4.Bölüm: Anılar Çıkmazı

@sevvnuraydn

(Kerem'den...)

 

Gözlerimi yeni bir güne açtığımda tek yaptığım şey düşünmekti. Sadece düşünmek... Rüyamda dinlediğim sakin müziğin melodisi kafamın içinde dönüp duruyordu. Adeta hiç bitmeyen bir resital gibiydi. Müzik bitiyor biter bitmez tekrar başlıyordu. Aralıksız devam eden bu büyülü şarkı annemin doğum günümde piyanoyla çaldığı şarkıydı. Piyanonun tuşlarında dans eden parmakları bu besteyi benim için özel olarak yapmıştı. Benim için...

 

Bunu bilmek bile kendimi özel hissettirmeye yetiyordu. Tabii bu durum o zamanlar geçerliydi. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı bu günlerde çocukluğumun en özel anısını rüyamda görmek beni bir yandan mutlu ederken bir yandan da içime anılarla dolu bir ağırlık çökmüş gibi hissettiriyordu. Yutkundum. Ardından derin bir nefes alıp yeni bir güne başlamaya hazırlandım. Kendime geldiğime emin olduktan sonra üstümdeki battaniyeyi kenara çekip yattığım kanepeden kalktım.

 

Kar topu gibi olmuş battaniyeyi de elime alıp acemice katladım. Ardından kanepenin üzerine bıraktım. Pek güzel katladığım söylenemezdi ama en azından düzgün durduğuna emindim. Ben eserime bir sanatçı gözüyle bakarken arkamda duran birinin sesi duyuldu. "Günaydın Keremciğim," dedi Hülya abla. Gözlerimi sanat eserimden alıp ona çevirdim. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle bana bakıyordu.

 

"Günaydın Hülya abla," dedim onun gibi gülümseyerek. O da mesajımı kabul ediyormuş gibi hafifçe başını salladı. Ardından sanki aklına bir şey gelmiş gibi düşünceli bir şekilde dudaklarını araladı. "Kahvaltı birazdan hazır olur. Yukarı çıkıp Hande'yi de uyandırır mısın?" diye sordu tam mutfağa yöneldiği sırada. Onu başımla onayladım. "Ben şimdi uyandırırım," dedikten sonra merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. O sırada Rüya ile Kenan abi baba kız tablosu çiziyormuşçasına gülüşerek aşağıya indiler. Bende yanlarından geçip hızla merdivenlerden yukarı çıktım.

 

Merdivenin başındaki ilk odanın kapısına asılı renkli posterlerden bu odanın Rüya'nın odası olduğunu anlamam uzun sürmedi. Kapıyı tıklatıp bekledim. İçeriden çıt sesi bile gelmiyordu. Anlaşılan Hande uyuyordu. Belki de sekizinci rüyasını görüyordu. Elim kapı koluna gitti. Yavaşça kapıyı aralayıp başımı içeri doğru uzattım. Odanın müsait olduğundan emin olduktan sonra içeri girdim.

 

"Hande uyanık mısın?" diye sordum. Belki bir ümit uyanmış olabilirdi. Ama buna pek ihtimal verdiğim söylenemezdi. Özellikle yatakta tıpkı bir dürüm misali yatmasından bu ihtimal otomatik olarak sıfırlanıyordu. Bu haline gülmeden edemedim. Gözlerim dürüm Hande'nin üzerinde gezindi.

 

"Hülya abla kahvaltıya çağırıyor," dedim bu sefer bıkkın bir nefes verdiğim sırada. Daha sonra tepkisini duymak için kapının önünde kollarımı bağlayıp beklemeye başladım ama ne ses veriyordu ne de tepki. Ölü gibiydi. Hatta battaniyenin hafifçe yukarı aşağı kalkması olmasaydı kesinlikle battaniyeye dolanıp öldüğünü düşünebilirdim. Ama tam o sırada Hande battaniyenin altında hoşnutsuzca kıpırdandı. Onunla uğraşmak sebepsizce bana zevk veriyordu. Üstelik mutlu da ediyordu. Nedenini bilmesem de kendimi uzun bir süre sonra ilk defa böyle gülerken görüyordum.

 

Yüzümde çarpık bir gülümsemeyle "Hande?" dedim tekrar. Onun adını söylemek bile içimin tuhaf bir his bulutuyla kaplanmasına neden olmuştu. Yutkundum. Düzensiz atan kalp atışlarımın normale dönmesini beklediğim sırada Hande'den bir tepki bekledim. Ama herhangi bir tepki vermemişti. Adeta ölü gibi yatıyordu. Bu sefer içimi derin bir korku kapladı. Endişeyle kapıyı ardımızdan kapattım. Kapının kapanma sesiyle battaniyesine daha çok sarıldı. Benim tanıdığım kadarıyla Hande sırf munzurluğuna da olsa uyanır ve benimle uğraşırdı. Ama bu sefer durum farklıydı. Hande ondan beklemediğim bir şekilde yataktan kalkmaya bile yeltenmiyordu.

