etti. Bu beni yurda ilk bırakışıydı. Sonralarında beni bırakmaya bile tenezzül etmemişti.

 

Ben onun yokluğunda korkularımı yenmiştim. Ayıma sarılmak yerine kendime sarılmıştım. Karanlıktan artık korkmuyordum. Işıksız kalmak beni artık korkutmuyordu. Güçlü olmayı ben sırtımı yaslayacağım ulu çınarımın olmadığı gerçeğiyle yüzleştiğimde öğrenmiştim.

 

Sevilmeyi ise yanlış yerlerde aramıştım. Bana sevgisini ilk gösterenin peşinden ölüme uçmuştum. Ölüm beni değiştirdi. Bambaşka bir bedende yeniden doğdum. Beyaz kelebek beni öyle çok sevdi ki şimdi aşkın ne demek olduğunu çok iyi biliyordum.

 

"Lu," diye fısıldadı Merih. Onun sesiyle gördüğüm düşten uyanmıştım. Gözlerimi onun griye çalan mavi gözlerine diktim. Elini yanağıma koydu ve parmağıyla ıslaklığı sildi. Ağladığımın farkında bile değildim.

 

"Neden ağlıyorsun?" diye sordu bu sefer. Ege ile birlikte bana endişeyle bakıyorlardı. Yutkundum. "Onu kaybettiğimi sandığım zamanı anımsadım," diye mırıldandım. Merih konuşacak durumda olmadığımı bildiğinden Ege'yi kucağına aldı. Kulağına bir şeyler fısıldadı.

 

Ege gülümsedi. Yanaklarındaki minik noktalar yine belirginleşmişti. "Eve dönmenin vakti geldi," dedi Merih. Birlikte lunaparkın girişindeki arabaya doğru yürümeye başladık. Merih, Ege'yi araba koltuğuna yerleştirmeye çalışırken bende öne oturmuş emniyet kemerimi takmıştım.

 

Kucağımda çocukluğumdan bir parça vardı. Kaybettiğimi sandığım ama aslında benden sökülüp alınmış bir parça vardı. Yutkundum. Merih yanıma oturdu ve bana baktı. "Uzun zaman önce bunu kaybettiğimi sandığımda babam beni yatılı okula götürmek için odama gelmişti," diye mırıldandım.

 

"Korktuğumda bu ayıya sarılıyordum. Onu kaybettiğimde korktuğum için babama sarılmak istemiştim. Ama bana izin vermemişti."

 

Merih ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Arabayı çalıştırdı. Gözlerini yola dikmişti. Bir süre sonra biçimli dudakları bana yeni bir hayat dersi vermek için aralandı. Benim için yeniden profesör olacaktı.

 

"İnsanlar değer görmek istediklerinden değer görmeyince ondan bir parça bulduklarına sıkıca sarılırmış."

 

Merih haklıydı. Ben ayımın olmayışına değil babamın yanımda olmayışına üzülmüştüm. Onun yokluğuna ağlamıştım. Onun boşluğunu peluş bir ayıyla doldurmaya çalışmıştım. Ama her ne yaparsam yapayım içimde hep bir eksiklik kalacaktı. Bunu biliyordum. Yutkundum.

 

Gözlerim kucağımdaki yıpranmış ayıya kaydı. Açık kahverengi kürkü yer yer tiftiklenmişti. Ama hala bana bakan siyah gözlerinden kendi yansımamı görebiliyordum. Küçük bir Luna vardı yansımada. Her gece yalnızlığını bu ayıyla paylaşan küçük Luna.

 

"Kendimi bu dünyada hep bir fazlalık olarak gördüm Merih. İnsanlar böyle hissetmem için ellerinden geleni ardlarına koymadılar. Sanki ben olmasam bu dünya daha yaşanılabilir bir dünya olacakmış gibi davrandılar. Sanki ben olmasam bu dünya onlara kalacakmış gibi davrandılar. Halbuki ben olmasam ne değişecekti ki?"

 

Merih'in dudakları bu sefer acıyla kıvrıldı. Griye çalan mavi gözleri bir anlığına gözlerime kaydı ve "Asıl acı gerçek tam da burada Lu. Tam da burada," dedi. Arabayı evin önüne park etti. Gözlerini gözlerime dikti.

 

"Bir gün ölüm bizi kucaklayacak ve işte o zaman kıymete bineceğiz."

