@sevvnuraydn
|
Hayatımda geçirdiğim en sessiz ve en huzurlu on dakikayı geçirmiştim başım onun omzunda. İkimizde tek kelime dahi etmeden boşluğa bakıyorduk. Aramızdaki bu sessizliğe daha fazla dayanamayıp konuşmak istedim. Başımı omzundan kaldırıp bana dönen bakışlarına odaklandım. Aniden dudakları yukarı doğru kıvrıldı.
Derin bakan gözleri yeterince etkileyici değilmiş gibi yanaklarındaki gamzelerde bana inat yaparcasına belirivermişti. Yüzümde dolaşan göz bebeklerine bakarken yutkundum. Kalbim heyecanla atıyor sanki bıraksam göğüs kafesimden çıkıp dağlar kızı Heidi gibi dolaşacaktı. Benim şaşkın bakışlarımın arasında Kerem'in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Hatta yüzündeki gülümseme o kadar genişti ki dışarıdan gören birisi acaba askı mı yuttu diye düşünüp yardım çağırırdı.
"Kerem..."
Dudaklarını daha fazla gülmemek için birbirine bastırırken bakışlarını kaçırmıştı. En sonunda merakıma yenik düşüp sormaya karar verdim. "Neye gülüyorsun bu kadar?"
Sorum karşısında Kerem bakışlarını bana çevirdi. "Hiç..." Söylediği sadece buydu. Beni geçiştirdiği belliydi ama daha fazla üstelemedim. Nasıl olsa öğrenirdim. İşin tuhaf olan yanıysa daha on dakika önce acı çekerken şimdi gülmesiydi. Sinir bozukluğuyla güldüğü belliydi.
"Kerem anlattığın o yıldızlı yere beni de götürür müsün?" diye sordum heyecanla. Sesimdeki tınıdan bunu ne kadar istediğimi anlamıştı. Kahverengi harelerini gözlerime sabitleyip yanıtladı sorumu.
"Ben oraya kendimi ne zaman kötü hissetsem giderdim. Şu an da pek mutlu olduğum söylenemez. O yüzden beraber bu gece kamp yapsak hiç fena olmaz," dedi gülümserken. Ona sanki bana dünyaları vermiş gibi mutlulukla baktım. İç sesim bile sevinçten çığlık atıyordu. Çünkü o yer Kerem için en özel yerdi ve beni oraya götüreceğini söylemişti. İçimdeki tüm duygular bir anda yerini saf sevgiye bıraktı. Bu sevgi tüm kalbimi tıpkı bir annenin şefkatiyle sarmıştı. Hissettiğim bu sıcaklıkla sadece gülmek istiyordum. Sadece gülmek...
"Süper o zaman!" dedim coşkuyla. Kerem'in gözleri elimdeki sargıya kaydı bir anlığına. "Ama elindekini çıkarıp öyle gidelim," dedi keyifsizce. Ne demek istediğini anlamamıştım. Elimdeki sargıyı çıkarsam ne olurdu? Çıkarmasam ne olurdu? O artık benim bir parçam gibi olmuştu sonuçta.
"Neden ki?" dedim saf saf. Kerem durgun bakışlarını elimden alıp gözlerime çevirdi. Önce gergin bir nefes verdi. Ardından konuşmaya başladı. "Gideceğimiz o güzel yerde elinde onu görüp daha fazla üzülmek istemiyorum," dedi yutkunmakta zorlanırken. Sanki şu an dudaklarından çıkan tüm kelimeler boğazını yırtarcasına çıkmıştı. Acılardan oluşan küçük bir tebessümle sargılı elimi avuçlarının arasına aldı. Elim onun elleri arasında kayboluyordu. Gözlerim onun gözlerinde onun gözleri ise elimdeydi.
"Çünkü," dedi ve sustu. Devamını getirecek cesareti bulamamıştı kendinde. Onu daha fazla zorlamamak adına konuyu değiştirmeyi düşündüm. Aklıma gelen ilk şeyse kamp için hazırlık yapmamız gerektiğiydi.
