Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.Bölüm: Kalbindeki Sesler

@sevvnuraydn

(Kerem'den...)

 

İnsanın bazen kendine bile itiraf edemediği şeylerin var olması mümkün müydü? Tüm bunları yaşıyor muydum? Tüm bu hissettiğim duygular gerçekten yaşanıyor muydu? Kalbim atıyor muydu? Buzdan kalbim gerçekten de atmaya başlamış mıydı? Peki ya bu gözler neden gördüğü her şeyi yeşil görüyordu? Neden baktığım her yerde bir çift yeşil göz görmeyi umuyordum? En önemlisi ben neden ona baktıkça huzur buluyordum? Neden mutlu olmama sebep olarak sadece onu görüyordum?

 

Aklımda daha bunlar gibi binlerce soru ve düşünce gezinirken yüzümde de aptalca bir gülümseme belirivermişti. Hande içeriye gitmişken bende aldığım dondurmaları buzluğa yerleştiriyordum. Bir kutu çilekli, bir kutu çikolatalı, bir kutu karamelli derken buzluk dondurma kutularıyla tıka basa dolmuştu. Poşetteki tüm dondurmaları buzluğa yerleştirdikten sonra poşetteki eczane poşetini tezgaha bıraktım. Böylece bana düşen görevi tamamlamış oldum. Buzluğu kapatıp Hande'nin yanına içeri geçiyordum ki aynı aptalca gülümseme yüzümdeki yerini aldı.

 

"Kerem kendine gel," dedim kendi kendime. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememi saklamaya çalıştım. Bir süre sonra bunu başardığıma emin oldum. Artık içeriye geçmeye hazırdım. Adımlarım beni içeriye doğru götürürken Hande'nin kapının önünde biriyle konuştuğunu fark ettim. İçimdeki merak dürtüsünün de etkisiyle karşısındakinin kim olduğunu görebilmek için yanlarına gittim.

 

Kapıda benim yaşlarımda parlak mavi gözleriyle aynı tonda keten gömlek giymiş bir adam vardı. Saçları sarı ve dalgalı yüzü ise en az bir bebek yüzü kadar pürüzsüzdü. Yüzünde bir tane bile kıl yoktu. Son derece bebeksi görünen bu yüze dikkatle bakmaya başladım. İçimdeki huzursuzluk hissiyle birlikte kapının kenarına sırtımı dayadım. Konuşmalarına bizzat şahit olmanın daha iyi bir fikir olacağını düşündüm. Bay bebek de cesaret için kahvaltıda yürek yemiş olacak ki Hande'ye elindeki küçük mor hediye paketiyle kaplanmış son derece süslü kutuyu uzattı.

 

"Bunu senin için özel olarak seçtim Hande'm..." dedi yüzünde yapmacık bir sırıtmayla. O sondaki eki kullanarak hayatının hatasını yapmıştı. Ama henüz bunun farkında değildi. Ben sinirden histerik bir gülme krizine girereken bir yandan da yumruğumu sıkıyordum. Bu adam bir an önce buradan gitmezse çok feci şeyler olabilirdi. Ama kendimi zor da olsa tutuyordum. Sonuçta gece Hande için zaten yeterince zor geçmişti. Bir de benim yüzümden gününün zehir olmasını istemiyordum.

 

Hande'nin korku dolu yeşil gözleri benim kahverengi gözlerime baktığında yutkundum. Onun yeşil gözleri beni sakinleştirmeye yeterdi. Yeşilin en güzel tonu olan gözlerini benden alıp bu seferde bebek adamımıza çevirdi. Hande tam kapıyı kapatmaya yeltenmişti ki adamımızdan gelen seslerle kan beynime sıçramıştı.

