Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: Ormandaki Ev

@sevvnuraydn

Islığı andıran rüzgarın sesiyle ürpererek uyandığım yeni bir günün sabahında hiç vakit kaybetmeden daha varlığından bile zar zor emin olduğumuz o eve doğru yola çıkmıştık. Aklımda yaşayan bir diğer varlık olan felaket tellalı da bugün ortaya çıkmış olacak ki içimi bir korku bulutu kaplamıştı. Kötü ihtimaller silsilesi kafamın içinde belirmeye başlamışken kendime her seferinde o eve gitmekten başka şansımızın olmadığını hatırlatıyordum. Yoksa her saniye Kerem'in beynini kemiren sesimle ona sorular sormak zorunda kalırdım. O da muhtemelen beni bir ağaca bağlayıp yoluna bakardı.

 

Sahi bunu yapar mıydı? Göz ucuyla yanı başımdaki Kerem'e baktım. Şüpheli bakışlarımı onun asabi yüzünde gezdirdim ve uzun süren karakter analizim sonucunda bunu yapacağına kalıbımı basacak kadar emin olmuştum. Sonuçta Kerem'den bahsediyorduk.

 

Gözlerimi kısa bir süreliğine ondan alıp yoluma çevirdim. Aksi halde her an bir ağaca toslayabilirdim. Ve bu benim için hiç hoş bir durum olmazdı. Derin bir nefes alıp bacaklarımın ağrısına rağmen Kerem'in yanında yürümeye devam ediyordum. Evet yanlış duymadınız. Bu sefer o koca siyah sırt çantasının arkasında değil onun yanında ilerliyordum. Bence bu ikimiz için de iyi bir başlangıç sayılırdı. Her ne kadar dün gece birbirimizi öldüresiye suya boğsak da şimdi böyle düşünüyordum.

 

Gözlerimi kısa bir anlığına tekrar Kerem'e çevirdim. Kısa bir süre sonra aksi yüz ifadesi beni buldu. O an ona gereğinden fazla baktığımı fark ettiğim andı. Yüzüm utançtan kıpkırmızı olurken kafamı hızla çevirip yola bakmaya başladım. Acaba benim hakkımda şu an aklından neler neler geçiyordu? Bunu bilemezdim ama onun hakkında bildiğim bir şey vardı ki o da kesinlikle benim hakkımda iyi şeyler düşünmediğiydi. Başımı kafamın içinde yaşayan sinsi Hande'yi def etmek istercesine hafifçe iki yana salladım. Ardından kollarımı göğsümde bağdaştırıp avuçlarımı kollarıma ısınmak istercesine sürtmeye başladım.

 

Ormanın serin hatta soğuk rüzgarları tenime çarptıkça titrediğimi hissediyordum. Ve bu durum kesinlikle iyiye işaret değildi. Tenimden ateş çıkarmaya yemin etmiş gibi ellerimi kollarıma hızlıca sürtüp ısınmaya çalışırken Kerem'in şüpheli bakışlarını üzerimde hissettim. Beni baştan aşağı süzüp neler olduğunu anlamaya çalıştığı sırada yeşillerimi onun bana endişeyle bakan kahverengi gözlerine çevirdim.

 

Bir saniye! Kerem benim için endişeleniyor muydu? Onun damarlarında domuz kanı dolaştığına yemin edebilecekken benim için endişeleniyor olması beni şoke etmişti. Böyle düşünmemin sebebi onun daha çok ben merkezci birine benziyor oluşuydu. Belki de başıma bir hal gelip de vicdan azabı çekmemek için benim yanımdaydı kim bilir?

 

Ben kafamdaki düşüncelerle zihnimde küçük çaplı bir tartışmaya girmişken yanı başımdan "Sen iyi misin?" diye sordu Kerem. O an kafamda gezinen düşünceler bir bulut olup uçmuştu. Zihnimdeki mahkemenin gürültüsünün yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Kendimi toplayıp konuşmaya başladığımda titreyenin sadece vücudum olmadığını anladım. Dudaklarımda söylediğim her bir kelimede benimle beraber titriyordu.

