@sevvnuraydn
|
Gözlerimi yeni bir günün sabahına açtığımda Kerem'in başı dizlerimde elim onun saçlarında öylece uyuyordu. Onun bu tatlı haline gülümsemeden edemediğim sırada aklıma dün yaşadıklarımız geldi. Bununla birlikte yüzümdeki gülümseme de solarken Kerem'in başını altından destekleyerek kaldırdım ve koltuktan kalktım. Onun rahatça uyuyabilmesi için de başının altına yumuşak bir yastık koyup salonun ortasına kadar ilerledim.
İçimden biraz sonra yapmak üzere olduğum şeyin doğru olup olmadığını düşünmeye başladım. Ama tam salonun ortasına geldiğimde yine o açık mavi bariyeri gördüm. İçimdeki merak duygusuna engel olamıyordum. Sol elimi açık mavi bariyere doğru uzattıktan sonra içeri girdim. Bu anı dün içine girdiğimiz anıyla aynı anıydı. Gözlerim masanın başında gözleri mutluluktan ışıl ışıl parlayan küçük Kerem'e takıldı. Yüzündeki kocaman gülümseme yaşadığı mutluluğu anlatmaya yetiyordu. Ona bakıp gülümserken salonun kapısının oradan gür bir adamın sesi duyuldu.
"Oğlum..."
Adamın sesi o kadar içtendi ki gözlerimi ona çevirdiğimde Kerem'in orta yaşlı halini görmüş gibi olmuştum. Aynı gözler aynı sıcak bakan bakışlar ve onun gibi gülünce yanaklarında beliren derin gamzeleri... Kerem babasının bir kopyasıydı. Annesiyle uzaktan yakından bir benzerliği yoktu. Kerem'in annesi bembeyaz tenli, masmavi gözlü ve oldukça alımlı bir kadındı. Ona bakıp hayran olmamak elde değildi. Tüm genç kızlara taş çıkaran bir güzelliği vardı.
"Babam geldi," dedi küçük Kerem heyecanla. Oturduğu sandalyeden kalkıp koşarak babasına sarıldı. Babası oğlunu kollarının arasına alıp gülümsedi. Onların arasındaki uyuma özenerek baktım. Çocuklarını bu kadar seven bir çift nasıl olurdu da bir anda çocuklarını yok sayardı aklım almıyordu. Nasıl olurdu da onun bunca yıl bir an bile yanında olmazdı?
Düşüncelere dalıp gitmişken Kerem'in babası kenara koyduğu koca hediye kutusunu eline aldı. Kutu kırmızılı mavili hediye paketiyle kaplıydı. Elindeki hediye kutusunu oğluna verdi Kerem'in babası. Hediyesine kavuşmanın mutluluğunu yaşayan küçük Kerem ise sevinçle annesinin derin maviliğine baktı. Annesi güler yüzle oğlunun sıcak bakışlarına karşılık verirken tam o sırada adımı duydum.
"Hande! Neredesin?"
Bu ses bizim büyük Kerem'in sesiydi. Beni göremediği için merak etmiş olmalıydı. Panikle büyük yemek masasına doğru ilerledim. Masada duran kırmızı şeker hamuruyla süslenmiş pastayı elime aldım. O an tıpkı dün olan olayla aynı şey olmuştu. Pastanın bir kopyası elimde belirivermişti. Yüzümde oluşan zafer gülümsemesiyle beraber bariyerden geçip anının dışına çıktım.
Salonun asıl haline geldiğimde Kerem'in burada olmadığını fark ettim. Bende elime geçen bu büyük fırsatı değerlendirip elimdeki kocaman pastayla mutfağa doğru ilerledim. Mutfağın kapısı açıktı. Hızlıca içeri girip yakalanma korkumun ağır basmasıyla buzdolabının kapağını açtım. Elimdeki pasta için dolapta yer açıp yavaşça yerine yerleştirmemle arkamdan gelen sesi duydum.
"Nerelerdeydin?" dedi arkamdan Kerem. Panikle buzdolabını o içindeki pastayı görmeden hızlıca kapatıp buzdolabına yaslandım. Yüzümde resmen ben senden gizli işler çeviriyorum der gibi bir sırıtmayla ona baktım. Bu ifadeyi bende tam olarak bilmiyordum ama yüzüme bakınca bu ifadenin okunduğuna emindim. Kerem'in yüzünde önce bir gülümseme meydana geldi. Ardından buzdolabının kapağını açmaya yeltenince kolunu tutup kenara çektim.
