@sevvnuraydn
|
Vurulduğum o günden bu yana tam iki haftadır Kerem'in zoruyla hastanede esir tutuluyorum. Şaka yaptığımı düşünüyor olabilirsiniz tabii. Ama ne yazık ki şaka yapmıyorum. Resmen sevgilim doktorla bir olmuş beni iki haftadır hastanede tutuyordu. Böyle bir ittifak savaş zamanında bile görülmemiştir. Bu da yetmezmiş gibi beni ikna etmeyi de başarmıştı.
Resmen benim gibi deli dolu bir insandan hiç beklenmeyecek bir şekilde tam bir yastık misali yatağımda öylece yatıyorum. Hem de hiç hareket etmeden... Bence bu gidişle tembel hayvanlara bile taş çıkarırdım. Hatta belki de ben tembel hayvanın kendisi olmuşumdur kim bilir?
"Hande benimle konuşmayacak mısın?" dedi Kerem ses tonunu olabildiğince şirin çıkarmaya özen gösterirken. Ama bu şirinlikleri artık yemezler. Bunu diyorum diyorum ama pek inandırıcı olduğum da söylenemez. Resmen onun tatlı diline kanıp uslu kıza dönmüştüm. Ne deli kızlığım kalmıştı ne de ona trip atacak halim.
Tükenmiş pil gibi öylece yattığım yerden boş bakışlarla tavanı seyrediyordum. Ki bu durum benim için alışılmışın oldukça dışındaydı. Benim şimdiye çoktan balonları Kerem'in kafasına kafasına atıp Kerem'i bayıltıp etkisiz hale getirmem hatta hastaneden uc uca bağlanmış çarşaflar yardımıyla camdan atlayıp kaçmış olmam lazımdı. Tamam bu biraz saçma bir düşünce ama benim kafası kırık bir insan olduğum düşünülürse bu tam da benden beklenebilecek düşüncelerdi.
"Sevgilim daha ne kadar böyle suskun kalacaksın. Beni korkutuyorsun," diyerek bana baktı Kerem. Onu bulan bakışlarım ise ateş saçıyordu. Resmen onda bence sen sus der gibi bir izlenim bırakmıştım.
"Gerçi zihninden geçenler beni daha çok korkutuyor," diye eklemeyi de ihmal etmedi. Bir açıdan da haksız sayılmazdı. Zihnimden geçenleri duyduğuna göre kesin soluğu tımarhanede almalıydım. Sonuçta hangi akıllı insan başka birini kırmızı bir balonla etkisiz hale getirebilirdi ki? Üstelik hangi akıllı insan çarşafla camdan kaçmayı hayal ederdi ki? Üstelik kaçarken bir taraflarını kırıp hastanede daha çok kalması gerekeceğini bile bile... İşte ancak bunu benim gibi kafası kırık insanlar düşünür.
"Hande bir anlaşma yapalım. Hastaneden bugün çıkarsak benimle konuşacak mısın?"
İşte beklediğim sihirli sözcükler bunlardı. Gözlerim ışıltıyla dolmuş yüzümde tam hinlik yapacağım der gibi bir gülümsemeyle Kerem'e çevirdim bakışlarımı. Bu bakışım ve otuz iki diş sırıtmam onu biraz korkutmuş olacak ki yüzüme tuhaf tuhaf bakmaya başladı.
"Hadi çıkar beni bu sıkıcı hastaneden," dedim gülerek. Verdiğim tepkiyi az çok tarif etmek gerekirse hapishanede yatan manyak Joker'e benziyordum. Ama amacıma ulaşacaksam böyle görünmenin benim için pek de bir önemi yoktu.
Kerem yüzüme ümitsiz vaka olduğumu belli edercesine baktı bir süre. Ardından odanın kapısını açıp dışarı çıktı. Belli ki doktorla konuşacaktı. Kapanan kapı ile birlikte sevinç naraları atmak istedim. O halde bu raundu kazanan Hande oluyor dedi kafamın içindeki hakem büyük bir coşkuyla. Zafer benimdi.
Ben yüzümde kocaman bir sırıtmayla ayağa kalkıp yatakta zıplamaya yeltenirken son dakikada odaya doktorun ve Kerem'in baskın yapası tuttu. Tabii ben de onları görünce far görmüş tavşan gibi kalakaldım. Ne diye kutlamamı bölüyorlardı ki sanki. Burada iki dakika kutlama yapacaktım. Onu da çok görmüşlerdi.