 

"Çok üşüyorum," diyebildim zar zor. Zangır zangır titremeye başlayan vücudum Kerem'in yüzündeki ifadenin değişmesine hatta dehşete kapılmasına neden olmuştu. Kerem korkuyla gözlerime baktı. Ardından elini yavaşça alnıma koydu. O eliyle alnımı ve hatta yüzümü yoklarken ben gözlerimi yumdum. Gözlerimin içi sanki içinde ateş varmışçasına yanarken öylece Kerem'i bekledim.

 

Kısa bir süre sonra Kerem'den ses çıkmayınca gözlerimi araladım. Eli hala alnımda öylece bana bakıyordu. Yeşillerime odaklanan endişeli bakışları bir süre yüzümde gezindi. Ardından sıkıntılı bir nefes verip elini alnımdan çekti. "Senin ateşin var. Sen yanıyorsun," dedi korkuyla. Ondaki bu korku ifadesi beni de korkutmuştu. Ama o kadar halsizdim ki tepki bile verememiştim.

 

"Yola devam etmeliyiz," diyebildim sadece. Avuçlarımı ısınmak için kollarıma sürterken ilerlemeye başladım. Kerem de peşimden gelmekten başka bir seçeneği olmadığından adımlamaya başlamıştı. Titreyen bacaklarımla birkaç adım atmıştım ki son adımımda dengemi kaybettim. Düşmemek için elimle ağaçtan destek almaya yeltendiğimde aslında Kerem'in koluna yapıştığımın daha yeni farkına varıyordum. Onun eli de benim belimi kavrayınca düşmekten son anda kurtulmuştum.

 

"Hande iyi misin?" diye sordu Kerem. Gözlerimi onunkilere diktiğimde onu çift çift gördüğümü fark ettim. Gözümü sıkıca yumup görüntüleri netleştirmeye çalıştım. "Çok başım dönüyor," diyebildim sadece. Kerem bunun üzerine kolunu belime dolayıp beni yavaşça yürütmeye başladı.

 

"Dayan Hande. O eve vardığımızda bize yardım edecek birileri mutlaka olacaktır. Sen hiç merak etme," dedi ama ses tonundan aslında onun da bu söylediklerinden emin olmadığını anlamıştım. Bu durum ister istemez canımı sıksa da ses etmedim. Kerem'den destek alarak yürümeye devam ettim. Zar zor attığım adımlarımın arasında arada bir bakışlarımı usulca Kerem'e çeviriyordum. O kadar yakındık ki sıcak nefesini yanağımda hissedebiliyordum. Yutkundum. Gözlerimi ona fark ettirmeden yolumuza çevirdiğimde kendi kendine bir şeyler fısıldadığını fark ettim. Kulağımı dolduran bu fısıltıya bir anlam yüklemeye çalıştım ama kelimelerinin birini bile anlayamayacağım kadar sessiz konuşuyordu.

 

Ne fısıldadığını çok merak ediyordum. Hatta sormak bile istemiştim ama son dakika bu fikrimden vazgeçtim. Sonra zihnimdeki ses acaba benim hakkımda mı bir şeyler söylüyor diye bir öneri attı ortaya. Kesin benim tam bir baş belası olduğumu düşünüyordu. Başka bir şey düşünmesi mümkün değildi. Bu düşünceyle kendimden utanıp derin bir of çektim. Kesinlikle ona yük olmaktan başka bir şeye yaramıyordum. Ormanda birbirimizi bulduğumuz andan beri ona hiç yardımcı olduğum söylenemezdi. Hatta onun arkasından bağıra çağıra ettiğim hakaretlerin üzerine bana yardım ediyor oluşu bile büyük bir mucizeydi. Kısa bir anlığına ona baktım. Çatık kaşlarıyla kan ter içinde kalmış beni yürütmeye çalışıyordu.

