@sevvnuraydn
|
Her insanın kalbinin bir köşesinde küçük bir çocuk yaşar. Hiç büyümeyen ve asla büyümeyecek olan bu yanını çocukluğunu saklar yüreğinde. İşte şimdi sadece benim değil her yetişkinin çocuk olduğu yerdeydik. Gelen herkesin kendini kaybettiği ve kaç yaşında olduğunu unuttuğu tek yerdeydik. İkimiz... Sadece ikimiz... Tüm insanlıktan bağımsız sadece ikimizdik. Onca çarpan kalplerin içinde sadece ikimizin kalbi böylesine şiddetle çarpıyordu. Sadece ikimizin...
"Nereden başlıyoruz?" dedi Kerem gözleriyle dört bir yanı süzerken. Onun sorduğu soruyla günümüze dönerken ne diyeceğimi bilememiştim. Sanki bana çok zor bir soru sormuşçasına aval aval yüzüne baktım birkaç saniye. Asıl işin komik yanıysa ben matematik öğretmenimin tahtaya yazdığı o kazık sorularla bu kadar bakışmamıştım.
"Hande," dedi Kerem elini gözümün önünde sallayıp dururken. Onun bu hareketiyle dalıp gittiğimi yeni fark etmiştim. İfadem normale dönünce de gözlerimi onun gözlerinden alıp etrafa çevirdim. Baktığım her yerde farklı bir renk hakimdi. Rengarenk ışıklar gözlerimi alarak beni büyülerken tekrar çocukluğuma dönmüştüm.
"Burayı benim için özel kılan şey ne biliyor musun?" diye mırıldandım gözlerimi Kerem'in karanlıkta koyulaşan gözlerine çevirdiğimde. Bana yüzünde sıcak bir gülümsemeyle bakarken anlatmaya başladım.
"Ben henüz üç yaşıma yeni girmiştim ki kardeşim Emre doğum günümden iki gün sonra dünyaya gelme kararı aldı," dedim gülerek. Sanki bu onun kendi tercihiymiş gibi... Kerem de bu söylediğime gülmüştü. Ama asıl şimdi anlatacaklarımı duyduktan sonra benim küçük bir ruh hastası olarak doğduğumu falan düşünebilirdi.
"O doğduğunda onu acayip kıskanırdım. Çünkü küçük bir bebeğin sorumluluğu her zaman daha fazla olduğundan benimle ilgilenecek vakit bulamazlardı. Hatta bu duruma o kadar sinir olurdum ki Emre'yi geldiği yere geri göndermeleri için onlara yalvarırdım," dedim gülmemi bastırmaya çalışırken. Ama Kerem benim gibi kendini tutamayıp çoktan kahkaha atmaya başlamıştı bile. Beraber el ele insanların arasından geçerken ikimizin de yüzünde aynı heyecan dolu ifadeden vardı.
"Tabii çabalarım boşa gitmişti. Emre'yi gönderememiştim ama annemle babam beni mutlu etmek için Emre'yi anneanneme bırakmışlardı. Sonra da üçümüz birlikte lunaparka gitmiştik. O günü hiç unutmam. Rengarenk ışıkların arasında yüzümde kocaman bir gülümsemeyle babamın elinden tutuyordum. Annem ile beraber beni dönme dolabın tepesine çıkardıklarında nutkum tutulmuştu. Her şey yukarıdan öyle küçük ve güzel görünüyordu ki kendimi ilk defa küçük bedenime rağmen büyümüş gibi hissediyordum," dediğimde gözlerimi bir anlığına Kerem'e çevirdim. Onun beni bulan güzel gözleri merakla bana bakıyordu.
"İşte o zaman anladım. Abla olmanın ne demek olduğunu. Yaşım ne kadar küçük olursa olsun onu sevip korumam gerektiği bilincine varmıştım. Hatta o gün eve döndüğümüzde annem Emre'yi kucağıma vermişti. Onun ne kadar tatlı olduğunu düşünüp içten içe sevmeye başlamıştım. Bu yerin bendeki yeri o yüzden hep ayrıdır."
Hikayemi büyük bir ilgiyle dinleyen Kerem'in yüzünde görenleri kıskandıran o tatlı gülümsemesi belirdi. "Ben daha çok Emre'yi kucağına aldığında çocuğun ağzının ortasına bir tane patlattığını düşünmüştüm. Ama sen düşündüğüm gibi yapmamışsın," dedi gülerek. Ona inanamayarak baktım. Beni zalim falan mı sanıyordu?