"Hande," dedi Kerem göz bebekleri şoktan kocaman olurken. Şok olmakta haklıydı tabii. Sonuçta kazık kadar kız yatakta ayağa kalkmış zıplamak üzereydi. Bu her yerde görülebilecek bir şey değildi. Gözlerim doktorun bana tuhaf tuhaf bakan gözlerine denk geldiğinde ise saniyesinde eski yerime geri oturup uslu kız halime geri döndüm.
"Hande Hanım hoplayıp zıplamaya başladığınıza göre iyileşmişiniz demektir. Yani sizi taburcu edebiliriz."
Doktorun imalı sözleri karşısında utancımdan pembe ile mor arası bir tona bürünürken Kerem halime çaktırmadan gülüyordu. Ama ben o gülücüğün hesabını sorardım nasıl olsa.
"Ben çıkış işlemlerini halledeyim," dedi Kerem doktor ile beraber odadan çıkarken. Onların arkasından bir süre bakakaldım. Sonra dağılmış dikkatimi toplayıp bakışlarımı kapıdan alıp yerde benimle oyna diye bağıran balonlara çevirdim. Tamam tamam onlarla oynamak için böyle düşünüyor olabilirim ama bence bu çok da önemli değil.
"Şimdi kutlama zamanı," dedim kendi kendime. Ardından oturduğum yerden kalkıp yerde bana bakan kırmızı balonun yanına gittim. Biraz sonra yapacaklarımı az çok hayal edebiliyorsunuzdur. Balonu kaptığım gibi bir o yana bir bu yana çarpıp duruyordum. Bence ünlü voleybolcular beni şu an izliyor olsa kesinlikle utançlarından mesleği bırakırlardı. Tam o sırada balon sektirerek eğlenirken kapı aralandı ve balonum da tam oraya doğru fırladı.
"Çıkış işlemlerini hallettim," diyerek kapıyı açan Kerem tam o anda yüzüne kırmızı balonu yemişti. Ben utançtan ne diyeceğimi bilemezken Kerem yüzüme şok olmuş bir şekilde bakıyordu. Allah'ım resmen sevgilimin suratına kırmızı balonu geçirmiştim. Resmen rezil oldum.
"Kerem," dedim utançtan elimle ağzımı kapatırken. "Beni vurdun." Sanki balonla değil de mermiyle vurulmuş hint dizisi karakterleri gibi olayı dramatize etmeyi başarmıştı. Onun bu hareketine karşı gözlerimi devirdim.
"Artık çıkabiliriz Hande Hanım," dedi eski ciddi ifadesine geri döndüğü sırada. Ona kocaman sırıtıp eşyalarımın olduğu küçük hastane çantamı almak için eğildiğimde Kerem buna mani olup çantayı eline aldı. Sanki ben taşısam kaynayan dikişlerim patlayacakmış gibi gergindi. Bunu yüzünden anlayabiliyordum. Ki rüyada olduğumuz süre boyunca ayağımızın bir türlü hastaneden çıkmadığını düşünecek olursak korkmakta oldukça haklıydı. Ama Yine de bu kadar korkmasını gerektirecek bir durum yoktu. Üstelik onun bu kadar gergin olması beni üzüyordu.
"Kerem ben iyiyim," dedim onu ikna etmek için. Ama pek tatmin olmuşa benzemiyordu. Sanki bu hastaneden adımımızı attığımız anda yine aynı şeyleri yaşayacakmışız gibi huzursuzdu. Sanki hastane çıkışında bekleyen biri varmışta korku filmindeymişiz gibi aramızda bariz bir gerginlik vardı.
Bu gerginliği ortadan kaldırmak için ona içtenlikle gülümseyip boştaki koluna girdim. Ardından birlikte hastane odasını terk edip koridorun sonundaki asansöre doğru ilerledik. Tam o sırada yanımdan geçen bir grup hemşire beni baştan aşağıya süzünce sorunun ne olduğunu kafamın içindeki mahkemede sorgulamaya başladım. Ama kafamın içindeki hakim bu davayı yanıtsız bırakmıştı. Üstelik savcı hakime kötü bakışlar atıyordu. Avukatlarsa davayı bırakıp salonu terk etmişti.
