@sevvnuraydn
|
(Kerem'den...)
Hayatımda geçirdiğim en güzel gün kesinlikle bugündü. Sevdiğim kadına olan hislerimi itiraf etmiş ve onunla birlikte güzel bir birlikteliğe başlamıştık. Şimdiyse davet edildiğimiz bir düğünün salonunda yüzümde üç metre öteden bir fark edilebilecek bir gülümsemeyle onu bekliyordum. Hem de sabırsızlıkla bekliyordum. Bir an önce onu ona en çok yakışan renkle yeşiller içinde görebilmeyi istiyordum. Sadece bu da değil. Ben onu yanımda istiyordum. Onsuz bir an bile olsun yalnız kalmak istemiyordum. Çünkü onsuz kaldığım her an onu daha çok özlüyordum. Yeşil gözleri gözlerimden hiç ayrılmasın istiyordum. Ben onun yeşillerinde kaybolmak istiyordum.
Etrafımda konuşup duran insanların gürültüsünden rahatsız olmuştum. Gözlerim kapıda onun gelmesini bekliyordum. Onun dışında ne bunca insan ne de salonu dolduran sakin müziğin melodisi umurumdaydı. Çünkü o olmadan ben bunca insanın içinde aslında yalnızdım. Tüm bu düşüncelerimin arasından gözlerimin onu bulmasıyla sıyrıldım. Beni bulan güzel yeşil gözleri nefesimi kesereken eteklerinin yere sürünmesini umursamadan koşar adım yanıma geldi.
Onun güzelliği karşısında büyülenmiştim. Gözlerim onu baştan aşağıya süzerken içimde küçük bir kıskançlık belirmişti. En sonunda dayanamayıp elini tuttum. Onu çıkışa doğru çekiştirmeye niyet etmiştim ki Hande buna mani olmuştu.
"Bu çok fazla. Hadi gidelim buradan yoksa ben bugün buradan birini dövmeden çıkamayacağım," dedim gözlerim çevredeki erkekleri süzerken. Hande bana kocaman açılmış gözlerle bakmaya başlamıştı bile. "Kerem saçmala." Allah'ım neden adımı söyleyince bile süt dökmüş kediye dönüyordum? Ben yumuşamış ve tam ikna olmuşken iki masa ötemizdeki genç adam Hande'ye öyle bir bakıyordu ki beynini patlatmamak için zor duruyordum. Üstelik onun hakkındaki düşünceleri de etraftaki onca insanın sesine rağmen zihnimde yankılanıp beni çileden çıkarıyordu.
"Al işte. Dakika bir gol bir. Bu çocuğun sende gözü var," dedim tam o yılışığı pert etmeye giderken. Ama Hande Hanım son dakikada kolumdan tutup gitmeme engel oldu. O an içimden sakinleşmem için kendime telkin etmeye başladım. Sakin ol Kerem! Sakin ol Kerem! Biz şiddet yanlısı değiliz unuttun mu? Yok gayet de şiddet yanlısıyız. Ama şunun gibilere karşı... Neyse üzülme onu çıkışta döveriz. Ama Hande'nin yanında değil. Onun yanında değil.
"Kerem boş ver onu. Gel biz dans edelim."
Onun sesiyle hain düşüncelerimden sıyrılmıştım. Gözlerim onu bulduğunda salonda yavaş tempolu bir dans müziği yankılanmaya başlamıştı. Kulaklarımı dolduran bu hoş melodiyle dans etmek için nazikçe Hande'nin belini kavradı elim. Onun elleri de benim omuzlarımı kavradığında iki masa ötedeki adama muzipçe bakıp bakışlarımı derin bakan yeşillere çevirdim. Onun güzel gözleri ve yüzündeki gülümseme heyecanlanmama neden olurken ağır ağır dans etmeye başlamıştık.