"Tamam nedenini söyleme. Sen sadece yıldızlarını düşün. Birlikte geçireceğimiz güzel dakikaları düşün," dedim gülümseyerek. O an Kerem'in gözleri ona üzüntüsünde yoldaşlık eden binlerce yıldızla doldu. Işıldayan büyüleyici gözlerine baktım bir süre. "Akşam için hazırlık yapalım o zaman," dedi benimle birlikte gülerken. Onun tatlı gamzelerine kayan gözlerimi kaçırıp boşluğa baktım. Kerem tuttuğu sargılı elimi bırakmayıp beni oturduğum yerden kaldırdı. Daha sonra beş dakikalığına mutfağa gidip beni yalnız bıraktı.
Yanıma geldiğimde birlikte onun odası olduğunu tahmin ettiğim odaya giriş yaptık. Odaya girmemizle meraklı gözlerim odayı tıpkı bir dedektif gibi inceleyemeye başlamıştı bile. İlk olarak odada en çok dikkatimi çeken şey bütün bir duvarı kaplayan ödüllerin olduğu bir raftı. Yüzümde hazine bulmuşçasına büyük bir gülümsemeyle rafa doğru ilerledim. Raftaki her bir ödül farklı farklı yerlerden gelmeydi. Ben hayranlıkla ödüllere bakarken Kerem'in sesi kulaklarımı doldurdu.
"Onların her biri boks turnuvalarından kazandığım ödüller," dedi kelimeleri ağzında gevelercesine. İşte bunu hiç sevmemiştim. Kerem'in yüzüne atılan yumruklar gözümde canlanmaya başlamıştı. Ona zarar gelmesi düşüncesi bile beni üzmeye yeterken bunu yaşamış olması en kötüsüydü. Hiddetle ona döndüm.
"Hala boksla ilgileniyor musun?" dedim. Sesim son derece sert çıkmıştı. Tüm kelimelerim adeta bir mermi gibiydi. Kerem'in bakışları beni bulduğunda yüzünde yara izleri hayal etmiştim. Onu ringin ortasında dayaktan yığılıp kalmış olarak hayal etmiştim. Bu düşünceyle gözlerim dolarken dudaklarımın arasından küçük bir hıçkırık çıkmıştı. Kerem yüzümdeki ifadeden korkmuş olacak ki yanıma gelip omuzlarımdan tuttu beni.
"Hayır! Boks yok! O işleri bıraktım ben!" Ses tonu beni kendime getirmek için yükselirken kendimi başka bir galaksiden alıp onun yanına döndüm. "Yok mu?" diye sordum bir anda. Sesim bu sefer kedi yavrusu gibi çıkmıştı. Kafamın içindekileri görmüş olacak ki beni aniden kendine çekip sarıldı. "Gel buraya deli kız," dedi güçlü kolları belimi sararken. Ona sıkıca sarılıp iç çektim. Saçlarımı okşayan Kerem yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yeşil gözlerime dikti gözlerini.
"İnan bana üzülmene hiç gerek yok. Zaten dayak yiyen ben değil onlardı," dedi muzipçe. Ona inanamayarak baktım. "Kerem hiç komik değil," dedim kaşlarımı neredeyse gözlerime değecek kadar çatarken. Bana gülerek baktı. Bir süre sonra da lafı değiştirdi.
"Hande Hanım affınıza sığınarak soruyorum. Acaba artık kamp malzemelerini mi ayarlasak artık ne dersiniz?"
Ona bakıp göz devirdim. Bu hareketimi pek umursamayan Kerem büyük dolaptan teleskopunu çıkarıp bir kenara koydu. Bende daha fazla trip atamayacağımı anlayınca pes edip yanına gittim. "Hande Hanımlar teşrif etmiş. Hemen eğilip selamlamalıyım," dedi bana dönerken. Kerem önümde reverans yaparken gülmemek için zor duruyordum. Resmen dövüş sanatlarının usta ismi önümde reverans yapmıştı. Bunu anlatsamda kimse inanmazdı.
