@sevvnuraydn
|
(Hande'den...)
Bir kabusun içinden sıyrılıp gözlerimi açtığımda sabahın ilk ışıkları camdan içeriye doğru insanı kucaklamak istercesine yayılıyordu. Gözlerimi alan ışığa karşı gözlerimi sıkıca yumduğumda elimin üzerinde hissettiğim hafif bir gıdıklanma hissiyle duraksadım. Bu hissin neden kaynaklandığını merak ederken gözlerimi tekrar araladım. O an onu gördüm. Başını avucuma yaslamış öylece uyuyan Kerem'i...
İçimde sevginin kelebekleri dört bir yana kanat çırparken onu uyurken izlemeye başladım. Sert yüz hatlarına yanağında hafif tebessüm sonucu kendini belli eden gamzelerine baktım bir süre. Kim bilir ben sonu bilinmezliklerle dolu bir uykunun kollarındayken neler yaşamıştı?
Ona bakıp iç çekerken karnımda hissettiğim ağrıyla inledim. Yüzümü ekşitip elimle ağrıyan bölgeye dokunduğumda dün gece yaşananlar tıpkı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitmişti. Kabuslarımın içinden çıkıp gelen adamın beni vuruşu, yere yığılışım hatta Kerem'in gözyaşları gözümün önünde beliriverdi. Ben bunları düşünüp dehşete kapılmış bir ifadeyle boşluğa bakarken yanı başımdan tanıdık bir ses duyuldu. Bal kadar tatlı bir ses...
"Hande'm," dedi elimi tuttuğunda. Gözlerim onu bulduğunda ağlamamak için zor duruyordum. Onun gözlerindeki sevinç ifadesi ve benim onu tekrar görebilmemin verdiği huzurla gözlerimden akan birkaç damla yaş yanaklarımdan süzüldü.
"Kerem," dedim gözyaşlarımın arasından. Sanki onun adını söylemek bile beni iyileştiriyor hatta hayata bağlıyordu. Aşk işte böyle bir şeydi. En kötü günde bile sevdiğinin yanında dertlerini unutmaktı. Hasta ve zarar görmüş ruhların aşkın ilacıyla iyileşmesiydi. Kapkaranlık iç dünyaların bile güneş ışığıyla dolmasıydı aşk.
"Seni çok özledim," dedi elimi tutup avucuma bir öpücük kondururken. Onun bakışları ve öpücüğünde etkisiyle içim erirken dudaklarımı araladım.
"Bende seni çok özledim sevgilim." Yaram her bir sözcükle sızlarken bunu hiç umursamamıştım. Çünkü onun gözlerindeki ışık bana güç veriyordu. Mutlu ediyordu ve onun gözlerindeki ışığı görmek için böyle küçük bir şeyin hiçbir önemi yoktu. O buna değerdi.
Kerem avucuma yanağına dayayıp okşamamı sağlarken yüzümde belirgin bir tebessüm oluşmuştu. Ben ona iç çekerek bakarken kapı açılmış içeri orta yaşlı bir doktor girmişti. Doktorun yanımıza gelmesi üzerine Kerem elimi yavaşça bırakıp doktorla konuşmak için yanına gitti.
Ben ne konuştuklarını duyamadığımdan ve üstelik yerimden kalkamadığımdan onları uzaktan izlemekle yetinmek zorundaydım. Bu durum içimdeki merak duygusunu körüklüyordu. Acaba kaç gün burada kalacaktım? Hem ben sıkılırdım yatakta öylece yatmaktan. Of! Ne diyorsun Hande? Sen daha dün gece kör kurşunların hedefi olmuşsun düşündüğün şeye bak. Kalkıp halay çekecek halin yok her halde. Yoksa var mı?
İçimden kendimle kavga edip delirdiğimi kanıtlarken Kerem'in muzip bakışları beni buldu. Onun bakışlarıyla doktorun gittiğini daha yeni fark etmiştim. Tam bahane uydurmak için dudaklarımı aralamıştı ki ona ne diyeceğimi bilememiştim. Sonrasıysa saçmalamaya başlamam olmuştu.
"Ben aslında şey demek istemiştim..."