 

Ona bakma dürtüsü bedenimin dört bir yanını ele geçirmeye başladı. Bacaklarım benden izinsiz ona doğru adımlıyordu. Bir adım iki adım derken yanına gelmiştim. Yatağın boşta kalan kısmına oturup battaniyenin altında yatan Hande'yi izlerken bulmuştum kendimi. Tam o sırada aklıma ormanda ateşler içinde yandığımız zaman geldi. Belki de üşüyordu? Hatta belki de daha kötü hasta olmuştu. Tereddütle yaklaşıp aklımdaki soruyu sordum.

 

"Hala üşüyor musun? Ateşin varsa seni doktora götürelim istersen," dediğim sırada endişeyle ona bakıyordum. Sesimdeki ilgili tınıyı anlayıp anlamadığını merak ettim. Her ne kadar nedenini bilmesem de ondan gelecek herhangi bir tepkiyi dört gözle bekliyordum. Ama bu sefer de bir tepki vermeyince bu durumdan iyice işkillenmiştim. Üzerindeki battaniyenin bir parçasını tutup açmaya niyetlendim ama battaniyeye ahtapot gibi yapışmış bırakmıyordu. Onun haberi olmasa da farkında olmadan içimdeki Kerem Arslan'ı harekete geçirmişti. Sinirle ciğerlerime doldurduğum havayı dışarı verdim. Daha sonra tek elimle battaniyenin bir tarafını sıkıca kavradım.

 

Battaniyeyi sinirle tutup açtığımda zümrüt yeşili dolu dolu bakan bir çift gözle karşılaşmıştım. Belki de ağlamıştı. Ama neden? Dün gece gayet iyiydi. Birden ne olmuş olabilirdi ki? Şoke olmuş bir şekilde ona baktım. Ama o benim bu endişeli halimin aksine kaşlarını çatarak bakıyordu gözlerime. Birden onda alışkın olmadığım bir sinirle "Uyumak istiyorum ben!" diye bağırdı. O birkaç saniyede gözünden akan bir damla yaşa şahit olmuştum. Battaniyeyi tekrar başına kadar çekmeye niyetlendiği anda sert elim onun küçük ve narin elini kavradı.

 

Benimle beraber o da kaskatı kesildi. Yeşil gözleri gözlerimde gezinirken yutkundum. Bu ani refleks sonucu oluşan temasımız kalp atışlarımın ritmini tekrar bozmaya yetmişti. Gözlerime kenetlenmiş yeşil gözleri ve avucumun arasındaki yumuşak parmakları afallamama ve hatta yutkunmama neden oldu. Bana neler oluyordu böyle?

 

Derin bir nefes alıp kalbimin kontrolünü tekrar ele geçirmeye çalıştığım sırada Hande beni şoka sokacak bir şey yaptı. Yeşil gözleri beni adeta hipnotize ederken iyice yaklaştı. Sıcak dudakları benim dudağımın kenarına küçük bir öpücük bıraktı. Elektrik çarpmış gibi kalakaldım. Tenim öpücüğün etkisiyle cayır cayır yanıyordu. Kalbimse sözümden çıkmış dört nala koşuyordu sanki. Beynim desem düşünme yetisini kaybetmişti. Şimdi ne yapacaktım?

 

Öncelikle derin bir nefes alıp ciğerlerimi yakan oksijeni hissettim. Birkaç saniye kendimi sakinleştirmek için telkinlerde bulunduktan sonra Hande'nin aslında dikkatimi dağıtıp kendini battaniyenin altına saklamak için böyle bir oyun oynadığını anlamam uzun sürmedi. Yüzüm asılmış ve belki de kızarmıştı. Tek hamlede Hande'nin üzerindeki battaniyeyi açtım. Kendime engel olamayarak onun yeşil gözlerine diktim gözlerimi.

 

"Bu çabanın yersiz olduğunun umarım farkındasındır. Dudaklarıma da yapışsan bu işin peşini bırakmam," dedim kaşlarımı çattığım sırada. Neden bu kadar sert çıktığımı tam olarak bende bilmiyordum ama gülünç bir şekilde kendimi kullanılmış hissediyordum. Bu da yetmezmiş gibi Hande sabrımı iyice zorlamaya başlamıştı. Bir derdi vardı ama söylemiyordu. Bir şekilde onun ne derdinin olduğunu öğrenmeliydim.

 

Yeşil gözlerine baktım. Gözbebekleri daha demin olduğundan neredeyse on katı kadar bir büyüklüğe ulaşmıştı. Anlaşılan söylediklerim onu şoka sokmuştu. Birkaç saniye sonra söylediklerimi sindirmiş olacak ki omzuma sıkı bir yumruk indirdi. O küçük elin omzumu çökertebileceğini hiç düşünmemiştim. Yüzümü acıyla buruştururken ortalığı inletecek kadar yüksek sesle bağırmaya başladı.

