@sevvnuraydn
|
(Hande'den...)
Kendimi çıkmaz bir sokağın ortasında sıkışmış gibi hissediyordum. Sanki avazım çıktığı kadar bağırıyordum ama sesim kimseye ulaşmıyordu. Çaresizce yardım beklerken bir elin uzanıp beni karanlık çıkmazdan çıkarmasını bekliyordum sanki. Ama olmadı. Kimse beni o çıkmazdan çıkarmadı. Zihnim düşünmeyi bırakmış tüm bedenimle beraber kilitlemişti kendini. İşte şu an tam bir boşluktayım. Sonu olmayan karanlık bir boşlukta...
"Hande ne oldu?" dedi Kerem panikle. Sesi sanki çekmeyen bir telefonun öteki tarafından geliyormuşçasına boğuktu. Zihnim duymayı da duyabildiklerimi algılamayı da reddediyordu. Şu anki halimin Kerem'in gözünde cansız bir mankenden farkı olmadığını biliyordum. Boş bakan gözlerim onun gözlerindeki ifadeye kaydı bir anlığına. O korku dolu gözlerle bana bakarken bense sıkmaktan kasılan elime bakıyordum. Tam o sırada beklediğim yardım gelmişti sanki. Güçlü bir çift el beni omuzlarımdan tutup sarsmaya başladı.
"Hande kendine gel!" diye bağırdı Kerem. Onun sesi beni karanlık çıkmazdan çıkarıp hayata döndürmüştü. Dolu gözlerim onun içimi ısıtan hareleriyle buluşunca onun benim için ne kadar çok korktuğunu daha iyi görmüş oldum. Dolu gözlerle ona bakarken dudaklarım onunla konuşmak için aralandı.
"Kerem..." dedim fısıldarcasına. Sesim tek bir kelimeyle bile bariz bir şekilde titriyordu. Gözlerimi bir anlığına sıkmaktan uyuşmuş hatta neredeyse varlığını unutacağım elime çevirdim. Kerem de benimle beraber elime bakarken güçlükle avucumu açıp içindekini görmesini sağladım. Elimdeki bileklik tüm zarafetiyle gözlerimi kamaştırırken Kerem hala olanlardan habesiz bir şekilde avucumdaki bilekliğe bakıyordu. Ona açıklamak istiyordum ama olayın şokundan tüm sözcükler boğazıma düğümleniyordu.
"Bu annemin bilekliği," dedim bir anda. Her sözcük boğazımı yırtarcasına çıkmıştı. Kerem'in gözleri bileklikten gözlerime kaydığında o da benim gibi şoktaydı. İçimden ne yapmam gerektiğini sorgulamaya başlamıştım. Karşımda düşüncelere dalan Kerem de benim gibi bir çıkış yolu arıyordu.
"Hande bilekliğin annenin olduğuna emin misin? Belki benzetmişsindir ya da aynısından almıştır," diye tereddütle sordu Kerem. Gözlerindeki tereddüt ifadesini görebiliyordum. O da benim gibi işe mantıkla yaklaşmaya çalışıyordu ama akıl okuyabilen birinin bunu yapması biraz fazla ironikti. Ona ciddiyetle baktım. Bana inanmak zorundaydı. Tıpkı benim ona anlattıkları her ne kadar saçma gelsede inanmış olmam gibi...
Hiç düşünmeden bilekliğe kazınmış isimleri göstedim ona. İçimden 'biz neyin içine düştük böyle?' diye bas bas bağırıyordum. Kerem endişeli bakışlarını gözlerime diktiğinde gürültülü bir şekilde yutkundum. Bakışları bir süre yüzümde gezindi. Daha sonra yüzümü nazikçe avuçlarının içine aldı. Ellerinin sıcaklığıyla yüzüm al al olurken güven veren gözlerine kenetledim gözlerimi. Kalp atışlarım odanın içinde yankılanırken o dudaklarını aralayıp fısıldarcasına konuşmaya başladı.
"Merak etme. Her ne olursa olsun ben senin yanındayım. Biz neyin içine düştük ya da neler yaşayacağımız hakkında en ufak bir fikrim dahi yok. Ama ben hep burada olacağım. Sana söz veriyorum."