"Kerem Bey," dedim elimi nazikçe onun avucuna bırakırken. Elimi nazikçe tutan Kerem üzerine nazikçe bir öpücük kondurdu. Ben o an eriyip biterken o olanlardan habersizdi. Beni bulan bakışlarıyla bu sefer yüzümde kızarmaya başlamıştı. Tam o esnada Kerem beni şaşırtarak avucuma anıların hediyesi kırmızı taşı bıraktı. Ona şaşkın bakışlarımı çevirmemle oyunu bozup gözlerini gözlerime kenetledi.
"Bunu sana daha önce vermek istemiştim aslında," dedi mahcubiyetle. Elini saçlarına daldırıp karıştırırken ben hala aval aval onun gözlerine bakıyordum. Hatta buna aval aval demek biraz hafif kalırdı. Resmen öküzün trene baktığı gibi bakıyordum adamın yüzüne.
"Bu taşı ailemle pikniğe gittiğimiz bir göl kenarında bulmuştum. Annemle bunun gibi daha bir sürü toplayıp boyamıştık. Hatta bu taşı ben boyamıştım," dedi yumuşak bir ses tonuyla. O güzel gözlerine baktım birkaç saniye. Ardından elimdeki taşı okşadım. Bunu hayatımın sonuna kadar saklayacaktım.
"Bende sana özel bir şey vermek istiyorum. Bir gün bende anılarımdan bir şeyi sana vereceğim," dedim dolu gözlerle. Kerem gülerken kapıdan gelen sesle arkamı döndüm. Kapıdaki ses Nilgün ablaya aitti. "Kerem Bey istediğiniz gibi kamp malzemeleriniz arabaya yerleştirildi. İstediğiniz her şeyi de hazırladım." Bakışlarımı Nilgün abladan alıp Kerem'e çevirdim. "Tamam sen çıkabilirsin Nilgün abla," dedi nazikçe. Tam o esnada arkasına dönüp teleskopu alıp Nilgün ablanın yanına gitti.
"Son bir şey daha. Bunu da Tuncay'a söyle arabaya yerleştirsin." Nilgün abla başıyla onaylayıp teleskopu aldığı gibi giderken Kerem'in bakışları beni buldu. "Hadi yola çıkalım," dedi yüzünde tatlı bir gülümsemeyle. Ona karşı aptalca bir sırıtmayla baktım ilk başta. Ardından beraber odadan çıkıp dış kapıya doğru ilerlemeye başladık. Tam o sırada elimde tuttuğum kırmızı taşı da cebime atmayı ihmal etmedim.
"İyi de akşama daha çok var," dedim peşinden kapıdan çıkarken. Elinde telefonla bir yerleri tuşlayıp yüzündeki muzip ifadeyle geri döndü. Bana bakıp sanki sakladığı bir şey varmış gibi baktı. O an içimdeki küçük deli kız çemkirmeye başladı. 'Bu hiç adil değil! O benim iç sesimden tüm her şeyi duyarken ben neden onun ne düşündüğünü duyamıyorum. Kesin benden bir şey saklıyor kesin' diye geçirdim içimden onca düşünceyi.
Tüm düşüncelerimin Kerem'e çemkirircesine beyninde yankılandığına emindim. O ise benim bu hallerime alışık olduğunu belli edip arabaya yerleşti. Bende bu umursamaz tavrına karşılık ayaklarımı sertçe yere vurarak onun dikkatini çekmeye çalıştım. Ama bana mısın demiyordu. En sonunda öndeki yerimi aldığımda asık suratımla dışarı bakmaya başlamıştım.
"Senden bir şey saklamıyorum," dedi düşüncelerime cevaben. Yüzümde küçük bir gülümseme oluşurken trip atmaktaki son derece ısrarlı halim gülmsememi söndürmüştü. Klasik trip atış pozisyonum olan kollarımı bağlama hareketini yapıp bedenimi cama doğru çevirdim. Tam o sırada Kerem'in dudaklarından küçük bir kahkaha çıktı. Yandan yandan onu süzerken radyoyu açıp sesin seviyesini sonuna kadar yükseltti. O an radyodan gelen sesle nutkum tutulmuştu.