 

Hande hakkında düşündüğü iğrenç düşünceler kafamın içinde yankılanıyordu. Sinirlerime daha fazla hakim olamayıp bebek yüzlü adama kafa attım. O geriye doğru düşüp kanayan burnunu tutu. Diğer eliyle de parmağını tehdit edercesine sallarken bana yine gelenler geliyordu. Ona kafa göz dalmak istiyordum. Hande ise koluma yapışıp bana engel olmaya çalışıyordu. Bu konuda da epey zorlandığı belli oluyordu. Sonuçta yaralı bir elle benim gibi koca bir adamı zapt etmek oldukça zordu.

 

"Sen bittin!" diye bana tehditler savurup yukarı kata çıktı sarı bebek. Sinirden ne yapacağımı bilemezken Hande'nin yeşil gözleri gözlerime yalvarırcasına bakıyordu. "Lütfen Kerem," dedi o naif sesiyle. Burnumdan soluyarak kapıyı sertçe kapattım. Kapı sesiyle irkilen Hande elindeki hediye kutusunu gelişi güzel bir yere fırlattı. Daha sonra arkasına bile bakmadan salona geçti. Klasik trip pozisyonunu almak için koltuğa oturup sırtını bana doğru döndü.

 

Salonun kapısında derin nefesler alarak sakinleşmeye başladım. Ama aklıma o sütü bozuğun düşünceleri geldikçe delirecek gibi oluyordum. Hande bana döndü. Arbede sırasında bozulan saçını sağlam eliyle düzeltmeye çalışırken bile komik görünüyordu. Onun bu haline gülmeden edemedim. Yanına gidip hemen arkasına oturdum. Sol bileğine taktığı mor lastik tokayı eline aldı. Toplamaya hazırlanırken elinden alıp ona engel oldum.

 

"Ben senin için yaparım," dedim mor tokayı aldığımda. Hande konuşmamakta kararlı olmuş olacak ki tek kelime dahi etmedi. "Hadi ama Hande," dedim onu konuşmaya ikna etmek için. Ama yine cevap vermedi. Daha sonra kendi kendine mırıldanırcasına konuştu. Daha çok benim hakkımda şiddet içeren fantaziler düşlüyor gibiydi. İlker denilen adama yaptığım şeyin yanlış olduğunu söyleyip duruyordu. Aslında bunu söyleyiş tarzı bile ona gülmeme neden oluyordu.

 

Yüzümde genişçe bir gülümsemeyle hiç vakit kaybetmeden saçlarını toplamaya karar verdim. Işıkta altın gibi parlayan saçlarını ellerimin arasına aldım. İpek gibi yumuşak saçları o kadar narindi ki sanki en ufak rüzgarda dağılıp zarar görecek gibiydiler. Ellerimin arasındaki ipeksi saçlardan gelen çiçeksi koku ciğerlerime dolarken içime dolanın sadece bu güzel kokunun olmadığını fazlasıyla huzurla dolduğumu hissettim. Mor tokayla ellerimin arasındaki saçlarını tokaya üç kere doladıktan sonra çözülmemesi için tokayı sıktım. Saçlarının toplanmasının ardından Hande memnuniyetsiz bir ifadeyle yüzünü bana döndü.

 

"Neden İlker'e kafa attın?" Sesi hem bıkkın hem de ciddi çıkmıştı. Sıkıntılı bir nefes verdikten sonra parlak yeşil gözlerine diktim gözlerimi. O gözler bana çok fazla şey hissettiriyordu. Bunu biliyordum. Ama tam o sırada bir şey fark ettim. Bunun mümkün olduğundan bile şüpheliydim. Hande'nin dudakları bir milim bile oynamazken nasıl olurdu da onun sesini beynimin içinde duyuyordum. "Hande," dedim aklımdaki sesinin susması için. Bana anlam veremeyerek baktı.

 

"Ben saçını toplarken konuşuyor muydun?" diye sordum. Henüz delirmediğimi umarak iki dudağının arasından çıkacak olan yanıtı bekliyordum. Hande gözünün önüne düşen küçük bir parça saçı kulağının arkasına sıkıştırırken yine aynı ciddiyetle cevap verdi.