"Ne demek istemiştin," dedi Kerem gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken. İşte şimdi gerçekten rezil olmuştum. Ne diye akıl okuyan birine karşı yalan söylemeye kalkarsın ki? Kesinlikte aptalın tekiydim. Utancımdan yüzümün sıcakladığını hissedebiliyordum. "Sen en iyisi at beni şu camdan," dedim üzerimdeki battaniyeyi tek elimle kafama kadar çekerken.
"Saçmalama," dedi Kerem kahkaha atarken. Tam o sırada kafama kadar çektiğim battaniyeyi tek hamlede açtı. Gözlerimi onun güzel gözlerine çevirdiğimdeyse aklıma ormandaki evde yaşadığımız an gelmişti. O gün de tıpkı az önce olduğu gibi battaniyenin altındaydım. Kerem'in battaniyeyi açışını ve endişeli bakışlarını yüzümde gezdirdiği o anı unutamıyordum. Hatta bunu düşünmek benim bir şeyi fark etmemi sağlamıştı.
Kerem beni karanlık kozanın içinden çıkarıp yıldızlarının arasına almıştı. Beni korkunun içinden alıp kollarına almıştı. Kerem beni kalbine almıştı.
Gözlerim bir süre onun yüzünde gezindi. Ardından içimden hatta kalbimden gelen sözcükler dudaklarımdan bir bir dökülmeye başladı. "Ormandaki evde yaşadığımız o anı hatırlıyor musun? İşte o evde aslında sen benim hapsolduğum karanlık kozadan çıkmama yardım ettin Kerem. Sen bana ışığın güzelliğini gösterdin. Sen bana aşkı öğrettin."
Kerem söylediklerim karşısında tek kelime dahi edememişti. Öylece gözlerime bakıyordu. Onun bu haline gülmeden edemedim. Tabii gülmemle birlikte yine aynı sızı karnımdaki yerini almıştı. Yüzüm buruşurken Kerem bu sefer panikle konuşmaya başladı.
"Acıyor mu? Çok mu acıyor?"
"Birazcık... Güldüğümde öyle oldu ama endişelenme geçer," dedim onu sakinleştirmek için. Ama keşke böyle söylemeseydim. Nedenini birazdan anlarsınız.
"O zaman sana iyileşene kadar gülmeyi yasaklıyorum," dedi tok bir sesle. Bu aniden ciddiyete bürünmüş haline şaşkınlıkla baktım. Şaka yapıyor olmalıydı? Yani en azından ben öyle sanıyordum.
"Ciddi olamazsın. Bu çok saçma," dedim ona inanamayarak bakarken. Kerem yüzündeki ciddi ifadeden ödün vermeden yanı başımdaki sandalyeye oturdu. Ardından yüzünde yine o tatlı gamzeleriyle gülümsedi.
"Ben gayet ciddiyim Hande Hanım." Ses tonu tıpkı bir askerin komutanına selam verişi kadar ciddiydi. Bu tavrına karşılık klasik trip pozisyonuma geçtim. Kollarımı bağlayıp başımı ondan aksi tarafa çevirdim. Ama tam o an gözlerimin gördüğü manzara karşısında dudaklarımdan deprem etkisi yaratacak bir çığlık çıkmıştı.
"Çiçekler!"
Bakışlarımı inanamaz bir şekilde Kerem'e çevirdiğimde kulaklarını kapatmış yüzünü buruşturarak bana baktığını gördüm. Sesimin ne kadar yüksek çıktığını onu öyle görünce anlamıştım. Yüzüme olabilecek en sevimli ifadeyi takınıp mahcubiyetle dudaklarımı araladım.
"Çok özür dilerim," dedim otuz iki diş sırıtırken. Kerem ani ruh değişimime kocaman açılmış gözlerle baktı bir süre. Ardından oturduğu sandalyeden kalkıp cam kenarındaki boy boy vazoların yanına geçti. Her vazoda ayrı bir renk çiçek vardı. Üstelik etraflarında onların rengine renk katan balonlar, peri masalından fırlamış gibi görünmesi için led ışıklar ve parıltılı süsleri görmem mutluluğuma mutluluk katmıştı.
"Yaaa Kerem... Sen ne yaptın böyle?"
"Hangi çiçeği sevdiğini bilemediğimden bende hepsinden getirttirdim. Sırf sen uyanınca bana böyle gülümsemen ve orman yeşili gözlerinle gözlerime bakıp içimi huzurla doldurman için..."
