@sevvnuraydn
|
Ağacın bizi kucaklayan dalları arasındaydık. Yüzümüzü gıdıklayan rüzgara karşı oturmuş uçup giden kuşları seyrediyorduk. Derin bir nefes alıp içimi bu manzaranın bana verdiği huzurla doldurdum. O an "Kerem," diye mırıldandım. Manzaraya dalmış bakışları bir anda beni buldu. "Gidelim mi?"
Kolları beni daha da sıkı sardı. Gözlerimi onun güneş ışığında bal rengine dönen gözlerine diktim. Yüzünde tatlı gamzeleri beliriverdi. Dayanamayıp parmağımı gamzesinin üzerinde gezdirdim. Minik bir çizgi nasıl bu kadar sevimli olabilirdi?
"Gidelim," dedi Kerem ağaçtan inmeye hazırlanırken. Ondan ayrılıp peşinden inmeye yeltendiğimde ağacın dalları arasındaki kıpkırmızı elmalar adeta beni çağırıyordu.
Gözlerim sanki büyülenmişim gibi elmaların üzerinde gezinmeye başlayınca ağaçtan inmekten son dakikada vazgeçmiştim. Oturduğum dala iyice yerleşip en yakınımdaki elmayı kopardım. Elma epey iriydi. Tam da elmalı turta yapmalıktı. Bu fikir bile ağzımın sulanmasına yetmişti.
"Hande inmiyor musun?" diye seslendi Kerem aşağıdan. "Elma toplayacağım. Sana attıklarımı yerden al," dedim bir başka daldaki elmaya uzanırken. Ağacın gövdesine sıkıca sarılıp elmayı kopardım. Ardından diğer elma ile birlikte yere attım. Kerem yere attığım elmaları tişörtünün içinde toplarken onun bu haline gülmeden edemedim.
Daha sonra ağacın gövdesine sarılırken ayağa kalkıp bir başka daldaki elmaya uzandım. Yanında duran iki elmayı da koparıp aşağıya attım. Sonra gelen sesle olduğum yerde kalakaldım. Bu ses Kerem'e aitti. Kafasını tutarken bir anda bayıldı. Az önce sevgilimin kafasına elma atıp bayılttım mı yoksa bana mı öyle geldi? Hayır kesinlikle onu bayıltmıştım. Hem de kafasına elma atarak...
"Kerem!" diye bağırdım. Panikle ağacın dallarının arasından yere inmeye başladım. Dallara bir bir basarken sonuncu dalda kendimi boşluğa bırakıp onun yanına koştum. Yerde bir seksen yatan Kerem'in yanına oturduğumda ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Stresten elim ayağım titrerken yanağına hafifçe vurdum. "Kerem aç gözlerini."
Kerem gözlerini tam olarak açamasa da hafifçe aralayıp başını tutmaya başladı. O kendine gelmeye başlarken rahatlayıp derin bir nefes aldım. "Çok acıyor mu?" diye sordum dayanamayarak. Kerem gözlerini tamamen açıp bana dalga mı geçiyorsun der gibi bakmaya başladı. Sonuçta hangi kız sevgilisinin kafasına elma atardı ki? Bu konuda da bir ilki gerçekleştirmiştim.
"Özür dilerim. Ne diye bakmadan elma atarsın ki?"
Kendi kendime söylendiğim sırada içimdeki anaç ruhun da etkisiyle Kerem'i bağrıma basıp başını okşamaya başladım. "Kıyamam ben sana," diyerek saçlarını okşadığım sırada elmanın kafasına isabet ettiği dolayısıyla başının ağrıdığı son dakika da aklıma geldi.
"Hande biz en iyisi gidelim," dedi ayağa kalkarken. Bir yandan kafasını tutarken bir yandan da arabaya doğru ilerlemeye başladı. Ben de yerdeki elmaları kucağıma doldurup peşinden koştum. Kucağımdaki elmaları arabanın bagajına koyup öne geçecekken Kerem'in başını tutmaya devam ettiğini gördüm.