"Açamazsın," dedim onu kınarcasına. Kerem o an için nerede hata yaptığını sorgularken ona karşı sırıtmakla yetindim. Yüzüme tuhaf tuhaf bakan Kerem dayanamayıp konuşmaya başladı.
"Hande sana ne oldu birden? Aşırı tuhaf davranıyorsun. Hatta bence benden bir şey saklıyorsun." Bunu söylerken gözleriyle adeta kendisi için siper olduğum buzdolabını işaret etti. Ona karşı kaşlarımı bir aşağı bir yukarı indirerek karşılık verince önce gülmeye başladı. Daha sonra benim keçi inadımla baş edemeyeceğimi anlamış olacak ki daha fazla üstelemedi.
"Bunu daha sonra nasılsa öğrenirim. Ama şimdi kahvaltımızı yapalım," dedi elimden tutup beni mutfağın bahçeye açılan kapısından geçirirken. Dışarı adımımı attığımda büyük bir masaya hazırlanmış mükellef bir kahvaltı sofrasıyla göz göze geldim. Karnım gördüğü bu lezzetli yemekler karşısında guruldayarak kendini belli etmişti bile. Kerem'in bakışıyla karnımdan gelen sesleri duyduğunu anladım.
Ben utancımdan kıpkırmızı olurken Kerem tuttuğu elimi çekiştirerek beni sofraya götürdü. Yüzünde halime gülerken ki ifadesini yakalayınca yüzümü sarı saçlarımın arasına saklamıştım. Birlikte sofradaki yerimizi alınca tabağımdaki menemen detayını daha yeni fark edebilmiştim. Saçlarımı geriye atıp yüzümde kocaman bir gülümsemeyle Kerem'e baktım. Beni bulan bakışları neye gülümsediğimi anlamaya çalışır nitelikteydi. Daha sonra önümdeki tabağa bakışlarımdan anlamış olacak ki açıklama yapmaya başladı.
"Sabah uyandığımda evle ilgilenmesi için Nilgün ablayı çağırdım. O da tüm bunları bizim için özel olarak hazırladı," dedi çatala sapladığı börekten bir ısırık alırken. Yüzümdeki tebessüm bir anda solarken önümdeki menemeni çatalla hafifçe karıştırmaya başladım. Bunu beni düşündüğü için kendisinin yaptığını düşünmüştüm ama durum düşündüğüm gibi değilmiş. Ona bozulduğumu belli etmemeye çalışarak ekmek sepetinden bir dilim ekmek aldım. Tam o esnada Kerem gözleriyle tabağımı işaret etti.
"O hariç..." dedi bir anda. Ben ona bakıp ne demek istediğini anlamaya çalışırken o sözlerine kaldığı yerden devam etti. "O menemeni ben senin için yaptım. Ne kadar çok sevdiğini biliyorum," dedi göz kırparak. Ona bakıp gülümsedim. Düşüncelerimde haklı çıkmanın verdiği mutlulukla menemenden bir çatal alıp ağzıma götürdüm. Kerem'in bakışları üzerimdeydi. Merakla beni izliyordu.
"Ellerine sağlık. Çok güzel olmuş," dedim menemenin tadıyla mest olurken. Kerem beğenmeme sevinmiş olacak ki rahat bir nefes aldı. Arkasına yaslanıp tabağındaki salam dilimlerinden birini çatala saplayıp ağzına attı. Bende koca tabak menemeni gömüp böreklere saldırdım. Oldum olası hep iştahlı bir kızdım. O yüzden bu durum benim için alışıldık bir şeydi.
"Yavaş boğulacaksın!" Kerem şok içinde bana bakarken hiç üstüme bile alınmadan böreği ağzıma tepmiştim. Ona bakıp omuz silktim. Kerem ise bana gülmekle yetinmişti. Daha sonra bakışları sargılı elime kayınca göz bebekleri büyüdü.
"Nasıl unuturum?" dedi kendi kendine. Bense tıka basa doymuş bir şekilde ona bakıyordum. "Neyi unuttun?" diye sordum kendime engel olamayarak. Elimdeki sargıyı işaret ederek açıklama yapmaya başladı.
