@sevvnuraydn
|
Hep hayalini kurduğum ancak böyle şeyler rüyalarda olabilir diye düşündüğüm ne varsa gerçekten de yaşıyor olmanın üstelik bir rüyanın içerisinde yaşıyor olmanın mutluluğu içerisindeydim. Uyanamamanın sebebini bilmediğim bir rüyada gerçek aşkı bulmuştum. Onu bulmuştum. Üstelik bir rüyanın içinde... Böyle düşününce kulağa oldukça saçma geliyordu ama bu benim gerçeğimdi. Bizim gerçeğimizdi.
"Bakıyorum da ağzınız kulaklarınızda Hande Hanım. Acaba mutluluğunuzun sebebini öğrenebilir miyim?" Kerem'in imayla söyledikleri karşısında kıkırdadım. Sanki mutluluğumun sebebi kendisi değilmiş gibi...
Gözlerimi ona çevirip işaret parmağımı bilmiş bir tavırla yanağıma dayadım. Düşünür gibi yaptığım sırada "Bilmem. Öğrenebilir misiniz?" demeyi de ihmal etmedim. Bu tavrım karşısında gülümsedi. Ardından parmağımı yanağıma dayadığım elimi alıp nazikçe dudaklarına götürdü. Küçük bir öpücük bıraktığı sırada içimin huzurla dolduğunu hissettim. Yüzüm al al olurken elimi bıraktı. Elimi yavaşça çekip kucağıma koyduğum sırada gözlerim yola takıldı.
Arabalar bir bir yanımızdan geçerken iç çektim. Sanki yolumu kaybetmişim de beni Kerem bulmuş gibi hissediyordum. Sanki hayatım tek düze ilerlerken onunla bir maceranın ortasında bulmuştum kendimi. İşte o an bir şeyin farkına vardım. Ben o listeyi hazırlarken aslında farkında olmadan onu düşlüyormuşum. Hayatının aşkını bul derken aslında onu düşlüyormuşum.
Dalıp gittiğimi fark ettiğimde dikkatimi toplamak için bakışlarımı dizlerimin üzerinde kavuşturduğum ellerime çevirdim. Sağ elimdeki parmağımda parıldayan su damlası şeklindeki yüzük gözlerimi kamaştırıyordu. Elimi kaldırıp yüzüğe baktığımda küçük ama anlamlı bir detay olduğunu fark ettim. Bunu fark etmemle gözlerimin dolması bir olmuştu. Yüzüğün kenarına kazınmış yazı isimlerimizin birleşmiş haliydi. Hanker...
Gözlerim dolu dolu baktım Kerem'e. Onun beni bulan gözleri tam olarak neye duygulandığımı anlayabilmiş değildi. "Hande neden ağlıyorsun?" Bunu sorduğunda iki damla yaş yanaklarımdan süzülüyordu. Kerem'in endişeli bakışları bir süre yüzümde gezindi.
"Hanker," diye mırıldandım.
Yüzündeki endişenin yerini sıcak bir gülümsemeye bıraktı. Bana dikiz aynasından bakarken uzanıp elimi avucunun arasına aldı. "Bizi en güzel böyle ifade edebileceğimi düşündüm," derken gözlerindeki ifade içimin kıpır kıpır olmasına neden olmuştu. Elim onun avucunun içinde öylece yol almaya devam ettik.
Gözlerim ise camdan gelip geçmekte olan insanlara takılmıştı. Tıpkı hayatın gelip geçişi gibi her biri yüzünde farlı bir ifadeyle kimi mutlu kimi ise memnuniyetsiz bir ifadeyle yürüyordu. Yüzlerini aydınlatan sokak lambalarından bunu görebilmiştim.
O sırada derin bir iç çektim. Hayatımın bu yaşadıklarımdan önce nasıl tek düze olduğunu düşündüm. Şimdi ise hayatıma anlam katan biri vardı yanımda. Beni sıradan yaşantımdan alıp bir rüyaya çeken biri vardı.
