@sevvnuraydn
|
Ormanın ortasında yeni bir güne gözlerimizi açtığımızda bu rüyadan uyanmamıza ramak kaldığını hissedebiliyordum. En azından bunun gerçekleşeceğine olan bir ümidim vardı. Kerem'in kolları arasında derin bir nefes aldım. Gözlerim ağaçların arasından yansıyan güneş ışıklarına takılı kalmıştı. Tıpkı Kerem'in gözleri gibi...
"Günaydın," diye fısıldadım. Gözlerim onun ışıkta bala benzeyen gözlerine kaydı. "Günaydın," dedi gülümseyerek. Onun gözlerine o kadar odaklanmıştım ki kaşının üzerindeki yarayı daha yeni fark etmiştim. "Kerem," diyerek parmağımı kaşının üzerindeki yarada gezdirdim.
"Ağaca tırmanırken dallarından biri çizmiş olmalı." Böyle diyerek durumu kısaca özetlemişti. Elimi kaşının üzerindeki yaradan çekip sabırsızlıkla gülümsedim. "Yola çıkmaya hazır mısın peki?" Kerem beni başıyla onayladı. Artık ormandaki eve gitmeye ve bu rüyadan uyanmanın bir yolunu bulmaya hazırdık. Birlikte oturduğumuz ağacın dibinden kalkıp battaniyemizi ve poşetimizi de alıp yürümeye başladık.
"Çiğ köfte poşetiyle ormanda yürüyen bir biz varız sanırım," dedi Kerem gözleriyle elimde tuttuğum koca poşeti işaret ederken. Onun bu sözlerini başımla tasdiklerken kıkırdadım. Onun elinde battaniye benim elimde poşet ormanın içinde ilerlemeye devam ettik. Bu halimiz bana nedense dağlar kızı Heidi ile arkadaşı Peter'i hatırlatmıştı. Fakat biz onlardan farklıydık. Biz onlardan farklı olarak dağda değil ormandaydık. Üstelik Heidi'nin çiğ köfte poşeti ile ormanda daha önce kaybolduğunu hiç sanmıyordum.
"İskeleyi bulabilirsek evi bulmamız daha kolay olur," diye mırıldandı Kerem. Söylediklerinde haklıydı ama ufak bir sorunumuz vardı. Ormanda tam olarak nerede olduğumuzu bile bilmeden ilerlerken iskeleyi nasıl bulacaktık? Bunu düşünmek bile canımı sıkmaya yetmişti. "Korkma. İskeleyi bulacağımıza eminim."
Kerem her zaman olduğu gibi iç sesimi dinlemişti. Beni kendince telkin ederken ona buruk da olsa gülümsedim. Ardından tutmak için uzattığı eline kenetledim parmaklarımı. İşte şimdi tamamlanmıştık. Kenetlenmiş parmaklarımıza takılan gözlerimi zor da olsa onun gözlerine çevirdim. Buluşan gözlerimizde aynı parıltıdan vardı. Bu umudun parıltısıydı. Uyanacağımıza karşı içimizde inançla beslediğimiz umudun parıltısı...
"Sence bizi o evde neler bekliyor?" diye sordum bastığım yere dikkat etmeye çalıştığım sırada. Kerem'in neşeli yüz ifadesinin yerini bir anda ciddiyet almıştı. Ben de mükemmel bir sevgili olarak onu neşelendirmek için şarkı söylemeye başladım. Allah herkese benim gibi düşünceli bir sevgili nasip etsin.
"Fenerle tararsın kara geceyi Ararsın ömrü boyunca Sorarsan buldun mu doğru heceyi? Bilmem ki, bilmem ki, bilmem ki, bilmem ki!!!"
Kerem can çekişircesine yüzünü buruştururken ben bağıra bağıra şarkı söylüyordum. Bütün ormanda benim güzel sesim yankılanıyordu. Üstelik kuşlar da sesimi beğenmiş olacak ki ağaçlardan bir bir uçuyorlardı. "Yalvarırım şarkı söyleme," dedi Kerem eliyle ağzımı kapatıp susmamı sağladığı sırada. Onun bu hareketine karşılık olarak gözlerimi devirip derin bir nefes verdim. Tabii eli ağzımdayken ne kadar nefes verebilirsem...
Kerem elini ağzımdan çekti. Bende hem keskin bakışlarımı ona yöneltmiş hem de olağanüstü söylenme yeteneğimi devreye sokmuştum. "Kerem ben senin için şarkı söylerken neden ağzımı kapatıyorsun acaba? Yoksa sen benim sesimi beğenmiyor musun?" diyerek tıpkı küçük bir çocuk gibi dudak büktüm. Bu halime kahkahalarla güldü beyefendi.