 

"Defol! Seni sapık!" dediğinde bu sefer şoke olan bendim. Beni öpen oyken sapık olan neden ben oluyordum? Üstelik biri bunu duysa kesinlikle yanlış anlaşılırdı. Kenan abinin beni yaka paça dışarı atışını hayal edebiliyordum. Bu yüzden onu susturmak için "Gamze! Sus yanlış anlayacaklar!" diye bağırdım. Adını bilerek yanlış söylememe bile bir şey dememişti. Onun yerine dudaklarına mühür vurmuş kollarını kavuşturmuştu. Anlaşılan ölümüne trip yiyecektim. Başımı iflah olmayacağını bildiğimden iki yana salladığım sırada başını çevirip bakışlarını başka yöne çevirdi. Bu haline gülmeden edemedim. Tüm sinirim bir anda uçup gitmişti.

 

"Neyin var?" diye sordum. Ona güven vermek için sesimi son derece nazik tutmaya çalışıyordum. Ki bu benim için pek kolay sayılmazdı. Kerem Arslan asabinin tekiydi. Hatta onun tabiriyle mafya babasının oğlunun ruhuna sahiptim. Böyle düşününce epey komikti. Yeşil gözleri bu ilgili tınıyı hissetmiş olacak ki kahverengi gözlerimi buldu. Bir süre şüpheli bakışları yüzümde gezindi. Daha sonra bir kanıya varmış olacak ki dudaklarını araladı.

 

"Hiç... Sadece yorgunum. Gece iyi uyuyamadım," dedi gözlerini kaçırırken. Yalan söylediği açıkça belli oluyordu. Bu yüzden sinirlerimi daha fazla bozmamak için öncelikle derin bir nefes aldım. Daha sonra "Hande," dedim uyarıcı bir tonda. Ama bu durum onun zerre umurunda değildi. Yüzünde umursamaz bir ifadeyle battaniyeyi sanki inadıma yapar gibi tekrar kafasına kadar çekti. Bu da bendeki sabrın artık tükenmesine neden olmuştu. Üzerindeki battaniyeyi tek hamlede üzerinden çektim. Onun şoke olmuş yüz ifadesine bakarken battaniyeyi yuvarlayıp odanın gelişi güzel bir yerine fırlattım. Artık günah benden gitmişti. Bütün gün ona yalvaracak değildim.

 

Vereceği tepkiyi hiç düşünmeden onu tek hamlede kaldırıp kucakladım. Gözlerinin tamamını kaplayan yeşilleri gözlerime öyle bir bakıyordu ki yüzündeki şok ifadesi kesinlikle görülmeye değerdi. Ben onun bu haline bıyık altı gülerken "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordu. Ses tonundaki iğneleyici tona aldırmadığımı belli edercesine omuz silktim. "Hülya ablaya seni kahvaltıya getireceğime söz verdim," dedim yüzümde sempatik bir gülümsemeyle. Bana sinir olduğunu belli edercesine çatık kaşlarla bakıyordu. Birkaç saniye sonra duraksadı. Aklından yine bir hinlik geçtiğine emindim. Ki bu düşüncemde haklı da çıktım.

 

Beni bulan muzip yüz ifadesine baktım. Bana dil çıkarıp kendini gerisinin geri yumuşak yatağa bırakacağı sırada ben ondan önce davrandım. Bedenini daha sıkı kavradığımda ufak çaplı bir sarsıntı yaşadı. Yeşil gözleri benimkilere o kadar yakınlaştı ki nefes alamadığımı hissediyorumdum. Ciğerlerim görevini ihmal etmeye başlamıştı ve üstelik vücudumun yandığını hissediyordum. Bu durumdan rahatsız olan Hande ise huzursuzca bakışlarını kaçırdı.

 

"Rezil olacağız. Derhal indir beni yere!" diye bağırdı. Sesi bağırırken inceldi ve kulaklarımı tırmaladı. Yüzümü acı içinde buruştururken aklıma gelen birkaç cümleyle onun hinliklerine ayak uydurmaktan zarar gelmeyeceğini düşündüm. Nazikçe boğazımı temizleyip dudaklarımı araladım.

 

"Tamam, tamam. Zaten çok ağırsın. Kaç kilosun sen?" dedim onu daha da sinirlendirmek için. Düşüncelerimde yanılmadığımı belli ederek dehşete kapılmış bir şekilde yüzüme baktı. Ben kendime hakim olamayıp kahkaha atmaya başlarken o bu durumdan hiç hoşnut değildi. Bu sefer cidden onu sinirlendirmeyi başarmıştım. "Öldün sen!" diye cırlamaya başladığında kahkahalarımı tutmakta büyük zorluk yaşıyordum. Bir süre sonra kendimi daha fazla tutamayıp karnıma ağrılar girene kadar gülmeye başladım.