 

"Hayır. Tek kelime dahi etmedim," dedi ve yüzüme hala neler olduğunu anlamadığını belli edercesine bakmaya başladı. Bunun üzerine sıkıntılı bir nefes verdim. Ona baktığımda ise bana inanmasını umarak konuşmaya başladım. "Hande şimdi söyleyeceklerim sana oldukça mantıksız gelebilir. Emin ol bana da mantıksız geliyor ama lütfen bana inan," dedim söyleyeceklerimin saçmalığıyla kendimden utanırken.

 

Hande'nin bakışları endişeli bir hal alırken zihnindeki sesler yine beynimde yankılanmaya başladı. 'Kerem hiç iyi görünmüyor. Bana söylemeye çalıştığı şey ne olabilir?' diye geçirdi içinden. Ben hala olanların şokunu atlatmakta zorlanıyordum. Nasıl olurdu da bir anda insanların zihinlerindeki sesleri duyabiliyordum?

 

"Hande senin aklındaki sesleri duyabiliyorum," dedim bir çırpıda. Sonra karşımda afallayıp kalan kıza baktım. Al işte inanmamıştı. Haksızda sayılmazdı. Kendimden utanmaya başlamıştım. Hande kesinlikle benim bir deli olduğumu düşünüyordu. "Nasıl? Kerem sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu. Bana inanmasını beklemek kesinlikle aptalcaydı. Sıkıntılı bir nefes verip söylediklerimi kendime saklamadığımdan dolayı şimdiden pişman olmuştum ki Hande beni oldukça şaşırtacak şeyleri sıraladı.

 

"Madem öyle diyorsun bunu öğrenmenin tek bir yolu var. Bil bakalım ne düşünüyorum?"

 

Hande tatlı gülümsemesiyle aklına gelebilecek en saçma şeyleri düşünürken sonunda birinde karar kılmıştı ki bu tüm düşünceleri arasında en saçma olanıydı. Kahkahamı bastırmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Karnımı tutup gülme krizine girerken Hande sanki hayatımda ilk defa gülmüşüm gibi bana şok içinde bakıyordu. "Bunu düşünmüş olamazsın," dedim kahkahalarımın ardı arkası kesilmezken. Hande saçlarını geriye atıp bana şok içinde bakmaya devam etti. "Ne düşündüğümü biliyorsan söyle!" diye cırladı. Gerçekten bunu yapıp yapamadığımı merak ediyordu. Gülmeme engel olup kelimelerimi bir bir sıraladım.

 

"Beni gerçekten çiğ köfte yoğururken bir şark sofrasının ortasında hayal etmiş olamazsın," dedim tekrar kahkaha atmaya başlarken. Hande ise şok içinde bana bakarken gülmeme sinir olup sağlam eliyle vurmak yerine yanlışlıkla yaralı eliyle omzuma vurdu. O acı içinde eline bakarken bende bir anda kahkahamı kesip ona baktım. Hande canı çok yanmış olacak ki inlemeye başlarken bense iyice panik olup elini avuçlarımın arasına aldım. "Çok acıyor mu?" diye sordum endişeyle. Başıyla hayır demek istese de aklından acıdığını geçirmişti.

 

"Gerçekten kötü bir yalancısın," dedim ona inanamayarak. Daha demin onun zihnini okumuş olmama rağmen bana yalan söylemeye çalışıyordu. Onu nazikçe oturduğumuz koltuktan kaldırıp pansuman yapmak için banyoya götürdüm. Hande eli havada banyo lavabosuna dayanıp beni izlemeye başladı. Bende panikle ilk yardım kutusunu arıyordum. Ama daha sonra Hande'nin elini kestiğinde kutuyu lavaboya koyduğum aklıma geldi. Lavabonun içindeki kutuyu açıp karıştırırken en sonunda sargı bezi ve makası çıkardım. Sargı bezini ve makası çamaşır makinasının üstüne bıraktım. Daha sonra aklıma eczaneden aldıklarımın mutfak tezgahında olduğu geldi.