Sözleri karşısında içimden yataktan kalkıp boynuna sıkıca sarılmak geliyordu. Ama ne yazık ki bu şu an pek mümkün değildi. "Sen bu hayatta başıma gelmiş en güzel şeysin Kerem. Şimdi ben sana gelemiyorum o yüzden sen bana gel," diyerek kollarımı iki yana kocaman açtım. Kerem bu dediklerime gülerken yanıma gelip dikkatli bir şekilde kollarıyla sardı bedenimi. Ben onun kollarının arasında kokusunu içime çekerek mest olurken o usul usul saçlarımı okşuyordu.
"Seni çok özledim," dedi burnunu saçlarıma dayadığında. Bende onu çok özlemiştim. Hem de çok... Ona sarılmayı, tatlı gamzelerini, bana deli kız diyişini...
Bir süre öylece sarılıp özlemimizi giderdikten sonra Kerem benden ayrılıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. Gözlerim onun içimi eriten bakışlarına kenetlenmişti. Tıpkı bir kedi yavrusu gibi çaresizce bakıyordum.
"Bir daha yanımdan ayrılmak yok ona göre," derken gülümsemeyi de ihmal etmedi. Ardından elleri bu sefer ellerimi tuttu. "Ne yani bu bir tehdit mi?" Bu sorum karşısında dudakları daha da yukarı kıvrıldı. "Ben bilmem artık. Sonra Kerem evlendirme dairesinde ne işimiz var deme." Karşımda muzipçe gülen adama baktım bir süre. Onunla evlenme düşüncesi yüzümde kocaman bir gülümsemenin belirmesine neden olmuştu.
"Sen damat mı olmak istiyorsun? Yakışıklı prensim benim," diyerek Kerem'in yanaklarını sıkmaya başladım. Eminim ki bu tepkiyi beklemiyordu. Kerem'i yanaklarını küçük bir çocuğu sever gibi sıkarken kahkahalarımı bastıramamıştım. Tabii bu güzel anın içine eden kurşun yaram da ikimizin arasındaki yerini almıştı.
"Ah!"
Yüzümü buruşturup yaramın olduğu yeri tuttuğum sırada Kerem epey paniklemişti. "Hande ben sana gülmeyi yasaklamıştım ama," dedi yastığımı düzeltip uzanmama yardım ederken. Başımı yastığa koyup yıldızlı kozamı karnımı örtecek şekilde yukarıya çektim. Acım hafiflerken dün öğrendiğim şeyin aklıma gelmesiyle yüzümdeki tebessüm silinip gitmişti.
Bizim sonsuz bir rüyanın içinde oluşumuzu hatırladım.
"Kerem," dedim naif bir sesle. Elimi tutup yatağın köşesine oturan Kerem yüzüme ciddiyetle bakmaya başladı. "Söyle güzelim."
Gözlerimi onun gözlerine kenetleyip konuşmak için dudaklarımı araladım.
"Tüm bunlar bir rüya. Biz bir rüyadayız Kerem."
Kerem'in yüzündeki ifade yerini endişeye bırakırken çenesinin kasıldığını fark ettim. O an odanın renkli ve neşeli havasını bir kasvet bulutu kaplamıştı sanki. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum en sonunda dayanamayarak. Yüzündeki ifadeden ne söyleyeceğini bilemediğini sezebiliyordum.
"Bana inanmamanı anlarım. Biliyorum kulağa çok saçma geliyor. Ama beni vuran adam küçükken babamların izlediği bir polisiye filmindeki katildi. Onu küçükken kabuslarımda görürdüm. Bundan adım kadar eminim. Bu oydu."
Kendimi açıklamaya çalıştığımda Kerem kafasında soru işaretleriyle baktı bir süre. Ardından aklında biriken her şey odanın içinde yankılandı. "Sana inanıyorum Hande. Ama aklım almıyor. Biz bir rüyadaysak neden uyanamıyoruz?"
İşte bu soru nokta atışı bir soruydu. Durumumuzu özetleyen ve cevabını nasıl bulacağımızı bilmediğimiz bir soruydu. "Sence şimdi ne olacak Kerem?" diye sorduğumda sesim titremişti. İçimde adını koyamadığım bir korku vardı. Bunu sezinleyen Kerem gözümden akan bir damla yaşı baş parmağıyla sildi. Yüzünde insanın içini ısıtan gülümsemesiyle baktı gözlerime.