 

Hande ise çelik kadar sert yumruklarını bir bir göğsüme indirmeye başlamıştı. O kollarımda sinir krizi geçirirken ben çoktan kapıyı açıp odadan çıkmıştım. "Sana hanımların kilosunu sormamak gerektiği öğretilmedi mi? Hem sen daha kırk kilocuk kızı taşıyamıyorsun nasıl olacak o iş?" dedi. Yüzündeki bilmiş ifadeye baktım bir süre. İşte bunu beklemiyordum. Kırk kilocuk mu dedi o? Kendimi daha fazla tutamadım. Tüm ciddiyetim bir anda bozuldu. Kendini kırk kilo ilan eden Hande'ye kahkalarla gülmeye başladım. O bana delici bakışlarını yöneltirken ben kahkahalarımın artık bastırılamayacak noktaya ulaştığı andaydım. Bir süre sonra gülmem onu rahatsız etmiş olacak ki omzumu dürttü.

 

"Pardon acaba neye bu kadar güldüğünüzü öğrenebilir miyim Kerem Bey?" diye sorduğunda yüzüme ciddi bir ifade takındım. Sonra boğazımı nazikçe temizleyip kulağına doğru eğildim. Bu yaptığım onu meraklandırmış olacak ki dudaklarım keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. "Söyleyemem kırk kilocuk," dedim dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırırken. Birden yeşil gözleri dehşetle açıldı. Kocaman olan gözleri beni öldürecek gibi bakıyordu. "Sen bana fil mi demek istiyorsun?" diye parladı. Sesi beynimi matkap gibi delerken acıyla yüzümü buruşturdum. Daha sonra kucağımda Hande ile merdivenlerden indim. Sonra da onu yere bıraktım. Bana kısık gözlerle bakarken bir yandan da işaret parmağını tehdit edercesine bana doğru kaldırdı. Parmağıyla havada tuhaf şekiller çizerken kafasından neler geçirdiğini merak ediyordum.

 

Delici bakışlarından anladığım kadarıyla da pek iyi şeyler düşündüğü söylenemezdi. Gözlerim onun üzerinde gezinirken bir anda mutfaktan bize şaşkın şaşkın bakan aileye kaydı. Hande'yi uyarmak için bakışlarımla mutfağı işaret ettim. Yaptığım imayı fark edince de bakışlarını işaret ettiğim yöne doğru çevirdi. Hülya ablayla göz göze geldiği an elini sanki bir şey saklıyormuşçasına arkasına sakladı. Yüzünde otuz iki diş bir sırıtmayla onun bir anda durulması kesinlikle görülmeye değerdi. Tam o sırada içeriden Kenan abi bizi sofraya buyur etti. Bunun üzerine Hande ile beraber mutfağa geçtik.

 

Ben geçen sefer oturduğum sandalyeyi çekip otururken Hande de yanıma oturdu. "Beklettiğim için kusura bakmayın," dedi Hande. Az önceki çirkef tavırlarından eser yoktu. Ta ki Kenan abi beni yakacak kelimeleri bir bir sıralayana kadar... "Bekletmedin. Bizde zaten daha yeni sofraya oturmuştuk. Tam zamanında geldiniz yani," dediğinde Hande'nin yüzünde öyle mi der gibi bir ifadeyle birlikte beni öldürebileceğinin sinyallerini veren zoraki bir gülümseme belirdi. İçimden yaktın beni Kenan abi nidaları yükselirken Hande beni yiyecek gibi bakmaya başlamıştı bile. Her ne kadar onun bakışlarından ürksemde ona belli etmedim. Bende ona muzip bir ifadeyle bakınca bakışları üzerimde tuhaf bir şekilde gezindi. Ne düşündüğünü anlamak sandığımdan daha zordu.

 

"Size menemen yaptım soğutmadan yiyin hadi." Hülya abla beni kurtarmak için Hande'nin hayır diyemeyeceği teklifi öne sürdü. Bense ona minnettarlığımı belli etmek için içtenlikle gülümsedim. Hülya abla bıyık altı gülerken bir yandanda tabaklarımıza menemen koymaya başlamıştı. Gözüm iştahla tabağına konan menemene bakan Hande'nin üzerideydi. Sofradan aldığı yarım ekmekle önüne konan menemene balıklama daldığı sırada kendimi tutamayıp kulağına eğildim.

 

"Demek kırk kilocuk olup formunu yarım ekmekle koruyorsun," dedim sessizce. Bana tekrar yeşil gözleriyle kızgın bakışını attıktan sonra yemeğine geri döndü. Gerçekten onu anlamak zordu. O kadar yiyip nasıl bu kadar zayıf kalabiliyordu? Kızları anlayan var mıydı da ben anlayacaktım. Bakışlarımı önümdeki menemene çevirdim. Pek iştahım olmadığından sadece birkaç çatal almakla yetindim. Kahvaltı bitiminde ise artık yola çıkma zamanı gelmişti.

