@sevvnuraydn
|
Kuşların cıvıltıları ve parıldayan Güneş'in de etkisiyle gözlerimi araladım ama gözlerimi açmamla uykum daha ağır basmaya başlamıştı bile. Uykumu açmak için gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıp bakışlarımı uyuyan Kerem'e çevirdim. Tıpkı küçük bir bebek gibi uyuyordu.
Çocukluğundaki masum yüz ifadesi ve üstelik uyurken tebessüm edince çıkan gamzeleriyle oldukça sevimli görünüyordu. Dayanamayarak baş parmağımı gamzesinde dolaştırdım. Bu hareketim onu daha da güldürmüş gamzesinin daha da genişlemesine neden olmuştu.
"Günaydın," diye ciyakladım bir anda. Kerem gözlerini bir anlığına açtı. Daha sonra gözlerini yumup bana sıkıca sarıldı. Burnunu saçıma dayayıp kokumu içine çekerken uyanmaya hiç niyeti olmadığını anladım. Ama ben bir an önce gitmek istiyordum. Bir an önce yola çıkmak istiyordum. O yüzden ne yapıp edip Kerem'i uyandırmak zorundaydım.
"Ama uyumak yok. Bugün yola çıkacağımızı unuttun mu yoksa," diyerek dudak büktüm. Halimin çocuktan farkı yoktu. Kerem uyanmaya niyeti olmadığını göstererek yanağımdan öptü. "Beş dakika daha," diye mırıldandı. Uyku sersemliği bana okul zamanı uyanmamak için annemi çıldırtışımı hatırlattı. Her sabah yataktan sürüklenilerek uyandırılırdım.
Bu düşünce aklımda bir ampulün yanmasına neden olmuştu. Aklımdakini Kerem'in duyduğunu biliyordum ama bu önemli değildi. Çünkü biraz önce olacaklara mani olmak için yeterli zamanı yoktu. Yüzümde sinsi bir gülümsemeyle planımı uygulamaya koymaya hazırlandım. Birkaç saniye içinde onun kollarından kurtulup hamaktan kalktım.
Kalkmamla birlikte hamak ters dönmüş Kerem yüzü koyun yere yapışmıştı. Kendimi tutamayıp kahkaha atmaya başladığımda ise sinir bozukluğuyla buruşan yüzü beni buldu. Bana kötü kötü bakarken hiç umursamadan gülmeye devam ediyordum. İçinizden benim ne kadar duygusuz ve gıcık olduğumu düşündüğünüzü hissediyorum. Haksız da sayılmazsınız.
"Ben seni öperken senin yaptığın hainlik değil de nedir Hande Hanım," dedi Kerem ayağa kalkarken. Bu konuda oldukça haklıydı ama ona uyanması için önden bir uyarı yapmıştım. Sonuç olarak bunu kendileri istemişti. "Bunu siz istediniz Kerem Bey," dedim bilmiş bir tavırla. Kerem gözlerime meydan okurcasına bakmaya başladı. Anlaşılan fena kaşınmıştım.
"Öyle mi Hande Hanım?" diye sordu gözleri kocaman açılırken. Onun bu tavrı bendeki meydan okuma dürtüsünü tetiklediğinden onu başımla onayladım ama biraz sonra olabileceklerden de deli gibi korktuğumu söylemem gerek.
"Peki. Öyle olsun Hande Hanım." Bana kısa bir bakış atıp masaya doğru ilerledi. Onu gerçekten kızdırmış mıydım yoksa sadece bana numara mı yapıyordu emin değildim ama emin olduğum bir şey varsa o da ona şirinlik yapıp kendimi affettirmem gerektiğiydi. Bu yüzden yüzüme en can alıcı ifademi takınıp onun yanına masaya doğru ilerledim.
"Canım," diyerek ona doğru yaklaştım ama beni taktığı söylenemezdi. Anlaşılan iyice bana benzeyip trip atmaya başlamıştı. Ona ayak uydurmam gerektiğinden ona daha da sokuldum. Kollarımı beline dolayıp başımı sırtına yasladım. Kerem kaskatı kesilirken "Özür dilerim," diye mırıldandım. Sesim küçük bir kızınki gibi ince çıkmıştı.