"Arabayı ben kullansam daha iyi olur," dedim elindeki anahtarı aldığım sırada. Bana sanki az önce beyin sarsıntısı geçiren kendisi değilmiş gibi dehşetle bakıyordu. Bu bakışının nedenini tam olarak anlayamasam da üstelemedim. Ne de olsa bir şekilde öğrenirdim.
"Hande emin misin?" diye sordu. Kullanıp kullanamayacağım konusunda tereddüt ediyordu. Haklı mıydı? Tabii ki de hayır! Ben bu yenilgiyi ölsem de kabul edemezdim. Dalga konusu olamazdım.
"Kesinlikle," dedim kendimden emin bir şekilde. Buna rağmen ikna olmamıştı Kerem Bey. Yüzüme başını tutarken gözlerini kısarak bakıyordu. İçimi okuduğundan adım gibi emindim. Bende ona karşı en büyük silahımı kullanmaya karar verdim: Trip.
"Bakıyorum da araban benden de kıymetliymiş. Üstelik bu araba bir hayalden ibaretken!"
Cırlamam onun başını daha çok ağrıtmıştı. "Kullan," dedi pes ederek. Kazandığım zaferle birlikte ellerimi çırpıp şoför koltuğuna kuruldum. Emniyet kemerimi de takıp yanı başıma oturan Kerem'e sırıtarak baktım. Onun da yüzünde sinir bozukluğundan bir gülümseme belirdi.
"Kemerini bağla. Bu yolculuk çok süratli geçecek," dedim arabayı çalıştırırken. Kerem bana iflah olmayacağımı düşündüğünü belli edercesine bakıyordu. Bense bunu umursamayarak yola çıkmadan önce radyoyu çalıştırdım. Radyodaki adam yine son derece enerjik ses tonuyla konuşmaya başladı.
"Sıradaki şarkı güne enerjik başlayanlar için," dedi radyocu adam. Radyodan yükselen enerjik şarkıyla saniyesinde havaya girmiştim bile. Arabayı kullanırken bir yandan da şarkıyı mırıldanmaya çalışıyordum. Kerem bir süre telefonuna baktıktan sonra dehşet dolu bakışları beni buldu. Bu bana sesimin tüm karga meclisini tepemize toplayabileceğini hatırlatıyordu. Ciyak ciyak şarkı söylerken arabayla ana yola çıkmıştık bile.
Allah vergisi olağanüstü yeteneklerim sayesinde arabayı öylesine mükemmel kullanıyordum ki Kerem her an sallantıdan baygınlık geçirebilirdi. "Hande zikzak çiziyorsun resmen," diye söylenmeye başladı Kerem. Diğer arabalardan gelen korna seslerine aldırış etmeden çalan müzik eşliğinde araba sürüyordum. Tam o sırada müzik bitmiş radyocu adam tekrar konuşmaya başlamıştı.
"Bir istek parçamız var. Bu şarkı Kerem'den kafasını elma fırlatarak kıran sevgilisi Hande için geliyor. Kerem Allah yardımcın olsun kardeşim."
Duyduklarım karşısında küçük dilimi yutacaktım. Bunu da yapmış olamazdı değil mi? Ben ona şaşkın şaşkın bakarken radyoda Teoman'ın Senden Daha Güzel isimli şarkısı çalmaya başladı.
"Kerem!" diyerek boynuna sarıldım. "Hande!" diye Kerem yolu işaret edince direksiyonu kırıp kaza yapmaktan son anda kurtulduk. Sonrasıysa kendimi şarkının sözlerini bağıra çağıra söylerken buldum. "Araba sürmeyi bilmiyorsun değil mi?"
Bu soruyu duymazlıktan geldim ama o sorusunu tekrar sordu. Kerem o sırada gözlerini devirip kaza yapma ihtimalime karşı yola odaklandı. "Ehliyet sınavından 6 kere kalmam araba kullanmayı bilmediğim anlamına gelmez bence," dedim gülerek. Kerem bana şok içinde baktı. "Öyle şey olur mu? Sana aslında ehliyet vermeyerek hata etmişler." Sesi alaycı ama bir o kadar da ciddiydi. Sözleri karşısında kıkırdadım. Şarkının bitmesiyle de radyoyu kapattım.