 

Merih'in sözünü tamamlamasıyla o boğazımdaki yumrunun varlığını daha yeni hissedebilmiştim. Bir anlığına gözlerim arkaya kaymıştı. Ege uyuya kalmıştı. Minik dudakları açıktı. Ağzını kuş gibi havaya dikmiş uyuyordu.

 

Merih gülümsedi. "Onu ben alırım," dedi arabadan inerken. Birlikte arabadan indik. Merih, Ege'yi kucağına aldı. Daha sonra eve girdik. Evde çalışanlar dışında kimse yoktu. Dünya hastanedeydi. Kerim ise onunla birlikte...

 

"Hoş geldiniz Merih Ege Bey," dedi Handan Hanım. Bizi kapıda karşılamıştı. Merih içtenlikle gülümsedi. Daha sonra Ege'yi yatağına yatırmak üzere yukarı kata çıktı. Bende üzerimdekileri değiştirmek için odama girmiştim. Kucağımdaki ayıyı yatağın üzerine bıraktım. Ardından dolaptan üzerime giyebileceğim birkaç kıyafet çıkardım.

 

Belki de sıcak bir duş alıp rahatlayabilirdim. Kıyafetleri yatağımın üzerine koydum. Duş alıp gevşemeye ihtiyacım vardı. Odanın köşesindeki kapıyı açtım. Bu banyoya ilk girdiğimde neler olduğunu anımsadım. Tıpkı o zamanda olduğu gibi içeriye doğru bir adım attım.

 

Ayna hemen yanı başımdaydı. Gözlerimi yansımama diktim. O zamanlar içinde bulunduğum hali kabul edememiştim. Saçlarımı kesmiştim. Uzun saçlarımdan nefret etmiştim. Şimdi saçlarım o zamandaki halinden bile uzundu. Parmaklarım omuzlarımdan belime doğru dökülen uzun saçlarımda gezindi.

 

Yüzümde o gün bu aynaya bakan Luna'nın aksine burukta olsa bir gülümseme vardı. Aynanın karşısından çekildim. Küveti suyla doldurdum ve artık sıcak suya kendimi bırakmaya hazırdım. Üzerimdeki ince bluzu tek hamlede sıyırıp üzerimden çıkardım. Tam o sırada banyonun kapısı gürültüyle açıldı.

 

Arkamı dönüp bakmaya fırsatım olmadan Merih'in kolları belimi sarmıştı. Korkudan titriyordu. O gün olanların yaşanmasından korkuyordu. Bu banyoya o zamandan beri ilk girişim değildi. Fakat şu an içinde savaştığım düşüncelerden sonra yine kendimi kaybetmemden korkmuştu.

 

"Lu," diye fısıldadı. Dudaklarını tenime kazınmış benliğine bastırdı. Gözyaşlarını kelebeğimin kanatlarında hissedebiliyordum. Dudaklarının sıcaklığını ve benim için ne kadar endişelendiğini gösteren titremesini de hissedebiliyordum. Arkamı döndüm ve onun gözlerine baktım.

 

Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ama ben onun rahatladığını biliyordum. Kollarımı boynuna doladım. Ona sıkıca sarıldım. "Ben iyiyim," diye fısıldadım. "Çünkü yanımda sen varsın," diye de ekledim.

 

Merih bana sıkıca sarıldı. Bir süre çenem onun omzuna yaslı bekledim. Kalp atışlarının ritminin düzeldiğinden emin olduğumda ondan ayrılıp tekrar gözlerinin içine baktım. "Banyodan sonra saçlarımı keser misin Lu?" diye sordu birden. Epey uzamış saçlarına baktım. Elimi yanağına koydum.

 

Parmak uçlarımda yükseldim ve yanağına uzun bir öpücük bıraktım. "Tabii ki," diye mırıldandığımda gülümsedi. Banyodan çıktı. Kapıyı kapattığında kendimi sıcak suya bırakmıştım. Bir süre sonra yıkanıp bornozuma sarındım. Odadan çıktığımda Merih'in burada olmadığını fark ettim.

 

Hızlıca üzerimi giyindim. Uzun saçlarımı güzelce tarayıp ensemde at kuyruğu olacak şekilde topladım. Tam o sırada odanın kapısı tıklatıldı. İçeri giren kişi Handan Hanımdı. Elindeki küçük beyaz zarfı bana doğru uzattı. "Luna Hanım bunu Merih Bey size vermemi söyledi," dedi.