"Anlaşılan geleceğin moda tasarımcısıyla sevgiliyim," dedi Kerem. Bakışlarımı ona çevirdiğimde ise gözleriyle üzerimdeki hastane kıyafetlerini işaret etti. Hastane kıyafetleriyle tıpkı bir kaçak gibi görünmem dışında bence pek bir sorun yoktu. Ama hemşire tayfa ve daha bir çok kişinin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
"Senin sevgilin eğer o kızlardan birinin bile bakışları sana kaysaydı emin ol buradan deli gömleğiyle çıkmayı da göze alırdı."
Kerem bu dediklerime kahkahalarla gülerken bir yandan da asansörün bir an önce gelmesi için sabırsızlıkla kat göstergesine bakıyorduk. "Bence benim sevgilim o hemşirelerin görüp görebileceği en tatlı deli olurdu," diye mırıldandığında gözleri ışıltı dolu anime karakterler gibi ona baktım. Bu tatlı haline daha fazla dayanamayıp yanağından makas aldım. İşte şimdi deli kız halime geçiş yapmış bulunmaktayım.
"Beni bu kadar iyi tanımak zorunda mıydın atarlı oğlan?" dediğimde asansörün kapısı açılmış içeriden üç kişi ağır adımlarla asansörden inmişti. Gözlerimi Kerem'den alıp asansöre geçtiğimde yanıma geçip asansörün giriş kat tuşuna bastı. Asansörün aynasından onunla gözlerimizin buluştuğu sırada kapı ağır ağır kapandı.
"Zorunda mıydım bilmem ama seni iyi tanımak, seninle bir rüyada buluşmak başıma gelebilecek hem en güzel hem de en sıra dışı olay."
Onun bu sözleri karşısında gülümsedim. İçimde beliren sıcaklığı kalbimin tam ortasında hissettiğim sırada bu güzel an asansörün aniden durmasıyla bozulmuştu. Resmen aramızdaki elektrikten asansör bozulmuştu. Tamam tamam korkunç bir espriydi. Ama az sonra yapacağım espri için şimdiden özür dilerim. Çünkü bu daha korkunç olacak.
"Kerem sanırım güzelliğim karşısında asansörün nutku tutuldu," diyip sırıttığım sırada Kerem boğazını tutmaya başlamıştı. Eyvah! Panik atak geçiriyor! Sevgilim panik atak geçiriyor!
Onun yere çöküp nefes almaya çalıştığı sırada panikten beynim düşünme yetisini kaybetmişti. İçimden sen salaksın Hande nidaları yükselirken Kerem'in yanına oturup yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Resmen panik atak geçiren birinin yanaklarını öyle bir tutmuştum ki Kerem'in dudakları balık dudağı gibi olmuştu. Allah bana akıl fikir versin!
"Sakin ol! Sakin ol! Derin derin nefes al," diyerek onu rahatlatmaya çalışıyordum. Kahverengi gözleri gözlerime kenetlemiş nefes alıp verişleri bir az olsun düzene girmişti. Bunun üzerine yere oturup başını dikkatlice omuzuma yasladım. İşte şimdi ikimiz aynı anda nefes alıp veriyorduk. O nefes aldıkça bunu yanağını dayadığı omzuma verdiği sıcak nefesiyle içimde hatta ruhumda hissediyordum.
"Şimdi daha iyi misin?" diye sordum çekinerek. O da başını olumlu anlamda hafifçe sallamakla yetindi. "Peki sana şarkı," dememle başını çevirip yüzüne dehşete düştüğünü belli eden ifadesini kondurdu. Bunun üzerine daha fazla ısrar etmedim. Sonuçta o kaybeder. Öyle değil mi? Sonuçta sesimin ülkedeki karga soyunu tamamen tüketebileceği ihtimalini çıkarırsak bence gayet de güzel bir sesim var.
"Madem şarkı söyleyemiyorum o zaman bende en iyi yaptığım işi yaparım," dediğimde Kerem'in gözleri gözlerimdeydi. Dudaklarımdan çıkacak cevabı merakla bekliyordu.
"Seni severim."