Onun tepki vermesini bekledim ama vermedi. Onun yerine hareket etmeden öylece durdu. Ağır ağır nefes alışını yanağımda hissedebiliyordum. "Benimle konuşmayacak mısın?" Dudak bükerek sorduğum soru karşısında bana doğru dönüp kollarını belime doladı. Yanağındaki derin bir çizgi halindeki gamzeleri ve sıcak bakışları altında eridiğimi hissettim.
"Seninle konuşmama gibi bir hata yapsaydım muhtemelen beynimi felç edene kadar konuşmaya devam ederdin," dedi gülerek. Ona karşı kısık gözlerle baktım ama bu durum uzun sürmedi. "Muhtemelen benimle konuşman için her türlü şeyi yapardım. Hatta bunun başında bağıra çağıra şarkı söylemek geliyor." Şarkı söyleme fikrim Kerem'in göz bebeklerinin büyümesine neden olmuştu. Bunun düşüncesi bile onun dehşete kapılmasına yetmişti.
"Merak etme. Şarkı söylemek yok," dedim kıkırdayarak. Kerem bir az olsun rahatlamıştı. Sonuçta o da sesimin kargalar meclisini toplayabildiğini biliyordu. "Peki Hande Hanım. Şimdi yolculuğumuz nereye?"
"Ormana gidelim. Ormandaki o eve," diye yanıtladım sorusunu. Kerem beni başıyla onayladı. Eğer rüyadan nasıl uyanabileceğimizi öğrenmek istiyorsak ilk yapmamız gereken şeyin o eve gitmek olduğunu düşünüyorum. Üstelik o evde çözülmesi gereken gizemlerin olduğunu ikimiz de biliyoruz.
"O zaman vakit kaybetmeden toparlanıp yola çıkalım." Kerem masada dünden kalma tabak ve ıvır zıvırları sepete koyarken ona yardım etmeye başladım. İkimiz birlikte masadakileri topladıktan sonra hamağın iplerini ağaçların gövdesinden çözdük. Ardından hamağı ve sepeti arabanın bagajına atıp öne geçtim. Artık yola çıkmaya hazırdık.
Hiç vakit kaybetmeden kemerimi taktıktan sonra yanımdaki koltuğa oturan Kerem'e çevirdim gözlerimi. O da kemerini takıp bana baktı. İkimiz de heyecanlıydık. Bir an önce bu rüyadan uyanmaya can atıyorduk. "Önce yol için yiyecek bir şeyler alalım. Yolumuz uzun." Kerem'in sözlerini başımla onaylayıp arkama yaslandığım sırada bana bilmiş bir ifadeyle bakmaya başladı.
"Sonra ormanda kaybolduğumuzdaki gibi açlıktan beni yemeğe çalışma," diyerek bana imalı bir bakış attı. Ona gözlerimi kısarak baktım. Hayali ışın kılıcımla onu bir güzel patakladığımı hayal ettim. Tabii beyefendi zihnimden geçenleri duyabildiğinden kahkaha atmaya başladı. "Sen çok fazla şiddet içerikli film izliyorsun."
"Hayır izlemiyorum," dedim cırlayarak. Bu tavrım onun geri adım atmasına neden olmuştu. Bıyık altı gülerek arabayı çalıştırdı. Bense bakışlarımı ondan öte tarafa yani cam tarafına çevirdim. İşte şimdi benim için trip çanları çalmaya başladı. Kollar bağdaştırıldı. Bakışlar kaçırıldı ve az sonra trip atmak için son malzememizi ekleyeceğiz. Taramalı tüfek gibi hiç durmadan söylenme...
"Kırk kilocuk kıza attığın iftira değil de nedir Kerem? Ben sana saldırmadım bir kere."
Kerem bakışlarını kısa bir süreliğine bana çevirdi. Sonrasıysa kendine hakim olamayarak kahkaha atmaya başlaması olmuştu. Resmen karşımda gözümün içine baka baka kahkaha atıyordu. "Kırk kilocuk mu?" diye sorduğunda bunun üzerinde özellikle durduğunu fark ettim. Sorusundaki imalı ifadeyi anlamamsa ona keskin bakışlarımı ok gibi yöneltmeme neden olmuştu.
"Sen bana neyi ima ediyorsun? Yüz kilo muyum ben?" diyerek bozulduğumu belli etmiştim. Bu durum Kerem'in geri adım atmasına neden olmuştu. "Ben öyle demek istemedim. Sonuçta sen kırk değil otuz kilocuksun."
"Benimle dalga geçiyorsun!"