Rüyada tanıdığım ve üstelik rüyalarda buluştuğum biri vardı.
Her zaman yanımda olan ve her zaman da yanımda olacak biri vardı. Beni ben olduğum için seven biri vardı. Ne kadar şanslı olduğumu düşünüp yanı başımdaki adama baktım. İşte tam o an bir şeyin daha farkına vardım. Ben aslında yıllar önce hayal kurarken de farkında olmadan onu düşlemiştim. Farkında olmadan onun ruhunun gelecekte benimle birlikte olacağını hissetmiştim.
Düşüncelerim yüzümde bir gülümsemenin oluşmasına neden oluşmuştu. Gözlerimi Kerem'e çevirdiğimdeyse onunda askı yutmuş gibi gülümsediğini fark ettim. İçimden ne geçirirsem onun da duyması bazen beni sinir etse de şu an mutlu etmişti. O yola bakarken ben de onu izlemeye başladım. Ama bir süre sonra ağırlaşan göz kapaklarımın ağırlığına daha fazla dayanamayıp derin bir uykuya daldım.
******* Ne zaman uyuduğum ne kadar süre uyuduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama günün ışıdığını gözlerime yansıyan gün ışığından anlamak da mümkündü. Üstelik gözlerimi açtığımda kendimi yumuşacık yatakta bulmuş olmamda işin en garip noktasıydı. Üstelik kendi odamda olmamam işi daha garip bir boyuta taşıyordu. Bu da demek oluyor ki Kerem beni uyandırmak yerine kucaklayıp getirmişti. Bunu anlamamla yüzüm al al olurken üzerimdeki battaniyeyi kenara çekip yataktan kalktım.
Ördek gibi yürüyerek odanın kapısını açtım. Kafamı uzatıp etrafı kolaçan ettikten sonra odadan çıktım. Sanki annesinden gizli yaramazlık yapmaya giden bir çocuk edasıyla parmak uçlarıma basarak merdivenlerden birer birer inmeye başladım. Her adımımı sebepsizce temkinli bir şekilde atmaya özen göstererek merdivenden indim. Sağı solu kontrol ettiğim sırada adım sesleri duydum.
"Bakıyorum uyanmışız," tam arkamdan gelen sesle olduğum yerde sıçradım. Delici bakışlarım sesin sahibi beyefendiyi bulduğundaysa söylenmemek için zor duruyordum. "İyi uyudun mu bari uyuyan güzel."
Onun sorusuna karşı tepkisizce bakarken bir anda beni odaya onun çıkardığı gerçeği beynimin dört bir yanında yankılamaya başladı. Yüzümü dev bir utanç dalgası sarmıştı. Ani bir refleks sonucu ellerimle yüzümü kapatıp sırtımı ondan başka tarafa döndüm. Sanki böyle yapmam bir şeyi değiştirirmiş gibi... Halbuki komik duruma düşmekten başka bir işe yaramıyordu bu yaptığım.
"Hande yine ne oldu?" diye sordu Kerem. Ses tonundan bu yaptığıma ne kadar şaşırdığı belli oluyordu. Üstelik buna rağmen tepki vermeyi reddetmem de işin cabasıydı.
"Zihnimi okuyabilecekken neden bana bunu soruyorsun?" diye sorusuna soruyla karşılık verirken bile sesim son derece cılız çıkmıştı. Küçük bir kızdan farkım yoktu.
"Peki. Ben okurum senin zihnini."
Bunu söylerken yaklaşan adım seslerini duyabiliyordum. Hatta bana o kadar yakındı ki nefesini ensemde hissedebiliyordum. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan çenesini omzuma dayayıp kollarıyla belimi sarıp sarmaladı. Sıcak nefesini yanağımda hissettiğimde ellerimi yüzümden çekip beni saran kollarını tuttum.
"İçinden benim ne kadar yakışıklı olduğumu düşündüğünü biliyorum," diyor gülerek. Sesi kulağıma melodi gibi geliyor. "Sen de hiç mütevazi değilmişsin," diyorum kıkırdarken. Kerem tam boynuma bir öpücük kondurduğu sırada aslında içimden ne dediğimi çok iyi bildiğini biliyordum. Sırf beni utandırmamak için konuyu değiştirmişti.