"Sen sakın üzülme. Bu rüyadan uyanmanın bir yolunu bulacağız. Ama madem bir rüyadayız seninle bir masalın değil bir rüyanın kahramanları olabiliriz," dedi naif bir ses tonuyla. Bunu beni rahatlatmak ve yüzümün güldüğünü görmek için söylediğini biliyordum. O yüzden yüzümde ufak bir tebessümle onu destekledim. Bu rüyadan nasıl uyanacağımızı bilmiyorduk ama uyanana kadar bir rüyanın kahramanları olacaktık.
"Sen gördüğüm en güzel rüyasın Kerem."
Kerem yüzünde tatlı gamzeleriyle baktı bir süre. Ben onun bakışları altında erirken odanın kapısı açılmış servis arabasıyla hemşire girmişti. "Saat geç oldu. Artık bir şeyler yemen gerek," dedi Kerem hemşireye teşekkür ederek servis arabasını yanıma kadar çekerken. Ben servis arabasına meraklı gözlerle bakmaya başladım. Kerem kapağı kapalı ve içinde ne olduğuna dair hiçbir fikrim olmayan servis tabağını eline aldı. Yüzünde bilmiş bir ifadeyle kapağı kaldırdığında içinde koca bir tabak soslu spagetti vardı.
"Bildiğim kadarıyla hastanede böyle yemekler olmaz," dedim imayla. Kerem'in yüzünde muzip bir ifade belirdi. Elindeki tabağı servis arabasına bırakıp başka bir tabağı aldı. Bu sefer kapağı açtığında beni mevsim salata karşılamıştı. Başka bir tabakta ise koca koca biftek dilimleri ve son olaraksa servis arabasındaki kalan son kutuyu aldı elinde. Tabağı geri bırakıp kutuyu ağır ağır açtı.
"Yok artık," dedim kutudaki elmalı turta dilimlerini görünce. Resmen tatlısına kadar her şeyi düşünmüştü. İçimden acaba onu hak edecek ne yapmış olabilirim diye düşünmeden edemedim. Sorumu ise ben daha düşünür düşünmez yanıtlamıştı tabii.
"Sevdin. Sence bu yeterince iyi bir gerekçe değil mi?"
Yüzüm al al olurken Kerem hastanede kullanılan hastaların rahatça yemek yiyebilmesini sağlayan tekerlekli masayı karşımdaki duvarın dibinden alıp önüme çekti. Sonra hiç istifini bozmadan servis arabasındaki tabakları önüme dizdi. Çatalımı da koyunca aç midem adeta kıtlıktan çıkmış gibi yemeğe saldırmama neden oldu. Tabii bu durum üç saniye içinde değişti. Ağzıma götürmeye hazırlandığım çatalı Kerem'in muzip bakışlarıyla göz göze gelmemin üzerine çatalı tabağa geri bıraktım.
"Ne yani sen yemeyecek misin?"
Sesimdeki çocuksu tını onu güldürmüştü. Bunun üzerine servis arabasına uzanıp kendine bir çatal aldı. Otuz iki diş sırıtarak ona bakarken birlikte makarnaya çatallarımızı daldırdık. Açlıktan kendimi kaybedercesine makarnayı ağzıma götürüşümü az çok hayal ediyorsunuz.
"İngiltere Düşesi Hande Hanım yemeğini beğendiler mi acaba?"
Bana hitap şeklini duyunca kıkırdadım. Tam o sırada ağzıma koca bir biftek dilimi tıkıştırdım ve başımla sorusunu olumlu anlamda yanıtladım. Kerem ise cevabımdan memnun olunca yemeğe kaldığı yerden devam etti. Birlikte sessizce yemeğimizi yememizin ardından karnımın iyice doyduğundan emin oldum. Hatta tatlıdan bir çatal bile alırsam ortadan ikiye çatlayabilirdim. Karnımı tutup içimden neden hayvan gibi yediğimi sorgularken gözüme baş ucumdaki komodinin üzerindeki yeşil kelebekli kolyem takılmıştı.