Onun sesi beynimi uyuşturmuş ve rahatlamamı sağlamıştı. Ona dolu gözlerimle baktım. İçimdeki umut ışığını yakan adama doğru yaklaştım. Daha sonra kollarımı boynuna dolayıp başımı göğsüne yasladım. Benim bu ani hareketimle şoka giren Kerem kısa bir süre sonra yaşadığı şoku atlatmış olacak ki kollarını belime dolayıp sarıldığında içimde derin bir huzur vardı. Her ne olursa olsun onun yanımda olduğunu bilmenin huzuruydu bu.
Benden ayrıldığında yüzünde sevimli bir gülümseme vardı. Gamzeleri bende buradayım dercesine kendini belli ettiğinde sağlam elimden tutup beni oturduğum yerden kaldırdı. Elimdeki bilekliği de alıp masaya bıraktığında yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Onun gülümsemesiyle benim de yüzümde bir gülümseme oluşmuştu.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla. Kerem elimi bırakıp bana döndüğünde vücudumdaki tüm kan sanki yüzümde toplanmıştı. "Hadi hazırlan. Ufak bir gezinti yapalım kafamız dağılır," dedi yüzümdeki ifadeye gülerken. Zar zor konuşmaya yeltenecektim ki bunu içimden dile getirmenin daha kolay olduğunu fark ettim.
'Bana beş dakika ver,' dedim içimden. Kerem cevabımdan tatmin olacak ki beni beklemek üzere yüzünde belirgin bir gülümsemeyle salona geçti. Bende hiç vakit kaybetmeden odama geçtim. Kapıyı ardımdan kapatıp panikle kıyafet dolabımın kapaklarını ardına kadar açtım. Gözlerim tüm dolabı baştan aşağıya tararken radarıma yeşil tuniğim takıldı. Tuniği askıdan alıp hızlıca üstüme geçirdim. Dolaptan siyah taytımı da alıp güç bela giyindikten sonra dolabın kapaklarını kapattım. Kapanan dolap kapaklarının üzerindeki aynadan kendi yansımama baktım bir süre. Salık sarı saçlarımı toplamamın iyi bir fikir olacağını düşünmem uzun sürmedi.
"Hande hazır mısın?" dedi kapının ardından Kerem. Panikle üstümün düzgün olup olmadığını anlamak için aynaya son kez baktım. Hazır olduğumdan emin olduktan sonra kapının önüne geçip kapı kolunu indirdim. Açılan kapıyla Kerem ile göz göze gelmem bir oldu. Kerem beni baştan aşağıya süzerken içimden 'acaba çirkin mi oldum?' diye kendime soru sormayı da ihmal etmedim.
"Hayır aksine çok güzelsin," dedi Kerem. Onun iltifatıyla akıl okuyabildiğini hatırladım. Utançtan yerin dibine girerken Kerem yüzünde sempatik bir gülümsemeyle elinde mutfakta düşürdüğüm mor tokayı gösterdi. 'Saçlarımı toplayamam ki. Neden şimdi tokayla geldi?' diye geçirdim içimden. Hatta bunu söylerken çaktırmadan gözlerimi bile devirmiştim.
"Sen değil ben toplayacağım saçlarını," dedi Kerem ve bu benim devirdiğim ikinci çam ağacıydı. Kerem halime kahkahalarla gülerken içimden kendime bir tokat çarpmak geliyordu. Kıpkırmızı olan yüzümü arkama dönüp saklamaya çalışırken Kerem daha fazla konuşmadan saçlarıma yöneldi. Saçlarımı kavrayan elleri tokayı geçirirken öylece bekledim. Saçlarımı toplarken nefesini saçlarımda hissediyordum. Heyecandan nefesim kesilirken Kerem çoktan ensemde bir at kuyruğu yapmıştı bile.
"At kuyruğunuz hazır Hande Hanım. Başka bir isteğiniz veya arzunuz var mı?" dedi alayla. Ona yüzümü döndüğümde yüzünde bilmiş bir ifade vardı.
"Aslında var Kerem Bey," dedim bende ona ayak uydurarak. "Tam şuraya oturup çiğ köfte yoğurabilirsin," dedim yerdeki kırmızı tonlu halıyı işaret ederken. Kerem bu dediklerime kahkahalarla gülerken bende kendi dediklerime gülmeye başladım. Bazen saçmalamakta kendimi aşıyordum. Hatta bu konuda bir dünya devi bile olabilirdim.
"Bugünlük yeterince saçmaladığımıza göre artık dışarı çıksak diyorum."