"Bu şarkıyı Atarlı oğlan Kerem, deli kız Hande'si için istedi. Şarkımız Buray'ın 'Deli Kız' isimli şarkısı. Bu şarkı onlar ve tüm sevenler için geliyor," dedi radyo yayınındaki adam. Ben bir anda camdan ona doğru döndüğümde yüzündeki gülümsemeyle belirginleşen gamzeler beni selamladı. Şarkının başlamasıyla sözleriyle gülmem bir oldu.
Bu nasıl bir naz? Vurdum duymaz...
Resmen benim için yazılmıştı. Ben neşeyle gülerken sözlerinin güzelliğiyle mest olmuştum. Şarkıda deli kızın güzel baktığından bahsettiği yerde Kerem'in kahverengi hareleri birkaç saniyeliğine benim yeşil gözlerimi bulmuştu. Yüzüm alev alev yanarken bakışlarımı cama çevirdim. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dışarı bakmaya başladım. Bir iki dakika sonra şarkının bitmesine üzülürken tam o sırada radyocu adamın sesi tekrar duyulmuştu.
"Bu şarkı da Kerem Arslan Bey'den İngiliz düşesi Hande Hanım'a gelsin," dedi radyocu adam aynı şarkıyı tekrar yayınlarken. Duyduklarım karşısında kahkaha atmaya başlamıştım.
"Bunu yapmış olamazsın," dedim inanamayarak. Onun bakışları birkaç saniyeliğine beni bulduğunda etkileyici sesiyle konuşmaya başladı. "Bir tane daha var. Onu duyana kadar bekle," dedi göz kırparak. Ona baktım bir süre. Beni daha kendine ne kadar aşık etmeyi düşünüyordu acaba? Yüzümde geniş bir gülümsemeyle adeta benim için yazılmış olan şarkıyı dinledim. İki dakika sonra şarkı bitmiş radyocunun yapacağı anonsu büyük bir heyecanla bekler oluştum. Tam o esnada radyocunun neşeli sesi duyuldu.
"Bu şarkı bugünlük son kez Kerem'in yıldızlarından Hande'nin yeşil gözlerine geliyor. Gerçekten romantik adamsın Kerem. Umarım Hande senin kıymetini biliyordur."
Şarkı tekrar arabada yankılanırken benim nutkum tutulmuştu. Öylece Kerem'in yüzüne bakıyordum. Nefes almayı unutmuştum o birkaç saniye içerisinde. Kerem'in yıldızlarından Hande'nin yeşil gözlerine... Beynimde sadece bu yankılanıyordu. Gözlerim dolmuş sevinçten boynuna atılıp sarılmak geliyordu içimden. Tam o esnada duran arabayla bu büyük fırsatı değerlendirmeye karar verdim. Kerem'in arabanın anahtarı çıkardığı sırada boynuna sarılıp onu şoka sokmuştum.
"Sen neden beni büyüleyip duruyorsun?" Kerem benden ayrılıp ciddi olup olmadığımı anlamak için gözlerime baktı. Bense dünyada en çok istediği hediyeyi alan doğum günü çocuğuymuşum gibi bakıyordum yüzüne. Halime gülen Kerem bana tekrar sarılırken içimden bu anın bozulmamasını dilemiştim ama çoktan yıldızlı tepeye gelmiştik. Bunun anlamı kamp için arabadan inmemiz gerektiğiydi.
"Üzgünüm ama gitmeliyiz," dedi Kerem benden ayrılırken. Birlikte hiç vakit kaybetmeden arabadan inip bagajdan teleskopu ve çadırlarımızı aldık. Daha doğrusu Kerem o kadar inatçıydı ki sadece elime uyku tulumlarımızı tutuşturmuştu. O onca malzemeyi hiç ses etmeden taşırken bende elimde uyku tulumlarıyla tepeye çıkıp onu beklemeye başladım. Aklımdaysa şarkının sözleri dönüp duruyordu.