 

"Sakın kıpırdama. Eczane poşetini alıp geliyorum," dedim onu daha baştan uyararak. Hande uslu küçük bir kız misali başıyla beni onaylarken aklından bir hinlik geçip geçmediğine baktım. Ama düşündüğü tek şey elinin çok acıdığıydı. Bunun üzerine hiç vakit kaybetmeden mutfağa koştum. Tezgahın üzerindeki eczane poşetini alıp banyoya geri dönerken Hande'nin zihninin acıyla bağırdığını duyabiliyordum. Yanına geldiğimde parlayan yemyeşil gözleri beni buldu.

 

Ona bakarken göğsümden fırlayacak gibi atan kalbimin sesi duyuldu. Yutkundum. Ona yaklaştığımda utangaç bakışlarını benden kaçırıp elini avucuma bıraktı. Bakışlarımı eline odaklamaya çalıştım. Eczane poşetinden batikonu çıkaracaktım ki aklıma daha yeni dikiş atıldığı geldi. O yüzden sadece sargısını değiştirmenin daha iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Poşeti bir kenara koyup sargı bezini elime aldım. Biraz uzunca açtım sargı bezini. Daha sonra temiz bir makas yardımıyla kestim. Beni izleyen Hande'nin gözlerine çevirdim bakışlarımı.

 

Onun iç sesinden acımaması için dua ettiğini duydum. Ona güven vermek için gülümsedim. "Merak etme acımayacak. Ben senin yanındayım," dedim gülümseyerek. Gözlerinin içi binlerce yıldızla doluymuşçasına parladı. Gözlerimi gözlerinden çekip eline odaklandım. Sargısını olabilecek en yavaş şekilde elinden çıkardığımda eline bakmak istemediğini fark ettim. Bakışlarımı dikişlerle dolu eline çevirdiğimde göğsüme sanki dev bir yumruk yemişim gibi kalakaldım. Canının ne kadar yandığını düşündükçe içim acıyordu.

 

O hazır eline bakmıyorken fırsattan istifade belki acısını hafifletebilirim dedim. Parmak uçlarını dudaklarıma götürüp küçük bir öpücük bıraktım ona ilaç olmasını umarak. Canının acısının geçmesini umarak... Daha fazla dikişlerini görüp üzülmek istemediğimden kestiğim sargı bezini yavaşça eline dolamaya başladım. Her dolayışımda Hande gözleri kapalı bir şekilde inliyordu. Onunla beraber sanki benimde canım yanıyordu. Olabildiğim kadar yavaş ve nazik olmaya çalışıyordum. Sargı bezini dolamayı bitirince açılmaması için yapışkan bandından bir parça kesip kenarına tutturdum. Hande içinden bitip bitmediğini merakla beklediğini söyleyince gülümsedim.

 

"Bitti artık bakabilirsin." Hande rahatlamış olacak ki derin bir oh çekti. Tatlı bir gülümsemeyle gözlerini gözlerime dikti. "Her şey için teşekkürler," dedi ve yaralı eli havada kalacak şekilde bana sarıldı. Ben kaskatı kesilmiş bir halde kalakalırken o gülümsüyordu. Acaba şu an kalp atışlarımın frekansından haberi var mıydı? Umarım yoktur.

 

"Ben her zaman yanındayım deli kız," dedim kollarım onun ince belini sararken. Kısa süren tatlı bir sarılmanın ardından birlikte banyodan çıkıp salona geçtik. Hande krem rengi koltuğa oturup arkasına yaslandı. Bende yanına geçtiğimde ne kadar yorgun olduğumun daha yeni farkına varmıştım. Uykusuz geçen koca bir gecenin ardından iyi bir uyku çekmemiz gerekliydi. "Aşırı yorgunum," dedi Hande esnerken. Sonra bir anda duraksayıp delici bakışlarını bana odakladı.