"Çok mu komik?" dediğimde ona karşı sırtımı dönüp kollarımı bağdaştırmayı da ihmal etmedim. İşte şimdi trip atma zamanı...
"Hande bak," dedi Kerem. Ama benim ona bakmaya niyetim yoktu. O yüzden tek kelime bile etmeden omuz silktim. Bunun üzerine Kerem tekrar aynı cümleyi kurdu ama nafile. Ben yine trip pozisyonumdan taviz vermedim.
"Hande iskeleye bak!" derken beni ters istikamete doğru omzumdan tutup çevirdi. Gözlerim birkaç metre ötemizdeki iskeleyle buluşunca sevinçten Kerem'in boynuna atladım. Doğal olarak da attığım tribi unutmuştum. "Onu buldun," dedim Kerem'e sarılıp deli gibi kahkaha atarken. O da tıpkı benim gibi mutluydu.
"Çok az kaldı," diye mırıldandı. Yavaşça ondan ayrılıp gözlerine baktım. Işıldayan gözleri en az gamzeleri kadar büyüleyiciydi. "Gidelim o zaman."
Parmaklarımı parmaklarına kenetledim. Birlikte el ele her şeyin başladığı yer olan iskeleye doğru ilerledik. Kalbim attığımız her bir adımda daha da şiddetli çarpmaya başladı. İçim içime sığmıyordu sanki. Her an mutluluktan ağlayabilirdim.
"İskeleyi bulduğumuza göre ormandaki evi bulabiliriz." Gözlerimi iskeleden alıp Kerem'e çevirdim. Ona içtenlikle gülümsediğim sırada her şeyin o eve vardığımızda tamamen değişeceğini hissettim. Neden bilmiyorum ama içimden bir his bana bunu söylüyordu. Ama kötü mü yoksa iyi anlamda bir değişim mi olacağını kestiremiyordum.
O an için tek yapabildiğim Kerem'in elini daha da sıkmak oldu. Bunu ondan güven almak özellikle de ondan ayrılmak istemediğim için yaptığımı biliyordum. Derin bir çektim. Bir süreliğine yüreğimden geçenleri ertelemeye niyetliydim ama bu sandığımdan da zor olacaktı.
"Gidelim," diye mırıldandı Kerem. Elimden tutup beni iskelenin yanında sıralanan ağaçlara doğru çekti. Birlikte ağaçların arasından görünen göle bakarak ilerlemeye başladık. Adım attıkça ayaklarımızın altında kurumuş yapraklar çıtırdıyordu. İkimiz de tek kelime dahi etmezken ormanın sessizliğini bu çıtırtılar bozuyordu. Uyanmaya doğru yalnızca bu sesin varlığıyla ilerlemeye devam ettik.
*******
Yolumuz yarım saatten fazla sürmüştü. En azından ben öyle sanıyordum. Bacaklarımın uyuştuğunu hatta bir adım daha atarsam yere yığılacağımı hissettiğim bir anda gözlerim o eve takıldı. Bir rüyada kaybolduğumuzda sığındığımız o eve... Ormanda kaybolduğumuzda çatısının altına ısındığımız o eve...
"Sonunda varabildik," dedi Kerem nefes nefese. Onu başımla onayladım. İkimiz de ellerimizi dizlerimize dayamış iki büklüm soluklanıyorduk. Bir süre öylece bekledikten sonra nefeslerimiz düzene girince eve doğru ilerlemeye başladık. Bacaklarımda derman kalmamasına rağmen adım atmaya devam ettim. Acısa da uyuşsa da devam ettim. Çünkü gerçekleri öğrenmeye sadece birkaç adım uzaktaydım. Pes edemezdim.
"Gençler!" diye seslendi evin kapısından Kenan abi. Onu gördüğüme bu kadar sevineceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Yüzümde sanki çölde su bulmuş bir insanın mutluluğu vardı. Kerem ile birlikte evin kapısına vardığımızda Kenan abi bizi teker teker kucakladı. Ardından elimizdekileri alıp bizi içeri aldı.
İçeri girer girmez Kerem ile kendimizi koltuğa bırakmıştık. Yorgunluktan ölmek üzere olduğumuzdan öylece oturduk bir süre. Daha sonra içeri Hülya abla ile Rüya girdi. Gözlerim onları bulduğunda kaskatı kesildim. Çünkü Rüya'nın elinde benim kutum vardı.
"Biz de sizi bekliyorduk," dedi Hülya abla karşımızdaki koltuğa otururken. Kerem ile birlikte oturduğumuz yerde dikleşip ona baktık. İçimdeki merak duygusu her saniye daha da körüklenirken Kenan abi de aramıza katıldı. O da Hülya ablanın yanına oturduğunda bu işte bir iş olduğunu bas bas bağırıyordu kafamın içindeki ses.