Ardından bir elim direksiyondayken diğer elimle Kerem'in yanağından makas aldım. "İşte benim sevgilim," diyerek kıkırdadım. Kerem'in araba kullanırken yaptıklarım yüzünden eve kazasız belasız varmamız için içinden dua ettiğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
"Korkma. Ben seni eve sağ salim götüreceğim," dedim kahkaha atarken. İşte şimdi tam da ruh hastasına benzemiştim. Kerem arabayı tımarhaneye çek diye bağırsa şaşırmazdım. İstikametimiz en yakın tımarhane neredeyse oraya olmalıydı. Şu saatten sonra da bizi kabul edecek başka bir yer olduğunu hiç sanmıyordum.
"En yakın tımarhaneye çek arabayı. Bir daha araba kullanmaman için gerekirse deli gömleği bile giydirebilirim." Kerem başını iki yana bıkkınlıkla sallarken bu hali gözüme daha sevimli gelmişti. Gamzelerini saymıyorum bile...
Dikkatimi yola verdiğim yaklaşık yirmi dakikanın ardından tabii Kerem'in navigasyonluk yapmasının da büyük etkisiyle eve varabilmiştik. Devasa sürgülü kapı ardına kadar açılırken arabayı içeri geçirip olabilecek en muntazam şekilde arabayı park edip anahtarı yuvasından çıkardım. Kerem ile birlikte arabadan inip kapıyı kapattım. Anahtar ile havalı havalı Kerem'in yanına gittim.
"Hande Turizm ile yolculuk ettiğiniz için teşekkür eder yine bekleriz," diyerek anahtarı avucuna bıraktım. Bu sözlerim karşısında Kerem'in Allah korusun diye düşündüğüne emindim. "Ben almayayım," dedi kilidi açıp bagajın kapağını aralarken.
Bagajdan uğruna kafa yarılan elmalarımızı da alıp kapıya geçtik. Zili çalıp beklerken sıfır nokta beş saniyede Nilgün abla kapıda belirivermişti. Kadın milli sporcularla yarışırdı.
"Hoş geldiniz," diyerek bizi içeri buyur ederken omuzlarımı dikleştirip havalı bir giriş yapmaya çalıştım ama onu da elime yüzüme bulaştırdım. Saniyesinde kapının girişindeki görkemli paspasa takılıp toto üstü yere yapıştım.
Kerem halime kahkahalarla gülerken utancımdan yerin dibine girmiştim. Yüzüm yanmaya başlamıştı bile. Yerden dikkatle kalkıp arkama bakmadan salona doğru ilerlemeye başladım.
"Hande nereye?" diyerek gülmesini bastırmaya çalışan Kerem Bey peşime takıldı. Tabii ben uyanıklık yapıp önümde beliren açık mavi bariyerin içinden geçtim. Hangi anıda olduğumu bilmiyordum ama evin dört bir yanında yankılanan gülüşme seslerinden anladığım kadarıyla güzel bir anının içindeydim.
"Bak benim taşım kırmızı," dedi zarif ve ince bir ses. Bu ses Kerem'in annesine aitti. Ayaklarım beni sesin geldiği tarafa doğru götürmeye başladı. "Ama anne hani benim taşlarım kırmızı olacaktı?" diye söylenmeye başladı küçük Kerem. Onların yanına gittiğimde küçük Kerem, annesi ve babası masada oturmuş fanustaki çakıl taşlarını boyuyordu.
"Bir tane de benim kırmızı taşım olmasın mı?" dedi Kerem'in annesi kıkırdayarak. Tam o esnada küçük Kerem önündeki kırmızı taşı annesine uzattı. "Aslında bunu senin için boyamıştım."