"Çok güzelsin," dedim birden. Sözcükler bir peri tarafından büyülenmişçesine çıkmıştı dudaklarımdan. Onun gözlerindeki parıltıdan ve yanaklarındaki renk değişiminden anladığım kadarıyla bu ani gelen iltifattan hoşlanmıştı. En sonunda kendime engel olamayıp yavaşça yanağına doğru eğildim. Dudaklarım yanağını bulduğunda gözlerini kapattı. Uzun küçük bir buse kondurdum yanağına. Geri çekildiğimdeyse heyecandan kaskatı kesildiğini gördüm. Ardından alnımı alnına dayadım ve ikimiz öylece kaldık bir süre. Huzur kokan aşk kokan ve saf mutluluktan oluşan bir andı bu.
"Bu yaşadıklarımız bir rüya gibi," dedi başını kaldırıp gözlerini gözlerime diktiğinde. Ona içtenlikle gülümsedim. "Bundan sonra hayatımız hep böyle olacak sevgilim," dedim heyecandan derin derin nefesler alan Hande'ye bakarak. Bende onunla birlikte derin bir nefes aldım. Karşımda her ne kadar utancından kızarsa da gözlerinin içi bile gülüyordu sanki. Daha sonra bir anda kollarımdan sıyrılıp mahcubiyetle gözlerime baktı.
"Saçımı düzeltip geliyorum tamam mı?"
Ben ona şaşkın şaşkın bakarken arkasını dönüp iki adım attı. Ardından hiç ummadığım bir anda yanıma geri dönüp yanağıma bir öpücük kondurdu. Ani öpücüğün de etkisiyle olduğum yerde kalakalırken o çoktan arkasını dönüp ilerlemeye başlamıştı. Gözlerim onun gidişini izlerken sanki boşluğa bakıyormuşçasına dalıp gitmişti. Yeşillerin ortadan kaybolmasıyla dikkatimi toplayıp damadı ve gelini tebrik etmek için yanlarına gitmenin iyi bir fikir olacağını düşündüm.
Gözlerim kalabalığın içinden Tuncay'ı bulduğunda gülümsedim. Onunda evlenip kendine bir yuva kurmasına içten içe seviniyordum. O an aklımda öyle bir düşünce belirivermişti ki yüzümdeki kocaman sırıtmadan da ne kadar heyecanlandığım anlaşılıyordu. Acaba Hande ile düğünümüz nasıl olurdu? Bunu deli gibi merak ediyordum. Üstelik onu gelinlikle görme düşüncesi bile beni heyecanlandırmaya yetmişti. Daha da beteri ömür boyu birlikteliğe evet dediğimiz o anda Hande'nin ayağıma basışı hıncını alamayınca da bana öldürücü bakışlar atışını hayal edebiliyordum.
"Kerem Bey," dedi tanıdık bir ses. Bu sesin sahibi damadımız Tuncay'a aitti. Birbirinden komik nikah hayallerimden onun bana seslenişiyle sıyrıldım. "Sizi bu mutlu günümüzde yanımızda görmek çok güzel," dedi Tuncay. Ona ve yanı başındaki eşine baktım. Birbirlerine çok yakışıyorlardı.
"Mutluluklar dilerim," dedim Tuncay ile eşine. O an yine aklıma komik bir hayal gelmişti. Hande ile birlikte fotoğraf çekiminde olduğumuz bir hayaldi bu. Onun üzerinde kabarık beyaz bir gelinlik benimse üzerimde simsiyah bir damatlık vardı. Onun yüzünde kocaman bir gülümseme benimse taş gibi sert bakışlarla objektife bakışım ve onun bana sinirlenip gelinliğinin eteklerini toplayışını hayal ettim. Eteklerini toplamaktan sıkılıp sertçe yere bırakışını hatta o meşhur öldürücü bakışlarıyla yanıma gelip gülmem için yanaklarımı küçük bir çocukmuşum gibi sıkışı geldi gözlerimin önüne. Bizim evliliğe giden yolumuzun böyle olacağından emindim. Çünkü biz her çift gibi değildik. Biz birbirimizin eksik kalan yanlarını tamamlayan bir bütünün parçalarıydık. Biz birbirimizin yansımasıydık. Biz birbirimizin her şeyiydik. O benim her şeyimdi...