 

Zarfı elinden alıp teşekkür ettim. Normalde zarflarımı Merih kendi verirdi. Fakat bu sefer kendisi ortalıklarda yoktu. Zarfımı aralayıp Handan Hanım'ın odadan çıkmasıyla sesli bir şekilde okumaya başladım.

 

"Ayrılık da sevdaya dahil midir? Dahildir. Bunu içerideyken daha iyi anladım. Göğsüme bastırdığım fotoğrafını sen olarak hayal ettiğimde anladım hem de. Kokunun ciğerlerimi doldurduğunu, elimin ipeksi saçlarında gezdiğini hayal ettiğimde anladım Lu. Sen benim kurabileceğim en güzel hayalsin."

 

Notu okumayı bitirdiğimde yüzümde genişçe bir gülümseme yayılmıştı. Notumu zarfıma yerleştirdiğim sırada odanın kapısı aralandı. İçeri bu sefer beklediğim kişi girmişti. Elimdeki zarfı yatağın üzerine bırakıp yanına gittim. Ona sıkıca sarıldım.

 

"Merih'im," dedim yıllar sonra. Onun ismini söylemek bile huzurdu. Yıllar sonra kavuştuğum bir huzur...

 

Merih boynumu öptü. Daha sonra kulağıma "Sana bir şey göstermek istiyorum," diye fısıldadı. "Benim için gözlerini kapar mısın?" diye sorduğunda bir an bile düşünmeden gözlerimi yummuştum. Elimden tutup beni yavaşça yatağın üzerine oturttu. Tam karşımda olduğunu biliyordum. Soluğunun sıcaklığını yüzümde hissedebiliyordum.

 

"Gözlerimi her kapattığımda yüzünün ezberlediğim her bir santimini görüyorum Lu," dedi Merih. Bunu söylerken parmakları yüzümü okşadı. "Sinirlendiğinde çattığın kaşların," dediğinde başparmağı kaşımdan kapalı göz kapaklarıma kaydı. "Bana aşkla bakan gözlerin, minik burnun, kıvrımlı dudakların," dediğinde burnumun ucuna sonrasında da dudaklarıma dokunmuştu.

 

Sıcak dokunuşu dudaklarımda gezindi. Ardından, "Yanaklarında mezarımla seni sadece aklımda değil kalbimde de yaşattım Lu," dedi gamzemin olduğu yere dokunurken. Gözlerim hala kapalıydı. Ama onun bana nasıl baktığını içimde bir yerlerde hissedebiliyordum.

 

"Sen benim dinginliğimsin Lu."

 

Sesi kanıma işleyen sakinleştirici gibiydi. "Ve ben bugün her şeyi daha iyi anladım. Bu hayattaki tek varlığım oğlumuz ve sensin. Benim aslında senden başka kimsem yokmuş. Bunu gökyüzümüze baktığımızda daha iyi anladım," dedi Merih. Hıçkırıklarını duyar duymaz gözlerimi araladım.

 

Gözlerindeki gökyüzünde yağmur vardı. Dünyamın toprakları onunla ıslanıyordu. Merih'in gözlerindeki yaşları sildiğimde onun eli de benim yüzümü kavradı. O an elinin baş parmağıyla işaret parmağı arasına kazınmış olan kuşu gördüm. Beyaz kuşu...

 

Bana göstermek istediği şey buydu. Konuşmakta zorlanırken özlemle gözlerime baktı. "Bu el en son senin güzel yüzünü okşamıştı Lu," diye fısıldadı. Onun gibi benim de gözlerimden yaşlar boşanırken elini yanağıma dayayıp gözlerimi yumdum.

 

"Bu yüzü ilk okşayan da son okşayan da sensin Merih."

 

Başımı onun göğsüne yasladım. Kalbi küt küt atıyordu. Bu ses bana huzur veriyordu. Nefes alıp verişi bile bir başkaydı sanki. Merih yatağın üzerindeki peluş ayıyı alıp baktı. Ayağındaki kırmızı iple işlenmiş ismime daha sonra ayının gözlerine baktı. Peluş ayıyı elinde evirip çevirdiğinde sırtında bir fermuar dikilmiş olduğunu fark etti.

 

Merih yavaşça fermuarı yukarıdan aşağıya indirdi. Elini içine soktuğunda donup kalmıştı. İçinden eskimiş bir kağıt parçası çıkardı. Kağıdı katlı yerlerinden açtığında bunun aslında bir fotoğraf olduğunu anlamıştım. "Bunu buraya kim koymuş olabilir?" diye sordu Merih.