"Hiç mütevazi olamam," dedi tam o sırada. Bu haline gülmeden edemiyorum. Yüzümü ondan tarafa dönüp yanaklarını hafifçe tıpkı küçük bir çocuğu sever gibi sıktım. Kerem ise yüzüme eğilip burnumun ucuna öpücük kondurdu. Öpücüğün etkisiyle burnumun ucunda bir sıcaklık hissettim.
"Artık kahvaltı faslına geçsek mi?"
Sorusunu başımı olumlu anlamda sallayarak yanıtlıyorum. O sırada belimi saran kollarını geri çekip elimden tuttu. Beni peşinden mutfağa doğru götürdüğü sırada gözlerim meraklı meraklı etrafı incelemekle meşguldü. Sanki daha önce onun evine gelmemişim gibi duvardaki tabloları izlerken mutfağa giriş yaptım.
Mutfağa girdiğimde kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Sakın gülme," dedi Kerem kaşlarını çatıp gözümü korkutmaya çalışırken. Ama bu yaptığı bende ters tepmişti. Kendimi tutamayıp kahkaha atmama sebep olmuştu. Mutfağın ortasında deli gibi kahkaha atarken Kerem sinir bozukluğuyla bir süre benim susmamı bekledi.
Ama kahkahamı bastırabilmem sandığımdan daha uzun sürmüştü. Gülmem duruncaysa gözlerimle mutfağı taradım. Tezgahın üzeri yemek programlarındaki tariflerdeki ölçekli kaplarda bir dolu malzemeyle dolup taşmıştı. "Tüm bunlar ne için?" diye sorarken kıkırdamıştım. Kerem derin bir nefes alıp tam bir aşçı edasıyla tezgahtakileri işaret etti.
"Hande Hanım bu görmüş olduğunuz malzemeler mükellef bir kahvaltının ana bileşenleri," derken sırtını dikleştirdi. Şimdi tam bir bilim insanı gibi konuşuyordu. Kerem'in bu haline karşılık karnımı tutarak gülmeye başlayınca epey bozulmuştu.
"Komik olan nedir acaba Hande Hanım?"
Karnımı tutarak gülerken onun sorusunu cevaplayamıyordum. Bu durum onu daha çok gıcık etmeye yetmişti. En sonunda kendimi bir yerde durdurup ciddiyetle ona baktım. "Emrinize amadeyim şefim," diyerek ona ayak uydurmaya çalıştım. Bu tavrımdan memnun olan Kerem parmağıyla arkamda duran bir şeyi işaret etti.
Tam olarak neyi istediğinden emin olamadığım için arkamı döndüm. Gördüğüm şeyle bakışlarımı Kerem'e çevirdim. "Ciddi olamazsın. Bunu da yapmış olamazsın," dedim gülerek. Gözlerimi ondan alıp duvara askıyla asılmış şef önlüklerine baktım. Bir tanesinde 'şef Kerem Dicaprio' diğerinde 'şef Hande Winslet' yazıyordu.
Önlüklerin üzerinde yazanları okumam kahkaha atmama neden olmuştu. Hayatımda hem bu kadar saçma hem bu kadar güzel bir şey görmemiştim. "Kerem ya," diyerek boynuna sarıldığım sırada o da benimle birlikte önlüklere bakıp gülüyordu. İşin içindeki espriyi ikimiz de bildiğinden gülmemizi zar zor durduruyoruz.
Askıdan önlükleri alıp birini Kerem'e uzattım. Kendiminkini başımın üzerinden geçirip kuşağını belime bağladım. Şapkasını da taktıktan sonra işe koyulmaya hazır bir şekilde ocağın başına geçmekte olan Kerem şefin yanına geçtim. "Evet Kerem şefim bugün hangi yemekle işe başlıyoruz?"
