@sevvnuraydn
|
(Kerem'den...)
Bir insanın varlığı bile mutlu edebilir miydi bir insanı? Sadece sesini duyunca bile mutlu olabilir miydi insan? Gözlerinin içine baktığında hayatın güzelliklerini görebilir miydi? Ona baktıkça nefes aldığını, yaşadığını hissedebilir miydi? Peki bu soruların cevaplarının bende evet olması ne demekti? Aşk mıydı bu yaşadıklarım? Aşktı elbet. Bu duyguya aşk değil de başka ne denirdi ki? Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yeni bir güne açmıştım gözlerimi. Aklımda sadece aşık olduğumun düşüncesi dolaşıp duruyordu. Hayatımda ilk defa aşık olmuştum. Ben ona geri dönülemez bir şekilde aşık olmuştum.
"Hadi uyan artık uykucu," dedi Hande çadırın dışından. Bunu sabahtan beri üçüncü söyleyişiydi. Ama ben yüzümdeki gülümsemeyi bastıramadığımdan sesimi çıkarmamıştım. "Kerem uyan yoksa içeri girip seni çok pis pataklarım!" diye cırlamaya başlayınca gülmemi daha fazla bastıramayıp kahkaha atmaya başladım. Sonrasını anlatmaya bile gerek yoktur herhalde. Siz az çok tahmin etmişsinizdir.
"Demek uyanıktınız Kerem Arslan Bey!" dedi Hande çadırın fermuarını açarken. İçeri Halka filmindeki Samara gibi saçları yüzünde girmişti. Onu böyle görmek iki kat gülmeme neden olurken Hande saçlarını geriye atarak burnundan solumaya başlamıştı bile. Ama ben gülmeme bir türlü engel olamıyordum. Resmen hayatımdaki tüm gülme hakkımı bugün kullanmıştım.
"Hala utanmadan gülebiliyorsun!" diye cırladı. Ardından sinirlenip bana gelişi güzel vurmaya başladı. Kolumu başıma siper edip onun darbelerinden korunmaya çalışırken Hande Hanım yorulmuş olacak ki vurmayı kesmişti. Bakışlarımı ona çevirdiğimde kollarını kavuşturmuş bana yine o meşhur öldürücü bakışlarından birini atıyordu. Ona bakarken yattığım yerden doğruldum. Eğer şimdi kendimi affettirmezsem işim epey zor olacaktı.
"Özür dilerim," dedim elimi daldırdığım saçlarımı karıştırırken. Bana kaçamak bakışlar atarken içinden 'bu kadar tatlı özür dilemesen ben sana yapacağımı bilirdim' diye geçirmeyi de ihmal etmedi. Yüzümde bir tebessüm oluşurken onu utandırmamak için ses etmedim. "Affettin mi beni?" diye sordum. Affettiğini bildiğim halde bozuntuya vermedim. Tıpkı onun da beni sevdiğini bildiğim gibi...
"Affetmem için bir şartım olduğunu unutmuş olamazsın herhalde," dedi imayla. Kısık gözleri beni şüpheyle süzerken ona gülümseyerek baktım. "Unutmadım. Senin için özel olan o yere beraber gideceğiz."
Ses tonum onu etkilemiş olacak ki dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Gözleriyse yeşilin en güzel tonuna bürünüp nefesimi kesmişti. Yutkunup gözlerimi onun güzel yüzünde gezdirmeye başladım. Onun yüzünün her bir santimini hafızama kazımak istiyordum. Böylece gözüm kapalı olduğunda bile onun güzel yüzünü görebilecektim. Karanlığı yeşile çevirebilecektim.
"Kerem," dedi aniden. Adımı ondan duymak bile içimde bir şeyleri hareketlendiriyordu. "Bizim eve gidebilir miyiz?" diye sordu çekinerek. Onun farkında olmadığı bir şey vardı. Ben onunla dünyanın öbür ucuna da giderdim. Hem de gözüm kapalı giderdim. Yeter ki yanımda o olsun.
"Gideriz tabii," dedim gülümseyerek. Hande cevabımdan memnun olunca çadırdan çıktı. Bende uyku tulumunu kenara çekip peşinden dışarı çıktım. Daha ilk saniyede güneş gözlerimi alırken elimle gözlerime gölge yaptım. Ardından Hande Hanım'ın yanına doğru ilerledim. Kendileri piknikten kalanları toplamakla meşguldü.