Kısa bir süre sonra yanıma gelen Kerem "Ben çadırları kurarken sende arabanın arkasında kalan birkaç eşyayı al," dedi göz kırparak. Onun bu hareketiyle içim kıpır kıpır olurken elimdeki uyku tulumlarını yere bırakıp tepeden aşağıya doğru indim. Tepeden indiğimde arabanın bagajını açıp içindekileri almak niyetindeydim. İçinde neyin olabileceğini hiç düşünmemiştim. En fazla ne olabilirdi ki? Aniden bagajı açmamla yüzümde büyük bir gülümseme oluştu.
"Bunu da yapmazsın," dedim Kerem'in beni duymadığını bildiğim halde. Bagajda kurdelelerle süslenmiş bir piknik sepeti ve örtüsü vardı. Sadece bunlar da değildi. Tıpkı gözlerim gibi yeşil bir uçurtma da bagajdan bana bakıyordu. Sepeti koluma takıp örtüyle uçurtmayı sol elime aldım. İşte şimdi gerçek bir dağlar kızı Heidi'ye benziyordum. Tepeye çıkmaya başladığımda güneş gözlerimi almaya başladı. Yüzümde büyük bir mutluluğun izleriyle ilerledim. Onun yanına gittiğimde ise çoktan çadırları kurmuş olduğunu gördüm.
"Sürprizimi beğendin mi?" diye sordu. Ona ışıldayan gözlerle baktım. "Beğenmedim. Bayıldım!" dedim coşkuyla. Kerem'in gamzeleri de meydana çıkınca işte şimdi tam olmuştuk. O, ben ve onun tatlı gamzeleri... Bence mükemmel bir üçlüydük.
"Ben pikniğimizi hazırlayayım." Onun yanından ayrılıp elimdeki uçurtmayı uçmayacağından emin olduğum bir yere bırakıp piknik örtüsünü yemyeşil çimenlerin üzerine serdim. Kırmızı örtünün üzerine piknik sepetinden çıkardığım atıştırmalıkları dizmeye başladım. Küçük sandviçler, şişede meyve suları, dilimlenmiş taze meyveler... Hatta bir kutu vardı sepetin dibinde. Kutuyu çıkarıp açtığımda içinde iki küçük kap kek olduğunu gördüm. Kutunun kapağını kapatıp örtünün üzerine koydum. Ardından tabakları ve peçeteleri koyduktan sonra biraz ötede teleskopu ayarlayan Kerem'e seslendim.
"Hadi gel bir şeyler ye," dedim gülümseyerek. Kerem teleskopla ilgilenmeyi bırakıp yanıma doğru geldi. "Eee Hande Hanım mutlu musunuz?" diye sordu yanıma otururken. Ona bilmiş bir ifadeyle baktım. Ardından omzuma dökülen saçlarımı geriye doğru atıp sırıttım. "Çok mutluyum Kerem Arslan Bey," dedim otuz iki diş sırıtırken. Kerem halime bakıp başını iki yana sallamakla yetindi. İçinden iflah olmayacağımı düşündüğü belliydi. O sırada acıkan karnım kendini yine belli etmişti. Zaten olur olmadık yerlerde kendini ön plana atmayı severdi kendileri.
"Acıkmışız anlaşılan," dedi Kerem tabaktaki sandviçlere uzanırken. Utancımdan yine kıpkırmızı olmuştum. Ben bu midemle ne yapacaktım böyle? Düşüncelerimden Kerem'den gelen ani hamleyle sıyrıldım. "Aç ağzını," diyerek kağıdını sıyırdığı sandviçi ağzıma götürdü. Kocaman açılmış gözlerle ona bakarken bir yandan da ağzıma tepmiş olduğu sandviçimi çiğniyordum. Lokmamı yutmamla sandviçi onun elinden alıp büyük bir iştahla yemeye başladım. Ama o an bir şeyin farkına vardım. Bu sandviçin tadını bir yerlerden hatırlıyordum. Nerede yediğimi düşünürken Kerem'in kafamın içindekileri cevaplaması bir olmuştu.