 

"Hadi bakalım gençler. Yolculuk vakti," dedi Kenan abi. Ben herkesle vedalaşıp kamyonetin arkasına binecekken Hande benden önce davranarak arkaya bindi. Bende aldırış etmeden Kenan abinin yanında öndeki yerimi aldım. Gözüm kamyonetin yan aynasına takıldı. Daha kamyonet hareket edeli on saniye bile olmamışken kafasını çarpmıştı. O an içimin titrediğini hissettim. Çok acımış mıydı? Keşke ben arkada gitseydim diye düşündüm. Ama iş işten geçmiş olan olmuştu.

 

Şimdi de ağrıyan başını ovuşturuyordu. Kısa bir süre sonra ise kollarını kamyonetin kenarına dayadı. Başını da kollarına yasladıktan sonra inledi. Başının ağrıdığının düşüncesi bile beni germeye yetmişti. Neden bunu bu kadar kafama taktığımı bile bilmiyordum ama gözlerim üzerindeydi. Parlak sarıya çalan saçları rüzgarda uçuşmaya başladı. Yemyeşil gözlerini gökyüzüne dikti. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. O an bende gülümsedim. Tam o sırada yanı başımdaki puslu sesin sahibi arka tarafa seslendi.

 

"Kızım arka tarafta rahat mısın?" diye sordu Kenan abi. Onu gıcık etmek hoşuma gittiğinden ben daha o cevap vermeden önce atıldım. "Kenan abi kırk kilocuk kız rüzgardan uçar şimdi diye korkuyorum," dedim gülmemek için kendimi tuttuğum sırada. Hande'nin delici bakışlarını kamyonetin yan aynasından görebiliyordum. "Rahatım Kenan abi. Hem ben öyle bir rüzgarda uçacak kızlardan değilim," dedi iğneleyici bir ses tonuyla. Cevabına gülmeden edemedim. Muhtemel onu izlediğimi bilmiyordu. O uyumak için kollarına yaslandığında bile onu izliyodum. Onun bu çocuksu tavırları beni güldürmekle kalmıyordu içimde adını koyamadığım duyguları uyandırıyordu. Bu kızı tanıyalı daha ne kadar olmuştu? O benim için kimdi ki? Ne hissetmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu.

 

*******

 

Yol beklediğimden uzun sürmüştü. Saatler süren uzun bir yolculuktan sonra varabilmiştik şehire. Uykusundan yeni uyanan Hande ise etrafa ışıldayan gözlerle bakıyordu. Uzun zamandır bu anı beklediğine emindim. Yüzünde belirgin bir gülümsemeyle öne doğru seslendi. "Kenan abi bu sokaktan sağa döner misin?" dedi. Kenan abi dediğini yapınca yüzündeki gülümseme genişledi.

 

"Şimdi nereye?"

 

"İki sokak aşağıdaki krem rengi bina. Korkmaz apartmanında duralım," dedi. Kamyonetin ani dönüşüyle savruldu. Ben dehşetle ona bakarken o son anda kafasını tekrar çarpmaktan kurtardı. Derin bir nefes aldım. Bu kız olmayan belayı bile üzerine çekmeyi başarıyordu. Tam bir bela mıknatısıydı. O nasıl yalnız kalacaktı? Hatta en saçma olanını kendime bile açıklayamıyordum. O tekken ben nasıl rahat edecektim?

 

Tam o sırada "Geldik," dedi Kenan abi. Gözlerimi krem rengi binaya çevirdim. Sonra belki de bu hayatta yapabileceğim en mantıksız şeyi yaptım. Binanın adresini çantamda bulduğum kalemle Hande'nin buruşturduğu sandviç kağıdına adresi not ettim. Ardından adresi ve kalemi geri çantama tıkıştırıp kamyonetten indim. Ben indiğimde Kenan abi kamyonetin arka kapağını açmış Hande'nin inmesine yardım ediyordu. Anlaşılan veda zamanı gelmişti.

 

Hande önce Kenan abi ile vedalaştı. Daha sonra yeşil gözleri beni buldu. Çekinerek de olsa yanıma geldi. Dayanamayarak ona sıkıca sarıldım. Küçük bedeni kollarımda kayboluyordu. Kalbimin ritmi bozulmuş içimi ise sebepsiz bir huzur kaplamıştı. Kısa süren kucaklaşmamız bitince yeşil gözleri dolu doluydu. Her an ağlayabilecek gibi bakan gözlerine baktım. Boğazıma bir yumru oturmasına rağmen içimden geçenleri ona söylemeliydim. Yutkundum. Ardından sesimin garip bir tona bürünmesine aldırmadan "Bana kendine dikkat edeceğine dair söz verir misin?" diye sordum.