 

Doğruldum. Gözlerim elindeki fotoğrafa kaydı. Fotoğraf eski bir köy evinin önünde çekilmişti. Bir kadın vardı resimde. Kadın küçük bir kızın elinden tutuyordu. Kucağında ise soluk renkli bir battaniye vardı. Battaniyenin içinde bir bebek olduğuna emindim.

 

O kadının kim olduğunu ilk başta çıkaramasam da o küçük kızın kim olduğunu çok iyi biliyordum. Elinde bu ayı vardı. "O kız sensin," dedi Merih. Haklıydı. O kadında annemdi. Tıpkı benim ilk zamanlardaki halime benziyordu. Hatta benzemekten de öte benim bir kopyamdı.

 

Babamın benden nefret ettiği kadar çok benziyordum anneme. Yutkundum. "Bu kucağındaki bebekte kardeşim olmalı," diye mırıldandım. Merih'e daha önce ölen bir kardeşim olduğundan bahsetmemiştim. Bu yüzden bu söylediğimle afallamıştı. Beni asıl şaşırtan şey ölü doğduğu söylenen kardeşimin annemin kucağında oluşuydu.

 

"Bana kardeşimin ölü doğduğunu söylemişti."

 

"Bunu sana her kim söylediyse yalan söylemiş Lu."

 

"Babam söylemişti. Onu hapishanede görmeye gittiğimde..."

 

Merih fotoğrafı incelemeye devam etti. Arkasında bir de yazı vardı. Akpınar köyü 1998 yazıyordu. Merih ile birbirimize baktık. Bunun anlamı kardeşimin ve hatta benim bile o köyle bir bağlantımızın olabileceğiydi. "Oraya gitmemiz gerek Lu," dedi Merih. Onu başımla onayladım.

 

Bu köyün nerede olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Telefonumdan arama motoruna köyün adını girdim. Köy İstanbul'a bağlıydı. "Merih bu köy İstanbula'a bağlı. Ama anne tarafım Bursa'da," dediğimde Merih de bu işe bir anlam verememişti.

 

"Baban bir şeyler saklıyor Lu. Kardeşin belki de hala hayatta. Belki de annen hakkında bilmediğin daha çok şey var."

 

Merih haklıydı. Babam benden çok fazla şey saklamıştı. Ama şimdi ne yapıp ne edip tüm gerçekleri öğrenecektim. "Önce o eve gideceğim. Sonra da babama tüm gerçekleri anlattıracağım," dedim sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada.

 

Merih babamla yeniden yüzleşmem konusunda emin değildi. Benim gerçekleri öğrendiğimde nasıl etkilenebileceğim hakkında endişeleri vardı. "Bilemiyorum Lu," diye mırıldandı. Gözleri bana değil boşluğa bakıyordu.

 

"Babanla konuşmak seni ne hale getirir bilemiyorum."

 

Kolunu tuttum. Başımı omzuna dayadım ve teninden gelen güzel kokuyu içime çektim. "Ben iyi olacağım Merih. Eğer kardeşim bir yerlerde hayattaysa onu bulmak istiyorum. Kim olduğunu öğrenmek ve ona ablalık yapmak istiyorum," diye fısıldadım.

 

Merih başını salladı. Parmakları güven vermek istercesine benimkilere kenetlendi. Sıcacık ve güvenliydi Merih. Kaptanların açık denizde yollarını bulmak için baktıkları deniz feneriydi Merih. Yönümü kaybettiğimde bana doğru yolu gösteren pusulamdı.

 

"Merih," dedim birden. Griye çalan mavi gözleri benimkileri buldu. "Banyodan sonra saçlarını kesmemi istemiştin. Bunu şimdi yapmaya ne dersin?" diye sordum. Yüzünde içimi eriten kusursuz gülümsemesi belirdi. Başını salladı. Elimden tuttu ve beni banyoya doğru götürdü.

 

O gün olduğu gibi çekmeceyi açtım. Bu sefer makası uzun uzun aramama gerek yoktu. Yerini biliyordum. Kara saplı makası çekmeceden çıkardım. Merih'in boyu uzun olduğu için klozet kapağının üzerine oturmuştu. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmıyordu. Ege'nin büyük haliydi. İkiside bana anlayamadığım bir şekilde hayranlıkla bakardı.

 

Merih'in saçlarını iki parmağımın arasına aldım ve makasla biraz kısalttım. Kestiğim saçlar omuzlarına dökülüyordu. Makası her kullandığımda aklıma bu banyoda hayatımın son dakikalarını yaşadığımı hissettiğim zaman gelmişti. Makası bir anda saçlarıma vuruşumu küvetin içinde kendimi kaybettiğim anlar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçivermişti.