Sesindeki naif tını içime işlemişti. Annesi gülümseyerek taşı elinden alıp ışığa doğru tuttu. Taş üzerine yansıyan ışıkla parlarken aslında bu taşın Kerem'in bana verdiği taş olduğunu anlamam uzun sürmedi. Gözlerim kırmızı taşa takılı kalmışken dikkatimi dağıtan şey Kerem'in babasının sesiydi.
"Bana da yok mu?"
Küçük Kerem neşe ile kıkırdadı. "Baba ama sen kırmızıyı sevmezsin ki. Senin en sevdiğin renk mavi." Adamın kahverengi gözleri bir anda karşısında oturan kadının deniz mavisi gözleriyle buluştu. O an bakışlarındaki derin sevginin farkına vardım. Üstelik onun en sevdiği rengin sebebini de anlamış oldum.
Gözlerim dolu dolu onların oluşturduğu mutlu aile tablosuna dalıp gittim ama tam o esnada aklıma beni bekleyen bir adet kafası kırık Kerem olduğu aklıma geldi. Masanın yanına iyice yaklaşıp ortada içi çakıl taşlarıyla dolu fanusu aldım.
Fanusun bir kopyası elimde belirirken masadaki boyalardan ve fırçalardan da alıp fanusumun içine koydum. Sonra son bir kez küçük Kerem'e baktım. Yüzündeki mutluluk gamzeleriyle taçlanmıştı.
Ona içten bir gülmsemeyle bakıp açık mavi bariyerin dışına çıktım. Çıkmamla az daha elimdeki fanusu düşürüyordum. Çünkü Kerem Bey cehennem zebanisi gibi önümde dikilmişti.
Elimi korkudan yüreğimin üzerine koyup soluklanırken ona delici bakışlarımla bakmaya başladım. "Ödümü kopardın!" diye ona cırlarken yüzündeki ifadede gram değişim olmamıştı.
"Nereye kayboldun?" diye sordu kollarını kavuşturmuş karşımda gardiyan misali dururken. Ona elimdeki fanusu gösterdim. Saniyesinde elimdekini alıp incelemeye başladı.
"Yine bir anıma daha girdin değil mi?" diye sordu sırıtırken. Bana ortadan kaybolduğum için kızmamıştı. Aksine ona getirdiğim minik bir hatıranın sevincini yaşıyordu.
"Birlikte boyayabiliriz diye düşündüm," diyerek sırıttım. O da beni başıyla onaylamıştı. Ardından fanusu tek eline alıp diğer elini tutmam için uzattı. Bende parmaklarımı onunkilere kenetledim.
Birlikte el ele mutfağa doğru ilerledik. Mutfağın kapısına vardığımızda içeriden tabak çanak sesleri geliyordu. Merakla başımı kapının pervazından içeriye doğru uzattım.
Nilgün abla getirdiğimiz elmaları yıkayıp büyükçe bir kapa koyuyordu. "Elmalı turta yapmaya ne dersin?" diye sordum bakışlarımı Kerem'e çevirirken. Bu fikir hoşuna gitmiş olacak ki elimi bırakıp elindeki fanusu tezgahın bir köşesine bıraktı. Bende onun peşinden mutfağa giriş yaptım. Artık mutfakta hünerlerimizi sergilemenin vakti gelmişti.
"Anlaşılan aşçılık kariyerimizi zirvede bıraktığımızı düşünmüyorsun," dedi. Ona bilmiş bir tavırla baktım. Ardından duvardaki askıda asılı olan önlüğümü başımdan geçirip kuşağını belime bağladım. Şapkamı da taktığımda elmalı turta yapmaya hazırdım.
"Hadi Dicaprio turta kendi kendine olmaz."
"O zaman şöyle yapalım Winslet. İki turta yapalım. İyi olanın turtası kazansın," dedi meydan okurcasına. Bu rekabeti o başlatmıştı ve sonuçlarına da razı olmak zorundaydı. "Bu rekabeti kabul ediyorum. Peki nesine olacak?" diyerek ortamı iyice kızıştırmıştım.