"Elindeki sargıya pansuman yapmalıydık. Ama yapmadık. Şimdi ya mikrop kaptıysa diye düşünmeden edemiyorum," dedi kendine kızarcasına. Ona baktığımda yüzündeki tüm kasların kasıldığını fark ettim. "En fazla ne olabilir ki? Boş ver gitsin," dedim omuz silkerek. Söz konusu elin sahibi ben değilmişim gibi fazlasıyla rahattım.
"Saçmalama istersen," dedi ve bir anda masadan kalktı. Daha sonra sağ kolumdan tutup beni oturduğum yerden kaldırdı. "Hadi hastaneye gidiyoruz," dedi beni mutfağa geçen kapıdan içeri sokarken. Ben şok olmuş bir şekilde ona bakarken onun dünya yansa umrunda değildi sanki. "Kerem alt tarafı yarık. Ne olabilir ki?" dedim umursamaz bir tavırla. Bu vurdum duymaz tavırlarım onun sinirlerini bozmuş olacak ki bir anlığına durup gözlerini gözlerime dikti.
"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Alt tarafı yarık ne demek Hande?" dedi şok olmuş bir şekilde. Onun gözlerindeki endişeli ifadeyi görünce daha fazla dayanamayıp kendi rızamla hastaneye gitmeyi kabul etmiştim. "Tamam gidelim hastaneye."
Kerem verdiğim cevaptan memnun olunca beraber evden çıkıp kapının önüne çıktık. Tam o sırada takım elbiseli bir adam çekinerek bize doğru yaklaştı. "Kerem Bey," dedi adam elini tokalaşmak için uzatırken. Kerem adama karşılık verince adam bana bakıp sol elime tokalaşmak için elini uzattı. Elimi uzatıp karşılık verecekken Kerem beni şoka sokarak benim yerimle adamla tekrardan tokalaşmıştı bile. Ben ona şoktan devasa bir boyuta gelen gözlerle bakarken o ise adamla konuşmaya başlamıştı bile.
"Kerem Bey ben şirketin avukatı Hakan Toksöz. Babanız Koray Arslan ve anneniz Serpil Arslan sizin için bir hesap açmışlardı. Hesabı kullanabilmeniz için sizinle özel olarak görüşmem gerekli," dedi adam olayı kısaca özetleyerek. Tam o sırada gözlerimi Kerem'e çevirdim. Parlayan derin gözlerini bir saniyeliğine bana çevirdiğinde beni dumura uğratacak o sözleri sıraladı.
"Hakan Bey bunu başka bir zamana ertelesek daha iyi olacak. Şimdi hastaneye gitmeliyiz," dedi bana bakarken. Resmen benim için böyle bir meseleyi bir çırpıda silip atmıştı. Hakan Bey başıyla onaylayıp giderken bense Kerem'e tuhaf tuhaf bakıyordum.
"Kerem Arslan Bey neden böyle önemli bir konuda hastaneye gitmeyi tercih ediyorsunuz?" diye sordum. Ona hitap şeklimden hoşlanmamış olacak ki gözlerini devirmişti. "Hande Hanım emin olunuz para ile ilgili hiçbir şey umurumda değil. Söz konusu siz olunca dünya yansa umurumda olmaz," dedi gözlerime bakarken. Kalbim atmayı akciğerlerim havayla dolmayı unutunca ölüyor muyum acaba diye endişelenmeye bile başlamıştım. Beni önemsiyordu. Bunu kendince gösterirken bile romantik olmayı başarıyordu.
Kerem içimdeki düşüncelere gülerken tekrar utançtan kızarmıştım. "Bence adama ayıp oldu," dedim arabaya binerken. Şoför koltuğuna oturan Kerem bana ters ters bakmaya başladı. Ona neden bana böyle baktığını sormak istedim ama hemen bundan vazgeçtim.
"Emin ol şirket tam şu an batmak üzere olsa ve bana ihtiyaçları olsa da önceliğim yine sen olurdun," dedi kendinden emin bir şekilde. Bakışlarımı onun gözlerine çevirdim. Önceliğinin ben olmama içten içe seviniyordum. Kendimi onun yanında değerli hissediyordum. Birinin beni önemsemesinin düşüncesi bile beni mutlu etmeye yeterken o bu duyguyu bana yaşatan tek kişiydi.