"Ooo! Hande Hanım," diye seslendiğimde bir anlığa bana baktı. Daha sonra yeşil gözlerini devirip yarım kalan işini bitirmeye koyuldu. O hiç fark etmese de arkasından bakmaya devam ettim bir süre. Ardından teleskopu toplamaya başladım. Ama aklım fikrim ondaydı. Her beş saniyede bir gözlerim ona bakabilmek için odaklandığım işten uzaklaşıyordu. Sadece gözlerim de değil aklım da onda takılı kalmıştı. Üstelik zihnimin içindeki ses durmadan onun da beni sevdiği düşüncesini bas bas bağırıyordu. İstemsizce yüzüme yapışan bu gülümsemeye ne demeliydi peki?
"Kerem," dedi yanı başımdan. Aklımı toparlamaya zaman kalmadan bakışlarımı ona çevirdim. "Çadırlar hariç her şey toplandı. Arabayı aç da bunları yerleştireyim,"derken gözleriyle çimlerin üzerindeki piknik sepetiyle yanımdaki teleskopu işaret etti. Kafamın içindeki düşüncelerin karışıklığından onu tam olarak dinleyememiştim. Yüzüne aval aval bakarken anlamadığımı anlamış olacak ki avucunu açıp kapatmaya başladı.
"Anahtar lütfen." Karşımda durmuş bekleyen kıza son dakika da cebimden çıkardığım anahtarı uzattım. Bana ne oluyordu böyle? Resmen Hande'ye öküzün trene baktığı gibi bakmıştım. Bu saatten sonra benim geri zekalı olduğumu düşünürse hiç şaşırmazdım. Başımı iki yana sallayıp kafamdaki düşünceleri def ettim. Ardından çadırları toplamaya başladım. Yaklaşık on dakika sonra da çadırları toplayıp arabaya Hande'nin yanına gittiğimde o çoktan arabadaki yerini almıştı. Elimdeki çadır malzemeleriyle dolu çantaları arabanın bagajına yerleştirip onun yanındaki yerime geçtim.
"Gözlerim yollarda kaldı," dedi alayla. Ona baktığımda içimden sadece gülmek geliyordu. Acaba onun beni sevdiğini en başından beri bildiğimi bilse bana ne tür işkenceler uygulardı? Beni asar mıydı yoksa direkt Jedi kılıcıyla parçalara mı bölerdi? Yoksa o kafasından geçen tuhaf işkence yöntemlerine mi tabii tutardı?
"Beklettiğim için kusura bakmayın Hande Hanım. Bu adam affınızı diliyor efendim," dedim sol elini tutup üzerine nazikçe öpücük kondururken. Bakışlarımı bir anlığına ona çevirdiğimde donup kalmıştı. Zihnindeki gürültüden anladığım kadarıyla da bunu beklemediği belliydi. Nazikçe elini geri çekip bakışlarını dışarıya sabitledi. Onu yine utandırmıştım. Dayanamayıp birkaç saniyeliğine bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Daha sonra hiç vakit kaybetmeden arabayı çalıştırıp yola çıktım. Aklımdaki milyonlarca düşünceyi umursamamaya çalışarak arabayı sürmeye devam ettim. Ama aklıma takılan tek bir soruyla ona dönmem bir oldu.
"Hande," dedim yutkunurken. Onun yeşil gözleri bir anda beni buldu. "Senin için özel olan o yer neresi?"
Sorum karşısında yüzüne genişçe bir gülümseme yayıldı. Gözlerinin içi ışıldarken heyecanla soruma karşılık soru yöneltti. "Sen önce ne zaman gideceğimizi söyle," dedi tek kaşını imayla havaya kaldırırken. Gözlerimi yoldan ayırmadan sorusunu yanıtladım.
"Yarın." Cevabımdan memnun olan Hande bakışlarını tekrar cama çevirdi. Ona dikiz aynasından kısa ve kaçamak bir bakış attım. Sonra aklıma gelen fikirle yüzüme geniş bir gülümseme yayıldı. Onun için özel olan o yerde ona olan hislerimi itiraf edecektim.