Kerem bunları söylerken bir yandan da kapıyı işaret ediyordu. Başımla teklifini onaylayıp peşinden kapıya doğru yürümeye başladım. O kapıyı açıp ayakkabılarını giyerken bende askıdan çantamı alıp omzuma attım. Tam o sırada kapıda beni bekleyen Kerem'i diz çökmüş bir halde ayakkabılarımı giydirmek için beklediğini gördüm. Yüzümde utançla birlikte bir sıcaklık hissetmiştim.
Onun bana olan davranışları içimde bir şeyleri hareketlendiriyordu sanki. Derin bir nefes alıp kendimi topladım. Onu daha fazla bekletmemek için ayakkabıma ayağımı geçirdim. Kerem ayakkabımın bağcıklarını bağlarken bende diğerini giymeye çalıştım. Ayakkabılarımı giymemle anahtarı alıp kapıyı kilitledim. Anahtarı da çantama attıktan sonra beraber merdivenlerden aşağıya indik. Dışarı çıktığımızda Kerem'in arabası tüm ihtişamıyla apartmanın önünde duruyordu.
Kerem cebinden çıkardığı anahtarla arabayı açınca ön tarafın kapısını açıp yerime oturdum. Kemerimi bağlarken Kerem de yanımdaki yerini aldı. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla. Kerem arabanın üst tarafını açan düğmeye basıp bana gülümseyerek baktı. "Önce kahvaltı yapmaya gidelim oradan sonra güzel bir şehir turu yaparız," dedi ve bir yandan da arabanın torpido gözünü açtı. Tam o sırada torpidodan istediği şeyi almak için eğildiğinde aramızdaki mesafe de iyice daraldı.
Gözlerim onun gözlerine kaydığında yüzüm yanmaya başlamış kalbim deli gibi atıyordu. Kerem torpido gözünden siyah güneş gözlüklerini çıkarırken bile benimle göz gözeydi. Daha sonra torpido gözünü kapatıp doğruldu. Kemerini bağladıktan sonra güneş gözlüklerini taktı. Yüzünde çarpık bir gülümsemeyle arabayı çalıştırırken bende bakışlarımı dışarı çevirdim.
Bana ne olduğunu anlamak gerçekten zordu. Her zaman farklı biri olmuştum. Hatta Kerem'in de dediği gibi deli kızın tekiydim. Ama bu sefer durum benim açımdan oldukça farklıydı. Kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibi atıyordu ama ben sebebini bir türlü anlamıyordum. O sırada da gözlerimle yol kenarında geçip giden ağaçları izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Kafamsa bambaşka bir boyuttaydı. Yaklaşık yarım saat süren sessiz ve sakin bir yolculuğun ardından araba durmuştu. Arabanın durmasıyla gezegenimiz olan dünyaya ayak basmış bulunmaktaydım. Gözlerimi yanı başıma çevirdiğimde Kerem arabada yoktu. Daha sonra camımın olduğu taraftan gelen sesle bakışlarımı o tarafa doğru çevirdim.
"Geldik Hande Hanım," dedi Kerem kapımı açmış karşımda dikilirken. Gamzeleri gülümsemesiyle gün yüzüne çıkarken tam bir beyefendi edasıyla elini uzattı. Gözlerimi eline çevirdiğimde nazikçe elini tutup arabadan çıktım. Kerem arabanın kapısını tekrar kapattığında heyecandan dizlerimin titrediğini hissettim. Onunla beraber yan yana karşımızda tüm ihtişamıyla göz kamaştıran restorandan içeri girdim.
İçeriye girer girmez bizi vale karşılamıştı. Kerem anahtarı valeye verip beni belimden kavrayınca kalakaldım. Eli belimde beni restoranda bizim için ayrılmış masaya doğru götürdü. Masamız boğazın kıyısındaydı. Eşsiz deniz manzarasının yanında kahvaltı etmenin mutluluğunu yaşıyordum. Kerem elini belimden çekip beni sandalyeye oturttu. Daha sonra da karşımdaki yerini aldı. Heyecanla başımı denizin mavi sularına çevirdim. Güneşin ışığıyla parıl parıl parlayan denizin dalgalı suları gülümsememe neden olmuştu. O an üzerimde bir çift gözün varlığını hissettim. Gözlerimi denizin maviliğinden onun siyah güneş gözlüklerine çevirdim. Bana dikkatle bakıyordu. Sanki karşısında çok acayip bir şey yapmışım gibi.
"Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sordum. Sormamdaki nedeni düşüncelerimden duymuş olacak ki yüzünde yine o tatlı gamzeleri belirivermişti.
"Çünkü yeşille mavinin uyumunu görmek istedim. Senin yeşilin ve denizin mavisi öyle güzelsiniz ki..."
Onun sözleri karşısında kaskatı kesilirken güneş gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. Daha sonra masanın üzerinden eğilip gözlerimin en derininine baktı. "Sadece bu da değil. Senin gülümsemeni de görmek istedim. Çünkü senin gülümsemen gördüğüm en güzel gülümseme," dedi gözlerime bakarken. Kalp atışlarım yine düzensizleşti. Kalbim içimden dışarı çıkmak istiyordu sanki. Derin nefesler alıp kalp atışlarımı normale döndürmeye çalışıyordum. Ama pek işe yaramamıştı. Çünkü gözleri hala gözlerimdeydi.
"Efendim ne alırdınız," dedi yanı başımdan bir ses. Gözlerimi istemeyerek de olsa yanı başımdaki sesin sahibine çevirdim. Garson kız elinde küçük bir not defteriyle siparişimizi almak için bekliyordu. Ama o an gözleri Kerem'e kaydı. Bakışlarındaysa kesinlikle hayranlık vardı. İçimde engel olamadığım kıskançlık oklarını fırlatılmaya hazır bir şekilde karşımdaki kıza yöneltmiştim.
"Bizim için kahvaltılık ne varsa getir lütfen ," dedi Kerem. Ama bunları derken kıza bir saniye olsun bakmamıştı. Gözleri benim üzerimdeydi. Kız bozulmuş olacak ki Kerem'e doğru tekrar bir hamlede bulundu. "Başka bir arzunuz yok mu efendim?" diye sordu son bir umutla. Kızın gözleri direkt Kerem'in üzerindeydi. İçimdeki ses bas bas bağırıyordu. 'Bu kız Kerem'e sulanıyor. Bir şey düşün!' diye iç sesim beni bir anlığına dürtünce kendime engel olamadım.
"Yok! Başka bir arzumuz yok!" diye cırladım. Sesim haddinden fazla yüksek çıkmış olacak ki diğer masalardakiler bana yan gözle bakmaya başlamıştı. Hatta karşımda kahkahalarla gülen Kerem'i saymıyordum bile. Keskin bakışlarımı tekrar kıza çevirdiğimde elindeki defterle beraber arkasına bile bakmadan yanımızdan ayrılmıştı.
"Hande sanki biraz beni kıskandın gibi geldi bana," dedi Kerem gülerken. Bense ona şok olmuş bir şekilde bakıyordum. İçimden 'hiçte bile!' diye çemkirdikten sonra kollarımı kavuşturup bakışlarımı denize çevirdim. Ne yani onu kıskandığımı mı düşünüyordu? Tamam belki biraz ama bunu ben istememiştim sonuçta. Daha kendim bile bu hallerime anlam veremiyordum. Bir de ona açıklama yapamazdım.
"Dışından bitti şimdide içinden mi çemkiriyorsun? Gerçekten beni her geçen gün daha da şaşırtmayı başarıyorsun Hande," dedi. Onun sözünü bitirmesiyle iki garson servis arabasındaki kahvaltılıkları önümüze dizmeye başladı. Masa birkaç dakika içinde dolup taşarken midemin gurultusu ne kadar aç olduğumu hatırlatmıştı.
"O kızın iç sesini duydum. Anlaşılan yakışıklı olduğumu düşünüyor," dedi Kerem muzipçe çayını yudumlarken. Sinirden kan beynime sıçrarken hiç bozuntuya vermemeye çalıp ekmek sepetinden bir dilim ekmek aldım. Tam o sırada Kerem damarıma basmaya yemin etmiş gibi sözlerine devam etti. "Hatta benim tam evlenilecek adam olduğumu da düşündü. Yani bil diye söylüyorum," dedi ve imalı bir şekilde göz kırptı.
'Demek evlenilecek adam. Allah bilir daha neler düşünmüştür Kerem hakkında,' diye içimden kendi kendimi gaza getirirken karşımdaki akıl okuyucu gülmekten içtiği çay yüzünden yanmıştı. Ben utançla kendimi denize atmak isterken Kerem hala gülmeye devam ediyordu.