 

Kesinlikle aptalsın Hande Şahin! Ne diye önüne arkana bakmadan adım atarsın ki. Aptal! Ne olurdu göle düşmeyip hasta olmasan? Ölürdün değil mi! Kafamın içindeki ses beni bu şekilde azarlarken yok olmayı dilemiştim. Kerem'in kollarında buhar olup uçmayı dilemiştim. Ama bu mümkün değildi. Bende zihnimdeki sesleri susturup derin bir iç çektim. Ardından yürümeye devam ettim. Tabii buna yürümek denirse...

 

Sürüklenircesine ilerlediğim bir yarım saatin ardından ne onda ne de bende derman kalmamıştı. Ben yüksek ateşten havale geçireceğimi düşünüyordum. Kerem ise beni eve sürüklemeye and içmiş gibi perişan bir halde ilerliyordu. "Geldik sayılır evin bacasından çıkan dumanı görebiliyorum. Az daha dayan," dedi. Kelimeleri yorgunluktan dolayı kesik kesik çıkmıştı. Kullandığı her bir kelimeden sonra derin derin nefesler alıyordu.

 

Onun bu hali beni üzmeye yeterken yine de gülümsedim. Onu rahatlatmak için yaptığım bu küçük mimik bile onu sebepsizce gülümsetmişti. Dudaklarına yayılan bu ince tebessüm yorgunluğuyla kısa bir süre sonra kaybolmasına rağmen daha iyi olduğunu hissettim.

 

Kerem ile birlikte uzun zamandır yoldaydık. Üstelik bu yolculuğumuzun Kerem için bir çin işkencesi gibi olduğuna emindim. Çünkü benim hastalığım yüzümden beni yürütmekle kalmıyor taşımak zorunda kalıyordu. Ve ben birlikte geçirdiğimiz her saniye utançtan yerin dibine giriyordum. Üstelik onun ne kadar yorgun olduğunu da görüyordum. Bu durum benim için koca bir vicdan azabından başka bir şey hissetmemden başka bir işe yaramamıştı.

 

Ben utançla yüzümü ekşitirken kahverengi yorgun gözlerin sahibi "Hande,"dedi güçlükle. Bu zar zor söyleyebildiği tek kelimenin ardından ikimiz de kendimizi yerde bulmuştuk. Kerem yere yığılmış bende onun üzerine...

 

Olayın şokunu atlatmam birkaç saniyemi alsa da kendimi toparlayıp Kerem'in nasıl olduğuna bakmak için kenara çekildim. Üzerine eğilip nasıl olduğuna bakmaya çalıştım. Bu sırada altın sarısı saçlarım onun yüzüne döküldü. Elimin tersiyle saçlarımı geriye atıp kulağımın arkasına sıkıştırdım. Ardından endişeli gözlerimi onun yüzünde gezdirdim. Elim sanki ani bir refleks sonucu onun yüzünü kavrayınca kahverengi gözleri kısa bir süreliğine benimkileri buldu. Ona bu kadar yakın olmak yutkunmama neden olurken gözleri tekrar kapandı.

 

Panikle ona bakarken elimin altındaki sıcak teninin daha yeni farkına varmıştım. Başını yavaşça kaldırıp dizlerime yasladım. Bu sefer iki elim yüzünü kavradı. Ateş kadar sıcak teni ellerimi yakıyordu. İkimiz de yanıyorduk. Ama o benden hasta olduğu gerçeğini saklamıştı. Kendisi de hasta olduğu halde bana yardım etmişti. Peki ama neden? Bunu kendine neden yapmıştı?

 

"Kerem," diye fısıldadım. Ama bana cevap veremeyecek kadar halsiz ve kötü görünüyordu. Bu sefer "Kerem iyi misin? Bak ben buradayım," dedim korkuyla. Sesim korkudan çatallaşmaya başlamıştı. Bu lanet ormanda neden sadece ikimiz olmak zorundaydık? Neden bize yardım edecek kimse yoktu?