 

"Söz..." diyebildi sadece. Onunda sesi benimki gibi zar zor çıkmıştı. Ona bakıp gülümsedim. Yeşil gözlerine kilitlendiğim sırada bu anı bozan kamyonetin korna sesi olmuştu. İçimden korna sesine sövsemde son bir kez Hande'ye baktım. Sonra arkamı dönüp kamyonete doğru ilerledim. Her bir adımım şaşırtıcı bir şekilde geriye dönüp ona bakma isteğimi körüklüyordu. Ama bunu yapmadım. Kendimi tuttum ve kamyonete bindim. Emniyet kemerimi bağladığım sırada yeşil gözlerini kamyonetin yan aynasından görebiliyordum. Derin bir iç çektim. Arkama yaslanıp gözden tamamen kayboluncaya kadar baktım ona. Umarım her zaman iyi ve güvende olursun Hande...

 

*******

 

Kenan abi ile evimin önünde durduk. Tabii benim yaşadığım yere ev denebilirse... Kenan abi eve hayranlıkla bakıyor arada bir de şaşkın bakışlarını bana yöneltiyordu. "Burada mı yaşıyorsun?" diye sordu. Sesindeki şaşkın tınıya buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim. "Evet," diyebildim sadece. Gözlerimi devasa büyüklükteki eve çevirdim. Artık içeri girip kasvet dolu salonumuzda ailemle oturmamın vakti gelmişti. Tam kamyonetten inip eve girmeye niyetlenmiştim ki Kenan abi omzumu tutup inmeme mani oldu. "Kerem sende bir haller var. İstersen bana anlatabilirsin," dedi dostane bir tavırla. Bir an duraksadım. Ona ne anlatabilirdim ki?

 

"Bende ne olduğunu ben bile bilmiyorum," diyerek umursamaz bir tavırla omuz silktim. Ama bu cevabım onu tatmin etmemiş olacak ki "Sen bilmiyorsun belki ama ben biliyorum," dedi yüzünde muzip bir ifadeyle. Bunun üzerine ondan bir cevap beklediğimi belli edercesine baktım yüzüne. Yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Sonra söylediği tek bir sözcükle nefesimin kesildiğini hissettim. "Hande..." dedi gayet kendinden emin bir şekilde. Bakışlarım onu bulduğunda donakalmıştım.

 

Bu adam bana neyi ima ediyordu? Beynimin düşünme yetisini kazanması birkaç saniye sürerken sonunda kendime geldiğimi hissettim. "Ben gitmeliyim," dedim kapıyı açarken. Kamyonetten indiğim gibi giriş kapısına koşarcasına yürüdüm. Girişteki kapıyı açıp içeri girdikten sonra sertçe kapattım. Tam o sırada aniden bastıran yağmura yakalandım. Yüzüme düşen yağmur damlalarıyla öfkeli bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Yağmur sanki bir bakışımla şiddetini arttırmış olacak ki bu duruma aldırmadan altında öylece durdum. Sırılsıklam olana kadar durdum hem de. Zaman artık durmuştu benim için...

 

Zaman aşımını normale çeviren ise "Kerem Bey!" diye arkamdan gelen bir sesi duymam olmuştu. Arkamı döndüğümde güvenlik görevlimiz Tuncay ile karşılaştım. Elinde şemsiyeyle koşturarak yanıma geldi. "Kerem Bey hasta olabilirsiniz. İsterseniz içeri geçin," dedi cebinden çıkardığı evin anahtarını bana uzatırken. İlk başta canım eve girmek istemedi. Ama Tuncay haklıydı. Biraz daha bu yağmurun altında kalırsam zatürre bile olabilirdim. İstemeyerek de olsa elinden anahtarı aldığım gibi evin merdivenlerinden çıktım. Birkaç basamak sonra evimin büyük kapısı tüm görkemiyle karşımdaydı.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. Ardından elimdeki anahtarı kilide sokup çevirdim. Kapı açılınca içeriye bir adım attım. Ev her zaman olduğu gibi soğuk ve kasvetliydi. Her insanın rüyası olabilecek bu ev benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Beni boğuyordu. Sıkıyordu ve en önemlisi içimi acıyla kaplıyordu. Ama en nihayetinde burası benim evimdi. Derin bir iç çektim. Daha sonra dayanamayıp "Anne! Baba! Ben geldim! Oğlunuz olduğunu unuttuğunuz Kerem!" diye yukarı doğru seslendim. Ama evde ölüm sessizliği vardı. En ufak bir hareketlilik dahi yoktu. Elimdeki anahtarı girişteki şifonyerin üzerine fırlattım. Sırtımdaki dev sırt çantasını da girişteki yere bırakıp merdivenlerden yukarı çıktım. Basamakları ikişer ikişer çıkıp koridorun başındaki annemin çalışma odasının kapısını açtım. Ama odada kimse yoktu. İçimi daha şimdiden endişe kaplamıştı.

 

Bu seferde babamın odasına doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda yine kimse olmadığını gördüm. Her ikisi de son bir aydır işlerini evden yürütüyordu. Asla başka bir yere gitmezlerdi. Ama şimdi yoklardı. Evde tek başımaydım. Koskoca evde bir başımaydım. Sinirle merdivenleri ikişer ikişer inip bodrum kattaki odama indim. Her şey tam da bıraktığım gibiydi. Hiçbir eşya bir milim bile oynamamıştı. Tavandan sallanan devasa kum torbası bile...