"Son bir şey daha var. Kız asla beni damatlıkla hayal etmedi." Gözüm kıskançlıktan neredeyse seğirmek üzereydi. Hırsımı ekmekten alıp dişlerimle ekmekten koca bir parça kopardım. Daha sonra önümdeki kahvaltı tabağındaki elma dilim domatesi ağzıma tepip çiğnemeye başladım. Yediklerimi yuttuktan sonra bir yudum çay içip Kerem'e kaçamak bakışlar atmaya başladım. Sonra tereddütle ona bir tuzak niteliğindeki sorumu yönelttim.
"Kıza şöyle alacaklı gözle baktım da kız çok güzeldi. Bence hazır boştayken ona bir şans ver. Hatta evlenirsiniz. Belki de o kızınki gibi mavi gözleri olan çocuklarınız olur. Ne dersin?" dedim yarım bir ağızla. Bir yandan da önümdeki menemen tabağını çatallıyordum. O karşımda bana tuhaf tuhaf bakarken bir lokma ekmek atmıştım ağzıma. Sonra kahverengi hareleri gözlerimle buluştu.
"Yeşil varken maviyi kim ister ki? Şahsen ben yeşilden başka bir renk göremiyorum."
Bunu söylerken benim yeşil gözlerime bakmasıyla taşlar yerlerine oturmuştu. Onun burada kast ettiği kişi bendim. Bunu anlamam oldukça geç olmuştu. Boğazımda kalan ekmek ile öksürük krizlerine girerken Kerem panikle sandalyesinden kalkıp yanıma geldi. "Hande," dedi panikle. Sırtıma vurduktan sonra güç bela ekmeği yutabilmiştim. "İyiyim. İyiyim," dedim kendime gelince. Kerem rahatlayıp yerine geri geçtiğinde kahvaltımıza devam ettik. Uzun ve sessiz geçen yarım saatin ardından kahvaltımızı yapıp restorandan çıktık. Kerem hesabı ödedikten sonra onun beynini yiyip sahile inmeye ikna edince beraber arabayla deniz kenarına indik.
"Kerem burası çok güzel," dedim arabadan inip kumlarda koşarken. Sonra durup arkama baktım. O da yanıma gelince ayakkabımlarımı ayağımdan çıkardım ve kendimi denizin berrak sularıyla buluşturmak için ayaklarımı suya soktum. Suyun soğukluğu ve kumların yumuşaklığı ayaklarımı gıdıklarken yürümeye başladım. Yüzüme çarpan sıcak rüzgarla güneşin ışıklarının vurduğu saçlarım rüzgarda dalgalanmaya başladı.
"Kerem sende gel! Su çok güzel!" diye ciyakladım.
Kerem resmen kem gözüyle bana nazar etmiş olacak ki az daha suya düşüyordum. Dengemi son anda kolumdan tutan Kerem sağlamıştı. Ben ona bakarken onun sütlü kahve gözleri önce yüzümde ardından denizin masmavi suyunda gezindi. Daha sonra o da bana uyup ayakkabılarını çıkardı. Mutlulukla dolup taşmıştı içim. Benimle beraber yine çocuk olacaktı.
Kerem benim gibi ayaklarını suya sokup yürümeye başlarken bu sefer dengemi tekrar kaybettim. Bir de bununla da kalmamıştım. Kendimle beraber onu da denizin engin sularına bırakmıştım. Kerem ile beraber suyu boylarken denizin dibinden başımı çıkarıp onun nerede olduğuna bakmaya çalıştım.
"Kerem!" diye bağırdım. Ama ne ses vardı ne de seda. O an arkamdan gelen sesle resmen aklım çıkmıştı. "Hande!" diye benim ses tonumu taklit ederek bağırdı. Ona dönüp sinirle yüzüne su sıçrattım. Kerem kahkahalarla gülerken bana da bir fiske su sıçratmaktan geri kalmamıştı.
"Sen gül anca! Aklım çıktı benim burada!" diye cırladım. Kerem gülmeye devam ederken bu seferde su bombardımanı yaşamıştı. Onun yüzüne art arda su çarptıktan sonra sinirle karaya yüzüp sudan çıktım. Çok geçmeden yanıma gelmişti Kerem Bey. Ben serinleyen havayla titrerken konuşmaya başladı.