Ona aşkımı itiraf edecektim.
Ama nasıl? Bunu nasıl yapacaktım? Böyle özel bir anı nasıl unutulmaz kılacaktım? Aklım bir sürü fikirle dolmuştu bile. Ama hiçbiri istediğim gibi değildi. Düşüncelere daldığım uzun bir yolun ardından Hande'nin sesi duyuldu.
"Kerem," dedi Hande panikle. Ben daha ne olduğunu bile anlayamazken o bana dönüp konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
"Evi geçtik!" Panikle arabayı kavşaktan geri döndürürken Hande'nin zihni benim sorunumun ne olduğunu sorguluyordu. Sorgulamakta da son derece haklıydı. O kadar dalgındım ki ben bile kendime inanamıyordum. En sonunda düşünmeyi bir süreliğine bırakıp arabayı evin önüne park ettim.
"Sen iyi misin?" diye sordu. Zihninde bile bunu düşünüp dururken sormaması saçma olurdu zaten. Ona dehşete kapılmış gibi bakmaya başlayınca da korkusu daha da arttı. Derin bir nefes alıp endişelenmemesi için olumlu anlamda başımı salladım. Hande de rahatlayıp derin bir nefes alınca arabanın kapısını açtı. Bende arabanın anahtarını alıp onunla beraber arabadan indim. İkimiz beraber apartmanın girişine doğru ilerlerken tam o sırada kafamın içinde onun düşünceleri yankılanıyordu ama onun bunun farkında bile olmadığına emindim.
Ona kaçamak bakışlar atarken birlikte apartmandan içeri girdik. Girer girmez bizi karşılayan uzun merdivenlerden çıkıp evin kapısına vardığımızda Hande çanta taşımamak için cebine attığı anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdiğimizde evin içinde sanki cinayet işlenmiş de haberimiz yokmuş gibi bir koku vardı. Kapıyı ardımızdan kapatıp eve baktım. Yüzümü buruşturup Hande'ye baktığımda yüzünde her an bayılabilirim der gibi bir ifade vardı. Onun bu haline gülebilmeyi çok isterdim ama bende en az onun kadar kötüydüm.
"Evde biri ölmüş galiba," dedim gülmeye çalışarak. Hande'nin yeşil gözleri beni bulunca işaret parmağıyla mutfağı işaret etti. "Anlaşılan katil de sensin. Yumurta katili," dedi gülerek. Buna bende gülerek karşılık verirken tavada ölmüş olan rahmetliyi görmek için mutfağa doğru ilerledik.
"Allah rahmet eylesin. Rahmetli pek iyi bir yumurtaydı," dedi Hande tavayı alıp içindekini umursamaz bir tavırla çöpe dökerken. Onun bu tavrına karşı gülmeden edemedim.
"Rahmetli için bir de ağıt yaksaydın," dedim onun bu halini tiye alarak. Bakışlarını çöp kutusundan alıp bana çevirdiğimde benimle dalga mı geçiyorsun sen der gibi bakıyordu. Bir anda bana karşı göz devirip mutfağı havalandırmak için pencereyi ardına kadar açtı. Koku o kadar yoğundu ki evde bir cesede daha yer olmadığı için kendimi güç bela salona atmıştım. Resmen nefes alamıyordum.
"Rahmetlinin kokusu geçmeyecek gibi," dedi Hande arkamdan salona girerken. Ona hak veriyordum. Nasıl olurdu da pişmiş yumurtayı tavada öylece bırakırdık aklım almıyordu.
"Kerem," dedi Hande yüzünde tatlı bir gülümsemeyle. Ben onun bu birden gelen neşeli haline anlam veremezken o elimden tutup beni yine o gördüğünü tahmin ettiğim anının içine çekti. Gözlerimi etrafa çevirdiğimde tahminimde haksız olmadığımı anladım. Biz şu an Hande'nin anısının içindeydik. Hatta küçük Hande salondaki koltukta zıplamakla meşguldü.
"Hande bir dur artık yerinde!" dedi ince bir kadın sesi. Bu seslenen annesiydi. Küçük Hande zıplamayı bırakıp koltukta oturdu. Ardından alt dudağını büküp kollarını kavuşturdu. Bu onun küstüğünde ve trip atarken yaptığı hareketiydi ve anlaşılan yıllardır bu huyundan hiç ödün vermemişti.