"Bizi mi bekliyordunuz?" diye sordu Kerem benden önce davranarak. Kenan abi, Kerem'i tasdiklercesine başını salladı. Sıkıntılı bir nefes verdiği sırada bize aklından geçenleri nasıl söyleyeceğini düşündüğünden emindim. Bunu anlamamsa kalbimin çok hızlı atmasına ve iyice gerilmeme neden olmuştu. Tam o sırada Kerem elimi tuttu. Gözlerimi ona çevirdiğimde bana içtenlikle gülümsedi. Bende biraz olsun gülümseyip kendimi rahatlatmaya çalıştığım sırada gergin bakışlarım tekrar kutuma kaydı.
"Bu kutu senin," dedi Rüya. Elindeki kutuyu bana uzattığında bu olanlara bir anlam veremiyordum. Kafamın içindeki düşünceler birbirleriyle çatışıyordu. Kutuyu elinden alıp dizlerime koydum. "Ama bana bu kutunun annenin olduğunu ve sana verdiğini söylemiştin," dedim bir açıklama beklercesine.
"Bu doğru," diye mırıldandı. İşte tam o an kafamın içindeki taşlar yerli yerine oturmuştu. Dehşetle bakan bakışlarımı Kerem'e yönelttiğimde o da en az benim kadar endişeliydi. "Kutuyu aç lütfen," dedi Kenan abi. Bakışlarımı Kerem'den alıp titreyen parmaklarımla kutunun kapağını araladım.
Kutunun içine bakmaya korkuyordum ama bunu yapmak zorundaydım. Derin bir nefes alıp başka bir rafta daha önce içine bakmak aklıma bile gelmeyen kutunun içine diktim gözlerimi. İşte o an bende kayışın koptuğu ve deli gibi ağladığım andı. Hıçkırıklarım boğazımda düğümlendiği sırada kutunun içindeki minik pembe bebek patiğini avuçlarımın içine aldım. Bunu daha önceden anlamam gerekirdi. Rüya benim kızımdı. Kerem ile hayalini kurduğumuz kızımız...
Patiği avuçlarımın içinde evirip çevirdikten sonra kutuya geri bıraktım. Kutuda birçok hatıra dolu eşyanın yanında bir de fotoğraf vardı. Fotoğrafı elime aldığımda daha çok ağlamaya başladım. Fotoğrafta şimdiki halim vardı. Karnım balon gibi şişmiş Kerem'in omzuna başımı yaslamış bir haldeydim.
"Bunun anlamını biliyorsunuz değil mi?" diye sordu Kenan amca. Tam o sırada Kerem dolu dolu gözlerle benim yerime cevap verdi. "Siz aslında bizsiniz."
Kenan sandığımız adam aslında Kerem'in orta yaşlı haliydi. Aynı şekilde de Hülya sandığımız kişi aslında bendim. Peki biz bunu nasıl olurdu da daha önce fark etmezdik. "Bu bir rüya."
Gelecekteki halim bunu söylediğinde irkilmiştim. "Peki biz bu rüyadan nasıl uyanacağız?" diye sorduğum sırada fotoğrafı kutuya koyup gözyaşlarımı sildim. Tam o sırada Kerem'in gelecekteki hali derin bir nefes aldı. Yüzüne bir anda hakim olan gergin ifadeyle nefesimizi tutmuş Kerem ile onun söyleyeceklerini bekliyorduk.
"Bu sıradan bir rüya değil ne yazık ki. Siz ölüm uykusundasınız."
Kanımın damarlarımdan çekildiğini hissetmiştim. Nabzımın adeta düştüğünü ve nefes alamadığımı hissetmiştim. Biz gerçekten ölüm uykusunda mıydık? "Ölüm uykusu mu?" diye sordu Kerem. Şaşkınlığı ve kasılan yüzü olayın ne kadar etkisinde kaldığını gösterir nitelikteydi. "Siz bir kaza sonucu komaya girdiniz. Bu rüyadan uyanmanın tek yolu da yaşama tutunmak."
Komaya girdiniz. Komaya girdiniz. Komaya girdiniz.
Beynimde defalarca yankılanmıştı bu cümle. Şimdi ne yapacağımız nasıl tepki vermemiz gerektiği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Tek yaptığım Kerem gibi donup kalmak olmuştu. "Sizi iskeleye bırakacağım. Bu hikayeyi başladığı yerde gerçeğe dönüştürmek en güzeli."