"Sen değil kırk, yüz kırk kilo da olsan ben seni severim." Sözleri karşısında yumuşadığımı hissettim ama yine de tedbiri elden bırakmamakta fayda vardı. "Kapıdan geçemesem hatta her yere yuvarlanarak gitsem bile mi?" diye sordum. Kerem gülümsedi. "Merak etme birlikte yuvarlanacak hale geliriz."
Bu sözlerine karşılık kıkırdadım. "Pekala. O zaman ilk olarak yola çıkmadan önce bizi şişmanlatacak şeyler almalıyız," diyerek aklıma gelen enfes yemeklerle iç çektim. Kerem beni başıyla onaylayıp arabayı sürmeye devam etti. Birlikte sessiz ve uzun bir araba yolculuğu geçirmeye devam ettik.
*******
"Kerem arabayı durdur!" diye ciyakladım. Yaklaşık bir saattir yolda olduğumuzdan yola dalmış Kerem ani bir frenle arabayı durdurdu. Frenin etkisiyle öne doğru savrulduğumuz sırada Kerem'in dehşet dolu bakışları beni buldu. "Ne oldu?" diye sorduğunda onu korkuttuğumun daha yeni farkına varmıştım.
"Bak," diyerek önünde durduğumuz çiğ köfteci dükkanını işaret ettim. Kerem bana gözlerini devirirken ben çoktan kemerimi çözüp arabanın kapısını açmıştım. "Nereye?"
"Çiğ köfte almaya," diyerek yanıtladım sorusunu. Kerem bana inanamayarak baktı. Bu durumda bile midemi düşünmem benim ne derece anormal olduğumu açıkça gösteriyordu. Yüzümde çiğ köfteci görmenin verdiği mutluluğun gülümsemesiyle dükkana doğru ilerlerken Kerem'in de pes edip peşimden geldiğini fark ettim.
"Sende çiğ köftenin büyüsüne kapıldın değil mi?" diye sordum bilmiş bir tavırla. Kerem bana bakıp derin bir iç çekti. Bu iç çekişin anlamı Allah'ım bana sabır ver demekti. Bunu biliyordum ama şu an daha önemli bir işim olduğundan onunla didişmeyi bir süre erteledim. Ardından birlikte lezzet diyarından içeri bir adım attık.
İçeri girdiğimizde "Hoş geldiniz," diyerek gülümseyen çiğ köfteciye nazikçe gülümsedim. Tam o esnada gözlerim ilk aşkım olan çiğ köfteye kaydı. Gözlerimden kalplerin çıktığını hissedebiliyordum. "Kocaman dürümler istiyoruz yanına da aile boyu çiğ köfte istiyoruz."
Kerem'in büyüyen göz bebekleri bir anda beni bulunca sırıttım. Sonuçta benim çiğ köfteye olan sevdamı bilmesi gerekirdi. "Onların hepsini yiyecek misin?" diye sordu inanamayarak. Ona bilmiş bir ifadeyle baktım. "Hayır. İkimiz yiyeceğiz."
Bu sözlerim Kerem'i korkutmuştu. Üstüne üstlük benim sırıtmam sözlerimi daha da ürkütücü bir hale getirmişti. Korkutucu sırıtmamı ve imalı bakışlarımı onun üzerinden alıp dürümleri hazırlamaya başlayan çiğ köfteciye çevirdim. Sonrasıysa sanki gözlerimin önünde adam öldürülmüş gibi tepki vermem olmuştu.
"Dur!" diye ciyakladığım sırada çiğ köfteci iki adım geri sıçramıştı. "Çabuk bana eldiven verin," diyerek çiğ köfteci amcayı kenara çekip tezgahın arkasındaki yerimi aldım. Adam bana şok olmuş bir şekilde bakarken Kerem bana tezgahın arkasından çıkmam için kaş göz işareti yapıyordu ama ben başıma buyruk olduğumu belli ederek işime konsantre olmuştum.
"Amca ben kocaman dürüm demiştim. Bu şekilde olmaz. Şimdi beni izle," diyerek önümdeki poşetten eldiveni ellerime geçirdim. Ardından önümdeki çiğ köfte yığınını avuçladım. Neredeyse kafam kadar olan bir yığın çiğ köfteyi lavaşa yapıştırdım.