"Pardon! Oradan bakınca duygusuz bir manyağa falan mı benziyorum?" diye cırladığımda Kerem neye uğradığına şaşırmıştı. Sonra gamzeleriyle beni oyun dışında bırakınca tek kelime dahi edememiştim. Beni bir an olsun bırakmadığı elimi çekiştirerek atlı karıncanın önüne götürdüğünde sanki dilime kilit vurulmuş gibi tek kelime etmeden ona şaşkın şaşkın bakmaya başladım. Karşımda bana bakıp gülen adam kesinlikle benim normal olmadığımı düşünüyordu.
"Endişelenme senin deli olduğunu düşünmüyorum deli kız," dedi gülerek. Ona tek kaşım havada bilmiş bir ifadeyle bakarken sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Geldiğimizden beri bir atlıkarıncaya bir dönme dolaba bakıyorsun. Ama seni bir gram olsun tanıyorsam dönme dolaba en son binmek istediğine eminim. O yüzden ilk önce atlı karıncaya bineceğiz."
Ben artık tamamen oyun dışıyım siz devam edin demek geliyordu içimden. Onun beni bu kadar yakından tanımasına mı yoksa beni bu kadar düşünmesine mi sevinsem bilemiyordum. Neden beni kendine daha çok aşık ediyorsun atarlı oğlan? Neden?
"Ben aletler için kart alıp geliyorum beni burada bekle tamam mı?" diye sordu Kerem. Onu başımla onaylarken istemeyerek de olsa elini bırakmıştım. Kerem'in gitmesiyle birlikte gözlerimi atlıkarıncaya binmiş insanlara çevirdim. Hepsi oldukça mutlu görünüyordu. Hepsinin yüzünde aynı şen şakrak ifade ve hepsinin yanında sevdiği insan vardı. Tıpkı benim de yanımda sevdiğimin olduğu gibi...
Orada öylece insanları imrenerek izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Kerem yanıma gelip elimi tuttuğunda kalbimin sesi etrafımızdaki onca insanın gürültüsünü bastırıyordu sanki. "Hadi binelim," dedi Kerem elimden tutup beni atlıkarıncaya bindirirken. Ben önüme gelen ilk atın sırtına bindiğimde Kerem de yanımdaki beyaz ata binmişti. İçimden işte şimdi tam beyaz atlı prens oldunuz Kerem Arslan Bey diye geçirdim. Bunu düşündüğümde onun yüzünde belirgin bir gülümseme oluşmuştu.
"Masalın devamını ben şu an yazıyorum," dedi Kerem. Ona anlamadığım için tuhaf tuhaf baktım. "Atarlı oğlanımız deli kız ile çok uzak diyarlara giderler. Beyaz atının sırtındaki atarlı oğlan deli kızını uzak diyarlardaki şatosuna götürür," dedi arkamızda kalan dönme dolabı işaret ederek. Ona bakıp iç çektim.
İşte şimdi çocukluktan hiç çıkamamış deli kız ile daha önce çocuk olmak nedir bilememiş atarlı oğlanın tekrar çocuk oluşuydu bu.
"Kerem," dedim bir anda. Beni bulan gözleri umut doluydu. Sanki dudaklarımdan dökülecek sözcükler onun için çok şey ifade ediyormuş gibi baktı gözlerime. Ona söyleyeceğim iki sözcükten ibaretti. Eğer bu iki sözcüğü söylemeyi başarabilirsem ona kalbimi açabilecektim.
"Hande ne söyleyeceksen bunu sonraya saklayalım olur mu?"
Onu başımla onayladım. Çünkü hislerimi böyle çok saçma bir anda söyleyip her şeyi berbat etmek istemiyordum. Beraber atlıkarıncanın durmasıyla inip fotoğraf kulübesine doğru yürümeye başladık. Onunla beraber hiç fotoğrafımız yoktu ama şimdi birlikte fotoğraf çekilecektik. Kerem ile birlikte...
"İyi de sen fotoğraf çekilmeyi sevmezsin ki," dedim bir anda. Kerem duraksamıştı. Eminim ki şu an bunu nereden bildiğimi düşünüp duruyordu. "Odanda sana ait hiç fotoğraf yoktu. Hatta salondaki annenle babanın olduğu aile resminde de yoktun," diye açıkladım durumu. Kerem gülümseyip elimi daha sıkı tuttu. "Evet fotoğraf çekilmeyi sevmem. Ama söz konusu sen olunca tüm bunlar önemini yitiriyor Hande," dedi içimi titreten ses tonuyla.