Kerem karşısındaki adamı başıyla onayladı. Birlikte ormana geri dönecek hikayemizi başladığı yerde gerçeğe dönüştürecektik. Bu rüyadan uyanacak ve hikayemiz asıl o zaman gerçek olacaktı.
*******
İçimden kopan birkaç parça adeta bulut olup gitmişti. Öyle çaresizdim ki... Ne yapacağımı ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Tek yaptığım beni huzurla saran kolların arasında ciğerlerimi güzel kokusuyla doldurmaktı. "Şimdi daha iyi misin?" diye mırıldandı Kerem. Bir yandan da sanki zarar vermeye korkarcasına yavaşça saçlarımı okşuyordu.
Ağzımı açmaya mecalim olmadığından başımı sallamakla yetindim. Tam o sırada kamyonet durmuş iskelenin önüne varmıştık. Gözlerim dolu dolu iskeleye baktığım sırada kamyonetin arka kapağı açılmıştı. Kerem ile birlikte zor da olsa kamyonetten indim. Kamyonet bizi bırakmasıyla yoluna geri döndü.
Gözlerim dolu dolu iskeleye baktığım sırada Kerem parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Gücümün tükendiğini bacaklarımın beni taşıyamadığını hissettiğim bir andaydım. Ama bunun bir önemi yoktu. Çünkü yanımda o vardı. Kerem'im vardı.
Birlikte iskeleye bir adım attık. Ayağımın altında gıcırdayan tahtaları umursamadan iskelenin sonuna kadar onunla birlikte ilerledim. Tam uca geldiğimde gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım ama kendime engel olamadım. Dudaklarımdan çıkan küçük bir hıçkırık gözlerimden damla damla yaşların süzülmesine neden olmuştu.
"Lütfen ağlama," dedi Kerem. Beni omuzlarımdan tutup kendisine çevirdiğinde onun da ağladığını gördüm. İster istemez gülümsedim. "Sen de ağlıyorsun." Bunu söylediğimde dayanamayıp bana sıkıca sarıldı. Gözyaşlarım onun göğsünü ıslatıyordu. Ciğerlerim onun beni sarhoş eden kokusuyla doluyordu.
"Kerem," diye mırıldandım çaresizce. Sesim neredeyse bir fısıltıyı andırıyordu. "Ben ölmek istemiyorum. Seni ve ailemi kaybetmek istemiyorum."
Sözcüklerimin her biri ne kadar zor bir durumda olduğumu ne kadar çaresiz ve bitkin bir durumda olduğumu en iyi şekilde anlatıyordu. "Bende istemiyorum," dedi benden ayrıldığı sırada. Gözleri dolu dolu baktı gözlerime. Ardından alnını alnıma dayadı. Öylece durduk bir süre. Ben ağladım o derin derin nefesler alarak beni izledi. Sıcak nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Hem de hiçbir şey...
"Bu anın rüyalara kazınmasını istiyorum."
Kerem bunu söylediğinde en güvenli sığınağıma sığındım. Onun kollarına... Başımı göğsüne yaslayıp kalp atışlarını dinledim. O an içimdeki derin korku beni yaşama daha sıkı bağladı. Ben sevdiklerimi kaybetmek istemiyordum. Ben onu kaybetmek istemiyordum. İşte bu düşünceler beni uyandırdı o sonsuz rüyadan. Ben Kerem'in kollarında kayboldum.
(Uyanış...)
Dipsiz bir karanlığa büründü dört bir yanım. Çaresizliği iliklerime kadar hissettiğim o anda gözlerimi açtım. Artık bir rüyada değildim. Bunu annemin ağlayan gözleriyle buluşan gözlerim bana göstermişti.
"Hande," dedi sevinçle. Annemi görmenin mutluluğu içimi huzurla doldurmuştu. Şu an tek yapmak istediğim ona sıkıca sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaktı ama bunu yapamıyordum.
"Benim güzel bebeğim," diyerek yüzümü okşadı. Onun şefkatli parmaklarını yüzümde hissetmek benzersiz bir histi. Bir süre gözlerini gözlerimde gezdirdi. Ardından hafif bir tebessüm kondurdu dudaklarına.
"Bizi çok korkuttun tatlım," dediğinde beni komaya sokan olayın ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Yeşil gözbebeklerim onun parlak yeşil gözlerinde gezinirken sanki aklımı okumuş olacak ki yavaşça dudaklarını araladı. "Şimdi sen bana soracaksın hastaneye nasıl düştüm diye. Sonuçta seni benden iyi kimse tanıyamaz."