 

"İlker'i neden pert ettiğini hala söylemedin?" dedi öldürücü bakışlarıyla üstümde garip şekiller çizerken. Zihninden geçenleri duyabildiğimden ne yapmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Şu an o garip bakışlarıyla beni Star Wars filmindeki jedi kılıcıyla ortadan ikiye bölmenin hayalini kuruyordu. Her ne kadar zihin okuyabilsemde onun zihnini anlamak gerçekten zordu. O herkesten farklıydı. Tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. O özeldi. Hemde çok özel...

 

"Bana öyle bakma. Cidden çok komik görünüyorsun," dedim gülerek. O ise çemkirmeye hazır bekliyormuşçasına bir bomba gibi patladı. "Anlatmazsan sen asıl o zaman görürsün komikliği!" Yeşil gözleri tehdit edercesine büyümüştü. Onun bu hareketine karşılık bende polise yakalanmış bir suçlu misali ellerimi havaya kaldırım.

 

"Tamam, tamam. Sen kazandın," dedim pes ederek. Daha sonra aklıma cici bebenin düşünceleri gelmişti. Gözlerimi gergince o güzel yeşil gözlere çevirdim. "O senin hakkında çok kötü şeyler düşündü Hande," dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Hande'nin göz bebekleri öncekinin iki katı kadar büyürken yüzünde şok ifadesi vardı. Gözlerimi sıktığım yumruklarıma odakladım. Ona bakmadan sözlerime kaldığım yerden devam ettim.

 

"O itin düşüncelerini duyduğumda delirdim. Ben o an delirdim Hande," dedim. Tepkisini ölçmek için gözlerimi bir anlığına ona çevirdim. Dikkatli bir şekilde beni dinliyordu. Zihni bile suskundu. Tek bir ses bile yoktu. En çok da beni bu korkutuyordu. Benim hakkımda hayal kırıklığına uğraması...

 

Sinirle yutkundum. Gözlerimden sanki ateş çıkıyordu. Bakışlarım odaklandığım yumruklarımı ısıtıyordu. "Hiç kimse ama hiç kimse zihninde dahi olsa senin temiz kalbini böyle çirkin şeylere alet edemez! Ben bunu düşünmek dahi istemiyorum," dedim acıyla. Bir anda yerimden kalktım. Arkama bile bakmadan Emre'nin odasına attım kendimi.

 

Kapıyı arkamdan kapatıp odada volta atmaya başladım. Ben onu düşünmeye bile kıyamazken o köpeğin düşündüklerine bak! Üstelik Hande'ye söylediklerime ne demeliydi? Acaba Hande ona söylediklerimden ne çıkaracaktı kim bilir? Düşüncelere dalıp kendimi gerginlikle yatağa bıraktım. Uzandığım rahat yatakta boş boş tavana bakarken yaklaşık on dakika sonra kapım çaldı. Derin bir nefes alıp "Gir," diye kapıya doğru seslendim. Hande sevimli bir şekilde açtığı kapının ardından bana bakmaya başlayınca yerimden doğruldum.

 

"Kerem yanına gelebilir miyim?" Sesi öyle tatlıydı ki onu reddedemezdim. Başımla onaylayıp gülümsedim. Hande mahcup bir tavırla yüzüme bakmaya başladı. İçinden geçenlerse benim için endişelendiğini belli ediyordu. İçinden 'senin yanındayım' dedi. Ona bakıp içtenlikle gülümsedim. Daha sonra arkasında sakladığı kırmızı defteri bana gösterdi. Bu defter oldukça eskiydi.

 

Hande defterde yazanları görebilmem için yanıma yaklaştı. Defterin kapağını açtığındaysa yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluşmuştu. Bu defter küçük bir kızın el yazısıyla yazdığı günlüğüydü. Beni mutlu edebilmek için eski şeyleri karıştırdığına emindim. Benim için böyle özel bir şeyi arayıp bulması bile içimde bir şeyleri hareketlendirmişti sanki. Hande yüzünde tatlı bir gülümsemeyle günlüğü okumaya başladı.