"Hasta olmadan önce gitsek iyi olacak," dedi. Normalde onunla inatlaşabilirdim ama titreyen vücudum buna izin vermedi. Onu başımla onayladıktan sonra peşinden arabaya bindim. Bu sefer bizi yaklaşık bir saat süren bir yolculuğun ardından büyük bir villanın önüne getirmişti. Ben şaşkınlıkla eve bakarken Kerem kafamda gezinen soruyu cevapladı. "Bizim ev," dedi kısaca. Göz bebeklerim daha demin olduğunun iki katı kadar r büyüklüğe ulaşırken Kerem oralı bile değildi.
"Sarayda mı yaşıyorsun?" diye sordum saf saf. Kerem gülerek arabayı evin güvenliğinden geçirdi. Ardından içeri park edip arabadan indi. Ben gözlerimle onu takip ederken o gelip kapımı açıp inmeme yardım etti. Beraber Kerem'in lüks Amerikan evlerini aratmayan evine giriş yaptık. İçerisi son derece sade ve zevkli döşenmişti. Girişte kocaman ahşap bir dolap vardı. Ben evin her bir köşesine hayranlıkla bakarken Kerem beni hayal dünyamdan çıkardı.
"Hande ben sana annemin kıyafetlerinden ayarlarken sende yukarı gel sana banyoyu göstereyim," dedi Kerem. O yukarı kata çıkan merdivenlere yönelirken bende peşine takıldım. Yukarı çıkınca bana sondan üçüncü kapıyı işaret etti. Ben kapının önünde beklerken o da bana kıyafet ayarlamakla meşguldü. Yaklaşık beş dakika içinde Kerem elinde kırmızı bir bluz ve siyah bir pantalonun olduğu bir sürü kıyafeti kucağıma bıraktı. O aşağı kata inerken bende elimdeki kıyafetlerle banyoya girdim.
*******
Aynadan kendime baktığım sırada elimdeki dikişe su gelmemesi için elime geçirdiğim poşeti çıkarıp çöp kutusuna attım. Son kez dönüp kendime baktığımda gözüm giydiğim bluzla belirginleşen köprücük kemiklerimde ve ince belimde gezindi. Alışık olmadığım bir şekilde güzel görünüyordum. Aynaya bakıp bu halime sırıttım. Daha sonra kenardaki ıslak kıyafetleri de alıp kurutma makinesine attım.
Makinenin çalışmasıyla banyodan çıktım. Merdivenlerden aşağı inip Kerem'i bulma niyetindeydim. Tam merdivenlerden indiğimde salondan gelen gürültülerle duraksadım. Adımlarım yavaşlarken beni neyin bekleyeceğinden habersizdim. Tam o an Kerem'i gördüm. Yanına gittiğimde kendimi oldukça tuhaf hissediyordum.
"Hande gel salonda şöminenin önünde otur ısınırsın," dedi Kerem. Tam içeri girecekken içerden gelen ses kesilmiş yerini tatlı bir melodiye bırakmıştı. Ben salondan gelen melodiye odaklanmışken Kerem ne düşündüğümü dinliyordu. "İçeriden çok güzel bir piyano sesi geliyor. Kim çalıyor peki?" diye sordum merakla. Kerem gözlerime korkuyla bakmaya başlayınca içimde bir korkunun belirmesi uzun sürmedi.
"Ne piyanosu? Evde kimse yok ki," dedi bir anda. Ama ben bahsettiğim piyano sesini hala duyuyordum. Sonra gözümün önünde bir bariyer olduğunu gördüm. Kerem bu bariyerin dışındaydı. Sol elim onun sert eline uzandı. Sıkıca elinden tutup onu bariyerden içeriye doğru çektim. Kerem yüzüme gerginlikle bakmaya başladı. Bir süre sonra dudakları aralandı.
"Ama bu annemin bestesi," dedi göz bebekleri olayın şokuyla büyürken. O da benim gibi melodiyi duymaya başlamıştı. Kerem'i elinden tutup salona doğru götürdüm. Salona gittiğimizde büyük bir kalabalık vardı ama kimse bizi görmüyordu. Duvarlarda doğum günü süsleri vardı. En başta da bizi karşılayan yazıyla gözlerim yanı başımdaki Kerem'e kaydı. Onun da gözleri dolu doluydu. Yazıda 'iyi ki doğdun Kerem' yazıyordu. Bu Kerem'in anısıydı. Biz ikimiz şu an yaşanmış bir anının içindeydik.