Annemin dudaklarından bir hıçkırık çıktı ama mutluydu. "En son evden çıkıp gittiğinde heyecanlı heyecanlı benimle telefonla konuşuyordun. Sesin mutluluktan cıvıl cıvıl çıkıyordu. Tam o sırada karşıdan karşıya geçtiğini söylediğinde bir ses duydum. Bu ses senin çığlığındı. Ben o an olduğum yerde kalakaldım. Titreyen parmaklarımın arasından telefon yere düşmüş başımdan aşağıya kaynar sular döküldüğünü hissetmiştim."
Anneme acıyla baktığımda o sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Biliyor musun? O araba sadece sana değil senin yaşlarında bir çocuğa da çarpmış. Adı da Kerem. Onun durumu seninkinden daha ağırdı. Biz hastaneye geldiğimizde seni ve onu acilen ameliyata aldılar. Ameliyathane kapılarında birbirini tanımayan iki anne birbirine sarılmış evlatları için gözyaşı döktü o gün. Ameliyat başarılı geçmişti. Yaralarınız sarılmış ciğerinize batan cam kırıkları çıkarılmıştı ama sizin komaya girdiğinizi öğrendiğimizde dünyamız başımıza yıkıldı. Ailesi perişan bir haldeydi. Annesi durmadan ağlıyordu. Ben de onun yanında oldum. Sonuçta ikimiz de tek isteği evladımızın uyanmasıydı. "
Kerem ismi yankılandı kafamın içinde. Benim Kerem'im... Benim aşkım, hayatım, her şeyim... Biz aynı kazaya kurban gitmiştik. İstemsizce gözlerimin dolduğunu hissettiğim bir anda o gün yaşanan olay gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti. O gün telefonla konuşurken bir yandan da caddede ilerliyordum. Yüzümde genişçe bir gülümsemeyle çocuk esirgeme kurumundaki çocukları anlatıyordum anneme. Onlara aldığım montları gördüklerindeki gülümsemelerini beni sevgiyle kucaklayışlarını anlatıyordum.
Ben hararetli hararetli anneme bir şeyler anlatırken tam o an onu gördüm. Karşımdaki caddeden karşıya geçen bana doğru gelen Kerem'i...
Bal rengi gözleri ve telefonda konuştuğu birisine bir şeyler anlatırken yanaklarında beliren tatlı gamzeleri... İkimiz de birbirimizden habersiz öylece yürüyorduk.
Halbuki kader bizi birleştirmek için ağlarını o gün örmüştü. Hiçbir şeyin farkında değilken yolun ortasında yan yana durduğumuz o anda büyük siyah bir arabanın freni patlamışçasına üzerimize doğru gelişini birbirimize dehşete kapılmış bir ifadeyle bakışımızı hatırladım. Sonrasıysa tamamen silinmişti. Anılarımın son bulduğu zihnim kendini dış dünyaya kapattı.
"Ama endişelenme güzel kızım. O da senin gibi iyi olacak," diyerek yanağımı okşadı. Bunu duymak kalbimin tam ortasına ağır bir darbe yediğimi hissettirmişti. Onun durumunun ağır olduğunu bilmek beni kahretmişti. İçim kan ağlarken gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Annemin yeşil gözleri endişeyle yüzümde gezinirken içimi bir kasvet bulutu kapladı.
Rüyadayken en çok istediğim şey uyanınca ona kavuşmaktı. Ona sıkıca sarılıp yanaklarını sıkmaktı. Gamzelerinde parmağımı gezdirmekti ama bunların hepsi benim için bir hayal olarak kalmıştı. Derin bir iç çektim.
Biz birbirimize rüyalarda buluşmaya dair söz vermiştik. Uyanınca birbirimizi bulacak ve bir daha hiç ayrılmayacaktık ama ben yerimden bir milim bile kıpırdayamazken onu nasıl bulacaktım? Nasıl iyileşmesi için onun başında bakleyecektim? Nasıl elinden tutup ona yanında olduğumu hissettirecektim?
Tüm bu soruları düşünmek dudaklarımdan bir hıçkırığın dökülmesine neden olmuştu. Benim için yolun sonuydu. Ben Keremsiz olamazdım. Ben onsuz olamazdım. Ben onsuz hep yarımdım ve hep yarım kalacaktım. Bunu biliyordum.
O an dudaklarımdan söyleyemesem de o güzel ismini içimden söyledim. "Kerem'im seni çok seviyorum ve her zaman da seveceğim ve şunu sakın unutma. Ben bir söz verdim mi tutarım. Seni bulacağım ve elini tutup asla bırakmayacağım sevgilim."
(Aylar sonra...)
Hastaneden çıkalı aylar olmuştu. Üstelik aylar süren fizik tedavi sonucunda eskisi gibi yürüyebiliyordum. Bu benim için büyük bir gelişmeydi. Fakat hayatımda, ruhumda ve kalbimin tam ortasında yeri doldurulamayacak derin bir boşluk vardı. Bunu onsuz geçen her gün daha da derinde hissediyordum.