 

"17 Ocak Pazar... Sevgili günlük. Bugün inanılmaz bir şey yaptım. Emre'yi ana okulunda döven iki çocuğu bulup onlara ceza vermek için ağacın gövdesine bağladım. Özür diletene kadar da başlarında şarkı söyledim. Sanırım ben mükemmel bir ablayım."

 

Hande'nin sekiz yaşında yaptıklarına baktığımda gülmeden duramadım. Günlüğünü okurken kendi de yaptıklarına gülüyordu. Oldukça yaramaz bir çocuk olduğu belliydi. "Dur daha bunlar başlangıç," dedi kıkırdayarak.

 

"24 Mart Çarşamba... Sevgili günlük, babamla iki yaşındayken ektiğimiz elma ağacına dadanan aç mahalle çetesine bugün itibariyle hadlerini bildirmiş bulunmaktaydım. Tüm gece onları ağacın tepesinde okul formamla pusuda bekledim. Onlar gelince de kafalarına topladığım elmaları fırlattım. Artık ağacıma yaklaşamayacaklar. Ama ben gece ağaçta uyuduğum için çok hasta oldum. Umarım doktor amca bana iğne yapmaz."

 

Ben Hande'ye hayretler içinde bakarken o kahkaha atıyordu. Sağlam elini karnına koyup gülmesini bastırmaya çalışıyordu ama yorgunluktan bu durum kısa sürmüştü. Yavaşça esneyip gözlerini ovuşturmaya başladı. Anlaşılan onunda en az benim kadar uykusu vardı. Yerine gelen keyfimle onun o güzel yeşil gözlerine baktım.

 

"Hande," dedim tüm içtenliğimle. "Ben herkesin zihninden geçen sesleri duyabiliyorum. Ama ben senin zihninin değil kalbinden gelen sesleri duyuyorum. Senin kalbin bu zamana kadar tanıdığım herkesin kalbinden daha güzel."

 

Yeşil renk adeta içime işlerken karşımda utancından kızaran kıza baktım. Gözbebekleri elindeki bandajın üzerinde gezmeye başlayınca onu daha fazla utandırmak istemedim. Lafı değiştirmek en iyisiydi.

 

"Uzun bir gece geçirdik. Hadi git uyu," dedim. Hande yüzüme bakmadı ama aklından geçenlerden utandığından bakamadığını anlamıştım. Başı öne eğik bir şekilde açık kapıdan çıkıp kapıyı ardımdan kapattı. Onun odadan çıkışıyla yatağa uzanıp gülümsemeye devam ettim. Yaklaşık birkaç dakika sonra da ağırlaşan göz kapaklarımın da etkisiyle uykuya daldım.

 

*******

 

Gözlerimi yeni bir günün sabahına açtığımda kendimi oldukça yorgun hissediyordum. Kaç saat uyuduğumun pek de bir önemi yoktu. Sonuçta uyku uykuyu getirirdi. Saatlerdir ayakta olduğumuzu düşünecek olursak bu uyku az bile gelmişti. Bana kalsa üç gün boyunca aralıksız uyuyabilirdim ama bunu şu an yapamazdım. İstemeyerek de olsa güç bela yattığım yerden doğruldum.

 

Ayılmak için birkaç kez gözlerimi açıp kapatmama rağmen çabam boşaydı. Soğuk suyla yüzümü yıkamak ve hemen sonra sıcak bir kahve içmek uykumu açabilecek tek şeydi. Bu yüzden ilk olarak yüzüme soğuk su çarpmaya banyoya gittim. Tabii banyo tam bir savaş alanı gibiydi.