Kerem'in dudakları zevkle yukarı doğru kıvrıldı. İşte şimdi bittiğimin resmiydi. Kesin beni sinir edecek bir şey isteyecekti ama bu benim için bir sorun olmamalıydı. Sonuçta bu düelloyu ben kazanacaktım.
"Eğer ben kazanırsam ben ne istiyorsam onu yapacaksın."
"Tamam kabul. Ben kazanırsam bana şarkı söyleyeceksin," dedim ona yaklaşıp meydan okurken. Kerem bu rekabeti sevmişti. Teklifimi bilmiş bir tavırla onaylayıp önlüğünü giydi. "Savaş başlasın," diyerek buzdolabına doğru ilerledim. Buzdolabından tarifimiz için gerekli tüm malzemeleri çıkarıp tezgaha koydum.
İşe turtamın hamurunu yapmakla başlayamaya karar verdim. Kendime derince bir kap alıp içine tereyağı ve sıvı yağ koydum. Bir tane de yumurta kırdıktan sonra şeker ve kabartma tozunu ilave ettim. Ardından biraz vanilya ve hamuruma kıvamını verecek olan unu kabıma serpiştirip yoğurmaya başladım. Hamur elime yapıştıkça un eklemeye devem ettim ama ipin ucunu fazla kaçırmış olacağım ki hamur taş gibi oldu.
"Turtan ne alemde Winslet?"
Kerem'in sorusuyla bakışlarımı hamurumdan alıp onun büyük bir ustalıkla tezgaha yayıp şekil verdiği hamura çevirdim. Her haliyle mükemmel görünen hamura imrenerek baktım. Sonra da sırf hasedimden kendi hamurumu kaptan sıyırıp tezgaha yerleştirdim. Az daha sıvı yağ ekleyip hamurumu kurtarmaya çalıştım. Hamuru tezgahta yoğururken bu seferde daha büyük bir felaket yaşandı. Hamur bu sefer de haddinden fazla cıvık olmuştu.
Elime yapışan hatta daha da kötüsü tezgahla bütünleşen hamura sinir bozukluğuyla bakmaya başladım. "Hande senin hamurun cılkı çıkmış sanki," dedi Kerem alayla. Ona delici bakışlarımla kısa bir bakış attım. Ardından hamuru tezgahtan çıkarmak için büyük bir savaş vermeye başladım ama nafile. Hamuru tezgahtan kazısam anca çıkardı.
"Çıkmıyor," dedim Kerem'e bakıp dudak büzerken. Bana bakıp sırıtırken yanıma gelip bana arkadan sarıldı. Nefesini yanağımda hissedebiliyordum. "Pes mi?" diye sordu. Pes etmek benim kitabımda yoktu. En azından kaybedeceksem de ortada bir turta olmasını tercih ederdim. "Hayır," diye mırıldandım. Kerem ise dikkatimi dağıtmak için dudaklarını boynuma bastırdı. Sıcacık öpücük başımı döndürürken beni bırakıp işe koyuldu.
Son bir azimle azıcık daha un koydum ve tekrar yoğurmaya çalıştım. Zar zor tezgahtan çıkardığım hamur bir şeye benzeyince onun bir kısmını kenara ayırıp buzluğa attım. Ardından elmalarımı rendelemek üzere Kerem'in yanındaki yerimi aldım. Birlikte elmalarımızı rendelemek üzere adeta birer şef edasıyla tezgahın arkasındaki yerimizi aldık.
Kendime temiz bir kap çıkarıp elmalarımı soyup içine rendelemeye başladım. Elmaları rendelerken parmaklarımı rendelememeye özen gösteriyordum. Bir kesik vakası daha kaldıramazdım. Elmalarımı rendeledikten sonra pişirmek için genişçe bir tavaya döküp ocağa aldım. İçine biraz toz şeker ve tarçın ekleyip pişirmeye başladım.