Kerem'in gözlerinin içindeki ışıltıyla gülümsedim. Elim nazikçe saçlarında gezindi. Başı omzuma yaslı koca bebeğin yumuşak saçlarını okşadım bir süre. Ardından hiç beklemediğim bir anda Kerem elimi tutup dudaklarına götürdü. Ben anın büyüsüyle kalakalırken o nazikçe öptüğü elime parmaklarını kenetlemişti.
Tam dudaklarımı araladığım sırada tek kelime bile edemeden asansörün kapısı açılmış bir grup kalabalık bize tuhaf tuhaf bakmaya başlamıştı. Bunun üzerine Kerem ile birlikte yerden kalktım. Yerden koca çantayı da alıp asansörden çıktığımızda bile üzerimizdeki gözlerin varlığını hissedebiliyordum.
"Sanırım bizi çok yakıştırıyorlar," dedi Kerem gülerek. "Özellikle içlerinde bir tane kız bana bakarken çok değişik şeyler düşünüyordu. Hatta ağzının suyu aktı diyebilirim," diye de eklemeyi ihmal etmedi. Bunun üzerine gözlerimi kısarak arkamdan bakan gıcık kıza baktım.
Onu jedi kılıcıyla on iki parçaya böldüğümü hayal edip Kerem'in koluna yapıştım. Bu tavrım karşısında kahkahalarını tutamayan Kerem'e dişlerimin arasından "Buradan bir çıkalım ben sana gösteririm," diyerek gözlerimi kıza nispet yaparcasına kırpıştırdım.
Benim sonum fenaydı. Bu kıskançlıkla kesin günün birinde ortadan ikiye ayrılırdım. "Tamam canım," dedi Kerem kızın kadrajından çıkana kadar. Birlikte hastaneden çıktığımızda Kerem'e delici bakışlarımı birer ok gibi batırdığımı hayal ettim. Bu oklar kıskançlık oklarıydı.
"Kız güzel miydi peki?" Resmen kaşınıyordum. Evet dese ne halt edecektim acaba? En fazla kızı da onu da acı ve bol ızdıraplı bir işkence beklerdi o kadar. Üstelik tüm bunları iğneleyici tonda söylemem bir de üstüne üstlük kollarımı kavuşturmama Kerem şok içinde bakmaya başladı.
"Hande dalga geçiyorum de lütfen," diye gülmeye başladığında bende kayış kopmuştu. "İyi, sen gül ben o kızı yolarken sakın zahmet edip de ayırma!"
Tam içeri girip süper ötesi delici pisi pençelerimi çıkarmaya hazırlandığım sırada Kerem beni tuttuğu gibi sırtına aldı. "Kerem indir beni," dediğim sırada hastanenin önünde oturanların hepsinin gözleri bizim üzerimizdeydi. Resmen sırtlanmış kaçırılıyordum. Bari nikah dairesine gitseydik canımın içi. Allah'ım ne diyorum ben?
"Kerem bize bakıyorlar," diye söylenmeye başlayacağım sırada çoktan arabanın önüne gelmiştik. Kerem beni yavru kediymişim gibi üstü açık arabanın tepesinden koltuğa bıraktı. Ben ona şok içinde bakıp bir yandan kemerimi bağlarken Kerem yanımdaki yerini aldı. Elindeki koca çantayı da arka koltuğa fırlatmasıyla ona kınarcasına baktım.
"Sende iyice bana benzedin," dedim inanamayarak. Bu sözlerime karşılık gülümseyip yolculukların vazgeçilmezi olan arabanın radyosunu açtı. Radyoda Emre Aydın'ın Rüyamdaki Aptal Kadın isimli şarkısı çalmaya başladı. Şarkının isminin geçtiği yerde delici bakışlarımı hedefime çevirdim. Resmen bana sübliminal mesaj yolluyordu. Sonuçta bu aralar radyocular ile pek bir samimiydi.
"Şimdi de beni aptal mı ilan ettiniz Kerem Bey?" dediğim sırada eğilip yanağımdan öptü. Şok içinde ona bakarken "Ben sizi bu rüyanın deli kızı ilan etmiştim zaten Hande Hanım," diyip arabayı çalıştırdı.