Yüzümde kocaman bir sırıtmayla ilk başta Kerem'e baktım. O tabaklarımızı servis arabasına yerleştirirken fırsattan istifade edip kolyemi almak için komodine doğru eğilmeye çalıştım. Eğildim, eğildim ama sonra tam kolyemi elime aldığımda dengemi kaybedip düşmenin eşiğinden son anda kurtuldum. Ben ucuz yırttığıma sevinirken bu seferde doğrulduğum sırada kafamı komodine çarpmıştım.
"Kafam!" diye başımı tutup doğrulmaya çalışırken az daha yataktan kafa üstü düşüyordum. Kerem apar topar yanıma gelip kollarımdan tuttu. Beni yatağa düzgünce yerleştirirken ben hala başımı tutup söyleniyordum.
"Hande iki dakika arkamı döndüm ve sen o sırada kendini mi yaraladın?" diye sordu Kerem inanamayarak.
"Kafam kırıldı!"
Başımı tutup sızlanırken Kerem benim iflah olmayacağımdan son derece emindi. Hatta bana öyle bir bakış atmıştı ki buradan çıkınca tımarhaneye tıkacağından son derece emindim.
"Ben boşuna sana deli kız demiyorum. Az kalsın kafa üstü yere çakılıyordun. Çok af edersin ama ne yapmaya çalışıyorsun Hande?"
Sesi biraz yüksek çıkmıştı. İşte şimdi bende kayış kopmuştu. Sen misin bana bağıran dercesine taramalı tüfek gibi söylenmeye başladım.
"Ne yani sen beni sevmiyor musun? Ne yani sen beni bırakacak mısın? Ne yani sen benimle olmak istemiyor musun Kerem? Peki öyle olsun sen kal burada ben giderim!"
Kerem bana şok içinde bakarken kollarımı kavuşturmuş başımı ondan öte tarafa çevirmiştim. Resmen kaşınıyordum. Resmen Kerem ben seni daha çok sinir ederim diyordum.
"Hande ciddi olamazsın?" dedi Kerem kahkaha atarken. O an alev açan gözlerimi ona çevirdim. "Çok mu komik?" diye cırladığımda beni şoka sokan bir şey yapmıştı. Kerem yanıma oturup yatağıma uzanmamı sağladı. Daha sonra kendisi de battaniyenin altına girip bana sıkıca sarıldı. Ben onunla yan yana yatmanın şokunu yaşadığımdan kaskatı kesilmiştim. "Her ne yaparsan yap benden kurtulamazsın deli kız," dedi bakışlarım onu bulduğunda. Ona bakarken otuz iki diş sırıttım. Hatta ne kadar deli olursam olayım benimle birlikte olmak için tımarhaneye bile geleceğini hissediyordum.
"Kerem bir gün bu rüyadan uyandığımızda birbirimizi bulabilecek miyiz sence? Ben senden ayrı kalmak istemiyorum," dedim çaresizce. Kerem gülümsedi. Beni sıkıca sardığında başımı onun göğsüne yasladım.
"Ben sensiz yapamam Hande. Seni nerede olursan ol bulur ve elini tutup asla bırakmam."
"Söz mü?"
"Söz," dedi burnunu saçlarıma dayadığında.
"Beni tımarhanede bulsan bile mi?"diye sordum onun kalp atışlarını dinlerken. Dudaklarının arasından ufak bir kıkırtı çıkmıştı. "Değil tımarhanede uzaylılar tarafından kaçırılsan da bulurum seni."
Bu söylediklerine gülmeden edemedim. İkimizde delinin tekiydik. Tabii o benim elime henüz su dökecek seviyede değildi ama sonuç olarak tımarhanede uyanacakmışız gibi içimde gülünç bir his vardı. Ki böyle bir durumda kalsam şaşırmazdım sanırım.
"Kerem şimdi sana bir şey anlatacağım."
Bakışlarımı bir saniyeliğine ona çevirdiğimde beni dinlediğini gördüm. Bunun üzerine aklıma gelen anıyı anlatmaya başladım.
"Ben orta bire giderken annem bana böyle süslü kızlara özel allı pullu bir defter almıştı. Hatta o deftere allı pullu demek az kalır. Sanki defteri üreten adamlar defteri simin içinde yüzerken yapmışlardı."
"Yani tam senlik," dedi Kerem alayla. Bakışlarımı ona çevirip göz devirdim.