Gözlerimi küçük Hande'den alıp yanı başımdaki yeşil gözlere çevirdim. O da bana bakınca yüzündeki tatlı gülümsemeyle kalp atışlarımın hızlandığını hissettim.
"Anne resmim nerede?" Küçük Hande iki yandan yapılmış at kuyruğuyla ve tüm sevimliliğiyle dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. "Çekmecede," diye yanıtladı annesi küçük Hande'nin sorusunu. Küçük Hande oturduğu koltuktan kalkıp koşarak ünitenin yanına gitti. Aceleyle çekmeceyi açıp resmini çekmeceden aldı. Sonra kendi kendine yüksek sesle mırıldanmaya başladı.
"Leo benim bir tanem," dedi iç çekerek. Bakışlarımı bir anda yanı başımda utancından yüzünü saçlarının arasına saklayan kıza çevirdim. İçimde oluşan kıskançlık hissi oldukça saçma olsa da kendime engel olamamıştım. "Leo da kim?" diye sordum hesap sorarcasına. Bir anda saçlarını kenara çekip yüzüme bakan Hande'nin yüzü utançtan kıpkırmızıydı.
"Leonardo Dicaprio," dedi yüzünü elleriyle kapatmadan hemen önce. Ona inanamayarak baktım. "O adam baban yaşında," dedim bir anda. Tepkim karşısında ellerini yüzünden indirip şok içinde gözlerime baktı. "İstersen bunları ona da söyle." Bunu söylerken küçüklüğünü işaret etmeyi de ihmal etmedi.
Onun bu hareketiyle gözlerim küçük Hande'ye kaydı. Resmini almış hayranlıkla bakarken bir anda elindeki resmi orta sehpaya bıraktı. Merakla resme eğilip baktığımda her küçük çocuğun çizdiği parlak bir güneş, uçuşan m harfinden oluşan kuşlar vardı. Ama resmin tam ortasında benim kıskançlık damarlarımı kabartan bir ayrıntı vardı. Beyaz elbise içindeki Hande ki bunun gelinlik olduğuna emindim ve siyah çöp adamdan bozma damat Leonardo.
"Annem beni ilk kez büyük bir düğüne götürmüştü. Hatta ilk kez o zaman bir gelin görmüştüm ve bu benim için bir rüyadan farksızdı. Çünkü o zamanlar gelinleri prenses zannederdim. O gece eve döndüğümüzde prenses görmenin mutluluğunu yaşarken Leonardo'nun televizyondan bir sahnesini görmüştüm. Ama asıl onu çizmeme neden olan şey annemin gelinlerin evlendiğini söylemesiydi. Daha evliliğin bile ne olduğunu bilmezken sırf prenses olmak için onunla evlendiğimi hayal ederdim. Biliyorum çok aptalca ama bunları düşünürken henüz 6 yaşındaydım."
Hande'nin açıklamasına gülümsedim. Hatta bununla kalmam gerekirken onu şoke edecek sözlerimi sıraladım. "Madem prenses olmak istiyorsun. Sana yardımcı olabilirim," dedim kendim bile bu söylediklerime inanamazken. Hande'nin yeşil gözleri bir anda fal taşı gibi açılmıştı. "Bu bir teklif mi?" diye sordu şok içinde. Vücudumu ateşler basmış strese girmiştim. Bir bahane bulup lafı değiştirmeliydim ama ne? Tam o esnada imdadıma Hande'nin annesi yetişti. Küçük Hande'nin yanına gelmişti.
"Kızım ben seninle ne yapacağım?" dedi Hande'nin annesi söylenerek. Salonda yere saçılmış birkaç kırlenti koltuğa geri yerleştirirken küçük Hande yaramazca sırıtmakla yetindi. Ben bakışlarımı Hande ile annesinin benzerliğine odaklamışken o yanımdan geçip orta sehpaya doğru ilerledi. Ardından eğilip masadaki kağıdı eline aldığında bir kopyası tıpkı benim anımda olduğu gibi elinde belirdi. Elinde resim ile gülümseyerek yanıma geldi. Diğer eli elimi kavradığında yutkundum. Beni elimden tutup anının dışına çıkardığında elindeki resmi elime verdi.