 

Etrafta sargı bezleri ve daha bir sürü saçma şey vardı. Hiç vakit kaybetmeden lavabonun içindeki ilk yardım kutusunun içine sargı bezlerini toplayıp koydum. Makası da kutuya attıktan sonra kutunun kapağını kapatıp çamaşır makinesinin üzerine koydum. Daha sonra boşalan lavaboya elimi uzatıp musluğu açtım. Akan soğuk suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarptım. Suyun soğukluğu beni kendime getirirken mutfaktan gelen gürültüyle musluğu aceleyle kapatıp içeri koşmam bir oldu. Mutfağa uçarcasına gittiğimde gördüğüm şey Hande'nin mutfakta ne kadar tencere tava varsa hepsini yere indirdiğiydi. Hatta kafasının üzerinde bile bir tane tencere vardı.

 

"Uyandırdım mı?" diye sordu. Yüzünde mahcup bir ifade vardı. Onun kendine zarar vermediğinden emin olunca derin bir oh çektim. "Ben olmasam iki gün ayakta kalabilir miydin inan çok merak ediyorum," dedim. Sesim bu yaptığı aptallığı kınar nitelikteydi. O ise benim bu söylediklerime karşılık dudak büzdü. Tam ağzını açıp çemkirmeye hazırlanıyordu ki kafasının içi çoktan taramalı tüfek gibi bana saydırıyordu. O daha ağzını açamadan işaret parmağımı susması için dudaklarına bastırdım. Bunun sonucunda kalakalan Hande'ye bakıp bilmiş bir şekilde gülümsedim.

 

"Çemkirme hakkını kafanın içinde yeterince kullandın," dedim bir yandan kafasına geçmiş tencereyi çıkarırken. Tencerenin kafasından çıkmasıyla gevşemiş tokasının bağı çözüldü. Güneş kadar parlak sarı saçları omuzlarından beline kadar dökülüvermişti. Karşımda afallayan Hande'nin konuşma yetisi yerine gelince mutfakta ne yapmaya çalıştığını anlatmaya başladı.

 

"Ben aslında tavayı alacaktım ama hepsi üzerime devrildi," dedi kıkırdayarak. Onu kınamalıydım. Kaç kere eli iyileşmeden iş yapmayacaksın dediysemde yine de inatçı bir keçi gibi burnunun dikine gidiyordu.

 

"Çok inatçısın Hande. Elin iyileşene kadar senin mutfak tezgahının yakınına dahi yaklaşmanı yasaklıyorum," dedim kararlılıkla. O ise ona yaptığım muameleden hoşlanmadığını zihninde bağırarak dile getiriyordu. Hande kollarını bağdaştırıp mutfak masasında oturunca bende kahvaltı için bir şeyler hazırlamaya başladım. İlk önce buzdolabının kapağını açıp dolapta ne var ne yok bir göz attım. Buzdolabında pek bir şey kalmamıştı. Hatta Amerika'da öğrenci evinde kaldığımda bile dolapta en azından dünden kalma bir tencere makarna olurdu. Ama ne yazik ki bu dolapta kalan tek şey üç tane yumurtadan ibaretti.

 

"Ben içeri geçiyorum," dedi Hande bana gözlerini kısarak bakarken. Kollarını kavuşturup topuklarını yere vura vura içeri giderken üzerindeki mor şalı savurmayı da ihmal etmemişti. Arkasından gülerek baktım birkaç saniye. Ardından dolaptaki üç yumurtayı da alıp tezgaha koydum. Yerdeki tencere tava dağınıklığını tek tek toplayıp masanın üzerine koyduktan sonra tavalardan büyük olanı ocağa koydum. İçine biraz tezgahtaki yağdanlıktan yağ gezdirdikten sonra altını açıp tavanın ısınmasını bekledim. Tam o sırada Hande Hanım aramıza teşrif etti. Hatta beni sinirlendirmek için İlker denilen hayvanın aldığı hediyeyi de getirmişti.