 

Gözlerim odamın içinde gezinirken acaba en büyük korkum başıma gelmiş olabilir miydi diye düşündüm. Annemle babam zaten benimle ilgilenmeyi altı yaşında bırakmıştı. Üstüne bir de terk mi edilmiştim? İşte bunu kaldıramazdım. Benimle ilgilenmeselerde onların varlığını biliyordum. Yalnız başıma olduğum her an onların varlıklığıyla bile olsa mutlu olmayı öğrenmiştim. Onların yanımda olduğu hissiyle büyümeye alışmıştım. Bu hisle mutlu olmaya alışmıştım. Ama şimdi ne o onlar vardı ne de o his...

 

"Şimdi ne yapacağım?" dedim yere çökerken. Yalnız olmayı hiçbir zaman sevmemiştim. Tüm kabuslarım gözümün önüne gelirdi yalnızken. Şimdi hep o gördüğüm kabusu yaşıyordum. Yalnız kalmıştım. Yapayalnız... "Ne yapacağım?" diye fısıldadım tekrar. Delirecek gibiydim. Kalbim stresten göğüs kafesimi delecek kadar hızlı atıyordu. Sırtımı duvara yaslayıp gözlerimi yumdum. Anılarım zihnimi ele geçirmeye başlamıştı bile. Küçükken annemle oynadığımız oyunlar adeta bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Babamla maket yaptığımız zamanlar, karnedeki zayıf notlarla aldığım cezalar, işten başka bir şey düşünmedikleri zamanlara doğru giden anılar...

 

Ben anılar çıkmazının tam ortasındaydım. Duvarın dibinde sıkışıp kalmış kurtarılmayı bekliyordum. Ama beni kurtaracak kimse yoktu.

 

Derin bir nefes aldım. Ciğerlerim yakıcı oksijeni hissettiğinde kendimi toplamam gerektiğini hatırlattım kendime. Ama nasıl? Bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum. Onlar beni görmediğinde her zaman en sevdiğim tepeye gidip kamp yapardım. Teleskopumla yıldızlara bakardım. Gezegenlere bakardım. Böylece biraz olsun dinerdi yalnızlığım. Ama şimdi içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Evin duvarları üzerime üzerime geliyordu. Acilen buradan çıkmalıydım. Ama bu saatte nereye gidecektim?

 

Aklıma bir anda sırt çantam geldi. Apar topar oturduğum yerden kalkıp girişteki hole gittim. Yerden siyah sırt çantamı alıp titreyen parmaklarımla fermuarını açtım. İçindeki adres yazılı kağıdı aldım elime. Bu kağıt nereye gideceğimin cevabı niteliğindeydi. Ona gidecektim. Başka kime gideceğimi bilemiyordum çünkü. Ona gitmekten başka çarem de yoktu. Ancak bu şekilde rahat bir nefes alabilirdim. Belki de elimden tutup beni bu anılar çıkmazından çıkarabilirdi.

 

İçimde yanan umut ışığının verdiği güçle odama geri koştum. Yatağımın yanındaki komodinin çekmecesinden arabamın anahtarını aldıktan sonra merdivenlerden yukarı çıktım. Girişteki hole vardığımda komodinin üzerine fırlattığım evin anahtarını da alıp evin kapısını açtım. Beni karşılayan gök gürültüsü ve yağmura aldırmadan evden dışarı adımımı attım. Ardımdan kapattığım kapıyla yalnızlığımı o dört duvarın arasına hapsetmiştim. Artık yalnız olmayacaktım.

 

Bahçede birkaç adım atmıştım ki Tuncay bana seslendi. Bakışlarımı ona çevirdiğim sırada birkaç adımda yanıma geldi. "Arabamı getir lütfen," dedim anahtarı ona doğru fırlatırken. Tuncay yakaladığı anahtarla garaja doğru giderken bende yağan yağmurun altında aileme ne olduğunu düşünmeye başladım. Onlara ne olmuştu? Kafamın içinde bu sorunun cevabını alabileceğim en ufak bir fikir dahi yoktu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Tam o sırada düşüncelerim arabamdan gelen motorun sesiyle dağıldı. Tuncay arabadan indikten sonra aklıma takılan soruyu ona sorma cesaretini buldum kendimde.

 

"Tuncay, annemle babam nerede?"

 

Bu soru karşısında sanki elektrik çarpmış gibi kalakaldı. Yüzünde ani bir tereddüt ifadesi belirdi. Her ne olmuşsa söyleyip söylememe konusunda kararsızdı. Ama kısa bir süre sonra söylemeye karar vermiş olacak ki ince bir çizgi halini almış dudakları aralandı. "Efendim. Aileniz siz yokken bir kaza sonucu..." İşte o an vücudumdaki tüm kanın çekildiğini hissettim. Onlar... Hayır bu doğru olamazdı! "Vefat ettiler efendim," diyerek can alıcı cümlesini noktaladı Tuncay.