"Sen bana anılarından bir hediye verdin. Bende bunu sana vermek istiyorum," dedi gülümseyerek. Yeşil gözlerine bakıp iç çektim. Gözleri gibi kalbi de öyle güzeldi ki onu anlatmaya yetecek kelimeleri bulamıyordum.
"Bunu hep saklayacağım. Her ne kadar Leonardo'yu sevmesemde..." Bu dediğim karşısında kıkırdadı. Onun gülümsemesiyle aklıma yarın onu götüreceğim yer gelmişti. Yapacağım sürprizi de düşünecek olursak dışarı çıkmam şarttı.
"Hande benim eve uğramam lazım. Yarım saate kalmaz dönerim ama sen ben yokken idare edebilecek misin?"
Hande bana bakıp olumlu anlamda başını sallayınca hiç vakit kaybetmeden elimde resimle kapıyı açıp yola koyuldum.
(Hande'den...)
Kerem bir anda çıkıp gitmişti. Onun yokluğunda neler yapabileceğimi düşünüyordum ve cevabını güzeller güzeli evim bana vermişti. Tabii ki de temizlik...
Evi bir süre süzdükten sonra gözlerimi devirip evin balkonuna doğru ilerledim. Balkon kapısı açıktı ve görünen o ki eve ani bir polis baskını yapılsa cinayetten yargılanmam olasıydı.
Yerde o gün olan kazanın izleri vardı. Kırık cam parçaları ve kurumuş kanı görmek iyice midemi bulandırırken annemin bu manzarayı görse kesin kalp krizi geçireceğine de emindim.
Hiç vakit kaybetmeden kendimi banyoya attım. Tabii ki de koca kırmızı kovaya su ve deterjan koymakla başladım işe. Kolumda kova bir elimde mop, faraş ve fırçayı da alıp tam teçhizatlı bir şekilde balkona doğru ilerledim. Beni gören annesiyle bayram temizliğine girişecek zannederdi. Halbuki balkonu temizleyip çıkacaktım.
İçimden söylene söylene faraşla cam kırıntılarını toplamaya başladığımda aklım Kerem'deydi. Acaba evde bu kadar önemli ne işi olabilirdi ki bir anda çıkıp gitmişti. Bir yandan bunları düşünüyor diğer yandansa topladığım cam kırıklarını balkondaki çöp kutusuna döküyordum. Bu işim bitince sıra yerleri silmeye gelmişti. Allahtan mopla beş dakika bile sürmeden silip çıkabilmiştim. Balkon tamamen toplanınca malzemelerimi de toplayıp banyoya gittim. Tüm malzemeleri banyodaki yerlerine geri koyduktan sonra odama geçtim.
Acaba ne kadar süre geçmişti? Gözlerim duvardaki saati bulduğunda o gideli daha on beş dakika olduğunu fark etmiştim. Peki ama onu daha şimdiden özlemem ne derece normaldi? Belki de aşk böyle bir şeydi. Onsuz olduğun her saniye onu düşünmek onu özlemek demekti. Bu duygunun güzelliğiyle gülümsedim. Hissettiklerimin bana yaşattığı bu güzellikle daha da gülümsemek istedim. O an elimi cebime atıp onun bana verdiği kırmızı taşı çıkardım. Parlak taşı parmaklarımın arasına aldığımda içimin kıpır kıpır olduğunu hissettim.
"Çok güzel," diye mırıldandım taşın kırmızılığıyla gözlerim kamaşırken. Ardından taşı yatağımın yanındaki komodinin çekmecesine koydum. Gözlerimi bu sefer dolabımın üzerindeki aynaya çevirdiğimde Arap saçına dönmüş saçlarımla karşı karşıya kaldım. En iyisi duş alıp sarı saçlarımı Çin işkencesinden farksız tarama işlemine tabii tutmaktı. Dolabımı açıp içerisinden birkaç parça kıyafet alıp banyoya girdim.
******* Banyodan çıkmış odamda kurumuş saçlarımı sökercesine taramakla meşguldüm. Hatta bunu yaparken gözüm saatteydi. Yarım saati geçmiş neredeyse bir saat olmuştu ama ne haber vardı ne de başka bir şey? Meraktan kendimi içten içe yerken saç taramak pek de iyi bir fikir değildi. Zar zor taradığım saçımı ensemde at kuyruğu olacak şekilde bağlayıp tarağı komodinin üzerine bıraktım.