"Elmalara geçmişiz," dedi Kerem imayla. Elindeki tavayı yanıma gelip ocağa yerleştirdi. İkimiz aynı anda harçlarımızı pişirirken arada bir ona keskin bakışlarımı bir ok gibi yönlendirmeyi de ihmal etmiyordum. Kerem de arada bir bana bakıp gülmekle yetiniyordu. Bu savaşın galibi olmam şarttı.
******* "Piştiler," dedim neşeyle. Fırının kapağını aralayıp turtaları çıkardım. Tezgaha koyduğum sıcak turtanın kokusu mutfağın dört bir yanını sarmıştı. Bu enfes kokuyu burnuma çekip mest olurken Kerem, Nilgün ablayı çağırdı. Daha sonra önlüklerimizi çıkarıp askıya astık. Nilgün ablanın mutfağa gelip piknik sepetini hazırlamaya başlamasıyla Kerem ile birlikte tezgahın üzerindeki fanusu da alıp mutfaktan çıktık.
Artık salona geçip sıradaki etkinliğimiz olan taş boyamaya başlayabilirdik. Fanusu tıpkı anıda olduğu gibi masanın ortasına koyup kendime bir sandalye çektim. Kerem de karşımdaki sandalyeye oturunca elimi fanusa daldırdım. İçinden rastgele bir taş seçip fırçamı aldım. Şimdi sıra hangi renge boyayacağıma karar vermekti.
Aklıma Kerem'in kırmızıyı sevdiği geldi. Bende fanusun içindeki kırmızı boyayı aldım. Kerem ise benim düşündüğümün aksine başka bir rengi seçmişti. Yeşili...
"Ama sen kırmızıyı seversin," dedim sanki bu onun başka rengi seçmesine engel bir durummuş gibi. Kerem gülümsedi. "Belki de kırmızıyı eskisi kadar sevmiyorumdur."
Masanın üzerinden eğilip yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. "Belki de bana yeşil rengi sevdiren biri vardır," dedi gözlerimin en derinine bakarken. Bu tıpkı babasının annesine olan sıcak bakışlarını andırıyordu ama Kerem'in bana bakışları daha anlamlıydı. Gözlerim gözlerindeyken gülümsedim. Tıpkı babasının en sevdiği rengin sebebi sevdiğinin gözleri olduğu gibi bu durum Kerem için de geçerliydi.
Kerem geriye doğru yaslanıp fanustan aldığı fırçayı yeşil boyaya batırdı. Yeşil boyayı seçtiği taşa ağır fırça darbeleriyle sürmeye başladı. Bende kendi taşımı kırmızıya boyamaya başladım. Hatta taşı boyamakla da kalmayıp parmaklarımı da boyamıştım.
Kırmızı boyanan parmağıma bakıp Kerem daha durumun farkına varmadan burnunun ucuna sürdüm. Geriye çekilip baktığımdaysa palyaço burunlu Kerem beni güldürmüştü.
"Bu bir savaş ilanıdır," dedi Kerem parmağını yeşil boyaya daldırıp ayağa kalkarken. Ben kahkahalarımın arasından ayağa kalkıp onun gazabından kaçmaya başladım. Kerem ise parmağında yeşil boyayla beni kovalamakla meşguldü.
"Ama ama," diyerek aslında ne demek istediğimi ben bile bilmiyordum. Ondan kaçarken en sonunda kapana kısıldım. Ona şaşkın şaşkın bakarken ayaklarım geri geri gidiyordu. En sonunda sırtım duvara çarptığında dehşetle bakıyordum. Kerem ise yüzünde sevimli gamzeleriyle üzerime doğru geliyordu.
"Artık kaçışın yok," dedi aramızdaki mesafeyi minimuma indirirken. En sonunda pes edip öylece durdum. Kerem boyalı parmağını yanağımda ağır ağır gezdirdi. Onun dokunduğu yerin yandığını hissedebiliyordum. Gözlerimi onun gözlerine diktiğimde geri çekildi. Yanağıma dokunuşundan onun boyayla kalp çizdiğini anlayabiliyordum.