 

Buna inanmıyordum. Asla da inanmayacaktım. O ormana nasıl düştüğüm bile belli değilken onların ölmüş olması bana hiç mantıklı gelmiyordu. Çünkü onlar son bir aydır tüm işlerini evden hallediyorlardı. Dışarı çıkmayan bir insanın trafik kazası geçirmesi mümkün değildi. Beynim uyuşmaya başladığı sırada "Ben eve dönmeyeceğim. Buralar sana emanet," dedim güçlükle. Evin anahtarını tekrar Tuncay'a verdim. Daha sonra zar zor kendimi arabaya attım. Kemerimi takarken bile elim titriyordu. Ama her şey geçecekti. Buna inanıyordum. Ya da inanmak istiyordum. Arabanın çalışan motoruyla koca giriş kapısından çıktım. Yağan yağmur o kadar kasvetliydi ki daha çok sıkılmama neden oluyordu. Arabayla yolda kayarak gidiyordum. Ona gidiyordum. Beni anılar çıkmazımdan çıkaracak olan o kişiye Hande'ye gidiyordum.

 

*******

 

Yaklaşık on beş ila yirmi dakika sonra evinin sokağına gelmiştim. Gözüm dört bir yandan onun evini arıyordu. Söz ettiği krem rengi binayı bulmaya çalışıyordum. Acaba yanlış sokağa mı girdim diye düşünürken "Korkmaz Apartmanı" yazısını gördüm. Onu bulmuştum. Yüzümde beliren gülümsemeyle arabayı park ettikten sonra arabadan indim. Yağan yağmura daha fazla marus kalmamak için koşarak binanın içine girdim. Sırılsıklamdım. Umarım beni bu şekilde kabul ederdi. Yoksa ne yapardım hiç bilmiyordum.

 

Gözlerim apartmanın içinde kararsızlıkla gezindi. Acaba onun evi hangisi diye düşünürken "Kime baktın oğlum?" diye sordu orta yaşlı gözlüklü bir teyze. Ona bakıp nazikçe gülümsedim. "Ben Hande'ye bakmıştım. Kaçıncı katta oturuyor acaba?" diye sordum. Bunun üzerine teyzenin yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. Muhtemelen Hande'nin kim olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Kısa bir süre sonra kafasının içindeki ampul yanmış olacak ki "O bir üst katta 4 numarada oturuyor," dedi.

 

"Çok teşekkürler teyzeciğim."

 

Ona minnettar olduğumu belli edercesine gülümsedim ama onun yüzündeki ifade korkutucu bir boyuta ulaşınca benim gülümsemem de silinip gitmişti. "Teyze senin anandır! Ben nereden senin teyzen oluyorum acaba it!" diye çemkirince küçük çaplı bir şok yaşadım. Anlaşılan Hande çirkef olmayı bu kadından öğrenmişti. Kadına bakıp tek kelime etmeden aceleyle merdivenlerden bir üst kata çıkıp 4 numaranın ziline bastım. Yerimde sabırsızca adımlarken bekledim. Ama evden hiç ses gelmiyordu. Tekrar tekrar çaldım ama tık yoktu. İçimdeki ümit ölmek üzereyken son kez zili çalmaya niyetliydim ki kapı açıldı. Tam o esnada sırtına attığı battaniyeye sıkıca sarılmış ağlayan yeşil gözlerle göz göze geldim. Ondan ayrılalı şunun şurasında kaç saat olmuştu. O bir anda nasıl bu hale geldi?

 

"Hande?" dedim endişeyle. Üzerindeki sarındığı gri battaniyeyle ağlamaklı gözlerini gözlerime dikti. Endişeli bakışlarım onun yüzünde gezinirken hiç beklemediğim bir anda "Kerem..." dedi ve bana sarıldı. Adımı ondan duymak yetmezmiş gibi bir de bana sarılmıştı. Vücudum bu ani hareketle kaskatı kesilmişti. Kalbim ise dört nala koşuyordu. Ciğerlerim nefes almak nedir unutmuş beynim düşünme yetisini kaybetmişti. Biraz sonra organlarım kendilerine düşen görevleri yerine getirmezse ölebilirim. Ama öyle olmadı. Tek bir organım dışında tüm organlarım vazifelerini yapmayı reddetti. Kalbim dışında... Yaşadığım her an gözlerimin önünden geçti. Ama hiçbirinde kalbim böylesine deli gibi çarpmamıştı. Şimdi göğüs kafesimden çıkmak üzereydi. Acaba Hande bu sesi duyuyor muydu? Kalbimin böyle delicesine attığını duyabiliyor muydu? Bunun bir önemi yoktu. Kollarımı hissettiğimde bende ona sarıldım. Asıl merak ettiğim şey ise kollarımda ağlayan bu kızın nasıl donmuş kalbimi tekrar attırabiliyor oluşuydu...

Bölüm : 18.12.2024 04:47 tarihinde eklendi
Loading...