 

Sıkıntılı bir nefes verip bu düşüncelerin bana bir yardımı olmadığından düşünmeyi bıraktım. Ne olursa olsun ona yardım etmeliydim. Peki ama nasıl? Aklıma yardım için çığlık atmaktan başka bir ihtimal gelmiyordu. Elimdeki tek seçenek bu olduğundan titreyen sesimle ormanın içinde bağırmaya başladım. "İmdat! Kimse yok mu? Yardım edin!" sesim öyle yüksek çıkmıştı ki ağaçların dallarındaki kuşlar havalanmıştı. Simsiyah kanatlarıyla gökyüzünde süzülen kargaların gürültüsünü bastırmak istedim. Sesim kısılana kadar bağıracağım konusunda kendime yemin bile etmiştim. Ta ki gözlerim dizimde yatan Kerem'i bulana kadar...

 

Kucağımda huzursuz olduğunu belli edercesine yüzünü buruşturdu. Sesimden nefret ettiği gerçeği geldi aklıma. Ama başka çaremde yoktu. Korkudan titreyen elim onu sakinleştirmek istercesine yüzünü kavradı. Gözlerimden akan bir damla yaş onun yüzüne düşerken kendimi dramatik bir film sahnesinde gibi hissetmiştim.

 

Ağlayarak Kerem'e baktım. Usulca varlığıyla yokluğu belli bile olamayan kısa sakallarını okşadım. "Yalvarırım dayan!" dedim gözyaşları içerisinde. Sesim küçük bir kedi yavrusundan farksız çıkmıştı. Beni duyuyor muydu ondan bile emin değildim. Ama yine de pes etmeye hiç niyetim yoktu.

 

Avucuma yaslı yanağı cayır cayır yanıyordu. Üstelik vücudu öncekinden farklı olarak titremeye başlamıştı. Ben şimdi ne yapacaktım? Onu nasıl kurtaracaktım? Paniğe kapılmıştım. Korkudan ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Ama ona bir şey olmasına izin veremezdim. Tekrar avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Bu sefer birinin bizi bulacağını umut ediyordum.

 

"Yardım edin! İmdat!"

 

Sesim bağırmaktan çatallaşmaya başlamıştı. Üstüne üstlük boğazıma keskin bir ağrı saplanmıştı. Ama bu çabama değmemişti. Etrafta kimse yoktu. Beni duyan kimse yoktu. Bize yardım edebilecek kimse yoktu. Bu koskoca ormanda ikimiz bir başımızaydık. Birbirimizden başka kimsemiz yoktu.

 

Tam her şeyin bittiğini artık hiçbir şeyin yoluna girmeyeceğini anladığım o anda gözlerimdeki yaşlar adeta birer kaçak gibi firar ediyordu. Zihnimdeki aşırı iyimser Pollyanna bile sesini kesmiş olacakları izliyordu. Ta ki umudun sesini duyana kadar...

 

"Siz iyi misiniz?" dedi yanı başımdan bir adam. Gözlerim sesin sahibini bulduğunda fal taşı gibi açılmıştı. Adama bakınca çölde deniz görmüş gibi hissetmiştim. Tamam bu biraz saçma bir tabirdi. Ama şu an içinde yaşadığım şartlar doğrultusunda böyle düşünmem bence gayet normaldi.

 

Ben adama çaresiz olduğumu belli edercesine bakarken varmak istediğimiz evi işaret etti. "Ben şu evde yaşıyorum. Yardım çığlıklarını duyunca çok endişelendim. Kamyonetime atlayıp sizi evime götürmeye geldim," dedi nazik bir gülümsemeyle. Adamın kahverengi gözleri güven vermek istercesine benim yeşillerimde gezindi. Ardından gözlerini dizlerimde yatan Kerem'e çevirdi.