"Böyle daha güzel oldun," dedi yüzüme eğilip diğer yanağıma öpücük bıraktığı sırada. Yüzüm alev alev yanarken tepki verememiştim. Sadece yüzüne aval aval bakmakla yetindim. Tam o sırada Nilgün abla salona giriş yaptı.
"Kerem Bey piknik için her şey hazır."
Kerem başıyla onu onaylarken konsolun üzerindeki aynadan yanağıma baktım. Tam da düşündüğüm gibi kalp çizmişti. Yeşil bir kalp...
******* Yüzümüzdeki boyaları çıkarmış ve yaklaşık yarım saat boyunca taşların boyayıp kurumasını beklemiştik. Artık göl kenarına gidebiliriz.
Kerem ile birlikte piknik sepetimizi, renkli taşlarımızı ve turtalarımızı da alıp evden çıktık. Tüm malzemelerimizi Kerem bagaja yerleştirirken bende arabaya yerleştim. Kemerimi takıp başımı cama yasladım.
"Her şey hazır. Göle gidebiliriz," dedi Kerem anahtarı kontağa sokup çevirirken. Arabanın homurtusu duyuldu. Kerem arabayı güvenliğin sürgülü kapıyı açması üzerine dışarı çıkardı. Böylece yolculuğumuz başlamış oldu.
Gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Gökyüzü turuncuya çalan bir renge bürünmüştü. Kuşlar turunculuğun içinde süzülerek kayboluyordu. Bakışlarımı bu sefer binaların üzerinde gezdirdim. Her biri birbirinden farklı binaların balkonlarında oturan insanlara baktım.
Sebebini bilmeden derin bir iç çektim. İçimde huzur vardı. Bu huzurun etkisiyle kendimi rahatlamış hissediyordum. Mutlu hissediyordum. İçimde bir şarkının notaları geziniyordu sanki. Neşeli ve huzur veren bir şarkı...
******* Yolculuğumuz ne kadar sürdü bilmiyordum ama gözlerimi daldığı alemden çıkarmayı başardığımda gölün berrak suyuna yansıyan günbatımı manzarasını görebiliyordum. Oturduğum koltukta esneyerek oturmaktan tutulmuş olan uzuvlarımı normale döndürdüm. Gözlerimi yanı başımdaki koltuğa çevirdiğimde Kerem'in olmadığını fark ettim. Muhtemelen piknik malzemelerini ayarlıyordu.
Kemerimi çözüp kapıyı açtım. Arabadan yarı uykulu bir şekilde inip kapıyı kapattım. Adımlarım beni göl kenarındaki masaya doğru götürüyordu. Masada her şey eksiksiz bir şekilde yerleştirilmişti.
"Hoş geldin," dedi Kerem ağaçların arasından yanıma gelirken. Onun geldiği ağaçların arasına kurulmuş bir hamak vardı. Anlaşılan geceyi burada geçirecektik. "Ne zamandan beri arabada oturuyorum?"
Kerem ayakkabısını toprakta ileri geri sallamaya başladı. Anlaşılan saatlerdir dünyadan bir haberdim. "Yaklaşık üç saattir," dedi Kerem gülümserken. Gözlerim kocaman açıldı. Resmen totomun uyuşma aşamasına geçecek kadar uzun süredir arabadaydım. Benim ayı olduğumu düşünür mü acaba?
"Düşünmem," dedi Kerem kahkaha atarken. Aklımı okuyabildiğini her seferinde unutmasam olmazdı sanki. Kendi kendime düşünceler alemine dalıp gitmişken gözlerim gölün kenarındaki açık mavi bariyere ilişti.
"Buraya çocukluğunu yad etmeye geldik. Peki bunu anının içinde yapmak ister misin?" diye sordum. Kerem gülümseyip elimi tuttu. Masanın üzerindeki renkli taşlarla dolu fanusumuzu da alıp birlikte bariyere doğru ilerledik.
Boştaki elimi bariyerin içine soktuğumda birlikte içeri girdik. Bizi göl kenarında taş sektiren küçük Kerem, annesi ve babası karşılamıştı. Yüzlerindeki gülümseme ise ne kadar mutlu olduklarının habercisiydi.