O an beni bu güzel düşüncelerden sıyıran korkunç bir ses yankılandı salonun dört bir yanında. Silah sesi ve beraberinde gelen insanların korku dolu çığlıkları... Kanımın çekildiğini hissettiğim o birkaç saniyenin ardından aklıma tek bir şey takılmış bunun olma ihtimalini bile düşünmek istemezcesine başımı iki yana salladım.
"Hande," dedim panikle. Onun çoktan yanıma dönmüş olması gerekmez miydi? Peki şimdi neredeydi? İçimi kaplayan karanlık korku bulutunun da etkisiyle insanların toplandığı yere doğru koşar adım ilerledim. Kalabalığın yanına vardığımda tek görebildiğim yeşil elbisesinin kuyruğuydu. İnsanları tek tek itip kalabalığı yardığımda onu gördüm. Yerde öylece yatıyordu. Üstelik vurulmuştu!
"Hande!" diye panikle onun yanına gidip yere çöktüm. Başını dikkatlice kaldırıp dizlerime yasladığımda çaresizce ağlamaktan başka elimden hiçbir şey gelmiyordu. Onu kaybetmenin düşüncesi bile beni çileden çıkarırken öylece onun yeşil gözlerine bakıp ağlıyordum.
"Kerem," dedi Hande. Sesi o kadar zor çıkmıştı ki sanki kurşun o konuştukça daha derine saplanıyordu. "Buradayım sevgilim," dedim gözyaşlarımın arasından.
"Tüm bunlar bir rüya..."
Söyledikleriyle bir anlığına afallasamda onun gözlerini açık tutamadığı gördüm. Çaresizce etraftan ambulans çağırmaları için yardım isterken bir yandan da onun saçlarını okşuyordum. İpeksi saçlarını okşarken gözlerim bir anlığına onun elinin altından yayılan kana takıldı. Bununla birlikte içimi kaplayan derin korkuyla birlikte daha çok ağlamaya başladım. Onu kaybedemezdim. Ona daha yeni kavuşmuştum. Ondan asla vazgeçemezdim...
"Hande'm, sevgilim, uyuma aşkım uyuma!"
Ona yalvarıyordum. Beni bırakmaması için ona yalvarıyordum. Yanağını okşuyor onun uyumaması için onunla konuşmaya çalışıyordum. Ama çabalarım bir sonuç vermemiş Hande yeşillerini benden alıp derin bir uykuya geçiş yapmıştı.
"Hayır! Hayır! Hande! Yapma!" dedim onu kendime çekip sarılırken. O kollarımdayken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. İçimdense uyanması için dua ediyordum. Tam o sırada ambulans sireninin kulakları sağır eden sesi duyuldu. Hiç vakit kaybetmeden Hande'yi kucaklayıp yerden kalktım. Kalabalığın kenara çekilmesiyle onu aldığım gibi mekana giriş yapan sağlık ekiplerinin içeri aldığı sedyeye yatırdım. İşte şimdi kendimi karanlığın ortasında hissettiğim o anın içindeydim.
Sevdiğime daha yeni kavuşmuşken şimdiyse onun ölümün eşiğinde olduğunu görüyordum. Bir gün hem yaşadığımız en güzel gün olurken hem de nasıl yaşadığımız en kötü gün olabiliyordu?
"Hastaneye haber verdiniz mi?" diye sordu görevli ambulans şoförüne. Ambulans şoförünün soruyu olumlu anlamda yanıtlaması üzerine Hande'yi hiç vakit kaybetmeden ambulansa aldılar. Bende ambulansa binip onun baş ucuna geçince ambulans hız kesmeden yola koyuldu.