"Hiç de bile. Ben annemden düz renk bir defter istemiştim. Ama o sim almıştı. Aman her neyse biz konumuza dönelim. O defteri hiç sevmemiştim ama annemin hediyesi olduğundan bir şey dememiştim. O zamanlar her ne kadar sevmesemde içine çok şey yazmıştım. Bana kazık atan sınıf arkadaşlarımın listesinden tut da sevdiğim öğretmenlerin listesine hatta öğretmenler odasındaki dedikoduların listesi bile vardı."
Kerem'in şaşkın bakışları beni buldu. "Sen o yaşta ne kazıklar yedin de deftere yazdın? Üstelik öğretmenlerin dedikoduları derken neler yaptığını merak ettim şimdi."
"Kazıklar listesinin en başında sırma saçlı Ayça var. O kız tam üç kere beni en sevdiğim öğretmene şikayet etti. Sırf ben ondan daha güzel ve daha çalışkan olduğum için hasedinden yaptı. Hele bir de Osman vardı. O çocuk tam beş kez kafama top attı. Hemde bilerek. Ama ben ne yaptım biliyor musun? Osman'ın annesi onu okul çıkışında almaya geldiğinde kadına onu şikayet edip ağlamıştım. Kadın da kulağından tuttuğu gibi özür diletti. İşte adamı böyle yola getirirler."
Sözlerim karşısında Kerem kalakalmıştı. Resmen ona tüm çirkef yanımı kendi rızamla anlatmıştım. Üstelik bana olan bakışları korktuğunu belli eden cinstendi.
"Bana böyle şeyler yapmazsın dimi aşkım."
Bu tepkisine karşı ufak çaplı bir kahkaha attım. Gel de sevme şimdi bunu.
"Merak etme sen benim sağ kolum olacaksın," dediğimde gülümsedi. Hatta ben kendimden beklenmeyecek bir heyecanla Kerem'in yanağına kocaman öpücük bıraktım. Öpücüğün çıkardığı sesle sanki babaannesi torununu öpüyormuş izlenimi oluşmuştu. Daha sonra büyük bir ciddiyetle asıl konuya döndüm.
"Bir de öğretmenler odası olayına gelelim. Sedef hoca her sabah ilk teneffüste Ayfer hocaya kocasının ne kadar domuz olduğundan yakınırdı. Ahmet hoca desen Suzan hocaya aşıktı. Ona her hafta çiçek alır ama aşkına karşılık vermeyen Suzan hocadan bolca azar işitirdi. Tabii bu onu yine de durdurmazdı çiçek almasa bile uzaktan uzağa izlerdi onu. Sonuçta aşka söz geçmez öyle değil mi?"
Kerem sözlerimden etkilenmişti. Hatta epey meraklanmıştı. "Peki Ahmet hocaya ne oldu?"
"O adamın kalbi bir pamuk şekerden farksızdı. Herkese karşı sevgi doluydu. Özellikle Suzan hocayı gördüğü an onun kalbinde uçuşan kelebekleri biz dahil herkes görürdü. Tabii Ahmet hoca uzun süre aşkına karşılık alamadı. Ama sonra Suzan hocanın çok ağır bir hastalığı olduğu ortaya çıktı. Suzan hoca kanserdi. Bunu da okula gelemediği dönemde Ahmet hocayı okulun bahçesinde bankta gördüğümde öğrenmiştim. Elinde çiçeklerle ağlıyordu. Bende o zamanlar daha beşinci sınıfta meraklı bir kızdım. Doğal olarak merakıma yenik düşüp yanına oturmuştum. O zaman bana öyle güzel bir söz söylemişti ki hala unutamam."
İç çekerek uzaklara daha doğrusu anılara daldığım anda Kerem merakla bana baktı. "Sana ne söyledi?"
"Sevginin ne kadar değerli olduğunu sakın unutma. Sevgi bir uçurtma misali uçup gitmeden önce ipinden tut ve asla kaçmasına izin verme."
Kerem bu sözü beğenmişti. Bunu onun gözlerinden ve tatlı gamzelerinin belirginleşmesinden anlayabiliyordum.
"O zamanlar bunun onun için ne ifade ettiğini anlayamamıştım. Ama şimdi onu anlayabiliyorum. Hayat çok kısa. Ne kimseyi üzüp kırmaya ne de kendini üzmeye değiyor. İnsan her anın kıymetini bilmeli. Bunu bana Ahmet hocanın aşkı öğretmişti."