"Hande öldürecek misin bizi?" dedi Kerem. Ona kısa bir bakış atıp profesyonelliğimi bozmamak adına işime geri döndüm. Dev çiğ köftenin üzerine tezgahın üzerinde ne kadar malzeme varsa doldurup diğer lavaş için de aynı şeyi yaptım. Ardından soba borusu kalınlığındaki dürümleri ince paketler koyup eldivenlerimi çıkardım.
"Dürüm dediğin böyle olur," diyerek dürümlerden birini Kerem'e uzattım. Dürümü eline alan Kerem kara kara bunu nasıl bitireceğini düşünüyordu. Çiğ köfteci amcaya yerimi verip dürümümü aldım. Ardından Kerem ile birlikte kendimize boş bir masa bulup oturduk.
"Hande ben bunu bitirmeyi bırak ağzıma nasıl sığdıracağım?" diye sordu Kerem. Elindeki dürümün kalınlığından dolayı ağzımızı ayı gibi açmamız gerekliydi. "Bak böyle," diyerek timsah gibi açtığım ağzıma dürümü soktum. Kocaman bir ısırık alıp çiğ köftenin tadıyla mest olduğum sırada Kerem'in neredeyse yuvalarından çıkacak göz bebekleriyle göz göze geldim.
"Ne oldu?" diye mırıldandım yutkunduğum sırada. "Onu sen az önce yemeği nasıl becerdin?" Sesinden ve özellikle de bakışlarından ne kadar şaşkın olduğunu anlamak mümkündü. Onun sözlerine karşılık sanki bu benim tabiatımın bir parçasıymışçasına omuz silktim.
"Bu benim çiğ köfteye has olan halim. Dur hatta sana da göstereyim," diyerek elimdeki dürümü masaya bırakıp Kerem'in dürümünü elime aldım. "Aç ağzını."
Kerem ağzını azıcık açtığı sırada ona ağzını daha çok açması için gözlerimle sadece onun anlayabileceği bir dilde tehditler savurdum. Bunun üzerine ağzını tıpkı benim gibi açmış bende ağzına dürümü tepmiştim. Kerem dürümden bir ısırık alıp çiğ köftenin verdiği eşsiz mutluluğa ererken bir anda bana anlayamadığım işaret yapmaya başladı.
"Ne oldu?" diye sorduğum sırada konuşamadığını hatta morardığını fark ettim. Allah'ım sevgilim boğuluyor! Hem de benim yüzümden!
"Kerem!" diye panikle yanına gittiğim sırada ne yapacağımı bilememiştim. Elim ayağım birbirine dolaşmış panik dalgası tüm vücudumu ele geçirmişti. "Ayran getirin! Su getirin!" diye ciyaklayarak dükkandakilerin dikkatini çekmeyi başarmıştım. Son anda birinin uzattı suyla Kerem'e müdahale etmeyi başardım. İçtiği suyla boğazındaki lokmayı yutabilen Kerem kendine gelmeye başladı.
"İyi misin?" dedim korkuyla. Beni başıyla onaylamış derin bir nefes almıştı. Az daha sevgilimi çiğ köfteyle öldürecek olmam dışında bence bir sıkıntı yoktu. "Gidelim artık," dedi Kerem. Bunun üzerine masadaki dürümümü ve aile boy paketimizi de alıp onun koluna girdim.
Bu tavrım Kerem'i güldürmüştü. "Anladığım kadarıyla Hande Hanım her ne olursa olsun çiğ köftesini yer." Ağzıma tıkıştırdığım dürüm yüzünden konuşamayıp başımla onayladım. Sonra birlikte dükkandan çıkıp arabaya bindik. Son durağımız olan ormana doğru yola koyulduk.
*******
Yolun ne kadar sürdüğünü hatırlamıyordum. Tek hatırladığım dürümümü yemeği bitirdiğim gibi uyuyakaldığımdı. Sonrasıysa gözlerimi ani bir sarsıntıyla aralamam olmuştu. Yerimden sıçrayıp uyku sersemi gözlerle etrafa bakmaya başladım. Ne olduğunu tam olarak kestiremediğim yaklaşık bir dakikanın sonunda gözlerimi kırpıştırıp ayılmaya çalıştım.
"Kerem," dedim bakışlarımı ona doğru çevirirken. Onun beni bulan bakışlarından canının sıkkın olduğunu anlamıştım ama tam olarak neye sıkıldığını anlayabilmiş değildim. "Araba arızalandı. Yolculuğumuza yürüyerek devam etmemiz gerekecek."