"Hande'm," dedim fısıldarcasına. Sesim fısıltıdan da öte içimdeki fırtınanın acı bir şekilde dışa vuruşuydu sanki. Onun güzel yüzüne bakıp iç çektim. En sonunda da ağlayarak alnına bir öpücük kondurdum. Gözyaşlarım onun saçlarını ıslatmıştı.
O an aklıma onunla Rapunzel'i izlediğimiz gün gelmişti. Rapunzel'in gözyaşları nasıl sevdiği adamı hayata döndürmüş onu iyileştirmişti keşke tam da şu an o da iyileşip bana sıkıca sarılsa. Bunu o kadar çok istiyordum ki... Ama o bir çizgi filmdi ve ne yazık ki bu tür mucizeler ancak çizgi filmlerde veya masallarda olurdu.
"Acele edin!"
Ambulans durmuş kapıyı açan bir dizi doktor sağlık ekiplerinin de yardımıyla Hande'yi sedyeyle içeri doğru aceleyle götürmeye başlamıştı. Bende titreyen bedenimin etkisiyle zar zor ambulanstan inip onun peşinden gittim. Beni bekleyen yeşillerin peşinden...
"Ameliyathaneye alın!" dedi bir tane doktor diğer doktora. Onlara doğru zar zor ilerlerken onlar çoktan Hande ile asansöre binmişti bile. Asansörün kapısı ağır ağır kapanırken aradaki yeşilleri çift çift görmeye başlamıştım. Olduğum yerde ayakta durmakta bile zorlanırken elim duvardan destek almak için kaldırdığımda yanı başımda bir hemşire belirivermişti.
"Beyefendi iyi misiniz?"
Yanımdaki kadını çift çift görürken sesiyse beynimde uğultudan başka bir şeyi anımsatmıyordu. Gözlerimi kırpıştırıp görüntüyü netleştirmeye çalışırken başıma saplanan ağrıyla olduğum yerde sendelemeye başlamıştım. Sonrasıysa kendimi yerde bulduğum ve gözlerimi umutsuzca kapayışım olmuştu.
******* Gözlerimi açtığımda beni karşılayan şey tavanda ölü gibi parlayıp insanın içini kasvetle dolduran floresanlardı. Sırf bu ağır kasvet havasından kurtulmak için gözlerimi odaya çevirdiğimdeyse içimi daha derin bir kasvet kaplamıştı. Hastane odasının camından yansıyan koyu karanlıkla bu saatte burada ne işim olduğunu sordum kendime. Sonrasıysa gözlerimde beliren dehşet ifadesi ve dudaklarımdan onun adının dökülmesiydi. O an başımın dönüp dönmediğini zerre umursamadan yattığım yerden doğruldum. Panikle koluma takılmış olan serumu tek hamlede kolumdan söküp çıkardığımda odanın kapısı aralandı.
"Beyefendi ne yapıyorsunuz?" diye panikle yanıma koşan hemşireye karşı gözlerimi devirdim.
"Ne yapıyora benziyorum? Hande'm beni bekliyor. Ona gidiyorum," dedim sertçe. Hemşireyi odada bırakıp odadan çıktığımda nereye gittiğimin hiç farkında değildim. Sadece içimdeki umudun elini tutmuş onun beni götürdüğü yere doğru sürükleniyordum. Yaptığım tek şey buydu.
"Yazık olmuş kıza. Daha gencecik yaşında bir kör kurşun kopardı onu bu hayattan."
Duyduklarım karşısında olduğum yere çakılıp kalmıştım. Beynim bu duyduklarımı döndürüp dolaştırıp duruyordu. Kafamın içinde adeta bu iki cümle yankılanırken gözlerimi zor da olsa sesin geldiği tarafa çevirdim. Tam o an yanımdan geçen üzeri örtülü morga götürülen bir sedye geçti.