 

'Şimdi görürsün sen,' dedi içinden. Elindeki hediye kutusunu masaya koyup oturdu. Bilerek gözlerimin içine baka baka kutunun üzerindeki hediye paketini açtı. Bende ona inat sinirlenip yumurtaları tezgaha geçirircesine kırıp tavaya boce ettim. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde zihnindeki çirkefliğin sesi epey yükselmişti. Bu seferde kutunun kapağını sırf beni sinir etmek için aheste aheste açmaya başladı. Kutuyu açma işlemini tamamlayınca da içindekine hiç bakmadan bana doğru gösterip kutuyu salladı. Kutuyu elinden alıp camdan atmamak için çok zor duruyordum.

 

"Kutuya bakacağına yumurtalara bak," dedi gözlerini kısarak. Yumurtalar iyice pişene kadar çekmeceden aldığım spatulayla yumurtaların beyazlarını iyice pişirmeye başladım. Bir yandan da içinden bana çirkefçe cümleler kuran Hande'yi izliyordum. Tam yumurtanın altını kapatmıştım ki Hande'nin kireç gibi bembeyaz olduğunu fark ettim. Ocağın altını kapatıp hızla yanına geçtim. Hande'nin kutuya bakan gözleri donuktu. Hatta o kadar hareketsiz duruyordu ki nefes alıp almadığından bile şüphe ediyordum.

 

"Hande ne oldu?" dedim panikle. Onu omuzlarından tutup kendime çevirdiğimde hala kilitenmiş gibiydi. Omuzlarından onu hafifçe sarsmaya başladım. "Hande kendine gel!" diye bağırdım birden. Hande'nin korku dolu yeşil gözleri birden beni bulunca rahatlamıştım. Kırpıştırdığı kirpiklerinin ardından baktığı yeşil gözleri dolu doluydu.

 

"Kerem," dedi birden. Daha sonra sıktığı sağlam elini açıp elindeki İlker'in hediyesine yaşlı gözlerle bakmaya başladı. "Bu annemin bilekliği," dedi bir anda. Dolu gözlerini bileklikten bir saniye olsun ayırmamıştı. Aklımdaki onca sorunun arasına bir yenisi daha eklenmişti. Benim düşünceleri duymam başlı başına bir soru işaretiyken şimdi de bileklik olayı çıkmıştı başımıza. Daha da fazlası o bilekliğin İlker'de ne işi vardı? Tüm bu sorular cevapsızdı. Cevabı olsa dahi mantıklı bir cevabının olduğunu sanmıyordum. Son bir umut Hande'ye döndüm.

 

"Hande bilekliğin annenin olduğuna emin misin? Belki benzetmişsindir ya da aynısından almıştır," dedim. Ama bana dönen bakışlar oldukça ciddiydi. Bilekliğin kenarına kazınmış isimleri gösterdi. Bileklikteki isimler Gaye ve Fuat'tı. Şaşkın bakışlarımı Hande'ye çevirdiğimde içindeki ses 'biz neyin içine düştük böyle?' diyordu. Aynı soruyu bende günlerdir kendime soruyordum. Sanki mistik bir dünyaya açılan kapıdan geçmiş ve oraya hapsolmuş gibiydik. Çıkış yolunu bulamıyor ve sanki bir felaketin içine sürüklenen iki zaman gezginiydik belki de.

 

Ya da bir rüyanın içindeydik. Kim bilir?

 

Ciddiyetle bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Donuk bakan gözleri beni bulduğunda yüzünü avuçlarımın arasına alıp fısıldar gibi konuşmaya başladım. "Merak etme. Her ne olursa olsun ben senin yanındayım. Biz neyin içine düştük ya da neler yaşayacağımız hakkında en ufak bir fikrim dahi yok. Ama ben hep burada olacağım. Sana söz veriyorum."

 

Hande'nin içinde binlerce yıldızı barındıran gözleri umutla parıldadı. Sevinçle boynuma sarıldığında kalbim dört nala koşuyordu. Kollarımla onu sardığımda içimi derin bir huzur kaplamıştı. Her ne olursa olsun onunla olacaktım. Her ne olursa olsun...

Loading...
0%