İşte şimdi ayvayı yemiştik. Hem ormanda yürüyecektik üstelik gece vakti olduğundan kurda kuşa yem olma ihtimalimiz varken bu ihtimale bir de kaybolma ihtimali de eklenmişti. Hangisi daha kötü olurdu bilmiyorum ama ben oyumu kaybolmaktan yana kullanıyorum.
"Arabanın bagajında piknikten kalma battaniye olacaktı. Onu da alıp gidelim." Kerem'in sözlerini başımla onayladım. Ardından kapıyı açıp arabadan indim. Arka tarafa geçtiğimde Kerem de yanıma geldi. Bagajın kapısını açıp battaniyeyi ve aile boyu çiğ köfte paketini de alarak yola koyulduk. Nereye gittiğimizi ya da hangi yöne gitmemiz gerektiğini bilmiyorduk ama ilerlemeye devam etmek zorundaydık.
"İskeleyi bulabilirsek geceyi orada geçirebiliriz," diye mırıldandı Kerem. Aklıma ilk tanıştığımız zaman gelmişti. Bir o kadar komik hem de bir o kadar özel olan anılar yüzümü güldürmüştü. O zamanlar Kerem biraz fazla hödüktü ama olsun.
"Bana hödük mü dedin sen?" Kerem'in ani sorusuyla gerçek dünyaya dönmüş bakışlarımı ona çevirmiştim. Kırdığım potuysa onun bakışlarındaki ifadeden anlayıp otuz iki diş sırıttım. Bu yaptığım şaklabanlığa karşılık olarak gülmekle yetindi.
"Hava karardı," diyerek bakışlarımı üzerimizde ışığıyla bizi aydınlatan dolunaya çevirdim. Karanlık gecede birbirimizi bile zor görürken ilerlemenin mantıklı olduğunu düşünmüyordum. En iyisi gün doğana kadar beklemekti. "Bence sabah olmasını bekleyelim."
Kerem elindeki battaniyeyi açmaya hazırlandığı sırada bir ses duyduk. Üstelik sayısını bile tam olarak sayamadığım karanlıkta parlayan gözler tehlikenin yakın olduğunun habercisiydi. "Hande panik yapma ve hızlıca ağaca tırman," diye mırıldandı Kerem. Karanlıkta koyulaşan gözlerinden dehşeti görebiliyordum. Ona kısa bir bakış atıp elimizdekileri yavaşça yere bıraktık. Ardından usulca ağaca tırmanmaya başladık.
Hareketlilik olduğunu anlayan gözler harekete geçmiş karanlıkta kamufle olan aç köpekler bize doğru koşmaya başlamıştı. Ağaca kaç saniyede tırmandığımı hatırlamıyordum ama kendimi en tepede bulmam uzun sürmemişti. Korkudan ağzımda atan kalbimi hissedebiliyordum. Sakinleşmek için derin derin nefesler aldığım sırada yanı başımdaki dalda oturan Kerem ile göz göze geldim.
İkimiz de ağacın dibinden bize bakan ve gecenin sessizliğini havlamalarıyla bozan aç köpeklere bakıyorduk. Ne zaman gideceklerini bilmediğimizden ve ağacın üzerinde daha ne kadar durabileceğimizi bilemediğimizden endişeliydik. Üstelik korkudan ses bile çıkaramıyordum. Sadece gümbür gümbür atan kalbimin sesini duyuyordum.
"Şimdi ne yapacağız?" diye fısıldadım. Kerem'in bakışları beni bulduğunda bu gece yükseklik korkusunu aşacağını anlamış oldum. Birkaç dakika ağacın tepesinde bekledik. En sonunda köpekler koşarak ağacın dibinden uzaklaştı. Biz de rahat birer nefes alarak temkinli bir şekilde ağaçtan indik.
"Az daha yem oluyorduk," dedi Kerem derin bir oh çekerken. Ona hak verdim. Sonuçta kim rüyada bile olsa yenmek isterdi ki? "Hande gidip kendimize güvenli bir yer bulalım."
Kerem elimi tuttu. Yerdeki poşeti ve battaniyeyi de alıp ilerlemeye başladık. Karanlıkta göz gözü görmediğinden arada bir yalpalayıp duruyordum. Düşmektense her seferinde Kerem sayesinde kurtuluyordum. Birlikte bir süre ormanın içinde emin adımlarla ilerledik. Daha sonra kendimizi güvende olduğumuzdan emin olduğumuz bir ağacın dibine bıraktık.