"Hande," dedim çaresizce. Dizlerimin üzerine çöküp deli gibi ağlarken odada bıraktığım hemşire ve sedyeyi götüren iki doktor yanıma gelip beni sakinleştirmeye çalışmaya başladı. Ama çabaları yersizdi. Bu dünyadaki en sevdiğim şey beni bırakıp gitmişken onların hiçbir sözü beni sakinleştiremezdi.
"Hande," dedim doktorların beni kollarımdan tutup kaldırdığı esnada. Yaşlı gözlerle zar zor sedyenin başına gittiğimde elim bir türlü üzerindeki örtüyü açmaya gitmiyordu. Halbuki ormandaki evde onun yüzündeki battaniyeyi tek hamlede çekmemiş miydim? Şimdi ise parmaklarım titriyor ayakta zar zor duruyordum.
O an gözlerimi kapatıp örtüyü bir anda üzerinden çektim. Hıçkırıklarımın arasında gözlerimi açıp baktığımdaysa olduğum yerde kalakalmıştım. Bu kız yaklaşık on sekiz yaşlarında genç bir kızdı.
Bakışlarımı sedyede yatan kızdan alıp doktora çevirdim. "Bu kız Hande değil," dedim bir anda. Doktor bakışlarını hüzünle kıza çevirdi. Ardından yanıma gelip kızın yüzünü geri örttü ve tek kelime dahi etmeden diğer doktorla beraber koridorda ilerlemeye başladı. Ben onların arkasından öylece bakarken hemşire tekrar yanımda belirmişti.
"Beyefendi kolunuz kanıyor. En azından işimi yapmama izin verin," dedi hemşire nazik bir dille. Gözlerimi onun sözleri üzerine koluma çevirdiğimdeyse serumu çıkardığım yerden gelen birkaç damla kanı gördüm.
"Gerek yok. Lütfen siz bana danışmanın yerini gösterin," dedim titreyen sesimle. Hemşire beni ikna edemeyeceğini anlamış olacak ki daha fazla ısrar etmedi. Sadece başıyla kibarca onaylamakla yetindi. Bunun üzerine beni koridorun sonundaki danışmaya kadar götürüp işinin başına geri döndü. Danışmaya varmamın üzerine masa başındaki kıza panikle sormaya başladım.
"Hande! Hande Şahin nerede lütfen söyleyin," dedim yalvarırcasına. Danışmadaki kız yüzümdeki korku dolu ifadeyi görünce hızlıca sistemden aramaya koyuldu. Birkaç saniye sonra gözlerini gözlerime dikti.
"Yoğun bakım servisine inmeniz lazım. Hemen bir alt katta," diye izah etti. Bende daha fazla oyalanmadan asansörün olduğu tarafa doğru ilerledim. İçimdeki umut tekrar bana elini uzatınca önüne geldiğim asansöre bindim. Birinci katın düğmesine basıp sabırsızlıkla beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra asansörün açılan kapısıyla inip yoğun bakımın kapısına doğru ilerledim. Tam o esnada Hande'yi ameliyathaneye götüren doktoru gördüm.
"Doktor Bey!" diye seslendim bir anda. Gözlerini bana çeviren doktorun yanına ilerlediğimde içimdeki umut daha sıkı tuttu sanki elimi.
"Hande Şahin'in durumu nasıl?" diye sordum büyük bir merakla. Doktor beni tanımak istercesine bakışlarını bir süre yüzümde gezdirdi. Ardından kafasının içinde yanan ampulle sorumu cevaplamak için dudaklarını araladı.
"Ameliyatı gayet iyi geçti. Kurşunu da tam vaktinde çıkardık. Eğer vaktinde yetiştiremeseydiniz kan kaybından ölebilirdi. Ama çok şükür ki böyle bir şey olmadı ve hastamız şu an narkozun etkisiyle derin bir uykuda. Ama isterseniz kendisini görebilirsiniz."
"İsterim," dedim içim rahatlarken. "Tamam hemşire arkadaşlar size yardımcı olurlar. Benim şimdi gitmem gerekli. Geçmiş olsun bu arada."