"Neredesin Kerem?" diye mırıldandım kendi kendime. Gözümü saatten ayırmadan yatağıma uzanıp beklemeye başladım. Beş, on, on beş dakika derken yaklaşık iki saat olmuştu Kerem gideli. Gözüm saate bakarken ağrımaya başlamış en sonunda da kendimi ağırlaşmış göz kapaklarımın etkisiyle derin bir uykunun kollarına bırakmıştım.
******* "Hande," dedi naif bir ses. Uykudan uyanmak istiyordum ama uyanamıyordum sanki. Göz kapaklarım tüm asi tavrıyla uyanmamakta karar kılmıştı sanki.
"Hande," dedi tekrar. Bu ses onun sesiydi. Sonunda gelmişti. Gözlerimi zar zor da olsa araladığımda üstüme örtülmüş karanlıkta sanki yıldızlarla bezeliymişçesine parıldayan battaniyeye baktım. Sonra da şaşkın bakışlarım onun ışık saçan gözleriyle buluştu. Yerimden doğrulup bunun gerçek olup olmadığını algılamaya çalıştım. Ama o buradaydı. Yanımdaydı. Peki bu battaniye de neyin nesiydi?
"Kerem," dedim soru sorarcasına. Bana bakan karanlıkta koyulaşan göz bebekleri battaniyeye kaydı.
"Bana kelebeğin hikayesini anlatmıştın hatırlıyor musun?" Onu başımla onayladığımda anlatmaya kaldığı yerden devam etti.
"Hande ben senin kelebeğinle benim yıldızlarımı birleştirmek istedim. Bana kozandan çıktığında bir kelebek olarak doğacağına inandığını söylediğinde bende sana özel senin gibi özel bir kelebeğe bir koza yapmak istedim. İşte bu yüzden senin için gökteki tüm yıldızlarımı senin kozanla birleştirdim. Senin kelebeğinle benim yıldızlarım asla ayrılmayacak Hande."
İşte o an kalbimin göğüs kafesimden çıkacak kadar şiddetli attığı benimse nutkumun tutulduğu andı. Bir insanın kalbi nasıl bu kadar güzel olabilirdi aklım almıyordu. Ona dolu gözlerle baktım bir süre. Sonra dayanamayıp sarıldım.
"Sen nasıl bu kadar güzel kalpli olabiliyorsun?" diye sordum fısıldarcasına. Ondan ayrılıp gözlerine baktığımda içindeki sevinci görebiliyordum. Tek kelime etmeden sadece gözlerime baktı bir süre.
Kerem bana yıldızlı bir koza vermişti. Şimdi gerçek bir kelebek olup onun kalbine konmamın vakti gelmişti.
"Kerem," dedim bir anda. Ama ağzımı açmamla kapatmam bir olmuştu. Elimden tutup beni oturduğum yerden kaldırdığında ne diyeceğimi bilememiştim.
"Hadi senin için özel olan o yere gidelim," dedi beni kapıya doğru çekerken. Evin içinin karanlık olduğunu gördüğümde akşam olduğunu ve Kerem'in aslında saatlerdir evde olmadığını fark ettim. Kerem elimi bırakıp kapıyı açtığında içimdeki çirkef kız ortaya çıkmıştı. Ona hesap sorma isteğim oldukça ağır basınca kendimi tutamayıp ayakkabısını giymekte yaşayacaklarından habersiz olan Kerem'e baktım.
"Saatlerdir nerelerdeydiniz acaba Kerem Arslan Bey?" diye sordum iğrneleyici bir tonda. Bu tavrıma karşılık bıyık altından gülen Kerem soruma ters köşe bir yanıt vermişti.
"Gidince görürsünüz Hande Hanım," dedi bilmiş bir tavırla. Bunun üzerine oflayıp puflayıp ayakkabılarımı giymeye başladım. Beni izleyen Kerem ise bu halimle oldukça eğleniyor gibiydi.
Ayakkabılarımı giyip kapıyı ardımızdan çektim. İkimiz birlikte merdivenlerden inmeye başladığımızda içimde büyük bir heyecan belirmişti. İkimiz birlikte benim için özel olan o yere gidiyorduk. İkimiz birlikte...