 

Gözlerimin dolduğunu hissettim. Merih'in saçları git gide onu ilk tanıdığım zamanlardaki haline dönüyordu. Gözlerim arada bir elinin üzerine kazınmış kuş sembolüne kayıyordu. "Kuş ile kelebek çok fazla şey yaşadı. Tüm acılara birlikte göğüs gerdiler," dediğimde Merih'in saçlarını kesmeyi bitirmiştim.

 

Geriye çekildim ve ona baktım. Hayatım boyunca baksamda doyamayacağım eşsiz bir sanat eseri gibiydi. Merih ayağa kalktı. O gün tek başıma kaybettiklerimi gördüğüm o aynanın karşısında bu sefer ikimiz vardık. Ben o aynada kaybettiklerimi görmüştüm. Fakat şimdi kazandığımı görüyordum.

 

Merih ile yansımalarımızda buluştu gözlerimiz. Onun yansımasındaki griye çalan mavi gözlere bakarken bir anda elimdeki makasla saçlarımdan bir tutam kestim. Eskisi kadar kısa değildi. Bu sefer biraz daha uzun bırakmıştım. Ama acılarımı saçlarımla birlikte yere indirdiğimi hissetmiştim.

 

Bu sefer makası eline alan Merih'ti. Arkama geçti ve aynadaki yansımama baktı. Gülümsüyordu Merih. Saçlarımı kestiğim hizadan birer tutam parmaklarının arasına alarak kesmeye başladı. Belimi aşan saçım git gide kısaldı. Eskisi gibi omuzlarımın bir parmak altında değildi. Şimdi tam kelebeğimin kanatlarının bitimindeydi.

 

Merih makası bir kenara bıraktı. Kolunu belime doladı. Çenesini omzuma dayadı. Yansımalarımız aslında çok şey söylüyordu. Birbirimizin yaralarını dikmiştik. Bir makasla açılan yarayı yine bir makasla kapatmayı başarmıştık.

 

"Kuş ile kelebek," diye fısıldadı Merih. Gülümsedim. Banyoyu toparladıktan sonra birlikte pijamalarımızı giyindik. Artık uyumalıydık. Yatağın sol tarafına ben sağ tarafına ise o geçmişti. Üzerimizi örttük. Daha sonra birbirimize sarıldık. Onun kuşu benim kelebeğimin kanatlarını okşuyordu.

 

Parmakları sırtımla omuz boşluğumun olduğu yerdeki kelebeği okşuyordu. Alnımı onunkine dayadım. Gözlerimi yumdum. Soluğu benimkine karışıyordu. "Merih," diye fısıldadım.

 

"Gözlerimi her kapattığımda gördüğüm kabusu birlikte yok etmeye o geceyi birlikte değiştirmeme yardım eder misin?"

 

Gözlerimi araladığımda karanlıkta parlayan saydam pırıltının yanağından yastığına damladığını görmüştüm. Merih başını salladı. "Şimdi gözlerini kapat," diye fısıldadı. Biz acılarımızı hayallerimizle iyileştirmeyi öğrenmiştik. Şimdi kuracağımız bir hayal bize kaybolup giden beş yılımızı geri verecekti.

 

Merih'in parmakları kelebeğimde geziniyordu. Dudakları kulağıma yakındı. Sesi beynimde yankılanacak kadar hatta kalbimin atışını duyamayacağım kadar yakındı. "O gece sen benim yanımdan aslında hiç gitmedin Lu," diye fısıldadı.

 

"Sen bana inandın. Sana olan sevgime inandın ve benimle kalmayı seçtin."

 

"Sende bana sarıldın Merih. Beni bir daha bırakmamak üzere hemde."

 

Merih yutkundu. Gözlerim kapalı olduğundan onu her ne kadar göremesemde sözcüklerin koca bir yumru olup boğazına oturduğunu hissedebiliyordum.

 

"Sarıldım Lu. Hatta biliyor musun ben sana o gün sarılmaya kıyamadım. Çünkü ben sana dokunmaya bile kıyamıyorum Lu."

 

"O gece hiç yaşanmadı öyle değil mi Merih?" dedim hıçkırıklarımın arasından.