"Burası güvenli," dedi Kerem sırtını ağaca dayayıp soluklanırken. Elindeki battaniyeyi açıp sırtına aldı. Ardından beni kendine çekip battaniyeyle sarıp sarmaladı. Yumuşak battaniyenin sıcaklığında onun göğsüne yaslanmış kalp atışlarını dinliyordum.
Bu huzur dolu anı bozan şey ise benim mükemmel ötesi midemin ormanın sessizliğini bozan guruldaması olmuştu. Utançtan gıkımı bile çıkaramadım. Halime Kerem kahkahalarla gülmeye başlamıştı bile. "Bir şeyler yesek iyi olacak," diye mırıldandı. Gözlerim karanlıkta koyulaşan gözleriyle buluştu. Sonra gözlerim yanağında bir çizgi halindeki gamzesine kaydı. Dayanamayıp gülümsedim.
Tam o sırada Kerem çiğ köfte paketini bana uzattı. Aç midemin ve çiğ köfteye olan aşkımın da etkisiyle hiç vakit kaybetmeden kutuyu araladım. Benim gözümde karanlıkta parlayan mükemmel ötesi çiğ köfteden bir tane alıp ağzıma attım. Kesinlikle ormanda kaybolunca yenebilecek en güzel şey olabilirdi.
Ben çiğ köftenin tadıyla bulutlarda süzüldüğümü hissederken Kerem beni izleyip halime gülüyordu. "Komik mi?" diye sordum. Kerem bilmiş bir tavırla gülümsedi. "Çiğ köfte yerken kendinden geçtiğinin farkında mısın?"
Ona oktan keskin olan bakışlarımı yönelttim. Kutudan bir parça çiğ köfteyi tıpkı sabah olduğu gibi Kerem'in ağzına teptim. Kerem şoka girsede ses etmeden ağzındaki çiğ köfteyi yuttu. "Nasıl ama?" diye sordum. Onun da çiğ köfteyi sevmesini istiyordum. Sonuçta evlenince her hafta çiğ köfte partisi yapacaktık.
"Çok iyi," dedi gülümseyerek. Onu da kendime benzetmeyi başarmıştım. "Uyandığımızda ilk işimiz çiğ köfte yemek olmalı." Sırıtarak söylediklerim karşısında kıkırdadı. Pes edip beni başıyla onayladı. Bu demek oluyordu ki bu turun galibi bendim.
İkimiz birlikte sessizce battaniyeye sarılarak çiğ köfte yiyip karnımızı doyurduk. Ardından bakışlarımızı gökyüzüne çevirdik. Parlak yıldızlar ve onları kucaklayan dolunaya doğru...
"İlk tanıştığımız zamanı hatırlıyor musun? O gece de bugün olduğu gibi ormanda kaybolmuştuk," diye mırıldandım. Gözlerimi bir an olsun dolunaydan ayırmadım. Adeta büyülenmiş gibiydim.
"O günü unutmak mümkün değil." Kerem'in sözleri üzerine bakışlarımı ona çevirdim. Karanlıkta koyulaşan gözlerindeki ışıltı her şeyi anlatır nitelikteydi. "Ormanda uyandığımda ne yapacağımı buradan nasıl kurtulacağımı bilemiyordum ama sonra seni gördüm Kerem. Sen benim o an tek umudumdun. Şimdi ise benim tek sığınağım..."
Gözlerim dolu dolu söylediğim sözlerin üzerine Kerem gülümseyip beni kollarıyla sıkıca sardı. Ona sarılınca derin bir iç çektim. Ormanda kaybolmuştuk ama ben huzurluydum. Çünkü yanımda o vardı ve her zaman da o olacaktı. Bunu biliyordum. En önemlisi bunu yürekten istiyordum.
"Ben bu ormanda kendimi bulduğumda seninle tanıştığımda aslında seni sinir etmek için Gamze demiştim." Kerem'in itirafıyla kıkırdadım. Demek o zamanlar adımı bildiği halde bunu bilerek yapmıştı. "Neden biliyor musun peki? Çünkü sinirlenince çok tatlı oluyorsun," diyerek burnumun ucuna öpücük kondurdu. Utançtan kıpkırmızı olmuştum.