 

"Ateşi var," diyerek ona kısaca açıklama yaptım. Bunun üzerine adam "Beni burada bekle. Kamyonetimi alıp geri döneceğim," dedi ve hiç vakit kaybetmeden yola koyuldu. Çok kısa bir süre sonra bahsettiği kamyonetle birlikte geri döndü. İçimdeki umut ışığı tekrar yanarken adam yanıma gelip Kerem'i tutup kaldırdı. Kerem zar zor adama tutunup yalpalayarak ilerlerken bende yerden kalkıp peşlerine takıldım.

 

Adam ise kısa bir anlığına bana dönüp "Adın ne senin genç bayan?" diye sordu. Kamyonetin arka kapağını açıp Kerem'in içeri geçmesine yardım etti. Kapağı kapatıp kilitlediği sırada "Hande," dedim gülümsemeye çalışarak.

 

"Bende Kenan memnun oldum kızım. Hadi gel eşim evde sıcak yemek yaptı. Bizimle kalırsınız. Hem ona arkadaşlıkta edersin," dedi yüzünde samimi bir gülümsemeyle. Onun bu nazik teklifine karşılık içtenlikle gülümsedim. "Olur çok isterim," dedim.

 

Birlikte kamyonetin ön kısmına doğru ilerledik. Kenan amca şoför koltuğuna oturdu. Bende dolanıp kendi tarafımdaki kapıyı açtım. Soğuk havanın etkisiyle titreyen vücudum iyi olmadığımın sinyallerini verirken kamyonette Kenan amcanın yanına oturdum. Kenan amca çok geçmeden bizi evine doğru götürürken aklım Kerem de kalbim bambaşka bir yerlerdeydi. Acaba şimdi arkada nasıldı? İyi olacak mıydı? Düşünceler beynimin içinde yankılanırken içimden çok geç kalmamış olmayı umuyordum. Bir yandan da stresten dudaklarımı kemiriyordum.

 

Tam o sırada "Sen iyi misin?" diye sordu Kenan amca. Dağılan dikkatimi toparlayıp bakışlarımı ona çevirdim. Onu şimdi daha yakından görüyordum. Meraklı gözlerim onun yüzünü incelerken onda bana aşırı tanıdık gelen bir şeyler olduğunu fark ettim. Ama ne olduğunu tam olarak çözememiştim. Bu yüzden fazla düşünmemeye karar verdim. Bakışlarımı Kenan amcadan alıp yola çevirdim. Birkaç dakika sonra kendime verdiğim sözü tutamayıp düşüncelere dalmıştım bile. Benim kendime verdiğim sözler de ancak bu kadar tutulabilirdi zaten.

 

Daldığım düşüncelerden kamyonetin evin önünde durmasıyla sıyrıldım. Ben afallamış bir şekilde önünde durduğumuz eve bakarken Kenan amcanın bakışlarını üzerimde hissettim. "Erkek arkadaşın için endişelenme. Şimdi benim hanım onu besler iyi eder sen hiç merak etme," dedi kamyoneti park ederken. Ben onun kullandığı yasaklı kelimelerle kalakalırken onun dudaklarına genişçe bir gülümseme yayılmıştı.

 

Yüzüm hastalık ateşinden mi yoksa utancın ateşinden midir bilinmez ama cayır cayır yanıyordu sanki. Kenan amca yüzünde bilmiş bir ifadeyle kamyonetten inerken elim kapıyı zar zor bulmuştu. Kamyonetten vakit kaybetmeden inip Kerem'e bakmaya arka tarafa geçtim.

 

Kenan amca kamyonetin arka kapağının kilidini açıp kapağı da beraberinde açınca gözlerim uyuyan Kerem'i buldu. Vücudu soğuk rüzgarın da etkisiyle titrerken Kenan amca nazikçe omzunu dürttü. "Uyan bakalım delikanlı," dedi. Kerem gözlerini zar zor açarken Kenan amcanın yardımıyla kamyonetten inip evin açık olan kapısından içeri girdi. Bende onların peşinden içeri girip dış kapıyı yavaşça kapattım.