Kerem arabayı çalıştırırken bense yüzümde belli belirsiz bir gülümsemeyle dışarıya bakıyordum. Hayat ne kadar da garipti. Hiç ummadığımız şeyleri yaşamamıza olanak sağlıyordu. Daha önce neredeyse dövmediğim kalan adamı şimdi içten içe seviyordum. İşte hayat bu yüzden mucizenin ta kendisiydi. Bize hiç beklemediğimiz bir anda mutluluğun kapısını araladığı için...
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Kerem. Gözlerimi yoldan alıp ona baktım. "Hiç," dedim onu geçiştirmek için. Ama onun yüzündeki gülümsemeden düşüncelerimi dinlediğini anlamıştım. Onun arabayı hastanenin önüne park etmesiyle birlikte düşüncelerimin oluşturduğu pembe bulutlar uçuşup gitmişti. Kerem'in arabadan inmesiyle bende kapıyı açıp arabadan indim. Birlikte hastaneye giriş yaparken irkilmiştim. Hastanenin soğuk koridorlarından geçerek acile giriş yaptık. Acilde bizi elime dikiş atan doktor karşıladığında Kerem ona durumumdan bahsetti. Bende o sırada acilde yatan hastalara bakıyordum.
"Hande," dedi Kerem. Onun sesiyle birlikte beni bekleyen doktorun yanına gittim. Tıpkı o günki gibi Kerem beni hasta yatağına oturtturup yanıma oturmuştu. Endişeye kapılsamda ona belli etmeden yaralı elimi doktora uzattım. Doktor Bey dikkatle sargımı açtığında kırmızıya boyanmış sargımın ardındaki elimin iyileştiğini fark ettim. Sadece derin bir dikiş izinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ama bu kadar çabuk iyileşmesi fazla tuhaf değil miydi? Gerçi şu yaşadıklarımızdan hangisi normaldi ki?
"Elin tamamen iyileşmiş. Ancak pansumanı aksatmışsınız," dedi tereddütle Kerem'e bakarken. Daha sonra sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Elini tekrar saracağım. Yarın sabah sargıyı tamamen çıkarabilirsin."
Doktorun elimi sterilize edip sararken benim gözlerim Kerem'in üzerindeydi. Yüzünde canının sıkkınlığını belli eden bir ifade vardı. Bunun nedenini henüz anlayabilmiş değildim.
Birkaç dakika sonra "Geçmiş olsun," dedi doktor ayağa kalkıp başka hastalarla ilgilenmeye giderken. Kerem ile beraber oturduğumuz hasta yatağından kalkıp hastaneden çıkış işlemlerimizi hallettik. Daha sonra hastaneden çıkıp o gece Kerem'i beklerken oturduğum banka oturduk. Gözlerimi beyaz sargıma odaklamışken Kerem'in yüzündeki ifadeyle bakışlarımı ona çevirdim. "Senin neyin var?" diye sordum. Yüz kasları kasılırken bana döndü.
"Eline daha iyi bakmış olsaydım şu an böyle bir durumda olmazdın," dedi. Kendine kızıyordu. Peki ama neden? Ona şok olmuş gözlerle baktım. "Bunun için kendini kötü hissetmene hiç gerek yok Kerem. Sen benim en zor zamanlarımda yanımda oldun ve beni karanlığımdan çıkardın. Emin ol şu an elim umurumda bile değil," dedim.
Kerem'in gergin yüz ifadesi yumuşamış beni bulan gözleri mutlulukla parlamıştı. Tıpkı onun beni önemsemesi gibi bende onu önemsiyordum. Hem de çok...
"Eve dönelim," dedim yerimden kalkarken. Kerem benimle beraber arabaya doğru yürümeye başladığında aklıma buzdolabı gelmişti. Aklımdakileri okuyabildiğini bildiğimden bunu düşünmemeye çalıştım. Her şeyi mahvetmek istemiyordum çünkü. Düşüncelerimden hiçbir şeyin geçmesine izin vermediğim sırada yanına geldiğim arabaya bindim. Kerem ile beraber İstanbul trafiği yüzünden yaklaşık bir buçuk saatten fazla süren bir yolculuğun ardından eve varabilmiştik. Sonunda eve dönebilmenin mutluluğuyla arabadan inerken aklımdaki düşünceleri zapt etmekte epey zorlanmaya başlamıştım. Ki ben günde milyonlarca düşünceyle boğuşan biriydim.