Onunla birlikte fotoğraf sırasının bize gelmesiyle kabine girip oturduk. Benim içimi bir heyecan kaplarken Kerem kolunu omzuma atıp objektife ciddiyetle bakmaya başladı. Onun bu ciddiyeti karşısında bakakalmıştım. Fotoğraf çekilmeyi sevmemeyi de aşmıştı. Sanki hiç fotoğrafı çekilmemiş gibi ciddiyetle bakıyordu objektife. Sonuçta insan azıcık tebessüm ederdi.
"Yine fazla ciddiyiz," dedim fısıltı gibi çıkan bir imayla. Bunun üzerine beni şoka sokacak şeyi yaptı. Beni belimden tutup kendine çektiğinde yanak yanağaydık. Ona şok olmuş bir şekilde baktım bir süre. Daha sonra bakışlarımı objektife çevirip gülümsedim. Sıra son poza geldiğinde Kerem kolunu tekrar omzuma attı. Bende ondan öcümü almak adında dişlerimi hafifçe koluna geçirdim. Ama ondan beklediğim dehşet ifadesini görememiştim. Onun yerine gayet ciddi ifadesini bozmadan ısırdığım kolundaki elini kaldırıp işaret parmağıyla objektifi işaret etti.
"Sıradaki," dedi objektifin arkasındaki kişi. Bunun üzerine yerimizden kalkıp kabinden çıktık. Kerem bana dönüp şok içinde sözcüklerini sıralamaya başladı.
"O son poz neydi öyle?" diye sordu. İşte beklediğim dehşet ifadesi...
"Sende çok fazla ciddiydin ama," diye açıklamamı yaptım. Sanki bu onu ısırmam için yeterli bir açıklamaymış gibi... Tam o sırada fotoğraflarımız gelmişti. İkimize de ayrı ayrı aynı resimler verilmişti. Gözlerim fotoğrafa kaydığında gülmemek için zor duruyordum. Üç poz aynı fotoğrafa alt alta sıralanmıştı. Üstelik son poz tam bizim ruh hastalığımızı yansıtıyordu.
"Bence bizim gibisi daha önce bu kabine girmemiştir," dedim kahkahalarla. Kerem fotoğrafta çıkan robotsu ifadesine ve özellikle son pozumuza gülmeye başladı. Fotoğraflarımıza bakıp kahkaha atmamız bitince de elimizde fotoğraflarımızla gecenin en son durağına doğru ilerledik. En güzel durağımız dönme dolaba doğru...
"Gecenin en özel anına hazır mısın?" diye sordu Kerem. Gözleri ışıl ışıl ve sevgi doluydu. Ona aşkla baktım ve benden beklenmeyen bir hareketle parmaklarımı onun parmaklarına kenetledim. "Hazırım," dedim sesim bir fısıltıyı aratmazken. İkimiz birlikte dönme dolabın yanına gittiğimizde kapı açılmış bomboş olan dönme dolabın bölmesine giriş yapmıştık. İçim kıpır kıpır dönme dolabın camına doğru ilerledim. Ağır ağır gökyüzüne yükselmeye başladığımızda tekrar o güne geri döndüğümü hissettim.
"Hande," dedi Kerem. Sanki konuşmakta zorlanır gibi bir hali vardı. Ona dönüp yanına gittiğimde yutkundu. Gözlerini yumup birkaç saniye kafasındaki sözcükleri toparlamaya çalıştı. Ardından dudaklarını araladı.
"Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama seni her gördüğümde sesini her duyduğumda içimde bir şeylerin hareketlendiğini hissediyorum Hande. Sanki mutlu olmamın huzurumun tek sebebi senmişsin gibi hissediyorum. Daha önce bu duyguyu hiç tatmamıştım ama şimdi bu duygunun adını koyabiliyorum. Nasıl bir duygu olduğunu anlayabiliyorum. Bunun adı aşkmış. Bunu belki de sana daha önce söylemem gerekirdi ama bunu ikimiz içinde unutulmayacak bir yerde söylemek istedim."
Bir an duraksadı. Yutkunup gözlerimin en derinine baktı. Ben onun bakışları altında erirken sözlerine kaldığı yerden devam etti.