Sorum karşısında bilmiş bir tavırla kirli sakalını sanki çok uzun bir sakalı varmışçasına okşuyordu. Anında moda giren Kerem kafasının içinde ampul yanmışçasına gözlerime baktı. "Restoranımızın özel spesiyali olan menemen için sen domatesleri rendele bende en zor iş olan buzluktaki tepsi böreğini fırına süreceğim."
Ona ayak uydurup saniyesinde role giriyorum. "Emredersiniz şefim," diyerek masanın üzerindeki iki domatesi alıp Musluğun altında bir güzel yıkıyorum. Ardından domateslerin kabuğunu soyup rendeyle bir güzel rendelemeye başladım. Kerem ise buzluktan çıkardığı börekleri yağlı fırın tepsisine dizmekle meşguldü.
Ona kısa bir bakış attıktan sonra rendelediğim domatesleri yağlı tavaya döküp bir kaşık yardımıyla karıştırıyorum. Börekleri yumurtalayıp fırına vermeye hazırlanan Kerem şef ise yanıma gelip beni kontrol etti. Bu hareketleri bende tam bir restoranda çalışan şef hissiyatı yaşatıyordu.
"Hande Winslet şefimiz baya maharetliymişsiniz," diyor bıyık altı gülerken. Ona her zamanki delici bakışlarımın birini atıp kıkırdadım. Ardından domatesleri kaşıkla çevirirken "Sizde çok maharetliymişsiniz Leonardo Dicaprio şefim," diyiverdim. Bunu bilerek yaptığımı belirtmem gerek.
"Ne dedin?" diye soruyor sanki az önce duymamış gibi. "Hiç," diyerek onu geçiştirdiğim sırada kıkırdıyorum. Bu duruma bozulduğunu belli ederek yanıma geliyor. "Birincisi ben Leonardo değilim. İkincisi onun yanında benim yanımdaki gibi güzel biri yok."
Bunu söylerken doğrudan gözlerime bakması utanmama neden olmuştu. "Bak sen. Ne tesadüftür ki Kate Winslet'ın yanında da benim yanımdaki gibi yakışıklı biri yok."
Kerem ona ayak uydurmama sevinmişti. Şimdi de pişen domatese artistik bir şekilde yumurta koymaya hazırlanıyordu. O yumurtayı kaseye kırarken aklıma evdeki rahmetli gelmişti.
"Aklıma rahmetli geldi şimdi," diye mırıldandığım sırada Kerem neyden bahsettiğimi tam olarak anlayabilmiş değildi. Bana tuhaf tuhaf baktığı sırada gözlerimle kırdığı yumurtayı işaret ettim. Gözleri yumurtayı bulunca ufak çaplı bir kahkaha attı.
"Bir ara ona özel bir anma töreni düzenlemeliyiz."
Onu başımla tasdiklediğim sırada tezgahtaki salatalıkları ve domatesleri yıkayıp doğramaya başladım. Süslü tabağa koyduğum salatalık ve domateslerin ardından burnuma dolan sıcak böreğin kokusuyla adeta mest olmuştum. Arkamı dönüp fırının yanına gittim. Kapağını hafifçe araladığımda çıtır çıtır böreği fırın eldiveniyle fırından aldım. Sıcak tepsiyi elimi yakmadan tezgaha bıraktığımda Kerem şefim elinde menemen tabağıyla beni izliyordu.
"Sofrayı kuralım," diyerek tezgahın kenarına iliştirilmiş masa örtüsünü ve tabakları aldım. Mutfağın bahçeye açılan kapısını açıp kendimi dışarı attım. Önce elimdeki örtüyü masaya yayıp örttüm. Ardından tabakları yerleştirip diğer malzemeleri almak için içeri girdim.
Çatal ile bıçakları kahvaltılıklarla birlikte tepsiye koydum. Koca tepsiyi alacağım sırada Kerem şef önlüğünü kenara asıp elimdeki tepsiyi aldı. O bahçeye tepsiyi götürürken bende börekleri bir maşa yardımıyla bir tabağa aldım. Böreği ve menemen tabağını da alıp bahçeye çıktım.