"Annem benim için bestelemişti," dedi gözlerini piyanonun başında oturan annesine diktiğinde. Melodi tüm odayı sarmış masanın başındaki küçük Kerem hayranlıkla annesini izliyordu. Parmağımla onu işaret ettim. "Ne tatlı bir çocukmuşsun," dedim gülümserken. Gözlerim salonda dolaşmaya devam etti.
Kenardaki dev ayaklı şamdanlardan birine bağlanmış 6 şeklindeki balona baktım. Daha sonra misafirlerin birinin telefonuyla uğraştığını fark edip Kerem'i de peşimden sürükleyerek kadının yanına gittim. Eğilip telefonuna baktığımda tarih Mart ayının yirmi sekiziydi. Bir anda duraksadım. Gözlerim Kerem'i bulduğundaysa şok içindeydim.
"Kerem bugün senin doğum günün," dedim birden. Ama bu durum onun pek de umurunda değildi. Gözleri hala çocukluğundaydı. Onunla beraber bende küçük Kerem'e baktım. Onu, gözündeki ışıltıyı ve mutluluğu gördüm. Bende onunla beraber gülümserken Kerem elimi bırakıp çocukluğunun yanına gitti.
Küçüklüğünün arkasında durup pastaya baktı önce. Gözleri çocukluğunun mutlu gülümsemesine kaydığında özlemle baktı. Bir anda salonu dolduran melodi susmuş annesi Kerem'in küçüklüğüne sıkıca sarılmıştı. Tam o an onun gözlerinden yaşlar dökülmeye başlamıştı. Onu ilk defa ağlarken görüyordum.
Annesi ondan ayrıldığında küçük Kerem için pastanın mumlarını yaktı. Bende masanın başına geçip küçük Kerem'in yanında durdum. Doğum günü şarkısı eşliğinde mumlarını üfleyip annesine tekrar sarıldı küçük Kerem. Masanın üzerindeki pastaya bakarken bir anda gözlerim masadaki kırmızı parlak taşa takıldı. Merakla uzanıp taşı elime almak istediğimde elimde aldığım aslında taşın kendisi değil bir kopyasıydı. Belki de bu Kerem'e anılarının bir hediyesiydi. Kim bilir?
Kerem masanın etrafında dolaşıp yanıma geldi. Tam o sırada küçük Kerem'in yanında küçük bir kız belirdi. Onun yanağından öpünce bendeki kıskançlık çanları çalmaya başlamıştı. Elimdeki taşı sıkarken yanı başımdaki Kerem'e döndüm.
"Kim bu kız?" dedim tiz çıkan sesime aldırmadan. Kerem gözlerindeki yaşları silerken bir anda gülmeye başlamıştı. Kızı işaret edip anlatmaya başladı. "O kız benim kabusumdu. Adı Didem. Hatta küçükken ben seninle evleneceğim diyip duruyordu." Demek adı buydu. Aklından evlilik düşüncesini bir an önce çıkarsa iyi ederdi. Yoksa olacaklardan ben sorumlu olmazdım.
"Bugünlük bu kadar yeter. Artık gidelim," dedi Kerem elimi tutup. Onu bariyerin dışına çıkardım ve bir anda tüm her şey eski haline dönmüştü. Kerem gözü dolu dolu bana bakarken elimde sıktığım kırmızı taşı daha yeni fark etmiştim. Kerem koltuğa gidip kendini bırakınca peşinden bende yanına gittim. Onun için endişeliydim. Ben onu teselli etmek için yanına oturunca kızarmış koyu hareleri benim yeşillerimle buluştu. Elimdeki kırmızı taşı hiç düşünmeden elini tutup açtığım avucuna bıraktım. Kerem elindeki taşa sorgularcasına bakarken yüzünde küçük bir tebessüm beliriverdi.
"Bu taşı nereden buldun?" dedi taşı evirip çevirirken. Ona gülümseyip elini tuttum. "Bu taş sana anılarının küçük bir hediyesi," dedim gülümserken. Kerem elinde taşıyla bir anda küçük bir çocuk gibi uzanıp dizlerime başını dayadı. O taşı evirip çevirirken bende adeta bir anne şefkatiyle saçlarını okşarken bulmuştum kendimi. Bu sayede rahatlayan Kerem'in titreyen dudaklarından yaşadıkları dökülmeye başlayınca kaskatı kesildim.