"Ben seni seviyorum Hande. Hemde sevmekten de öte bu hissettiklerim. Aşk... Ben sana çok aşığım Hande," dedi gözleri gözlerimde.
Nutkum tutulmuştu. Dilim tutulmuştu. Beynim sadece onun söylediği her sözcüğü haykırmaktan başka bir şey düşünemiyordu sanki. Bana aşıktı! Kerem bana aşıktı!
"Bende sana aşığım atarlı oğlan," dedim kendim bile bu söylediklerime inanamazken.
Hiç beklemeden onun boynuna sarıldım. İçimden ağlamak geliyordu. Mutluluktan deli gibi ağlamak... Ama tam o an Kerem benden ayrılıp dönme dolabın oturma bölümünün üzerine örtülmüş örtünün altına elini soktu. İçinden kare ince bir kutu çıkarıp yanıma geldiğinde ben şok olmuş bir şekilde ona bakıyordum. Kerem gamzeleriyle birlikte bana gülümserken kutunun kapağını açtı. İçinde parıl parıl parlayan kolyeye bakıp ağlamaya başladım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken kolyeyi kutusundan çıkardı.
Yeşil kelebekli kolye gözlerimin önünde sallanıyordu.
"Sen benim yeşil kelebeğimsin Hande'm."
Ona ağlamaktan kızaran gözlerle baktığımda aklıma takılan soruyla saf saf sordum. "Neden yeşil?" Sorum karşısında gülümsedi ve kalbimi sevgisinin sıcaklığıyla eriten sözcükleri bir bir sıraladı.
"Çünkü bir kelebeğin kanatları ancak senin gözlerinin renginde olursa güzel olabilir. Senin gözlerin yeşilin en güzel tonu."
Gözyaşlarımın ardı arkası kesilmezken ona sarılıp başımı göğsüne yasladım. "Seni seviyorum," diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. Bana sıkıca sarılıp saçlarımı okşarken kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum. Onun kollarında bir kedi yavrusu misali öylece durdum bir süre . Sonra ondan ayrıldığımda elindeki kolyeyi boynuma takmak istedi. Saçlarımı elimle toplayıp kolyeyi boynuma takışını izledim dönme dolabın camındaki yansımamızdan. İkimizinde yüzünde saf mutluluğun getirdiği bir gülümseme vardı.
Yeşil kelebek boynumdaki yerini aldığında yüzümü ona döndüm ama Kerem dönme dolabın camına bakmamak için gözlerini yummuştu. Ona inanamayarak baktım. Yükseklik korkusu olduğu halde benimle dönme dolaba binmişti! Hemde sırf ben mutlu olayım diye!
"Yükseklik korkun var," dedim inanamayarak. Kerem gözlerini açmamakta son derece ısrarcıydı. Bende gülümseyerek onun elini tutup koltuğa oturttum. Sonunda gözlerini açabilmişti. Tam onun yanına oturuyordum ki bir anda bağırdı.
"Oraya oturma!"
Ben panikle iki adım geri çekilirken Kerem yanındaki pikeyi kaldırdı. Onun pikeyi kaldırmasıyla bir şok daha yaşamıştım. "Bunu yapmış olamazsın," dedim kocaman açılmış gözlerle ona bakarken. Pikenin altından çıkan bir masal kitabıydı. Üstünde atarlı oğlan ile deli kızın masalı yazıyordu. Bizim için bir masal kitabı yaptırmıştı. Bizim masalımızı...
"Bizim hikayemiz kitaplaşmayı hak ediyordu," dedi gülümseyerek. Elindeki kitaba bakarken yanındaki yerimi aldım. Başımı omzuna yaslayıp elindeki kitaba hayran hayran baktım.
"Eğer bu bir rüyaysa uyanmak istemiyorum," dedim gözlerimi ona çevirdiğimde. Gamzeleri ne kadar mutlu olduğunu gösterirken konuşmaya başladı.
"Uyanıncaya dek rüyalarda buluşalım," dedi Kerem.
"Buluşalım," dedim onu desteklercesine. Sonra benden beklenmeyecek bir şey yaptım. Kerem'in tam gamzesine denk gelecek şekilde yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Bunu beklemeyen Kerem donup kalırken dönme dolap bir anda durmuş adeta büyü bozulmuştu.