Kerem kahvaltılıkları dizerken elimdeki tabakları ortaya koydum. Birlikte mükellef kahvaltı soframızı hazırladığımız sırada başımdaki şapkayla önlüğümü çıkarıp masadaki sandalyelerden birinin üzerine astım. "Bence biz bir restoran açmalıyız," dedi Kerem sofraya bakarken.
Onun bu tavrına karşı kıkırdadım. Ama tam o sırada en olmayacak yerlerde kendini belli eden midemin gurultusu kıkırtımı bastırmıştı. "Birilerinin doyması gerek."
Kerem gülerken birlikte sofradaki yerimizi aldık. Kurt gibi aç olduğumdan böreklerden birini çatalımla tabağıma alıp küçük parçalara ayırdım. Şimdi börek böyle mi yenir dediğinizi duyar gibiyim. Tabii ki de yenmez. Ama Kerem'in yanında da obur ayı yönümü gösteremem. Henüz bu yanımla tanışmaya hazır olduğunu hiç sanmıyorum.
Börekten bir parçayı ağzıma atıp çiğnerken Kerem'in meraklı bakışları yüzümde gezindi. "Hande neden böreği moleküllerine ayırdın?"
Bu sorusu karşısında ağzımdaki böreği zar zor yutabilmiştim. Ben daha ağzımı açmama kalmadan Kerem tabaktaki börekten bir tanesini alıp peçeteye sardı. Ardından böreği ağzıma tepti.
Kendimi mahallede oynarken yemek yememekte ısrar eden çocuklar gibi hissetmiştim. Sanki annem böreği elime tutuşturup beni dışarı geri yolluyormuş gibiydi. Ama buradaki en önemli fark börek benim elime verilmek yerine direk ağzıma tepilmişti.
Börekten bir ısırık alıp Kerem'e keskin gözlerle bakmaya başladım. "Kerem şefim bu muhteşem böreğin sırrı nedir?" diye sordum en sonunda dayanamayarak. Kerem bilmiş bir tavırla oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. "Şimdi şöyle söyleyeyim. Şefler sırlarını vermezler ama senin için bir güzellik yapalım. Ana malzeme her zamanki gibi sevgi."
Onun bu bilmiş tavrına karşı bıyık altı güldüm. Böreği ben yapmadım demiyor da işi evirip çeviriyordu. İkimiz de sessizce kahvaltımızı yaptık. Yaklaşık on beş ila yirmi dakika içinde ikimiz de tıka basa doymuştuk. Hatta ben o kadar çok yemiştim ki içeriye yuvarlanarak gitmek zorunda kalacağımdan son derece emindim.
"Kerem Bey," diye bir ses geldi mutfak kapısından. Bu gelen Nilgün ablaydı. "Nilgün abla biz şimdi çıkıyoruz. Sen buraları halledersin," diyerek oturduğu sandalyeden kalktı. Ama işin komik yanı ben sandalyeye montelenmiş gibi kalakalmıştım. "Kerem," dedim yavru köpek bakışlarımla.
Kerem'in beni bulan bakışları gayet normalken bir anda söylediğim sözlerle ifadesi değişivermişti. "Ben kalkamıyorum."
Karşımda bir anda kahkaha atarken ona karşı gözlerimi devirmekle yetindim. Kerem yanıma gelip elimden tutacağına beni şoka sokarak kucaklayıvermişti. "Kerem elimi tutman yeterdi," dedim onun gülen yüzüne şok işinde bakarken. Ama o beni pek umursamışa benzemiyordu.
Beni mutfak kapısından geçirip dış kapıya kadar taşımaya devam etti. "Hande sen kilo mu aldın?" diye gülerek sorduğu soruya karşı tıpkı ormandaki evde olduğu gibi göğsüne hafif hafif vurarak tepki verdim. Gerçi balon gibi kaslarının bundan zerre etkilendiği söylenemez.