Bakışlarımı arabadan daha yeni inen Kerem'e çevirdim birkaç saniyeliğine. Ardından arkama bile bakmadan eve koştum. Aceleyle kapıyı çaldığımda kapı otomatikmişçesine bir anda açılmıştı. Nilgün abla daha ne olduğunu anlayamadan ben çoktan mutfağa hızlı bir dalış yapmıştım. Mutfağın kapısını kimse girmesin diye ardımdan kapatıp kilitledikten sonra heyecanla buzdolabının kapağını araladım. Pasta sabah bıraktığım gibiydi. Onu dikkatlice buzdolabından çıkarıp tezgahın üzerine koydum. Ardından pastanın üzerine sabitlenmiş mumları yakmak için çakmak aramaya koyuldum.
Yeşil gözlerim tüm odayı turlarken bir anda ocağın yanındaki çakmağı fark etmiştim. Aceleyle çakmağı alıp mumları tek tek yakmaya başladım. Yanan mumlara birkaç saniye mutlulukla baktım. Daha sonra kapının kilidini açıp kapıyı ardına kadar açtım. Tezgahtaki pastayı da elime alıp salona doğru ilerledim. Tam o esnada Kerem ile göz göze geldim.
"İyi ki doğdun," dedim tüm içtenliğimle. Kerem'in gözlerime bakan dolu gözleri pastaya kaydı. Yanaklarındaki yerini alan derin gamzeleri mutluluğunu gözler önüne seriyordu. O bana doğru yaklaştı ağır ağır. Bana doğru attığı her bir adımda kalbimin gürültüsü yankılanıyordu dört bir yanda. Aramızda sadece pasta kalana kadar yaklaştı. Gözleri gözlerimdeydi. Benim gözlerim onun gözlerinde...
"Doğum günün geçti biliyorum. Keşke bunu dün yapabilseydim. O yüzden affet beni," dedim mahcubiyetle. Kerem'in elleri pastayı kavradı. Elimden aldığı pastayı dikkatlice masaya bırakıp bana baktı. Daha sonra hiç beklemediğim bir anda güçlü kollarıyla sardı beni. Onun kolları arasında kayboluyordum. Kendimi onun güvenli kolları arasında huzurlu hissediyordum. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda gözlerindeki ışıltıyı gördüm. O an dudaklarımdan şu sözcükler döküldü.
"Seni çocukluğunla barıştırmaya geldim."
Bunu tüm kalbimle söylemiştim. Ben onu çocukluğuyla barıştırması için gönderilmiş bir deli kızdım. Gülümsedim. Gözlerindeki ifadede derin bir sevgi hissetmiştim. Benim sözlerime karşılık dudakları aralandı.
"Hande sen benim bu hayatta başıma gelmiş en güzel şeysin."
Söylediği her bir kelime kalbime işlenmişti. Bana öyle güzel sözler söylemişti ki... Mutluluğumu ifade edecek sözcükleri bir türlü bulamıyordum.
Aşkla bakan gözlerimden kalpler çıkıyordu sanki. Birkaç saniye sonra Kerem benden ayrılıp sönmek üzere olan mumlara baktı. "Bir dilek tut," dedim onu cesaretlendirircesine. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle pastaya eğildi. Mumları saniyeler içinde söndürüp bana baktı. Bu bakışlar minnet dolu bakışlardı. Ona bir itirafta bulunmak için konuşmaya başladım.
"Anıların içindeyken bir şey fark ettim," dedim ona bakarken. Kerem söyleyeceklerimi merakla beklerken devam ettim. "Aynı babana benziyorsun. Tıpkı onun gibi gülüyor tıpkı onun gibi bakıyorsun."
Kerem'in gözleri pastanın üzerindeki sönmüş mumlardaydı. "Eskiden babama benzetilmek çok hoşuma giderdi. Hatta ona benzediğim için gurur duyardım. Ama şimdi bu benim için bir şey ifade etmiyor," dedi durgun bir ses tonuyla. Ona üzülerek bakarken yukarı kattan gelen seslerle irkildim. Panikle sesin geldiği yöne doğru döndüm. Kerem neler olduğunu anlayamadan kendimi salondan çıkmış ve merdivenleri ikişer ikişer çıkarken buldum.