"Sanırım gitmek zorundayız," dedim alt dudağımı küçük çocuklar gibi bükerken. Bana bakıp gülümsedi. Masal kitabının arasına fotoğraflarımızı koyup elimi tuttu. birlikte dönme dolaptan indiğimizde Kerem'in telefonu çalmaya başladı.
"Sen yanımdayken telefona ihtiyaç duymuyordum ama tüm bunları hazırlamak için evden telefonumu almam şarttı. Yoksa Tuncay ile iletişim kuramazdım." Kerem keyfini kaçırmak için elinden geleni yapan telefonu açıp sıkıntıyla kulağına götürdü.
"Efendim Nilgün abla." Karşı taraftan gelen sesten ve Kerem'in yüz ifadesinden anladığım kadarıyla bir şey vardı. "Tamam her şey hazırsa biz geliyoruz," dedi ve telefonu kapattı. Meraklı gözlerle ona bakarken sıkıntılı bir nefes verdi. Sanki yapması gereken şeyi yapmak istemiyor gibiydi.
"Ne olmuş?" diye sordum en sonunda. "Bizim Tuncay'ın bu akşam düğünü varmış. Ben yarın diye hatırlıyordum." Kerem telefonu sinirle cebine koyarken onu sakinleştirmek için başka bir tarafa bakan yüzünü tutup kendime çevirdim.
"Sakin ol. Alt tarafı bir düğün. Hem birlikte gideriz fena mı?"
Yüzümdeki neşeli ifadeyle onun da yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. "Sen olmasan ben ne yapardım acaba?" dedi iç çekerek. Bense onun bu romantik cümlesine karşı odunlaşıp tüm romantik ortamın içine etmiştim.
"Bilmem ki. Bensizlik zor iş." Kerem bu halime gülüp beni lunaparkın çıkışına doğru çekiştirmeye başladı. Birlikte mükemmel bir gece geçirmiştik. Birbirimize aşkımızı itiraf etmiştik. Hatta yeşil kelebek tam da bu gece Kerem'in kalbine konmuştu.
Aklımdaki güzel düşüncelerden uzaklaşıp Kerem'in yüzüne baktım. Ardından birlikte arabaya geçtik. Kerem elindeki masal kitabını kucağıma bırakıp arabayı çalıştırdı. O arabayı kullanırken bende kitabın kapağını araladım. İçinde bizim çizimlerimizin olduğu masal kitabına bakıp gülümsedim. Gözlerim kitabın dört bir yanını incelerken bir detayı fark ettim. Bu bir sesli kitaptı. İçimdeki merak duygusununda etkisiyle kitabın kenarındaki tuşa bastım ve o an Kerem'in sesi arabada yankılandı.
"Bir varmış bir yokmuş. Hiç kimsenin uğramadığı ıssız bir ormanda iki genç kaybolmuş. Biri bizim atarlı oğlan diğeri de namı diğer deli kızmış." Gözlerimi Kerem'e çevirdiğimde onun yüzünde genişçe bir gülümseme vardı.
"Ama sen benimle çocuk olmaya çok alışırsan biz 70 yaşında bile çocuk kalır asla büyüyemeyiz. Sonra çocuklarımız ve torunlarımız bizi tımarhaneye kapatır benden söylemesi," dedim kitabın kapağını kapatırken. Kerem gözlerini yoldan ayırmadan konuşmaya başladı.
"Beni bilmem ama..."
Ondan gelecek cevabı beklerken yine içimi eritecek sözcükleri sıralamıştı.
"Hande'm sen asla büyüme. Çünkü ben seni bu çocuk kalbinle seviyorum."
"Yaaa Kerem," dedim onun koluna sarılıp başımı onun omzuna dayarken. Bir şeyden kesinlikle emindim. Ben çocuk oldukça o da benimle yaşayamadığı çocukluğunu yaşayacaktı. Onun istemesi yeterdi. Ben onunla çocukta olurdum bir masalın kahramanı da...
******* Yaklaşık bir saat süren uzun bir yolculuğun ardından sonunda Kerem'in evine varabilmiştik. Birlikte arabadan indiğimiz sırada aklıma takılan sorunla Kerem'e döndüm.
"Kerem benim kıyafetlerim evde ama," dedim bir anda. Ben bunu dert edinirken onun ifadesine hiçbir değişiklik yoktu. Birlikte eve girdiğimizdeyse Kerem ile birlikte yukarı çıktık. Önümüze çıkan ilk odanın kapısını açtığında bizi koca bir ekip karşılamıştı.