"Çok kötüsün," diyerek ona vurmaya devam ettiğim sırada beni kapının önünde indirdi. Ona öldürücü bakışlarımla bakarken kapıyı açıp saçlarımı savurarak dışarı çıktım. Kerem de peşimden gelip arabanın kilidini açtı. Onu beklemeden öndeki yerime geçip kendimi emniyet kemeriyle adeta zincirledim.
"Küstün mü bana?" diye sorduğunda ona öyle bir bakış atmıştım ki ağzına hayali bir fermuar çekip arabayı çalıştırmıştı. Kollarımı kavuşturup kafamı cama çevirdim. Klasik trip pozisyonumu aldığımda araba yolculuğumuz başladı.
Kerem arabayı güvenliğin kapısından geçirip yola çıktığında çaktırmadan onu dikiz aynasından gözlemekle meşguldüm. "Seni nereye götürdüğümü biliyor musun?"
Bakışlarımı ona çevirmemek için çok zor duruyordum. "Bilmem," dedim merak duygumun sesime yansımamasına özen göstererek. Ama bu konuda başarılı olup olmadığımı kestirebilmiş değilim. "Senin için çok güzel bir elma fidanı seçmeye gidiyoruz."
Bu sefer kendime engel olamıyorum. Sevinçten kocaman açılmış gözlerimi ona yönelttiğimde Kerem halime gülmekle meşguldü. Demek listemizin üçüncü maddesini gerçekleştirmeye gidiyorduk.
"Fidanı birlikte dikelim. Bizim ağacımız olsun," dediğim sırada dikiz aynasından bakışlarındaki sıcaklığı hissedebiliyordum.
Gözlerim gözlerindeyken uzanıp radyoyu açtım. Radyoda Buray'ın İstersen isimli şarkısı çalmaya başladı. Şarkının sözleri ilerlerken en beğendiğim sözün ben yazdım seni diğer yarıma dediği kısım olduğunu düşündüm. Müziğin melodisi eşliğinde yolumuza devam ettik.
******* Uzun süren bir yolun ardından nihayet fidanımızı seçeceğimiz yere gelmiş bulunuyoruz. Kerem ile birlikte arabadan inip yemyeşil minik fidelerin olduğu devasa bir bahçeye girdik. Orada bizi bahçıvan tulumlu bir amca karşılıyor.
"Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?"
"Biz bir elma fidanı almak istiyoruz," dedi Kerem.
Birlikte ölen ağacımın yerine yeni bir hayatı koymaya gidiyorduk.
"Tabii elma fidanlarımız şu tarafta," diyor adam. Birlikte peşine takılıp gidiyoruz. Adam bizi bir dizi minik fidanların arasına götürünce gözlerim hangisini seçmem gerektiğine karar vermekte zorlanıyordu. Gözlerim fidanları tararken bir tanesi gözüme takılmıştı. Diğerlerinden daha küçük olan bu fidanın dalları arasında bir tane kelebek konmuştu. Nedense onu seçmem gerektiğini hissetmiştim.
"Bu olsun," diyerek fidanı işaret ettiğim sırada Kerem de benimle aynı fidanı işaret etmişti. İkimizin de aynı fidanı seçmesi beni içten içe sevindirirken yaşlı adam fidanı saksıyla birlikte yerden kaldırıp Kerem'in eline verdi.
Kerem, amcayla konuşurken bende arabaya geçtim. Ardından fidanımızı ve bir dizi bahçe aletini de alıp yola koyulduk.
******* Kerem'e ölen ağacımın olduğu yeri tarif ettim. Arabayla varış noktamıza uzun süren bir yolculuğun ardından nihayet ulaşabilmiştik. Kerem arabayı park ederken gözlerim fidanı ekeceğimiz yere odaklanmıştı. İstemsizce gözlerim dolarken sessizce arabadan indim.
Gözlerimi yumup ciğerlerimi temiz havayla doldurdum. Temiz havanın da etkisiyle rahatlarken Kerem'e malzemeleri taşıması için yardım etmeye başladım. O fidanı taşırken bende kürekle su ibriğini taşıyordum.