 

"Ben o gece o bıçağı elime hiç almadım. Ben o gece olanları hiç yaşamadım. O adam bana dokunmadı. Sen dokundun öyle değil mi? Tıpkı annem gibi sağ omzumu öptün. Ama onun yaptığı gibi beni bırakmadın. Bana sıkıca sarıldın. Babam izin vermedi sarılmama ama sen sarıldın."

 

Kendimi tutamayarak onun kollarında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Sonra onun sesi yankılandı kulaklarımda. "Ben kendimden vazgeçtim. Senden değil," dedi sakince. Kolları bedenimi daha da sıktı. Artık beni bırakmayacaktı. O zaman bile beni isteyerek bırakmamıştı.

 

"Beni bırakma," dedim çaresizce. Gözlerimin beni uyumaya zorlamasıyla bir süre sonra onun kollarında uyuyakalmıştım. Rüyamda ilk defa o gece yaşadığım korkunun izleri yoktu.

 

Dinginlik vardı düşümde. Huzur vardı. Merih vardı. Bebeğimiz karnımdaydı. Ege'm karnımdaydı ve hiç olmadığımız kadar mutluyduk. Merih elini karnıma koymuş gülümsüyordu. Sonra bir başka rüya gördüm. Bu sefer minik denizimiz kucağımdaydı. Merih ise elinde pamuk şekerle yanıma geliyordu.

 

O gecenin izlerini silmiştik. Artık korkularım rüyalarıma ulaşmıyordu. Sevdiklerime uzanamıyordu kirli eller. Bir süre sonra gözlerimi açtım. Her yer karanlıktı. Uzanıp komodinin üzerindeki telefonumu elime aldım. Saat üçtü. Merih'i uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalktım.

 

Susamıştım. Başucumdaki sürahi boştu. Aşağıya inip bir bardak su içmek istiyordum. Parmak uçlarıma basarak odadan çıktım. İlk yaptığım şey hemen yan odamızda uyuyan Ege'yi kontrol etmekti. Gece lambasının ışığından onun yüzünü rahatlıkla seçebiliyorum.

 

Arabalı yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Gülümsedim. Onun odasından çıkıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Merdivenlerden indikten sonra mutfağa geçip kendime bir bardak su doldurdum. Suyu içerken kendimi çölde kalmışım gibi hissetmiştim. Dilim damağım kurumuştu.

 

Bir bardak su daha içip yatmak üzere merdivenlerden yukarıya çıkmaya niyet ettim. Ama karanlıktan yolumu görememek bir yana başımın döndüğünü hissediyordum. Sanki etrafımdaki tüm duvarlar benimle birlikte dönüyordu. Zar zor merdiven korkuluklarını tuttum. Birinci basamağa bir adım attığımda kafamın yerinde olmadığını anlamıştım.

 

Yavaşça ve oldukça dikkatli bir şekilde son basamağa oturdum. Başımı ellerimin arasına aldım. Bir süre öylece hareketsiz bir şekilde baş dönmemin geçmesini bekledim. Ama geçmedi. Dünya benimle birlikte dönüyordu. Bunun sebebini anlayamıyordum.

 

Ayağa kalktım. Bu sefer kendimi daha iyi hissediyordum. Parmaklarım merdiven korkuluklarını kavradı. Yukarı çıkıp odama gidecektim. Uyuyacak ve yepyeni bir güne gözlerimi açacaktım. Derin bir nefes aldım. Ağır adımlarla karanlıkta düşmemeye özen göstererek merdiven basamaklarını teker teker tırmanmaya başladım.

 

Merdivenlerden çıktığımda sırada odamı bulmak kalmıştı. Koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladım. Karanlıkta kapı süsümü bulmak sandığımdan daha zor olmuştu. Kapının kolunu yavaşça indirdim ve odaya girdim. Başım hala dönüyordu. Merih ise derin uykudaydı.

 

Odamın kapısını sessizce örttüm. Yavaşça yatağa uzandım. Peluş ayımı komodinin üzerinden aldım. Küçüklüğümde de olduğu gibi bu sefer ona sarıldım. Burnumu ayımın kürküne bastırdım. Annemin parfümünden sıkmıştım üzerine. Tabii geçen onca zamandan sonra onun kokusundan geriye bir şey kalmamıştı.

 

"Sabah her şey gün yüzüne çıkacak," diye mırıldandım. Kardeşim bir yerlerde nefes alıyorsa onu bulacaktım. Annemden bana kalan tek şeyi bulacaktım. Bunun için o gece kendime bir söz verdim. Beyaz kuş sözü...

Loading...
0%