Aylardır onu bulmaya çalışıyordum ama gün geçtikçe ümidimi kaybediyordum. Hatta son zamanlarda onun zihnimin oluşturduğu bir tür hayal olup olmadığını düşünüp duruyordum. Her ne kadar buna inanmasam da bunu düşünüyordum. Üstelik bunun düşüncesi bile beni üzmeye yetiyordu.
Boş bakışlarla yatağımda uzanmış tavanı izliyordum. Derin nefesler alıp korkunun karanlığında boğulmaktan başka bir şey yapamıyordum. O an kendime her korktuğumda hatırlattığım cümleyi geçirdim içimden. Korkular her zaman cesaretle son bulur.
En son bu cümleyi kurduğumda beni karanlığımdan o çıkarmıştı. Şimdi ise bu karanlıktan kendi başıma çıkmalıydım. Derin bir nefes aldım. Ardından yattığım yerden kalkıp dışarı çıkmak için hazırlanmaya karar verdim. Belki açık havada yürüyüş yapmak biraz olsun iyi gelirdi.
Hiç düşünmeden dolabımın kapağını açıp rahat kıyafetlerimi çıkardım. Hızlıca giyinip aynanın karşısına geçtim. Bileğimdeki mor lastik tokayla aynanın karşısında saçımı at kuyruğu şeklinde toplayıp çözülmemesi için tokayı iyice sıktım. Daha sonra gözlerim aynada yüzümü incelemeye başladı.
Saçlarımdaki mor tokaya baktım. Aklıma elimi kestiğimde saçımı toplayışı gelmişti. Sert ellerinin saçımı toplarkenki gösterdiği itinayı anımsadım. Sıcak nefesinin saçlarımda gezinişini ve o her ne kadar anlamadığımı sansa da kokumu ciğerlerine çekişini hatırladım.
Gözlerimden istemsizce iki damla yaş süzülürken elimin tersiyle yanağımı sildim. Her ne olursa olsun ne kadar sürerse sürsün onu bulacaktım. Ümidimi kaybetmek yoktu. Benim için ve onun için böyle bir ihtimal dahi olamazdı. Çabalamak vardı. Onun için çabalamak vardı.
İç çektim. Daha sonra odadan çıkıp mutfakta akşam yemeği yiyen annemlere sesimi duyurmadan ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Merdivenleri ikişer ikişer inip kendimi apartmanın dışına attım. İçimden deli gibi koşmak hatta ciğerlerim havayla dolmayı unutana kadar koşmak geliyordu.
Öyle de yaptım. İlk başta hafif adımlarla sonra da bacaklarım acıyasıya kadar sokaklarda koşmaya başladım. İnsanlar bana durup tuhaf tuhaf baktığında bile durmadım. Ciğerlerim yanmaya başladığında bile durmadım. Sahile kadar ara vermeden koştum. Kıpkırmızı olana kadar nefes nefese kalana kadar koştum.
Sahile vardığımda boş bir banka oturup soluklandım. İçimdeki boşluğu hissetmediğim birkaç saniyelik o an da hafifçe gülümsedim. Ellerimi kucağımda kavuşturup gecenin karanlığında dalgalanan engin denizi seyre daldım. Tam o sırada biri adımla seslendi. "Hande," dediğinde nutkum tutulmuş olduğum yere çivilendiğimi hissetmiştim.
Delirmiş olmalıydım. Bu onun sesi olamazdı değil mi? Tam o sırada tekrar seslendi aynı sesin sahibi. "Hande'm," dedi bu sefer. Gözlerimden birer birer yaşlar süzülürken kendimi onun sesi olmadığına ikna etmeye çalışıyordum. Ama öyle olmadı.
Beynim kalbimi ele geçirmiş beni yönlendirmişti. İçimde beliren umutla birlikte ayağa kalktım. Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde bana bakan Kerem'e döndüm. "Kerem," dedim. Sesim titriyordu. Adımlarım beni ona götürdüğünde bunun da bir rüya olmamasını diliyordum.
Yutkundum. Derin bir nefes aldığım sırada elim onun gerçek olup olmadığını kontrol etmek için yüzünü kavradı. Güzel gülümsemesiyle yanağında beliren gamzesinde gezdirdim parmağımı. O gerçekti. Artık bir hayal ya da bir rüya değildi.
Hıçkırıklarımın arasından dayanamayarak boynuna atladığımda kolları beni sıkıca sardı. Onu o kadar çok özlemiştim ki kokusuyla doldurdum ciğerlerimi. Sıkıca sardı kollarım bedenini.