Doktor işinin başına dönerken ben Hande'nin iyi olduğunu bilmenin verdiği huzurla yoğun bakıma giriş yaptım. Oradaki bir hemşirenin de yardımıyla onun olduğu odayı bulmuştum. Koridorları aşıp önüne geldiğim odanın kapısının kolunu indirdim. Büyük bir heyecanla odaya girdiğimde onu görmüştiüm. Hastane yatağında öylece yatan sevgilimi...
"Ben geldim sevgilim," dedim ona bakarken. Gözlerim dolmuş onu görmenin mutluluğuyla ise gülümsüyordum. Az önce yaşadığım derin korkuyla zıtlık oluşturacak yüz ifademle onun yanı başına doğru kenardaki sandalyeyi çekip oturdum.
"Uyuyan güzelim benim," dedim yastığa dökülmüş sarı saçlarını yavaşça okşarken. Öyle kırılgan öyle narindi ki dokunmaya bile kıyamıyordum.
"Beni ne kadar korkuttuğunu bir bilsen... Seni kaybetmekten o kadar çok korktum ki Hande'm."
Onunla konuşmak huzur veriyordu bana. Her ne kadar onun bana cevap verebilme durumu söz konusu olmasa da...
Gözlerimi özlemle yüzünde gezdirdim ardından komodinin üzerindeki yeşilliğe çevirdim. Bu ona aldığım yeşil kelebekli kolyeydi. Yüzümde buruk bir gülümsemeyle kolyeyi elime alıp parlayan yeşil kanatlarına baktım. Bunu vitrinde gördüğüm ilk an geldi aklıma. Bana onun gözlerini hatırlatışını ve onun bir kelebek olarak yıldızlarımla bezeli kozasından çıkacağını düşünmüştüm. Onu anlatan en anlamlı hediye bu olur diye içimden geçirip içten içe sevindiğimi hatırlıyordum.
"Bu hastaneden yeşil kanatlı bir kelebek olarak doğduğunda ayrılacağız Hande'm."
O üzerindeki battaniyeyi gördüğümde aklıma kozası gelmişti. Parlak yıldızlarla dolu kozası... Yıldızlı kozası...
Cebimden telefonumu çıkarıp rehberden Nilgün ablanın numarasını tuşladım. İlk çalışta açılan telefondan Nilgün ablanın panikli sesiyle telefonu kulağıma götürdüm.
"Alo Kerem Bey. Bir sorun mu var efendim?"
"Hayır ama senden bir şey isteyecektim. Arabamdaki masal kitabını ve sana vereceğim adresteki ışıklı battaniyeyi aldırmanı istiyorum. Bu arada söylemeyi unutuyordum. Evin anahtarı arabada koltuğun üstünde."
Nilgün ablaya adresi verip bulunduğumuz hastanenin konumunu da attıktan sonra telefonu kapattım. Tam o esnada aklıma gelen fikirle telefondan babamın çiçekçilik yapan bir arkadaşının numarasını tuşladım. Telefon uzun uzun çaldı ama açan olmadı. En sonunda tekrar numarayı tuşladım. Telefon nihayet açılınca diğer taraftan Hasan amcanın puslu sesi duyuldu.
"Kerem evladım neden bu saatte aradın bir sıkıntın mı var?"
Gözüm duvardaki saate kaydığında saatin gecenin ikisi olduğunu gördüm. Yüzümü buruşturup mahcubiyetle telefona geri döndüm.
"Kusura bakma Hasan amca. Ben saatin kaç olduğunun farkında değildim."
"Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sorduğunda sanki zihnimi okumuştu. Yüzüme yerleşen küçük bir tebessüm ile sorusunu yanıtladım.
"Bana çiçek lazım. Hemde çok fazla çiçek. Mümkünse her çeşitten," dediğimde karşı taraftan kahkahalar yükselmişti.