"Buna gerek yoktu," dedim fısıltıyla. Ama Kerem hiç oralı olmadı. "Hadi git hazırlan. Bu gece çok güzel olmanı istiyorum." Kerem hazırlanmak için odadan çıkıp giderken bense koca bir ekiple baş başaydım.
"Hande Hanım, Kerem Bey sizin için yeşil tonlu kıyafetler getirmemizi istemişti," dedi ayaklı kıyafet askısının başındaki kız. İçimden ah Kerem demeyi de ihmal etmeyip kıyafet askısının başına geçtim. Stilist olduğunu tahmin ettiğim kız benim için yeşil, kalp yaka, uzun bir gece elbisesi seçmişti. Ayakkabı olarak da elbisemin tonlarında bir stilettoyu da benim için seçip odadan çıktı.
"Hande Hanım buyurun," dedi makyöz kız. Onun beni çağırması üzerine makyaj masasının koltuğuna oturdum. Bir yandan makyajım yapılırken diğer yandan kuaför başka bir kız saçlarımı maşalamakla meşguldü.
******* Yaklaşık yarım saatte saçlarım da makyajım da yapılmıştı. Hatta bu kadar güzel olacağımı hayal bile etmemiştim. Kendimi aynanın karşısında süzmeye başladım. Saçlarım su dalgası yapılmış bir kısmı omuzlarıma dökülüyordu. Önden alınmış birer tutam saçsa arkada yeşil kelebekli tel tokalarla sabitlenmişti. Makyajımı anlatmayaysa kelimeler bulamıyordum.
Gözlerimi güç bela aynadan alıp yatağın üzerine serilmiş elbiseye çevirdim. İşte şimdi son aşamaya geçmenin vakti gelmişti. Saçlarımı bozmadan elbiseyi giymem gerekliydi. Hiç vakit kaybetmeden üzerimi değiştirip yeşil elbiseyi giyindim. Ardından yatağa oturup yeşil stilettoları da giyince işte şimdi hazırdım. Dikkatlice ayağa kalkıp duvardaki boy aynasının karşısına geçtim. Bu gece yeşilin ta kendisi olmuştum sanki.
Yüzümde genişçe bir gülümsemeyle boynumdaki kelebeğe baktım. Sonra Kerem'i daha fazla bekletmemek için odadan çıkıp merdivenlerden dikkatlice aşağıya indim. Ama o yoktu. Gözlerim dört bir yanda onu ararken Nilgün ablanın sesi duyuldu.
"Hande Hanım bu notu Kerem Bey sizin için bıraktı," dedi Nilgün abla yanıma gelip elindeki notu uzatırken. Her ne kadar şaşırsamda notu alıp okumaya başladım.
"Çok güzel olduğunu bildiğimden seni düğüne götürmekten vazgeçmemek için ben önden gittim. Yoksa kıskançlıktan bu işi iptal edebilirdim. O yüzden seni orada bekliyorum sevgilim."
Notu okurken gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Onu bekletmemek için kapıyı açıp karanlıkta topuklularla düşmemeye özen göstererek beni bekleyen arabaya bindim. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle dışarı bakarken dikiz aynasından beni izleyen bir çift gözün varlığıyla duraksadım. Gözlerimi dışarıdan alıp şoföre çevirdiğimde onda bana aşırı tanıdık gelen bir şeyler olduğunu hissettim. Ama bu durum üzerinde fazla düşünmek istemediğimden bakışlarımı cama çevirdim.
******* Düğünün olduğu mekana gelmiştim. Arabadan inip elbisemin eteklerini topladım. Topuklularla yüz üstü düşmemeye özen göstererek içeri girdim. Düğün salonundan içeri girdiğimde gözlerim heyecanla onu arıyordu. Birkaç saniye geçmişti ki en sonunda onun koyu hareleriyle buluştu gözlerim. Bir an önce yanına gidebilmek için elbisemin kuyruğunun sürünmesini umursamadan koşarcasına yanına gittim. Beni bulan gözleri baştan aşağıya süzerken tek kelime edememişti. Ama sonra beni şoka sokan cümleleri sıraladı. Elimi tutup kolumu çekmeye başlamıştı.
"Bu çok fazla. Hadi gidelim buradan yoksa ben bugün buradan birini dövmeden çıkamayacağım."