"O mutlu geçirdiğim son doğum günümdü biliyor musun? Annemle geçirdiğim en özel anımdı," dedi ağlarken. Gözyaşları bir bir dizlerime dökülüyordu. Tüm sözcükler bir yumruk gibi boğazıma dizildiğinden tek kelime dahi edememiştim. "Ailem beni bir başıma bıraktı Hande. Bir an olsun ne yaptığımı merak etmediler. Düşündükleri yalnızca itibarları oldu. Benim onların gözünde bir eşyadan farkım kalmamıştı," dedi.
Sesi boğuk boğuk çıkıyordu. Onunla beraber bende ağlamaya başladım. Ağladığımı anlamaması için de hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım. Ama bu çabamın hiçbir faydası olmamıştı. Kerem'in kıpkırmızı gözleri bana döndü.
İşte o an içimdeki duygu seliyle birlikte duygularımın farkına varmıştım. Ben ona aşık oluyordum. Bunu onun acısıyla acı çekerken onunla gözyaşı dökerken anlamıştım. Kerem gözlerime baktı bir süre daha sonra son derece naif çıkan sesiyle sordu.
"Uyuyana kadar yanımda kalır mısın?"
Sesi yalvarır gibiydi. Başımla onaylayıp ağlayarak saçlarını okşamaya devam ettim. "Sana bir masal anlatmamı ister misin?" diye sordum. "Anlat lütfen. Buna gerçekten çok ihtiyacım var," dedi gözlerini yumarken. Titreyen sesimle başladım masalımızı anlatmaya. Bu bizim masalımızdı. Bir zamanlar çocukluğunu yaşayamamış büyümek zorunda kalmış kollarımda uyuyan adama benden küçük bir hediyeydi.
"Masalımızın adı deli kız ile atarlı oğlan," dedim gülümseyerek. Kerem'in de dudaklarından küçük bir kahkaha döküldü. Onu neşelendirmeyi bir an olsun başarmıştım. "Deli kız bir gün ormanda bir başınayken onu görmüş. Yani bizim atarlı oğlanı... Atarlı oğlan o kadar agresifmiş ki kıza bağırmış. Tabii bizim kızın da ondan arta kalan yanı yokmuş. Öyle bir çemkirmiş ki atarlı oğlana atarlı oğlan neye uğradığına şaşırmış."
Biraz öne doğru eğilip Kerem'in yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı ama hala beni dinliyordu. Masalımıza kaldığım yerden devam ettim. "Bizimkiler birbirlerine attıkları onca lafa rağmen ayrılamamış birbirlerinden. Birlikte bir iskele bulmuşlar. Hatta kız ilk defa o iskelede yıldızları bu kadar yakından görmüş. O günden sonra işler içinden çıkılmaz bir hale geldiğinde bile oğlan kızı bir an olsun yalnız bırakmamış. Çünkü hayatları onları ayırdığında bile kaderleri onları tekrar bir araya getirmiş."
Derin bir nefes aldım önce. Ardından sözlerime kaldığım yerden devam ettim. "Deli kız yıkılmış bir haldeyken oğlan onu bulmuş ve o hapsolduğu karanlıktan çıkarmış. Onu şefkatle sarmış ve ona yalnız olmadığını göstermiş. Atarlı oğlan artık eskisi gibi atarlı değilmiş. O artık bir masalın kahramanıymış. Hatta sakar kızımız elini ikiye ayırdığında bile kahramanı onu kurtarmıştı."
Yüzümde aptal bir gülümsemeyle Kerem'in uyuyup uyumadığını kontrol ettim. Tahmin ettiğim gibi uyuyordu. Bende masalı sonlandırmaya karar verdim. Bugün onun için çok zor geçen bir gündü ama yarını onun için mükemmel bir gün yapmak için elimden geleni yapacaktım. Doğum günü çocuğuna çevirdim gözlerimi. "İyi ki doğdun," dedim gülümseyerek. Sesim bir fısıltıdan farksızdı. Beni duymasa bile hissettiğini biliyordum.
Sonra içimden birkaç sözcük geçti. Kendime bunları söylediğime inanamazken dizlerimde uyuyan Kerem'in yavaşça saçlarını okşadım. Ardından içimden şu sözleri sıraladım. "Seni seviyorum Kerem. Her ne kadar sen bunu bilmesende..." |
0% |