"Oğlum ne yapacaksın o kadar çiçeği?" diye sorduğunda hala gülüyordu. Ona açıklama yapmak isterken bu sefer kendi sorusunu kendi yanıtladı.
"Kız meselesi mi yoksa?"
"Kız meselesi," dedim gözlerimi Hande'nin yüzünde gezdirirken. Karşı taraftansa bu işten memnun olduğunu belli eden bir kıkırtı sesi duyuldu.
"Sen bana konum at. Ben sana her çeşitten buket buket gönderirim bizim adamlarla," dedi Hasan amca. Onun bu yaptığı iyiliğe karşı hem mahcup olmuş hem de minnettar kalacaktım. "Çok sağ ol Hasan amca," dedim ve karşı taraftan gelen rica ederim yanıtıyla telefonu kapatıp yanı başımdaki komodinin üzerine koydum.
"Seni çok büyük bir sürpriz bekliyor sevgilim," dedim Hande'nin elini avuçlarımın arasına aldığımda. Onun narin elleri avuçlarımda kaybolacak kadar küçüktü.
"Bu oda fazla kasvetli. Süslememi ister misin?" dedim onun uyanık olsaydı vereceği yanıtı bilmeme rağmen. Eli elimdeyken yanımdaki telefondan Nilgün ablaya kısa bir mesaj çektim. Daha sonra telefonu yerine geri koyup ona baktım. Gözlerim onun saçlarında ve yüzünde gezindi bir süre. Ardından elimdeki eline bir öpücük kondurup yanağıma dayadım. Onun beni şefkatli parmaklarıyla okşayışını hayal ettim. Benimle ömür boyu sürecek bir birlikteliğe evet dediği o anı hayal ettim.
"Kerem biz şimdi evlendik mi? " diyip heyecanla bana sarılışını hayal ettim. Sonra benim onun elinden tutup dans pistinin ortasına çekişimi, onunla birlikte dans edişimizi hayal ettim. Hayallerim yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmasına neden olurken tam o esnada kapı çalmış içeri bir dizi çiçekle bir grup eleman gelmişti. Onların odaya gelişiyle ayağa kalktım.
"Kerem Bey bunları nereye koyalım efendim?"
Adamların ellerinde vazolara yerleştirilmiş çiçekleri görünce gülmeden edemedim. Hasan amca bana büyük bir jest yapmıştı.
"Cam kenarına dizin."
Adamlar kapının önündeki vazoları tek tek içeri sokup cam kenarına dizmeye başladı. Bende kapının önüne çıkıp Nilgün ablanın istediğim şeyleri göndermesini bekliyordum.
"Kerem Bey istediklerinizi getirdim," dedi yanıma gelen bir başka adam. Elindeki battaniyeyi, masal kitabını ve bir sürü süsle dolu olan poşeti alıp teşekkür ettim. Elimdekilere bakıp gülümserken içerideki adamlarda dışarı çıkmaya başladı. Onların odadan çıkmasıyla içeri girip kapıyı ardımdan kapattım.
"Kozanı getirdim Hande Hanım," diye mırıldandım. Yanına gidip baş ucundaki komodinin üzerine masal kitabını ve poşeti bıraktıktan sonra elimdeki battaniyeyi yavaşça onun üzerine örttüm.
"Sen üşürsün şimdi," diye kendime kendime konuşurken battaniyeyi iyice üzerine örttüm. Böylece üşümeyecekti. Sonra yavaşça yüzüne doğru eğilip alnına bir öpücük bıraktım. Ardından geri çekilip bir süre ona baktım.
Güzel gözlerini gözlerime dikip bakacağı bir sabaha uyanmak dileğiyle ona içimden iyi geceler dilemiştim. Gözlerimi zar zor ondan alıp camın önündeki çiçek vazolarına çevirdim. Her bir vazo farklı bir çiçekle doluydu. Pembe, mavi, mor, turuncu ve daha nice farklı tonda ve farklı renkte çiçek odaya bambaşka bir hava katmıştı.