"Seni çok özledim," dedi benden ayrılıp yüzümü avuçlarının arasına aldığında. "Ben daha çok özledim." Bu sözlerim karşısında gülümsedi. Gülümseyince de yanaklarında ince bir çizgi halini alan gamzeleri belirginleşti. İçimdeki hisse engel olamayarak parmağımı tekrar gamzesinde gezdirdim. Aylardır bu anın hayalini kuruyordum. O da elimi tutup avucuma bir öpücük kondurdu. Tıpkı elimi ilk kestiğimde acımı hafifletmek için parmaklarıma kondurduğu öpücük gibi...
Öpücüğün etkisiyle içimi heyecan kaplarken Kerem ile daha demin oturduğum banka oturduk. Onun kolunun altına girip kollarımı beline sıkıca doladım. Sessizce kalp atışlarını dinledim. Gözlerimi onun bal rengi gözlerine çevirdim. Bir süre kaldık öylece. Birbirimize sarılarak hasret giderdik.
Sonra ben dudaklarımı aralama cesaretini gösterdim. "Başardık," dedim huzurla. O da beni tasdiklediğinde aylarca onu yaşadığı yerde bile bulamama bir açıklama getirmeye karar verdi. "Durumum o kadar ağırdı ki ailem beni tedavi için Amerika'ya götürdü. Çok uzun süre hayata yatalak olarak devam ettim. Bedenimde doktorların inatla uygulamaya çalıştığı fizik tedavi yöntemlerini uygulayacak hal yoktu. Ama tek bir şey vardı yüreğimde."
Bunu söylerken gözlerimin en derinine baktı. "Sen vardın," dediğinde gülümsedim. Elini tutup parmaklarımı onunkilere doladım. O da gözlerini gözlerimden ayırmadan sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Doktorlar artık benim yürüyemeyeceğimi çabalarının boşa gittiğini söylemişti aileme. Ama ben buna karşı çıktım. Aylarca çabaladım. Hatta pes etmek üzere bedenim bitap düştüğünde bile sana gelmekten vazgeçmedim. Çünkü adım atmam gereken yolun sonunda sen vardın Hande. Ben o yolu değil yürüyerek koşarak bile geçerdim."
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. O da bunu anlamış olacak ki eli yavaşça yüzümü kavradı. Tıpkı o evde battaniyemi açtığında dikkatini dağıtmak için yaptığım gibi dudaklarımın kenarına sıcak ve küçük bir buse kondurdu. Yutkundum. Heyecandan kalbim küt küt atarken gülümsedi. "Sana küçük bir sürprizim var. Seni bulduğum ilk gün kendime bunu yapacağıma dair söz verdim."
Yeşillerim merakla onun bal rengi gözlerinde gezindi. Tam o sırada beni dumura uğratarak telefonunu çıkardı cebinden. Sadece tek bir şey yazdı ekrana. "Gel..." Bunu yazdıktan sonra telefonu kapatıp cebine geri koydu. Olanlara anlam veremezken onun gözlerini gökyüzüne dikmesiyle bende yeşillerimi gökyüzüne diktim. Kerem ile birlikte gecenin karanlığında denize yansıyan yıldızları seyretmeye başladık. Onların her biri Kerem'in yıldızlarıydı. Onu bana getiren yıldızlar...
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu gözlerini yıldızlardan alıp bana çevirdiğinde. Ona bakıp kıkırdadım. "Artık düşüncelerimi duyamıyorsun." Kerem yüzüme bilmiş bir tavırla baktı. "Bakalım duyabiliyor muyum? Yoksa duyamıyor muyum?"
Kerem banktan kalkıp elimi tuttu. Bende onun önderliğinde ilerlemeye başladım. Birlikte sahile yanaşmış bir tekneye bindik. Ben daha ne olduğunu bile anlamadan kaptanın tekneden inmesiyle dümenin başına Kerem geçti. Şaşkın bakışlarım altında tekneyi kullanmaya başladı. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum dayanamayarak.
Kerem gülümsedi. Anlaşılan nereye gittiğimiz tamamen sürpriz olacaktı. Belki de bahsettiği sürpriz buydu. Kim bilir?
Sürprizi bozmak veya onca uğraşını bilmeden heba etmak istemediğimden ses etmedim. Tekne ile birlikte denizin içinde ilerlediğimiz sırada tekne bir anda durdu. Şaşkın bakışlarımı ona doğru yönelttiğimde beni daha çok şaşırtacak şeyi yaptı. Elinde dümenin kenarına bir yere gizlediği sarımtırak bir dilek feneriyle yanımdaki koltuğa oturdu. Bu Rapunzel'in gökyüzüne saldığı dilek fenerinin aynısıydı. Bir ona bir de dilek fenerinin üzerindeki güneşe şok içinde bakarken gülümsedi.