 

İçeride bizi pembe iri gül desenlerinin olduğu karşılıklı iki şirin koltuk ve dumanı tüten sıcacık şömine karşılamıştı. Kerem'i Kenan amca bahsettiğim koltuklardan birine yatırırken dikkatimi bu güzel evden alıp ona verdim. Endişeyle yanına gidip tekrar ateşine baktım. Yükselip yükselmediğini tam olarak anlayamadan Kenan amca elimi çekmemle Kerem'in ateşine baktı. Yüzündeki ifade yerini endişeye bırakırken Kerem'in ateşinin ne kadar yüksek olduğunu az çok tahmin edebiliyordum.

 

Endişeli gözlerle Kenan amcaya bakarken o bu sefer beni şaşırtarak elini bu sefer benim alnıma koydu. "İkiniz de yanıyorsunuz," dedi ve bana diğer koltuğa uzanmamı söyledi. Ardından hızlı adımlarla mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere doğru ilerledi. Kısa bir süre sonra eşi ve kızıyla birlikte geri döndü.

 

"Hoş geldin kızım," dedi sevimli kadın. "Hoş bulduk," dedim gülümsemeye çalışarak. Sonra gözlerimi endişeyle koltukta uyuyan Kerem'e çevirdim. "Merak etme kızım. Ateş düşürücü verdik mi ve benim yemeklerimi yedi mi hiçbir şeyi kalmaz. Tabii bu durum senin için de geçerli," dedi elinde ilaçla gelen kadın. Kerem'in başını doğrultup kadının ilacı içirmesini izledim. İçimden iyileşmesi için dua ettim. Tam o sırada başka bir ilacı bana uzattı. Hiç düşünmeden ilacı dudaklarıma yollayıp uzattığı suyu kafama diktim. Ardından karşımdaki güzel gözlü kadına baktım.

 

"Kızım gel benimle," dedi güzel gözleriyle bana bakarken. Adını sormak istemiştim ama o sanki düşüncelerimi okumuş gibi benden önce davranmıştı. "Hülya ben kızım," dedi gülümseyerek. Bende onun gülümsemesine içtenlikle karşılık verdim. Ardından onun peşinden ahşap merdivenleri çıkmaya başladım. Gıcırdayan tahtaların sesi evin içindeki sessizliği bozarken üst kata çıkmıştık. Beraber onun odası olduğunu tahmin ettiğim yatak odasına girdik. Oturmam için bana yatağı işaret edince bende oturup onu izlemeye başladım.

 

Koyu ahşap rengi dolabının kapağını aralayıp içini didik didik etmeye başladı. Kısa bir süre sonra aradığını bulduğunu belli eden memnuniyetle dolu bir gülümsemeyle beraber dolaptan bir elbise çıkarıp bana gösterdi. "Perişan görünüyorsunuz. En iyisi bir duş alıp güzel bir uyku çekmek," dedi elbiseyi bana uzatarak. Pembe üzerine küçük beyaz çiçek desenlerinin olduğu elbise tam benlikti. Ona olan minnettarlığımı göstermek için gülümsedim. Ardından Hülya teyze ile odadan çıktım. Bana odasının çaprazındaki kapı olan banyoyu işaret etti.

 

Hülya teyze aşağıya inerken bende kendimi banyoya kapattım. Elimdeki çiçekli elbiseyi kapının arkasındaki askıya astım. Üzerimde ıslakken beni hasta eden tüm kıyafetlerimi çıkarıp bir kenara koydum. Soğuktan ürperen vücudum titremeye başlamadan kendimi ılık suyun altına soktum. Ilık su tüm kaslarımın gevşemesine ve rahatlamasına yardımcı oluyordu. Rahat bir nefes aldım. Saçlarımı suyun altında iyice tuttuktan sonra şampuanladım. Köpüren saçlarımı iyice yıkadıktan sonra havluya sarındım. Saçlarımı da baş havlusuyla ve ardından saç kurutma makinesiyle kuruttuktan sonra üstümü giyinip eski kıyafetlerimi kucağıma aldım.