Gözlerimi elimi tutan sevgilime çevirdim. Gözleri çocukluğuna takılı kalmıştı ama bu sefer hüzünden çok mutluluk okunuyordu gözlerinden.
"Bizde yanlarına gidelim," diye mırıldandı. Birlikte çocukluğunun yanına gittik. Kerem fanustan bir taş seçti. Taşı tek hamlede denize doğru fırlattığında taş yaklaşık on kere sekmişti. Bende hevesle fanusun içinden kendime bir taş seçtim.
Elimdeki mavi taşı denize doğru fırlattığımda bir kere sekip batmıştı. Çocuk gibi dudak büküp Kerem'e baktım. Bu halime kahkahalarla gülüyordu.
"Ben beceremeyeceğim galiba." Kerem yeni bir taş seçip nasıl sektireceğime yönelik taktikler vermeye başladı. Kısa bir süre sonra tekrar denemeye karar verdim. Yeni bir taş alıp tüm gücümle denize doğru savurdum. Taş birkaç kez sektikten sonra battı. Zafer kazanmanın verdiği sevinçle olduğum yerde zıplayıp Kerem'in boynuna atladım.
"Gördün mü?" diye ciyakladım. Kerem güldü. Bende güldüm. Taşlarımız bitene kadar gölde taş sektirmeye devam ettik. Taşlarımız bitince ise bariyerin dışına çıktık. Hava kararmış yıldızlar gökyüzüne saçılmaya başlamıştı. Birlikte piknik masamıza kurulduk.
"Rekabetimizi sonlandırma vakti geldi." Kerem yüzüme meydan okurcasına bakarken heyecandan dudaklarımı kemirmeye başladım. O sırada masada duran turtamı önüme çekip bir bıçakla kestim. Ardından servis tabağına aldım. Kerem de kendininkini servis tabağına alınca sıra tadım testine gelmişti.
"İlk hangisinden başlayalım?" diye sordu Kerem. Büyük bir özgüvenle kendi turtamı ortaya koydum. Kerem çatalını turtaya batırdı ama çatalıyla bir parça almak isterken metal çatal bükülüverdi. O kahkaha atarken ben bükülen çatala hayretler içinde bakıyordum.
"Sanırım galibimiz belli," dedi zafer gülümsemesiyle. Turta yerine beton olmuş olan dilime dudak bükerek baktım. Nerede yanlış yaptığımı sorguluyordum. Anlaşılan unu az koydum derken haddinden fazla koymuştum. "Tamam. Kabul ediyorum. Sen kazandın. Şimdi ne yapmamı istersin?"
Söyleceklerini korkuyla bekliyordum. Karşımda düşüncelere dalmış Kerem gülümsedi. "Bunu uyanınca söylerim." Onu başımla onayladım. Sonra onun benim için kendi turtasından bir dilim koyuşunu izledim.
Tabağı bana uzattığında bir çatal alıp çiğnemeye başladım. Tadı kesinlikle muhteşemdi. Elma ve tarçının uyumuna cevizin kıtırlığı eklenmişti. Kerem kesinlikle mutfakta benden iyiydi.
"Bu muhteşem," dedim turtanın tadıyla mest olurken. Beğenmeme sevinmişti. İkimiz sessizce turtalarımızı yedik. Ardından ağaçların arasındaki hamağa doğru ilerledik. Kerem ile birlikte hamağa uzandım. Ona sıkıca sarılıp gözlerimi gökyüzünden bize bakan parlak yıldızlara çevirdim.
"Çok güzeller," diye mırıldandım. Kerem alnıma bir öpücük kondurup gözlerini benim gibi gökyüzüne dikti. "Ama senin kadar değiller." Kıkırdadım. Bir süre sonra gökyüzünü seyrederken onun kolları arasında huzur dolu bir uykuya daldım. Bölüm : 18.12.2024 04:59 tarihinde eklendi |