Gerçekten çok acayip bir çifttik. Gözlerimi onun dikkat çeken gülümsemesinden alıp cama çevirdim. Yanı başımdan geçip giden arabalara bakıp durdum bir süre. Bir yandanda şarkının hoş tınısına kapılmış bir şekilde düşüncelere daldım. Ama bir süre sonra sıkılıp Kerem'e döndüm. Bir süre dediğimde en fazla üç dakika falandır.
"Ben çok sıkıldım," diye dudak büküp yavru kedi bakışlarımı Kerem'i hipnotize etmek istercesine ona odakladım. Bakışlarıma dikiz aynasından kaçamak bir bakışla karşılık veren Kerem "O kızı dövemediğindendir o," diyip gülmeye başladığında onu dövmemek için zor duruyordum. Resmen kasıtlı olarak damarıma basıyordu.
"Öyle mi Kerem? Ama bak benim adımda Hande ise ben bu lafların bedelini sana ödetirim," dedim meydan okurcasına. Gözlerine bakıp ne tepki vereceğini merak ederken bana göreceğiz der gibi bakmayı da ihmal etmedi. Meydan okumayı kabul ettiğine pişman olacaktı. Yani en azından ben böyle düşünüyorum.
******* Uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından nihayet eve varabilmiştik. Yoldan gelir gelmez duşa girmiş ve neredeyse günahlarımdan arınmıştım. Sonuçta iki haftadır doğru düzgün bir duş bile alamadığımı var sayarsak Kerem'in beni terk etmeyişine şükür etmem lazımdı. Neyse ki beni çok seviyordu.
Uzun süren neredeyse kırklandığım bir duşun ardından kendimi Kerem'in yanına koltuğa atmıştım ki Kerem ile birlikte neredeyse koltukta ölü gibi otururken can sıkıntısından biraz sonra gerçekten öleceğimi hissediyordum. Sırf bu yüzden tembel kedi oturduğu yerden kalmak zorunda kaldı. Sırf can sıkıntımı giderebilmek için ölü prenses ruhumu diriltmek zorunda kalmıştım.
"Nereye?"
Kerem'in sorusuyla gözlerimi ona çevirdim. Bir anlık boşluğuma denk gelmiş olacak ki sorusuna kocaya diyerek cevaplamıştım. Kerem'in gözleri fal taşı gibi açılırken bir anda ölü bedeni dirilip ayağa kalkmıştı. İşte adamı böyle yola getirirler Kerem Bey. Bence daha fazla damarıma basma.
"Ne?" diye tekrar sorduğunda kahkaha atmaya başlamıştım. "Nereye gidebilirim sence? Mutfağa gidip yiyecek bir şeyler arayacağım."
Yüzündeki komik ifade yerini yine o ciddi ve bir o kadar da uyuşuk ifadeye bırakınca arkamı dönüp mutfağa doğru ilerledim. İçeri girmeye yeltenirken annemin sesi kulaklarımda yankılandı. İçeri adımımı attığım anda kendimi bir yaz akşamında buluvermiştim. Annemin mırıldandığı naif melodiyle birlikte gözlerim istemsizce dolduğunda neyse ki bunun bir anı olduğunu kendime hatırlatmam çok uzun sürmedi.
"Hande ödevlerini bitir de sofrayı kuralım," diyerek yemeği karıştırırken bu seferde söylenmeye başlayan anneme baktım bir süre. Klasik her anne gibi eli belinde yemek yapıyordu. Bu sefer gözlerim masada oturmuş aslında ödevlerini çoktan bitirmiş olan on beş yaşındaki ergen Hande'ye takıldı.
"Tamam," diye mırıldanıp önündeki beyaz kağıda bir şeyler yazan çocukluğuma baktım ve tabii ki önündeki kağıda da. İşte o an yazdıklarımı görmemle bunun yıllar önce yaptığım adına da mutlaka yapmak istediğim şeyler listesi koyduğum o liste olduğunu anladım.
Her anıda yaptığım gibi onu da yanımda götürmek istiyordum. Bu yüzden listeyi elime aldım. Elimde beliren listeyle birlikte açık mavi bariyerin dışına ve hatta mutfaktan da dışarı çıkıp Kerem'in yanına salona doğru ilerledim.
"Bak. Ne buldum?" derken elimdeki listeyi sallayarak salona girdiğimde Kerem'in yorgun gözleri gözlerimle buluştu. Hatta o kadar yorgun bakıyordu ki elimdekinin ne olduğunu sormaya bile üşenmişti. Bunu gözlerindeki ifadeden anlayabiliyordum.