"Koray," dedi bir kadın sesi. Sesi ince ve naifti ama oldukça da yüksekti. Sesin sahibini bulmak için yukarı kata çıktığımda yine o bariyer önümde beliriverdi.
"Hande ne oldu?" dedi Kerem panikle. Ona korku dolu gözlerle bakarken hiç beklemeden elini tutup onu açık mavi bariyerin içinden geçirdim. Tam o an sesin sahibi karşımızda belirdi. Bu kişi Kerem'in annesiydi. Üstelik ağlıyordu.
"Koray daha ne kadar böyle devam edeceğiz? Ben artık buna daha fazla devam etmek istemiyorum." Serpil Hanım gözyaşları içinde yanına gelen Koray Bey'e sarıldı. Adam karısının saçlarını okşayıp onu teselli etmeye çalışıyordu. Ama onu bu kadar üzen şey neydi? Gözlerim anne ve babasını izleyen Kerem'e kaydı. Ailesine karşı bakışları onun bu duruma ne kadar üzüldüğünü belli ediyordu.
"Serpil bunları daha önce de konuştuk. Kerem ile ne kadar ilgilenmek istediğini onu ne kadar özlediğini biliyorum. İnan onu bende özlüyorum. Onunla maçlara gitmeyi beraber kamp yapmayı ne kadar özledim. Ama tüm bunlar onun geleceği için. Şirketin iflasın eşiğinde olduğunu biliyorsun."
Son cümleyle beraber gözlerimi Kerem'e çevirdim. Onun beni bulan bakışları en az benim kadar şaşkındı.
Biz sırların melodisi dinleyen iki dinleyiciydik.
"Tüm bunlara eğer şirket iflas ederse Kerem'in geleceğini garantilemek için katlandığımızı da biliyorsun," diye de ekledi Koray Bey. Daha sonra birden anı değişiverdi. Bu anıda Koray Bey ile Serpil Hanım çalışma odasında telefon trafiğiyle uğraşıyordu. Uykusuz bir şekilde canlarını dişlerine takmış çalışıyorlardı. Anı bir anda tekrar değişirken kendimizi bu sefer Kerem'in odasında bulmuştuk. Küçük Kerem her şeyden habersiz uyurken annesi ve babası onu izliyorlardı. İkisinin gözleri de uykusuzluktan kıpkırmızıydı. Daha sonra biri Kerem'in sağına diğer soluna yattı. Ona sıkıca sarıldıklarında küçük Kerem olanlardan habersizdi. Ama anne ve babasının yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı.
"Seni seviyoruz," diye mırıldandı babası küçük Kerem'e. Bunları duymadığını hatta hissetmediğini bilse de söylemişti. Ailecek birbirlerine sarılıyorlardı. Ben onlara iç çekerek bakarken Kerem ailesine hüzünle bakıyordu.
"Hande lütfen gidelim," dedi Kerem yanı başımdan. Gözlerimi ona çevirdiğimde adeta yalvarır gibi bakıyordu. Ona elimi uzatıp elini tuttum. Beraber bariyerin dışına çıkıp anıların can yakan sızısından kurtulduk.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordum. Dalgın bakan gözleri çaresizdi. "Bilmiyorum. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum," dedi fısıldarcasına. Onun için ne yapabilirdim? Onu nasıl mutlu edebilirdim? En önemlisi onun içindeki bu acıyı nasıl söküp atabilirdim?
"Ne yazık ki hiçbir şey yapamazsın," dedi bir anda. Her zaman olduğu gibi düşüncelerimi dinlemişti. Çaresiz bakışları birkaç saniye yüzümde gezindi. Ardından merdivenlerden inmeye başladı. Peşinden bende merdivenlerden inerken Kerem'in son basamağa oturduğunu gördüm. Merdivenlerden inip yanına gittiğimde tek kelime dahi etmedi. Bende usulca yanına oturup onun gibi boşluğa bakmaya başladım. Birkaç saniye sonra da sessizliğini bozup dudaklarını araladı.