"Ahmet hoca sonra ne yaptı?"
"Ahmet hoca elinde çiçeklerle Suzan hocanın kaldığı hastaneye gitmiş. Elinde her hafta aldığı bir demet papatya buketiyle hemde. Suzan hoca o an anlamış onun kalbinin güzelliğini. Taştan kalbinde çiçekler açtırmış Ahmet hoca. Hatta bir gün okula o gür ve dalgalı saçlarını kazıyıp gelmişti Ahmet hoca. Sırf Suzan hoca kemoterapi sonucu dökülen saçlarına ağlarken aslında bir tutam saçın onun gözünde hiçbir değerinin olmadığını göstermek için... Çünkü Ahmet hoca onun parlak saçlarını değil onun taştan kalbinin altında yatan o güzelliği sevmiş. Tüm okul onunla dalga geçerken onun yüzünde bir gülümseme vardı. Bu mutluluğun daha doğrusu aşkın verdiği mutluluğun gülümsemesiydi. Ahmet hocanın aşkı Suzan hocayı iyileştirdi. Suzan hoca çok sevdiği öğrencilerini görmek için okula gelmeye karar vermişti. O gün Ahmet hoca tüm çocukları bahçeye toplamıştı. Tüm çocukların elinde kırmızı kartonlardan kesilmiş dev kalpler vardı. Suzan hocanın bahçeye adımını attığı andaki mutluluğunu asla unutamam. Gözyaşlarını tutamayıp bizlere tek tek sarılışını ve Ahmet hocanın evlenme teklifi edişini... Şu an çok mutlu bir aileleri var. Hatta bir kız bir oğlan iki çocukları vardı. Kızının adı Sevgi oğlunun adı Umut... Çünkü onların hikayesi bu ikisinin varlığıyla yazılmıştı. Sevginin onların kalplerini birbirlerine bağlayışı ve Suzan hocanın iyileşip mutlu olacaklarına olan inançla besledikleri umut..."
Hikayenin son buluşuyla gözlerimi Kerem'e çevirdim. Gözlerindeki ışıltı içimin heyecanla dolmasına neden olurken avucumun içinde parlayan yeşil kelebeği eline aldı. Elinin arasından sallanan yeşil kelebeğe baktım bir süre. Onların aşkının sembolü sevgi ve umuttu bizimkisi ise bu kelebekti. Yeşil kelebek...
"Onu ait olduğu yere geri takma zamanı geldi," dedi Kerem. Elinde tuttuğu kolyenin kopçasını açtığında doğrulup saçlarımı tek elimde toplamıştım. Boynumdaki yeşil kelebeğin yerine geri dönmesiyle gülümsedim. Saçlarımı salıp tekrar Kerem'in yanına uzandım. Ona sıkıca sarılıp kokusunu içime çektim. Yüzünde ne kadar mutlu olduğunu belli eden bir gülümsemeyle baktı gözlerime.
"Bu rüyadan uyandığımızda bizim hikayemiz de onların hikayesi gibi mutlu sonla bitecek. Sen, ben ve en az senin kadar deli bir kızımız ve en az benim kadar atarlı bir oğlumuz olacak. Dördümüz bu masalın baş kahramanları olacağız Hande'm."
"Yaaa Kerem," diyerek ona daha da sıkı sarıldım. Tabii yarama dikkat ederek...
Biz bir masalın kahramanları olarak uyanacaktık bu rüyadan. Birbirimizi bulacak ve deli kız ile atarlı oğlan tıpkı masallardeki gibi güzel bir sonla bitecekti. Bunu biliyordum. Bunu hissediyordum. Ama en önemlisi ben onu seviyordum. Hem de çok seviyordum. İşte benim bu aşka olan inancım onunla bu rüyadan uyanmama yardım edecekti.
Biz aynı rüyaya hapsolmuş iki yabancıydık. Birimiz çocuk kalmış diğerimiz ise çocuk olmak nedir hiç bilmemiş iki yabancıydık. Rüyalarda birbirimizi bulmuş ve aşkı birbirimizde bulmuştuk. Ama bu rüyadan nasıl uyanacağımızı bilmiyorduk. Biz de birbirimize bir söz verdik. Madem uyanamıyorduk o zamanuyanıncaya dek Rüyalarda Buluşalım... |
0% |