"Peki o zaman neden beni bırakıp gittin?" Sorum karşısında kıkırdadı. "Çünkü güvenli bir yer arıyordum. Üstelik senin beni bulacağını da biliyordum."
Onun bilmiş bakan gözlerinin tam içine baktım. Koyu renk gözleri hem gece kadar karanlık hem de yıldızlar kadar parlaktı. "Sandviçini yememe ne diyorsun peki?" diyerek kıkırdadım. Aklıma gelen bu komik anıyla biraz utanmıştım. Resmen ormanda mahsur kalmış bir kız yanındaki adamın yiyeceğini gasp etmişti. Tam bir kaos.
"O konuda ne diyeceğimi ben de bilmiyorum. Sonuçta her gün aç bir kızın saldırısına uğramıyorum." Ona bakıp gözlerimi devirdim. "Ben sana saldırmadım bir kere," diyerek bozulduğumu belli ettim. O da bana emin misin der gibi bakıyordu. Üstelik zihnimi okuduğuna da son derece emindim.
"Birincisi zihnini okumaya çalışmıyorum. İkincisi ben senin zihninden geçenleri güçlerim olmadan zaten biliyordum." Bu tuzağa düşecek miydim? Tabii ki de hayır! Hande Şahin kolay kolay bu tuzağa düşmez! Ya da düşer. Bu işler hiç belli olmaz.
"Öyle olsun Kerem Bey. Peki sana bir sorum var. Sence ben iskelede ne dilek diledim?" Bunu bilmesi mümkün değildi. Sonuçta o zamanlar zihnimi okuyamıyordu. Kerem bir süre düşündü. Daha sonra aklında yanan ampulün de etkisiyle gülümsedi.
"Sen dileğini benim için kullandın. O gün sana ailem hakkında yaptığım imadan sonra hemde." Ağzım beş karış açık ona baktım. Bunu bilebilmesi mümkün değildi. En azından bana kalırsa...
"Ama nasıl? Sen bunu nereden bilebilirsin ki?" Şaşkınlığımı gizleyememiştim. Kocaman açılmış gözlerle ona bakıyordum. "Çünkü seni iyi tanıyorum. Sen bir fedakarsın. Kendinden önce başkalarını düşünüyorsun. Bunu bakışlarından anladım Hande. Bana o gece üzüldüğünü bakışlarından anladım. Dileğini kendin için kullanmayacağını o an anladım."
Kerem'in sözleri adeta içime işlemişti. Ses tonundaki sıcaklık sözlerindeki naiflik adeta içime işlemişti. Her zaman olduğu gibi 'ben seni hak edecek ne yaptım acaba' diye geçirdim içimden. O an Kerem gülümsedi. Elini yanağıma koyup okşadı. "Sadece sevdin," dedi. Tıpkı daha önce de söylediği gibi...
Sesindeki tınıya ve bu sözlerine karşılık gülümsedim. "Seni seviyorum," diye mırıldandım. O an da beni benden alan derin gamzeleri yanaklarındaki yerini aldı. Gözleri sanki yıldızlarla doluymuşçasına ışıldadı. "Bende seni seviyorum."
Gülümsedim. O da benimle birlikte gülümsedi. Kerem'in göğsüne başımı yaslayıp ona sıkıca sarıldım. Gümbürdeyen kalbinin sesi kulağımdaydı. Hatta ruhumdaydı. Sanki kalbi sevgiden dolayı böyle güçlü çarpıyordu. "İyi geceler Dicaprio," diyerek kıkırdadım. Beni battaniyeye daha sıkı sarıp uyumaya hazırlandı. "İyi geceler Winslet."
Kerem ile birlikte zifiri karanlığın ortasındaydım ama ben korkmuyordum. Çünkü yanımda o vardı. Üstelik her ne kadar zorluk yaşarsak yaşayalım bir arada olduğumuz sürece hepsini teker teker aşacağımızı da biliyordum. Bunu bilmek hem içimi rahatlatıyor hem de huzur veriyordu.
İkimiz bir rüyanın ortasında kaybolmuştuk. Ama şundan da kesinlikle emindim. Bu rüyadan çıkmanın bir yolunu bulacaktık. Hem de çok kısa bir sürede bulacaktık. Hatta içimden bir his yarın bu rüyadan uyanacağımızı söylüyordu. Yarın bu rüyadan uyanacak ve birbirimizi bulacaktık ama şimdilik uyanıncaya dek rüyalarda buluşalım. |
0% |