"Nereye ekelim bu güzelliği?"
Kerem'in sorusuyla gözlerim ölen ağacımın bir zamanlar kök saldığı noktaya kaydı. Titreyen parmağımla tam o noktayı işaret ettim. Kerem fidanı yere bırakıp elimdeki küreği aldı. İkimiz birlikte ekeceğimiz yere doğru ilerlemeye başladık.
Yürüdükçe esen rüzgar saçlarımı savuruyordu. Sarı saçlarım rüzgarla birlikte adeta dans ediyordu. "Hande sen şuradaki çeşmeden su doldurur musun?"
Kerem'in işaret ettiği çeşmeye doğru elimde su ibriğiyle ilerlemeye başladım. Aklıma çocukken buradaki çeşmeden şişeme su koyup ağacıma yaklaşanları ıslattığım gelmişti. Bu anı yüzümün gülmesine neden olmuştu. Elimdeki su ibriğini çeşmenin altına koyup musluğu açtım. Soğuk su gürüldeyerek ibriğe dolmaya başladı.
Su tam tepeye kadar dolunca ibriği alıp kenara koydum. Soğuk suyu avuçlarıma doldurup hafifçe yüzüme çarptım. Suyun soğukluğu ilk başta yüz felci geçirdiğimi hissettirirken musluğu kapadım. Daha sonra saçlarımı dikkatle örüp bileğimdeki lastik tokamla tutturdum. Tokanın gevşememesi için iyice sıkıp yerden su ibriğini aldım.
Kerem'in yanına doğru ilerledim. Yanına vardığımdaysa onun fidan için çoktan toprakta güzel bir yer ayırdığını fark ettim. "Geldiğine göre bu minik fidanı ekebiliriz," dedi saçlarını eliyle geriye doğru yatırırken.
Ona gülümseyip kürekle fidanın plastik saksını kırışını izledim. Saksının kırılışıyla fidanımızın kökleri gün yüzüne çıkmıştı. Şimdi ise o kökleri toprağın dört bir yanına salarak ulu bir elma ağacı olacaktı.
"Annemin çok sevdiğim bir sözü vardı," dedim ikimiz fidanı topraktaki yerine yerleştirirken. "Neydi o söz?"
Kerem bir yandan beni izliyor diğer taraftan da fidanın köklerine kürekle toprak atıyordu. Gözlerimi ondan alamadığım bir anda dudaklarımı araladım.
"İnsan bir ağaç gibidir. Sevgiyle sulandıkça boy verir."
Kerem bu sözü sevmiş olacak ki yüzünde tatlı gamzeleri belirivermişti. Birbirimizin gözlerinde kaybolduğumuz sırada elimdeki ibriği bir kenara bırakıp ona yardım etmek için diz çöktüm. Yerdeki toprak yığınından avuç avuç toprağı fidanın köklerinin üzerine dökmeye başladım. Fidanın kökleri görünmeyip tamamen yerine oturunca da yerden kalkıp ellerimdeki fazladan toprağı silkeledim.
"Rüyalarda her şey mümkündür," dedi Kerem elindeki küreği toprağa saplarken. Gözlerimi minik fidanımızdan alıp ona çevirdiğimde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Belki biz de bu fidanı sevgimizle sularsak o da dev bir ağaç olabilir," diyerek sözlerini tamamladı.
Gözlerindeki ışıltı benim yeşillerime de bulaştı. Benim de gözlerim onun sevgisiyle ışıldamıştı. "Belki de bizim sevgimizin ağacı yıldızlara kadar uzanmıştır. Kim bilir?" derken yanına gittim. "Belki de bizim ağacımız bizim kalbimize kök salmıştır. Kim bilir?" dedi Kerem. Bakışlarındaki sıcaklık içimi eritirken yerdeki ibriği alıp ona uzattım.