"Ormanda,"dedi sadece. İşte şimdi anılar gözümde canlanmaya başlamıştı. Ormanda açlıktan neredeyse Kerem'e saldırmak üzere olduğum anları düşündükçe gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Hatta bunları düşünürken az daha gülmekten boğuluyordum. Son dakikada yetişen suyla boğulma tehlikem geçerken bile hala gülüyordum.
"Bu gidişle bugünü hastanede bitireceğiz," dedi Kerem kınarcasına. Onun yüzündeki ciddi ifadeyle gülmemi dudaklarımı birbirine bastırarak durdurmuştum. İlerleyen dakikalarımızda sandviçlerimizi yiyip esen rüzgarda uçurtmamızı uçurmak için oturduğumuz yerden kalktık.
"Önce ben uçurabilir miyim?" diye sordum Kerem'e. Her küçük çocuğun bir şey isterken yaptığı gibi yavru köpek bakışlarıyla baktım yüzüne. Halime gülen Kerem uçurtmanın ipini elime verdi. Ben zafer kazanmışçasına gülerken o da uçurtmayı rüzgara doğru yavaşça bıraktı.
Rüzgarda salınan yeşil uçurtma bulutlara doğru yükseldikçe gülümsemem de büyümeye başladı. Uçurtmanın renkli kuyruğu dans edercesine kıvrılırıyordu. Ben uçurtmaya heyecanla bakarken üzerimdeki hayranlık dolu bakışları fark ettim birden. Gözlerimi yeşil uçurtmadan onun kahverengi güzel gözlerine çevirdim. Onun bakışlarıyla dikkatim dağılırken Kerem gözlerini gökyüzüne dikti.
"Hande," dedi gökyüzüne bakarken. Derin bir iç çektim. "Kerem," dedim sesim sevgiyle doluydu. Onun gözleri hala gökyüzündeydi. "Hande uçurtma gitti uçurtma!" dedi bakışlarını bana çevirirken. Olayın şokunu atlatıp elime baktığımda ipi bıraktığımı daha yeni anlamıştım. Bakışlarımı elimden alıp Kerem'in gözlerine çevirdiğimde hala şaşkındım.
"Uçurtma gitti," dedim alt dudağımı bükerken. Kerem gökyüzünde neredeyse bulutlara değmek üzere olan uçurtmayı işaret etti. Gözlerimi bulutların arasında savrulup duran uçurtmaya çevirince keyfimizin yarım kaldığına üzülmüştüm. Sıkıntıdan oflayıp puflamaya başlamışken Kerem beni şaşırtarak elinde iki tane kap kekle yanıma geldi. Ben ona aval aval bakarken o konuşmaya başladı.
"Tatlının düzeltemeyeceği moral yoktur derler. Özellikle de çikolatalı olanların," dedi ve elindeki çikolatalı kap keki dudaklarıma doğru götürdü. Ona gülümseyip kap kekten bir ısırık aldım. Lezzetiyle mest olduğum kap keki yutarken Kerem'in yüzünde bir gülümseme belirdi. Ardından arkasını dönüp piknik sepetine doğru ilerledi. Eğilip kap kekleri piknik örtüsünün üzerindeki tabağa bıraktı. Ardından sepetten bir şeyi alıp yanıma geri döndü.
Ben ona merakla bakarken elindeki peçeteyle daha yeni farkına vardığım burnumun ucuna bulaşmış kremayı sildi. Bu durum yetmezmiş gibi gamzelerini görmemle yüzüm yanmaya başlamıştı. Kızaran yüzümü saçlarımla gizlemeye çalıştım ama pek bir faydası olmamıştı. Çünkü Kerem'in gözleri üzerimdeydi. Benim bakışlarım yerdeyken sargılı elimi tuttu. Başımı bir anda yerden kaldırıp sol elimle saçlarımı arkaya attım. Elimi tutan ellerine baktım ilk önce. Daha sonra onun gözleri elimdeyken benim gözlerim onun yüzünde gezinmeye başladı.