Ona şok içinde baktım. "Kerem saçmalama," dedim gülmemeye çalışarak. Ama onun bakışları bir anda sertleşmişti. Ben nedenini anlamak için yüzüne bakarken o birkaç masa öteden bizi izleyen bir genci işaret etti.
"Al işte. Dakika bir gol bir. Bu çocuğun sende gözü var," dedi gidip dövmeye yeltenirken. Son dakikada kolunu tutup gitmesine engel oldum. "Kerem boş ver onu. Gel biz dans edelim," dedim gülerek. Müziğin başlamasıyla o da buna ikna olmuştu. Yüzünde manidar bir gülümsemeyle ilk başta bizi dikizleyen çocuğa baktı. Ardından elleri belimi kavradı. Benim ellerimse onun omuzlarındaydı. Müziğin naif tınısı ve salonun karanlık denecek kadar loş ışıklarının altında ağır ağır dans etmeye başladık.
"Çok güzelsin," dedi birden. Onun bu zamansız iltifatıyla yüzüm kızarırken daha da beterini yapıp yanağıma eğildi. Kalp atışlarım müziğin sesini bastırırken yanağıma uzun bir öpücük bıraktı. Ardından alnını alnıma dayadı. Gözlerimi yumup bu anın hiç bitmemesini diledim. Birkaç dakika sonra gözlerimi araladığımdaysa alnını alnımdan çekti. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle bana iç çekerek bakmaya başladı.
"Bu yaşadıklarımız bir rüya gibi," dedim gözlerine bakarken. Gülümsedi. "Bundan sonra hayatımız hep böyle olacak sevgilim." Heyecandan her an bayılabilirdim. Saçımdaki gevşeyen tel tokalarda kırmızı alarm niteliği taşırken Kerem'den ayrıldım.
"Saçımı düzeltip geliyorum tamam mı?" dedim tam arkamı dönüp giderken. Ama sonra arkamdan bakan Kerem'e dayanayıp geri döndüm. Onun bakakalmasıyla ona kıyamayıp yanağına bir öpücük bıraktım. Son bir kez gözlerine bakınca tekrar arkamı dönüp lavaboya doğru ilerledim. Topuklularım yetmezmiş gibi bir de elbisemin kuyruğu yürümeme mani oluyordu.
Güç bela girdiğim lavaboda aynanın karşısına geçip saçımdan kaymak üzere olan tokalarımı sağlamlaştırdım. Ardından lavabodan çıktım. Eteklerimi toplayarak yürürken iki adım atmıştım ki küçükken kabuslarıma giren psikopatı tam karşımda gördüm. Rüyalarımda hep benim peşimden gelir ve bana zarar verene kadar durmazdı. Stresten nefes alamazken Kerem'in uzakta damatla sohbet ettiğini gördüm. Koşarak onun yanına gitmek istiyordum ama her şey için artık çok geçti.
Katil silahını bana çoktan doğrultmuştu. Olduğum yerde kalakalmışken elindeki silah ben daha ne olduğunu anlayamadan ateşlendi. Sonrası solda karın boşluğuma saplanan bir kurşun ve insanların çığlıklarını duymam olmuştu. Kendimi bir anda yerde bulduğumda içimden sadece bağırmak geliyordu. Canım yanıyordu hemde çok yanıyordu.
"Hande!" diye bağırdı Kerem. Koşarak yanıma geldiğinde elimi kurşunun girdiği yere bastırıyordum. Kerem ağlayarak başımı kaldırıp dizlerine yasladı. "Kerem," dedim zorlukla. Konuşmaya çalıştıkça canım daha çok yanıyordu. "Buradayım sevgilim," dedi göz yaşlarının arasından. "Tüm bunlar bir rüya," dedim her kelime canımın yanmasına neden olmasına rağmen. Kerem hıçkıra hıçkıra ağlarken saçlarımı okşuyor bir yandan da ambulans çağırın diye bağırıyordu. Göz kapaklarım yavaş yavaş ağırlaşırken Kerem uyumamam için yanağımı okşuyor bir yandan da titreyen sesiyle benimle konuşuyordu.
"Hande'm, sevgilim, uyuma aşkım uyuma!"
O bana ağlayarak yalvarırken ben gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Sadece birkaç saniye sonra gözlerimle verdiğim savaşı kaybettim ve bilinmezliklerle dolu bir uykunun kollarına bıraktım kendimi... |
0% |