Gözlerimi çiçeklerden alıp komodinin üzerindeki poşetten süsleri çıkardım. Dev kurdeleler, balonlar, led ışıklar ve daha adını bile bilmediğim bir dolu süs vardı poşette. İşe balonları şişirmekle başladım. Çünkü tahminimce Hande uyanık olsaydı balonları zevk olsun diye zıplatıp dururdu. Yüzümde buruk bir gülümseme gözlerim onda öylece beş altı balonu şişirip kenara fırlattıktan sonra adını bilmediğim bir dizi renkli süsü duvarlara asmaya başladım. Yaklaşık yarım saat sonra oda tam bir parti evi gibi olmuştu. Renkli balonlar, süsler, parıl parıl parlayan ışıklar ve odaya bahar havası katan çiçekler... Bence Hande buna bayılırdı.
"Uyanınca burayı görmen için sabırsızlanıyorum. Ama şimdi masal vakti," dedim ve onun yanındaki sandalyeye oturdum. Bizim masalımızın kitabını da alıp onun elini tuttum. Bir yandan avucumdaki elini ve parmaklarını okşuyor bir yandan da masalı okuyordum.
"Bir varmış bir yokmuş. Hiç kimsenin uğramadığı ıssız bir ormanda iki genç kaybolmuş. Biri bizim atarlı oğlan diğeri de namı diğer deli kızmış."
Gözlerimi bir saniyeliğine ona çevirip kitaba geri döndüm. Her sayfada bizim çizimlerimiz olduğu kitabı okurken yüzümde bir tebessüm belirmişti.
"Bizim deli kız deli olmakla da kalmıyormuş. Açlıktan gözü dönmüş deli kızımız atarlı oğlanı neredeyse parçalıyormuş. Allah'tan atarlı oğlan barışı sağlayıp çantasındaki sandviçi deli kıza vermiş. Yoksa işi yaşmış."
Bu satırları okurken ormanın dört bir yanını 'hayvan' nidalarıyla inleten Hande'yi düşündüm. O zamandan bu zamana kadar neler neler yaşamıştık biz öyle?
"Deli kız sandviçi yiyince panterken kedi yavrusuna dönüşüvermiş. Atarlı oğlan can güvenliğini sağlayınca ikisi birlikte bir iskeleye gitmişler. O zaman kız yıldızları ilk defa bu kadar yakından görmüş. Tabii bizim atarlı oğlan bu işe şaşmış kalmış. Çünkü onun yıldızlarına böylesine aşkla bakan birini daha önce hiç görmemiş."
"O an atarlı oğlan kıza karşı farklı duygular beslemeye başlamış. Çünkü o kız onun dünyasındaki hiç kimseye benzemiyormuş. Onun dünyasında buzların kralı ve kraliçesi varmış. Kalbi buzdan duyguları olmayanların arasında büyümüş atarlı oğlan. Ama deli kız farklıymış. Onun kalbi çocuk, sevgi dolu ve sıcakmış. Hatta o kadar sıcakmış ki zamanla atarlı oğlanın kalbindeki buzları eritmiş."
"Buzları eriyen atarlı oğlan kıza vurulmuş. Ona git gide aşık olmuş. Ama söyleyememiş. Hep içinde tutmuş. Tabii o içinde tuttukça aşkı büyümüş ve kalbinden taşmaya başlamış. Kalbi aşkıyla yeşile boyanmış atarlı oğlanın. Hatta kalbinden taşan aşkı tüm dünyayı yeşile boyamaya başlamış. Atarlı oğlan gözlerini ne tarafa çevirirse çevirsin onu görüyormuş. Yeşil kelebeğini, biricik deli kızını..."
Masal kitabının kapağını kapatıp gözlerimi hasret kaldığım yeşillerin sahibine çevirdim. O an içimden şu sözcükler döküldü. Biz bir masalın kahramanları olarak uyanacaktık. İkimiz... Sadece ikimiz... |
0% |