"Rotamız neresi?" diye sordu Kerem arabaya binerken. Yüzümde son derece büyük bir gülümsemeyle yanındaki yerime geçtim. "Lunapark," dedim hiç düşünmeden. Bakışlarını bir anda bana çevirdiğinde yüzündeki şaşkınlığı görebiliyordum.
"Sen ciddi misin?" diye sordu inanamayarak. "Ne dememi bekliyordunuz Kerem Arslan Bey?"
Ona bozulduğumu belli etmek istemiyordum ama ne yazık ki bu bozulduğum gerçeğini değiştirmiyordu. "Ben öyle demek istemedim. Aslında bunu tahmin etmiştim o yüzden şaşırdım," dedi mahcubiyetle. Ona kısa bir bakış attım. Bu durum beni tanıdığını gösterirdi. Yüzümde yine aynı askı yutmuş gülümsemesiyle bakışlarımı cama çevirdim. Kerem de arabayı çalıştırıp haritadan lunaparkın rotasının hesaplanmasıyla yola çıktık.
"Hediyene bayıldım. Sana teşekkür bile edemedim. Beni o kadar çok şaşırttın ve mutlu ettin ki," dedim gözlerimi onun güzel gözlerine kenetlediğimde. Onun da yüzünde o tatlı gülümsemesi ve gören herkesi kıskandıran gamzeleri belirdi.
"Bugünü senin için çok özel bir gün yapmak istiyorum Hande."
Sesi o kadar güzel ve naifti ki... Beni neyin beklediği hakkında zerre bir fikrim yoktu ama şunu biliyordum ki onun bir gülümsemesi bile beni mutlu etmeye yetiyordu. Çünkü insan sevince sevdiği ona dünyadaki tüm her şeyden daha güzel gelir.
"Şarkı açmamı ister misin?" diye sordu. Onu başımla onaylayınca o gün olduğu gibi aynı radyodaki adamın sesi duyuldu.
"Selam herkese. Sıradaki şarkı bugün tüm sevenlere gelsin," dedi radyodaki adam. Tam o esnada Manga grubunun seslendirmesinden 'Yine Yine Yeniden' isimli parça çalmaya başladı. Şarkının sözleriyle mest olurken mırıldandığımın bile farkında değildim. Hatta beni asıl şoka sokan şey Kerem'in de mırıldanıyor oluşuydu. Ona şaşkın şaşkın bakarken bana dikiz aynasından kaçamak bakışlar attığını fark ettim. Buna gülmeden edemezken arabada bağıra bağıra şarkı söylediğimizi fark ettim.
Ormanda onunla karşılaştığımda biri bana bunları yaşayacağımızı söylese kafayı yediğini söylerdim. Ama şimdi o benim deliliğimle deli olan üzüntümle üzülen sevincimle sevinen bir adam olmuştu. Kısacası o benim için bu hayatta başıma gelebilecek en güzel şey olmuştu. Ben içli içli düşünürken yaklaşık kırk dakika sonra Kerem'in sesi duyuldu.
"Evet Hande Hanım. Sanırım varış noktamıza ulaşmış durumdayız. Kerem Arslan turizmi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz," dedi alayla. Onun bu sözleriyle kıkırdadım. Sanırım artık arabadan inmenin ve beni çocukluğum boyunca büyüleyen o yere gitmenin vakti gelmişti.
Gözlerimi lunaparka çevirdiğimde karanlıkta renk renk ışıklarla cezbeden atlı karıncayı ve benim en sevdiğim şey olan dönme dolabı gördüm. İçimi çocukluğumdaki gibi bir heyecan ve sevinç kaplamıştı. Parıldayan gözlerle Kerem'e döndüm.
"Gidelim," dedim büyük bir coşkuyla. Beni onaylarcasına başını sallayınca birlikte arabadan indik. Gözlerim dönme dolaba takılı kalmış kalbim küt küt atarken yanıma gelip parmaklarını parmaklarıma kenetledi. İşte şimdi birlikte çocukluğumun geçtiği en güzel yere girecek ve tekrar çocuk olacaktık. İkimiz birlikte çocuk olacaktık... |
0% |