"Bu benim on beş yaşlarında yaptığım adına da mutlaka yapmak istediğim şeyler koyduğum listem," dediğimde Kerem pili dolmuş gibi bir anda elimdeki listeye bakmak için elini uzattı. Tam o sırada listedeki son maddeyi görmemle birlikte ona vermekten vazgeçip arkama sakladım.
"Ya da boş ver sen onu," dememle birlikte ondan bir şeyler saklamaya çalıştığımı anladı. Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldiğinde gözlerime öyle bir bakışı vardı ki yutkunmaktan başka bir tepki verememiştim.
"Nedense içimden bir ses benden bir şey sakladığını söylüyor. Hatta senin içinden bir ses," dediğinde kendi salaklığıma yanıyordum. Ne diye akıl okuyabilen birinden bir şey saklamaya çalışırsın ki? Üstelik bunu bile bile düşünmem yok mu? Ah Hande ah!
Yüzünde bilmiş bir ifadeyle kollarımı arkama doğru büküp gözlerime baktığında tamamen savunmasız kalmıştım. "Ki ben normalde hislerimde kolay kolay yanılmam. Buna düşünme okuma yeteneği de eklenince artık hiç yanılmıyorum," dediğinde elimdeki kağıdı alıp beni serbest bıraktı. Kağıdı okumaya başladığındaysa son maddenin varlığı yüzümün al al olmasına neden olmuştu.
Tabii Kerem'in yüzündeki ifadeyi görmem de yüzümdeki rengi mora çevirmiş olabilir. "Burada sadece beş madde var. Birinci madde: Yüzlerce oyuncak al." Bunu söylediğinde kafasında nedenini sorguladığından emindim. Sonuçta koskoca kız o kadar oyuncağı hatta oyuncağı ne yapacaktı ki?
Kerem küçük listeme bakarken onun koltuğa oturmasıyla bende yanındaki yerimi aldım. Resmen onun küçük ördeği gibi bir şeydim. O nereye işte bende oraya."İkinci madde: Tüm oyuncakları çocuk esirgeme kurumundaki çocuklara dağıt. Üçüncü madde: Ölen ağacının yerine yeni bir ağaç dik," bu maddeyi okumasıyla Kerem'in yüzündeki gülümseyen ifade solmuştu. Bakışlarını kağıttan alıp gözlerime diktiğinde o güne geri gitmiştim. Ağacımın gün geçtikçe çürüdüğü ve öldüğünü öğrendiğim o güne... Bunu öğrendiğim andaki yıkılışım hatta günlerde ağlayışım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmişti.
"Tıpkı rüyalarda olduğu gibi bu beş maddeyi gerçekte de gerçekleştireceğiz. Sana söz veriyorum."
"Söz mü?"
"Söz. Birlikte bu listeyi tamamlayacağız."
Gülümsedim. Onun koluna sarılıp başımı omzuna dayadım. İçim huzurla dolarken birlikte listede kalan son iki maddeye baktık. "Dördüncü madde: Hayatının aşkını bul. Beşinci madde: Ve onunla evlen."
Son iki maddeyle gözlerimi Kerem'e çevirdim. Buluşan gözlerimiz ve onun insanın içine işleyen gamzesinin de olaya dahil olmasıyla bu güzel anda kalmayı dilemiştim. "Peki dördüncü maddeyi gerçekleştirebildin mi?" diye sordu. Gözleri yıldız gibi parlarken hiç düşünmeden tam gamzesinin üzerine bir öpücük bıraktım.
"Bence bu geçerli bir yanıt," dedim gülümseyerek. Kerem kağıdı kenara koyup beni kollarıyla sıkıca sardığında içimi derin bir huzur okyanusu kaplamıştı. Onun yanındayken okyanusum daha da dalgalanıyordu sanki. Aşkın sularının dört bir yanımı sardığını hissedebiliyordum.
"Seni çok seviyorum," diye fısıldadım. Ona daha da sıkıca sarıldığımda bu anın bir sonsuzluk kadar uzun sürmesini istiyordum. "Bende seni seviyorum."
Onun kulağıma melodi gibi gelen sözcükleriyle yüzüne baktım. "İlk maddeyi gerçekleştirmeye var mısın bakalım?"