İbriği ikimiz birlikte tuttuk. Onun eli benim elimin üzerindeydi. Birlikte minik fidanımızın yanına gittik. İbriği eğip suyun fidanın dibindeki toprağa dökülüşünü izledim. Şırıl şırıl akan su fidanımıza can olacaktı.
Yeni bir hayat olacaktı...
İbrikteki su boşalana kadar fidanımızı sulamaya devam ettik. Fidan sulandıkça canlanmaya başladı. Yaprakları daha da yeşillendi. Ben o yeşillere baktıkça gözlerimin de yeşillendiğini hatta ruhumun da yeşile boyandığını hissetmiştim.
Fidan git gide büyümeye başladı. Kökleri kalınlaştı toprağa daha sıkı tutundu. Dalları göğe doğru uzanmaya daha çok yeşermeye başladı. Dört bir yanı saran dalları yükseldikçe yükseldi. Gövdesi bir çınarın gövdesi gibi kalınlaşmaya başladı. Adeta bir çınar gibi heybetli olmaya başladı.
"Annen haklıymış," dedi Kerem. Ona bakıp gülümsedim. İbrikteki su bitince de ibriği bir kenara koyduk. İkimiz de dallarında parlak yapraklarıyla büyüleyici görünen ağacımıza bakıyorduk. Dallarında yaprakları yardımıyla sakladığı minik kırmızı elmalar da ağacın güzelliğine güzellik katıyordu.
"Çok güzel," dedim hayranlıkla ağacın yüksekteki dallarına bakarken. Sonra bir anda aklıma küçük Hande geldi. Onun düşme ihtimalini umursamadan ağacın dallarına tutunarak tırmanışını hatırladım. Hafızamın gösterdiği bu minik kesit gülümsememe neden olmuştu.
"Tırmanmaya var mısın?" diye sordum Kerem'e. Yüzüme aval aval bakmaya başladığında onun yüksekten korktuğunu hatırladım. "Bu soru çok saçma oldu. Çünkü senin yükseklik korkun var."
Sıkıntılı bir nefes verdim. "Sen burada bekle. Ben çocukluğumdaki gibi tırmanmaya gidiyorum," dedim. Devasa elma ağacımıza doğru koşarken Kerem'in de peşimden geldiğini gördüm. "Ama sen yüksekten," dediğim sırada işaret parmağını susmam için dudaklarıma götürdü.
"Seninle gelmek istiyorum." Ona şaşkınlıkla bakarken ağacın dallarından birini tutup kendimi yukarı çektim. Sonra başka bir dala sonra bir diğerine derken en tepeye manzaranın en güzel olduğu dala kadar tırmandım. Kerem de peşimden acemi de olsa tırmanabilmişti.
En sonunda bir dalın tepesine bir kuş misali tünemiştim. Manzara buradan bakınca harika görünüyordu. Sanki tüm şehir ayaklarımın altındaymış gibi...
"Geldim," dedi Kerem yanıma oturup kolunu omzuma atarken. Başımı onun göğsüne yaslayıp manzarayı seyre daldım. Güneşin kızıllığı ve gökyüzüne fırlatılmış pamuk toplarını andıran bulutlar büyüleyici görünüyordu. Kuşlar uçarken süzülüyor manzaramıza bambaşka bir boyut katıyordu.
"Artık uyanmaya hazır mısın?"
Kerem'in sorusuyla dalıp gittiğim alemden çıkmıştım. "Evet ama bir şey daha var," dedim. "Listenin son maddesinden bahsediyosan onu uyanınca gerçekleştirme tarafındaydım."
Bu cevabına karşı kıkırdadım. "Hayır o değil. Senin taş sektirdiğin gölü görmek istiyorum," dedim ona sıkıca sarılırken. "O zaman rüya istasyonundaki son durağımız belli oldu."
Kerem ile birlikte rüyalardaki son maceramıza karar vermiştik. Sonra birlikte her şeyin başladığı yere ormana gidecek ve uyanmanın bir yolunu bulacaktık. Şimdi ise yeni bir hayatın dalları arasında birbirimize sarılıyoruz. |
0% |