 

Elimde tuttuğum kıyafetlerimle banyodan çıkıp banyonun kapısını kapattım. Daha sonra duvarında farklı ve rengarenk tablolarla süslü koridordan geçip merdivenlerden indim. Merdivenin başında Kerem'i gördüm. Onu görmek ilk başta beni afallatsa da iyi olması beni mutlu etmişti. Sıcak bakışları üzerimdeki çiçekli elbiseye kaydı. Ben utanırken onun yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirdi.

 

Gözleri ise öylesine derin bakıyordu ki bu durum afallamama neden olmuştu. Ama neyse ki kendimi çabucak toparlayıp yanına inebilmiştim. Yanına indiğimde ise gülümsedi ve beni bekleyen mükellef sofrayı işaret etti. Kucağımdaki kıyafetleri koyabilmek için girişteki askıdan boş bir poşet aldım. Kıyafetleri içine doldurup poşeti askıya astım. Ardından yüzümde sıcak bir gülümsemeyle sofraya geçtim.

 

Kerem ise sıcak bir duş almak için yukarı çıktı. Ben de Kenan amcanın yanındaki sandalyeye oturdum. Sandalyemde sırtımı dikleştirdiğim sırada beni izleyen bir çift gözün daha yeni farkına varabilmiştim. Başımı kaldırıp baktığımda gözlerim Hülya teyzenin yanındaki sarışın genç kızı buldu.

 

Onu Hülya teyzenin yanında görmüştüm. Ama Kerem'in hastalığından dolayı pek bakmaya fırsatım olmamıştı. Kıza baktığımı gören Hülya teyze "O bizim kızımız Rüya," dedi gülümseyerek. Gözlerim takılı kalmıştı Rüya'nın gözlerinde. Ondaki bir şey beni kendine çekiyordu. Gözleri adeta birer mıknatıs gibiydi. Üstelik onda oldukça tanıdık gelen bir şey vardı. Aynı şekilde Hülya teyzede de... Hülya teyzenin gözlerinde de kendimi görmüştüm. Bu durum her ne kadar bana tuhaf gelse de üstelemedim.

 

Bunun üzerine sofrada yaklaşık on beş dakika kadar oturup Kerem'i bekledik. Son anda yemeğe yetişen Kerem yanımdaki boş sandalyeye oturdu. Kerem'in de aramıza katılmasıyla "Afiyet olsun gençler," dedi Kenan amca. Herkes yemeğini yemeye başladı. Önümde dumanı tüten mis gibi çorbadan bir kaşık aldım. Sıcak çorba boğazımdan kayarken hem tadıyla hem de ciğerlerime dolan enfes kokusuyla mest olmuştum.

 

Tam o sırada Kenan amca aklını kurcalayan soruyu sormaya niyetlendi. "Gençler sizin ormanda bir başınıza ne işiniz var?" diye sordu Kenan amca. O an kaşığı kaseye geri bırakıp Kerem'e baktım. Sözü Kerem devraldı. "İnanın bunu bizde bilmiyoruz. Kendimizi ormanda bulduk. Şimdi de evimize dönmeye çalışıyoruz," dedi.

 

Her ne kadar Kenan amca ve Hülya teyze bu duruma bir anlam veremeseler de üstelemediler. Onun yerine nazikçe gülümsemekle yetindiler. "Merak etmeyin. Yarın sizi şehre bırakırım," dedi Kenan amca. Evime dönecek olmanın mutluluğu sarmıştı içimi. Hepimiz huzurla yemeklerimizi yemeğe koyulduk. Yemekten sonra ise ben Hülya teyzeye mutfağı toplamasında yardım ettim.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes şömine başına oturdu. Ben de hava almak için kapının önüne çıktım. Kapıdaki merdiven basamağına oturmuş gölü izliyordum. Dün gece kaldığımız iskele hayal meyal gözlerimin önünde duruyordu. Göl ilk gün olduğu kadar güzel ve berraktı. Derin bir iç çektim bu güzel ve huzurlu manzaraya karşı.