"Hadi bu listeyi gerçekleştirelim," dediğinde ikimizde koltuktan kalktık. Artık yola çıkmaya hazırdık. Birlikte kapıya doğru ilerlediğimiz sırada kahkaha atmamak için zor duruyordum. Kahkahalarımı güç bela bastırıp kapıyı açtım.
"Sanırım o kadar oyuncak için bir kamyonet kiralamamız gerekecek," dedi Kerem ayakkabıları giyerken. Bende göz ucuyla bir yandan ona bakıyor bir yandan da beyaz spor ayakkabılarımı ayağıma geçiriyordum.
"Kamyoneti nereden bulacağız peki?"
Bunu sormamla birlikte Kerem cebinden telefonunu çıkardı. Sadece birkaç saniye süren hızlı bir mesajın ardından telefonunu cebine geri koydu. Ardından anahtarı da alıp evden çıktık. Merdivenleri heyecandan ikişer ikişer inerken az daha düşmem dışında gün benim için güzel geçiyordu. Ama şimdi günüm daha da güzel olacak rüyalarımız anlam bulacaktı.
******* Yaklaşık on beş dakika sonra kapıda kocaman kırmızı bir kamyonet belirince heyecandan kocaman açılmış gözlerimi Kerem'e çevirdim.
"Kamyonet ile mi gideceğiz oyuncak mağazasına? Ben şaka yaptığını düşünmüştüm. Peki kullanmayı biliyor musun?"
Kerem bakışlarını kamyonetten alıp bana baktı. Yüzüne bilmiş bir ifade kondurmayı da ihmal etmedi. "Ben özel uçak bile kullanabiliyorum ama yine de sen bilirsin," dediğinde onu kısık gözlerle süzmeye başladım. "Ne yani uçak getirtebilecekken neden kamyonet? Yoksa sevgilini göklere çıkarmak istemiyor musun?"
Söylediklerim Kerem'i şoka sokmuştu. "Mahallenin ortasına uçak mı çekeyim?" diye sorduğunda gülmeden edemedim. "Hem o salak sırma saçlı Ayça'nın kapısından geçerken nispet yapardım. Sevgilim beni uçakla almaya gelmiş derdim," dedim dudak bükerek. "Bir ara onu da yaparız." Kerem gülerken bense kamyonetin kapısını açtım.
"Hadi gidelim."
Birlikte hiç vakit kaybetmeden kamyonete bindiğimizde bir kamyonet dolusu oyuncak alıp çocukları sevindirecek olmanın verdiği mutlulukla dolmuştu içim. Gözlerimi en büyük şansıma çevirdiğimdeyse dudaklarım kendiliğinden yukarı doğru kıvrıldı. Çünkü o benim mutluluk sebebimdi.
"Hande," dedi o an tatlı sesiyle. Onun kahverengi gözleri benim yeşil gözlerime deydi. "Şehirde kaybolmaya hazır mısın?" diye sorduğunda gözlerinin kahvelerinde kaybolduğumu hissettim. Ben belki de çoktan onda kaybolmuştum. Ama bunun daha yeni farkına varıyordum.
"Kaybolalım..." dediğimde gülümsedi.
"Şehirler kaybetsin bizi. Rüyalarda kaybolalım. Rüyalarda buluşalım ve en önemlisi hep birlikte olalım. Asla ayrılmayalım tamam mı?"
Kerem'in dudaklarından dökülen bu sözcükler karşısında gözlerimden iki damla yaş aktı. Sorması bile hataydı. O beni bıraksa da ben ona ahtapot gibi yapışır yine de benden ayrılmasına izin vermezdim. "Asla," diye yanıtladım sorusunu. Uzanıp elimi tuttu. Elim onun eli arasında kayboluyordu. Tıpkı biraz sonra bizim de ellerimizin kayboluşu gibi şehirde kaybolacaktık.
Biz şimdi bir rüyada kaybolmaya gidiyoruz. Rüyalarda hayallerimizi gerçekleştirmeye gidiyoruz. Mutlu olmaya hatta mutlu etmeye gidiyoruz. Çünkü biz bu rüyadan aşkla uyanmak istiyoruz.
"Kaybet bizi şehir," diye mırıldandım. Biz sende kaybolmaya geliyoruz. |
0% |