"Sana yetişebilmek için Rapunzel'i 17 defa izlemiş olabilirim. Anlayacağın eşit durumdayız."
"Yaaa Kerem," dedim boynuna sarıldığımda. Bunu yaptığına bir türlü inanamıyordum. "Şimdi dilek dileyip fenerimizi gökyüzüne bırakabiliriz."
Kerem dilek fenerini ışıklandırdı. Bir ucundan o diğer ucundan ben tuttum ve dileğimi diledim. Bu sefer iç sesimi okuyamadığı için rahattım. Dileğim onunla olmaktı. Benim dileğim onsuz bir an bile yaşamamaktı. Bu dileğin güzelliğiyle gülümserken dilek fenerini gökyüzüne saldık. Yükseldikçe yükselen dilek fenerine baktım. Gözlerim dilek fenerine takılı kaldı bir süre.
"Ne diledin?" diye sordu Kerem. Ona bakıp gülümsedim. "Seninle olmayı diledim," diye mırıldandığımda kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Başım onun omzunda gökyüzündeki dilek fenerimize baktım. "Peki sen ne diledin?"
"Benim dileğim sendin." Bunu söylediğinde ister istemez gözlerim dolmuştu. Bu Rapunzel'e sevdiği adamdan gelen bir sözdü. Dediği gibi filmi izlemişti. Hem de bana yetişebilmek için 17 kez...
Onunla birlikte filmi ilk kez izlediğimiz an geldi aklıma. Gözlerindeki heyecan ve çocuk olduğu için fark ettirmek istemese de yüzünde beliren tebessümü anımsadım. Elimi kesip Rapunzel izleyecek kadar rahat oluşum da ayrı bir konuydu. Yutkundum.
"Rüyadayken birbirimize bir söz vermiştik. Uyanıncaya dek rüyalarda buluşmaya dair...Şimdi bir söz daha verelim. Ömür boyu ayrılmamaya," dedim Kerem ile birlikte yıldızlara bakarken.
"Atarlı oğlan deli kızını ömrünün sonuna kadar sevecek ve ondan bir an olsun ayrılmayacak."
"Söz mü?"
"Söz," dedi Kerem. Daha sonra beni dumura uğratarak cebinden kadife bir yüzük kutusu çıkarıp diz üstü yere çöktü. Kapağı araladığında gözyaşlarım bir bir yanaklarımdan süzülüyordu. "Bunu da yapmış olamazsın," dedim dayanamayarak. O da gamzeleriyle beni etkisiz hale getirmeyi tercih etti.
Bu yüzük rüyalardayken bana evlenme teklifi ettiği yüzükten tek bir detayı dışında tamamen farklıydı. O da yan tarafında ikimizin isminin birleşiminin kazınmış halinin olmasıydı. "Yeşil kelebek," dedim heyecanla yüzüğe bakarken.
"Benimle evlenir misin?"
Gözlerimdeki yaşlar artık sel boyutuna ulaşırken nutkumun tutulmasından dolayı onu başımla onayladım. Kerem yeşil kelebeği parmağıma taktığında yanıma oturdu. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle birlikte "Rüyalardayken kazandığım iddiayı hatırlıyor musun?" diye sordu bir anda.
Ona hatırladığımı belli edercesine gülümsedim. Açıkçası benden ne isteyeceğini merak ediyordum. Ama bunu da az çok tahmin edebiliyordum. O yüzden ondan önce davranarak dudaklarımı onunkilere bastırdım. Gözlerimi yumup bu anın zihnimde ölümsüzleşmesini istedim. Ondan ayrıldığımda ise Kerem şaşkınlık ve mutlulukla harmanlanmış gülümsemesiyle baktı gözlerime.
"Akıl okuma yeteneğimi almana ne demeli peki," dediğinde kıkırdadım. Dayanamayarak ona sıkıca sarıldım. Başımı göğsüne yaslayıp hiç olmadığı kadar hızlı atan kalp atışlarını dinledim. Ciğerlerime onun beni etkisiz hale getiren büyüleyici kokusunu çektim. Gözlerimi ise gökyüzündeki yıldızlara diktim.
Biz birlikte onun yıldızları altında bir söz verdik. Hiç ayrılmamaya dair... Bu arada şunu da söylemem gerekir ki atarlı oğlan ile deli kızın masalı da gerçek olmuş. Aşık oldukları zamanki gibi aynı yıldızların altında kavuşmuşlar. Şimdi de bir rüyanın kahramanları olarak hayatlarının sonuna kadar mutlu yaşamışlar.
-SON- |
0% |