"Artık bunu çıkarmanın vakti geldi," dedi ve nazikçe elimdeki bandajı çözmeye başladı. Gözlerim istemsizce dolarken elimdeki bandajı tamamen çıkarmıştı. Gözlerini bir anlığına gözlerime çevirdi. Ardından yüzünde yine o tatlı gülümsemesiyle elime baktı bir süre. Sonra hiç beklemediğim bir anda işaret parmağını dikişimin başladığı yerden bitişine doğru gezdirdi. Sanki onun dokunuşuyla iyileşmişti elim. Kerem'in karanlıkta koyulaşan gözlerine baktım uzun uzun. Ona söylemek isteyip de söyleyemediğim o kadar çok şey vardı ki...
"İşte şimdi gökyüzüne bakabiliriz," dedi gülümseyerek. Artık tamamen iyileşmiş elime kenetledi parmaklarını. Beni elimden tutup teleskobun yanına götürdü. Onun beni teleskopun yanına getirmesiyle havanın kararmaya başladığını daha yeni fark ediyordum.
"Yıldızlarını görmenin vakti geldi mi?" diye sordum onu izlerken. Kerem teleskopu ayarladıktan sonra bakmam için kenara çekildi. İçimdeki heyecana engel olamayarak gözümü teleskopun merceğine doğru yaklaştırdım. Gördüğüm manzara karşısında büyülenmiştim. Sanki uzaya sim dökmüşlerdi. Öylesine güzel ve parlaklardı ki...
"Büyüleyici," dedim mercekten uzaklaşırken. Kerem'in yüzü gibi gözlerinin içi de gülümsedi.
"Yalnız kaldığımda hep onlara baktım." Söyledikleriyle bir anlığına durgunlaşırken onun çimenlerin üzerine uzandığını gördüm. Aklıma ilk olarak ormanda kaldığımız o gece geldi. İskelede yıldızları izlerken uyuyakaldığımız zamanları hatırladım. Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluşurken bende yanına gittim. Tıpkı o gece olduğu gibi yanına uzanıp onunla birlikte yıldızları izlemeye başladım.
"Kerem," dedim bir anda. Gözlerimi ona çevirdiğimde o da bakışlarını bana çevirip dinlemeye başladı. "Sen bana çocukluğunu anlattın. Bende sana kelebeğin hikayesini anlatmak istiyorum." Bir an duraksadım. Sonra devam ettim.
"Ben küçükken her korktuğumda her üzüldüğümde her çaresiz hissettiğimde battaniyenin altına saklanırdım. Battaniyenin altında kendimi kozasının içinde kelebek olmaya hazırlanan bir tırtıl gibi hissederdim. Eğer rahatlayıp dönüşümümü tamamlarsam bir kelebek olarak kozamdan çıkacağıma inanırdım. Her ne kadar kulağa aptalca da gelse hala buna inanıyorum ve hala bunu yapıyorum. Koca kız olsamda o battaniyenin altına giriyorum. Çünkü bu beni rahatlatıyor. Her ne kadar gerçek olmasa da insan böyle küçük mucizelere inanmak istiyor tabii," dedim gülümseyerek. Kerem'in tepkisini görmek için yüzünü incelerken o konuşmaya başladı.
"Hiç de aptalca değil. Kime saçma gelirse gelsin ben sana yine inanırım," dedi. Onun şefkat dolu bakışlarıyla kalbimin kelebek olup uçtuğunu hissettim. Her ne kadar saçma olursa olsun bana inanırdı. Bunun düşüncesi bile beni mutlu etmeye yetmişti. Ama yine de ona komik bir soru yöneltmiştim.
"Deli kız olsam bile mi?"