"İçinden onun için ne yapabilirim diye kendine sordun ya. Senden tek istediğim yanımda olman," dedi bakışlarını yüzüme çevirirken. Kafasının ne kadar karışık olduğunu yüzünden okuyabiliyordum. Onun için yapabileceğim tek şeyin yanında olmam olduğunu söylemişti. Ama bunu benden istememiş olsaydı bile ben onu bir an olsun yalnız bırakmazdım.
"Sen zaten istesen de benden kurtulamazsın," dedim gülümsemeye çalışarak. Dudaklarından acının tatlıyla harmanlanmış küçük bir kahkaha çıkıverdi. "Kurtulmak istediğimi kim söyledi?"
Yüzünde artık belirgin bir tebessüm vardı. Sözlerindeki imayla yüzüm yanmaya başlamıştı. Vücudumdaki tüm kan yanaklarımda toplanmışçasına kızarmıştım. "Ailemin tüm bunlara benim için katlandığını artık biliyorum. Ama yine de ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Hatta nasıl hissettiğimi bile bilmiyorum," dedi Kerem. Sesi sanki boşluktan geliyormuş gibiydi.
Belki ikimiz bir boşlukta öylece süzülüyorduk.
Birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Birbirimizden başka sığınacağımız kimsemiz yoktu. Birbirimizden başka yaralarımızı saracak kimsemiz yoktu. Birbirimizden başka bizi bu boşluktan çıkaracak kimsemiz yoktu. Nasıl içine düştüğümüzü bilmediğimiz bu boşlukta sadece ikimizdik. Sevdiklerimizin nerede olduğunu bilmediğimiz bu boşlukta öylece süzülüyorduk. Her şeyden habersiz öylece süzülüyorduk.
"Kerem bugünü senin için çok özel yapmak istemiştim. Yüzünün gülmesini ve her şeyi bir anlığına unutmanı istemiştim. Ama bunu yapamadım. Seni kabuslarının içine sokup daha da acı çekmene neden oldum," dedim sıkıntılı bir nefes verirken. Kerem sağlam elimi avuçlarının arasına aldı. Gözlerini gözlerime dikip konuşmaya başladı.
"Hayır böyle düşünme. Sen bugün benim için çok anlamlı bir şey yaptın. Çocukluğumdaki en mutlu anımdan bir parça getirdin. Sen bana geçmişin ardında kalan sırları gösterdin. Sen bana mutluluğun nasıl güzel bir his olduğunu öğrettin. Ben tüm güzel anılarımı seninle yaşadım Hande."
Gözlerim dolu dolu baktım gözlerine. Her sözü kalbime dokunmuştu. Dayanamayıp başımı omzuna yasladım. O da kolunun altına aldı beni. Onun yanında huzurluydum. Mutluydum. Kerem benim güvenli limanım olmuştu. Her çaresiz hissettiğimde sığınacağım bir liman... Hatta karanlık dalgalı bir denizin ortasında kaldığımda yol gösteren bir deniz feneriydi. Işığıyla beni karanlıktan aydınlığa götüren bir deniz feneri...
"Annemle babama her sinirlendiğimde kamp yapmaya giderdim. Beni her görmezden geldiklerine kendimi oraya atardım. Yıldızlı bir tepede çadırımı kurar teleskopla yıldızları izlerdim. Çünkü gökteki yıldızların bir ailesi vardı. Bunun düşüncesi bile beni mutlu etmeye yeten tek şeyken şimdi yanımda sen varsın. O zaman bir anlık yaşadığım mutluluk şimdi seninle tamamlandı. Sen benim mutlu olma sebebim oldun Hande," dedi içimi eriten gözleriyle gözlerime bakarken.
Sözlerinin naifliği karşısında nutkum tutulmuş bir halde bakıyordum gözlerine. Hem bir o kadar kalbi kırıkken hem de nasıl bu kadar büyüleyici olabiliyordu? Acaba sözleriyle beni büyülediğinin farkında mıydı? Acaba kalbimin onun her sözüyle atmayı unuttuğunun farkında mıydı? Acaba ona karşı beslediğim hislerin farkında mıydı? Bunu bilmiyordum ama bir şeyden kesinlikle emindim. Kerem benim için bu hayattaki en özel şeydi ve ben onsuz bir karanlığın ortasındaydım. O benim ışığım olmuş, kahramanım olmuş, ailem olmuş hatta benim için en özeli olmuş; ilk aşkım olmuştu... |
0% |