 

"Anlaşılan birilerinin canı sıkılmış," dedi arkamdan bana bakan Kerem. Yanıma oturup benimle birlikte göle dikti gözlerini. Bakışlarım ona kaydı. O an gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığım andı. "Anlaşılan birileri kurutma makinesini bulamamış," dedim kafasına sardığı havluya gülerken. Kerem bana bakıp gözlerini devirmekle yetindi. Eminim yüksek ateşten ikinci kez duş almış olmasaydı bana okkalı laflarıyla cevabını verirdi. Ama buna şaşırtıcı bir biçimde yeltenmemişti bile.

 

"Yarın yollarımız ayrılıyor," dedi sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Bu sözleri yüzümdeki gülümsemenin silinmesine ve nedense kalbime bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olmuştu. Ama buna rağmen kendimi topladım. "Evet. Artık ailemizin yanına dönme zamanımız geldi," dedim. Kerem ise beni şaşırtarak "Her ne kadar başımın belası olsanda seni tanımak güzeldi," dedi gülümseyerek. Ondan bu sözleri duymak beni oldukça şaşırtmıştı. Onun yüzüne öküzün trene baktığı gibi bakmaya başladım. Kerem ise bu halime güldü. Hatta öyle güzel güldü ki sersemlediğimi hissettim.

 

Yutkunup istifimi bozmadan dudaklarımı araladım. "Bunu bir iltifat olarak alıyorum," dedim gülerek. Kerem de bana içten bir şekilde gülümsemişti. Birbirimizin gözlerine kilitlendiğimiz o dakikalar Rüya'nın yanımıza gelmesiyle bir büyü misali bozulmuştu. "Rahatsız ediyorum ama saat geç oldu. Annem yatmanızı söyledi. Yarın erkenden yola çıkacakmışsınız," dedi ve utangaç bir tavırla bizi rahatsız etmemek için içeri geçti. Bunun üzerine Kerem ile beraber oturduğumuz yerden kalkıp içeri geçtik.

 

Kerem koltuğa açılan yerine yatarken bende bu geceyi Rüya'nın odasında geçirecektim. Rüya ile birlikte onun odasına girdiğimizde beni toz pembe ve beyazın hakim olduğu bir oda karşılamıştı. Ben tam yerde açılmış yatağa yatmaya hazırlanırken Rüya bana mani olup kendi yatağını verdi. Kendisi de yer yatağına geçti. Bu nazik davranışı için teşekkür edip yatağa oturdum.

 

Meraklı gözlerim yeni bir ortama girdiğinden odanın dört bir yanını süzmeye başlamıştı bile. Tıpkı bir radar gibi olan gözlerimin dikkatini rafta duran bir kutu çekmişti. Sanki programlanmış bir robotmuşum gibi ayağa kalkıp kutuya doğru yürüdüm. Ama tam o sırada tuhaf bir şeyin farkına vardım. Bu kutunun aynısı bende de vardı. Hatta benim olduğuna yemin bile edebilirdim. Parlak mavi kutuyu rafın üzerinden alıp incelemeye başladım.

 

Kutuya baktığımı gören Rüya "O annemin kutusuymuş şimdi bana verdi," dedi. Kutuya baktım. Eğer benim hatırladığım kutuysa kapağın içinde mor kalemle ismimin yazması gerekiyordu. Bir an bile düşünmeden kutunun kapağını kaldırıp içine baktım. Ve o an nefesim kesilmişti. Tam da hatırladığım gibi kapağın iç kısmında mor kalemle ismim yazılıydı. Bu kutu benimdi ama onun burada ne işi vardı? Ve bu kutuyu nereden bulmuşlardı? İçimde tuhaf bir his vardı. Beynimde gezinen düşünceler bu işte bir iş olduğu yönündeydi. Peki ama ne? Hülya teyze ve Kenan amca aslında kimdi? Ben nasıl bir şeyin içindeydim bilmiyordum ama içimdeki ses bunu en kısa zamanda öğreneceğimi söylüyordu...

Loading...
0%