"Dünyadaki en deli kız sen olsan bile," dedi fısıldarcasına. Gözlerimi ondan alıp mutlulukla gökyüzüne çevirdim. O an gökten bir yıldız kaydı. Tıpkı o gece olduğu gibi heyecanla ona döndüm.
"Çabuk bir dilek tut," dedim. Onun cevabıysa oldukça net olmuştu. "Benim dileğim belli." Ona anlam veremeyerek bakarken dileğimi tutmaya hazırlandım. Ama o an aklıma Kerem'in akıl okuyabildiği gelmişti. Ona kısık gözlerle bakıp yattığım yerden kalktım. "Sen benim dileğimi duyarsın," dedim onu kınarcasına. Sanki akıl okumak onun tercihiymiş gibi... Kerem bana hayretler içinde bakarken bende arkamı dönüp tepenin aşağısına doğru inmeye başladım.
"Hande nereye?"
Kerem arkamdan seslenince çirkefleşmiştim. "Dileğimi başka bir yerde dileyeceğim!" Ben arkama bakmadan ilerlerken o arkamdan kahkaha atıyordu. Hiç istifimi bozmadan gecenin bir vakti yuvarlanmamaya özen göstererek tepeden aşağıya indim. Yeterince uzaklaştığımdan emin olunca gökyüzüne bakıp dileğimi dilemeye başladım.
"Kerem'in yıldızları bana onu getirin."
İçimden diledim bu dileği. Onun yıldızlarından bana onu getirmesini dilemiştim. Belki oldukça basit bir dilekti. Ama ben tüm kalbimle onu dilemiştim. Tüm kalbimle yanımda olmasını ve beni sevmesini dilemiştim. Tıpkı benim onu sevdiğim gibi...
Son kez gökyüzüne bakıp tekrar aynı dileği geçirdim içimden. Ardından tepeye tekrar çıkmaya başladım. Karanlıkta önümü zor görürken bacağımı incitmeden ya da şöyle söyleyeyim başıma bela almadan yukarı çıkabilmiştim.
"Hande," dedi Kerem kıkırdarken. Ona bakıp göz devirdim. Resmen benimle dalga geçiyordu. Ona trip atıp benim için yapmış olduğu çadıra girdim. O ise bana çadırın önünden diz çöküp bakmaya başladı.
"Hadi ama konuşmayacak mısın benimle?"
"Bilmiyorum," dedim omuz silkerken. Bana tıpkı çocuğunu oyuncak almama konusunda ikna eden ebeveynler gibi bakıyordu. "Tamam güldüğüm için özür dilerim. Hadi gel barışalım," dedi naifçe. Ona çaktırmadan bakıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. Ama gayet ciddiydi. "Tamam ama bir şartla," dedim zihnimin derinliklerinde ondan isteyebileceğim herhangi bir şey ararken. O bu teklifimle ilk başta tereddüt etti. Ama sonra beni başıyla onayladı.
"Benim için çok özel bir yere gideceğiz," dedim bir anda. Neresi olduğu şimdilik bende kalsın.
"Tamam kabul," dedi tereddüt bile etmeden. Ona sağ elimi uzatıp tokalaştıktan sonra onun elini çekmesini bekledim. Ardından çadırın fermuarını çekip kahkaha atmaya başladım.
"Hande," dedi Kerem. Sesi uyarır nitelikteydi. "Barıştık. Hadi uyu artık," dedim uyku tulumunu üzerime geçirirken. Kerem de yan tarafımdaki çadıra geçmişti. Bunu çadırın içindeki fenerin ışığıyla yansıyan gölgesinden anlamıştım. O da benim gibi yatarken ona doğru seslendim.
"İyi geceler atarlı oğlan."
"İyi geceler deli kız."
Bana deli kız demesi çok hoşuma gidiyordu. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle onun ışıktan çadıra yansıyan gölgesini izledim bir süre. Sonrasıysa derin bir uykunun kollarına bıraktım kendimi... |
0% |