Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm: Pişti

@sevvnuraydn

"Sıradaki!"


Atlas ile hayran kız kafilesinin birlikte kaç farklı kombinasyonu yapılabilirse o kadar çok fotoğraf çekmiştim ve artık bu durum sinir bozucu bir hal almaya başlamıştı. Bu sefer kadrajıma giren sarışın kızla yutkunmadan kendimi alamadım. Nişan nişan değil melekler geçidi mübarek...


"Atlas," dedi sarışın kız işveli bir şekilde kıkırdarken.


"Bir kere yanağından öpebilir miyim?"


Sarışın kızın sorduğu soruyla birlikte gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Karşımdaki Disney prensesi gibi duran kıza baktığımda ister istemez dönüp bir de kendime bakma ihtiyacı bulmuştum. Sarışın kızın üzerindeki lila elbisesinin yanında benim kotla tişört kombinimi çoktan aşmış onun kusursuz bebe kumralı saçlarının tel tel omuzlarına dökülüşüyle benim tiftik tiftik olmuş topuzum kıyaslanamazdı bile. Sıkıntılı bir nefes alıp burnumun üzerinden kayan gözlüğümü düzelttim.


Atlas gayet ciddi bir ifadeyle "Hayır," dedi tek düze bir sesle. Onun tavrının bu kadar net olmasını beklemiyordum. Sonuçta İstanbul gecelerinin aranan siması olarak yanındaki Barbie bebeğin öpücük talebini reddetmesi pek alışılmış bir şey değildi. Sarışın kız kıkırdayarak "Hadi ama... Sadece küçük ve masum bir öpücük. Tam şuraya," diyerek Atlas'ın yanağına dokunmaya çalıştığında hayretler içinde olanları izliyordum. Ya Atlas o kızın isteğini yaparsa diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Stresten dudaklarımı kemirmeye başladım.


Benim aksime sarışın kızın akrabaları olduğunu düşündüğüm diğer kızlar bu durumu eğlenceli bile bulmuştu. Hepsi kıkırdayarak Atlas'ın bu dostane öpücüğe onay vermesini bekliyordu. Tabii buna bende dahildim. Atlas kızın elini tutup yüzünden uzaklaştırdı ve "Hayır," dedi gayet net bir şekilde. Ne etrafımızdaki kızlar ne de ben bunu bekliyordum.


Atlas bana baktı ve "Bu yanağı öpebilecek tek bir kişi var. O da bebeğim," dedi. Söylediği şeye sarışın kız fena bozulmuş bense öylece Atlas'ın gözlerine bakıyordum. Bebeğim diye kast ettiği kişi ben değildim öyle değil mi? Bana çapkın bir gülümsemeyle bakıp göz kırpması bunu üzerime alınmamı gerektirir mi? Yutkundum. Atlas ise bana yaklaşmıştı. Elimdeki telefonu az önce bozuk para misali harcadığı kıza geri verdim.


"Hadi bebeğim nişanı kaçırmayalım," dedi Atlas gülerek. Ne diyeceğimi ne tepki vereceğimi bilemeden kendimi Atlas'ın çekiştirmeleri sonucu nişan masasının yakınlarında ayakta dikilirken bulmuştum.


"Az önce ne oldu öyle?" diye sordum dayanamayarak. Atlas umursamaz bir tavırla omuz silkti. Sanki az önce kızı haşlamamış gibi gayet rahattı. Sağ kaşımın şüpheyle havaya kalkmasına engel olamadım. Kahverengi gözlerini gözlerime dikti.


"Az önce hadsizlik yapan birine haddini bildirdim bebeğim."


"Senden böyle bir şey beklememiştim doğrusu."


"Neden öyle dedin?"


"O kızın teklifini kabul edeceğinden emindim. Sonuçta manken gibi kızdı. Senin gibi bir çapkın için biçilmiş kaftan desem yalan olmaz."


Atlas söylediklerimde ciddi olup olmadığımı anlamak için bir süre yüzümü inceledi. Bakışlarının altında kızardığımı hissettiğimden gözlerimi ondan alıp nişan masasının ardındaki gelinle damada dikmiştim. Yutkundu. Sonra da "O geceye kadar bu söylediğin kısmen doğru olabilirdi. Ama şimdiki Atlas böyle biri değil Ada," dedi ona bakmam için önüme geçerken. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Dudaklarına yayılan sıcak tebessümün kelimelere yansıyışını dinledim.


"Belki bana inanmayacaksın. Belki bunun mümkün olamayacağını söyleyeceksin. Ama ben o gece baktığım bir çift büyüleyici gözden sonra başka bir göze bakmak istemedim Ada."


Konuşmanın nereye gideceğini az çok bildiğimden, "Atlas lütfen başka bir şey söyleme," dedim yalvarırcasına. Bundan sonra söyleyeceği şeyleri duymaya hazır değildim. Bana bu söylediğimden dolayı kızacağını düşündüğüm sırada dudaklarında birçok kadını etkisi altına alabilecek kadar etkileyici gülümsemesi belirmişti.


"Peki arkadaşım," dedi önümden çekilip yanıma geçerken. Kolu benimkine değiyordu. Gözlerindeki kederli ifadeyi saklamak için bakışlarını kaçırmıştı. Ama ben ona her baktığımda aslında ne hissettiğini görebiliyordum. Şu an tüm hislerin boğazına oturduğunu da görebiliyordum. Kendimi suçlu hissettim. Lafı ağzına tıkmak yerine içinden geçenleri söylemesi için ona fırsat vermeliydim. Ama bunu yapamadım.


Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada çiftimiz nişan kurdelesini kesme faslına geçmişlerdi. Alkışlar eşliğinde kurdele kesilirken Atlas'a baktım. Onu böyle durgun görmeye hiç alışkın değildim. "Atlas," dedim bir anlık cesaretle. Bana baktığında, "Bana o geceden önceki ile sonraki Atlas'ın farkını gösterir misin?" diye sordum.


Atlas ona böyle bir soru sormamı beklemiyordu. İlk başta şaşırsa da sonrasında keyifle kıkırdamıştı. Az önceki karamsar tavrı buhar olup uçmuş eski sempatik haline geri dönmüştü. Kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Boy hizama eğildiğinde ise resmen yanak yanağaydık.


Sağ kolunu uzatıp büyük resme işaret edercesine elini havada kaydırdı ve "Sana Atlas Serez'i göstereceğim bebeğim," diye fısıldadı. Ses tonunu reklam efekti gibi yapması dikkatimden kaçmamıştı. Gerçekten bu adamın bazen liseli bir ergenden farkı olmadığını düşünüyordum.


Atlas, "Şimdi gelinle damadı tebrik edelim. Sonra da gidelim," diye fısıldadı. Keskin bakışlarımı ona çevirdim. Sonra da dikkatimi çeken başka bir şeyle gözlerimi ondan alıp biraz ötemizden bize bakan kız kafilesine ve sanki ortada onlarca güzel kız yokmuş gibi bir de beni dikizleyen erkek kafilesine baktım. Bu nişan git gide ilginç bir hal almaya başlamıştı. Nişan nişan olmaktan çıkmış evlendirme dairesine dönmüştü.


Atlas'ın kolunu dürtüp, "Neden herkes bize bakıyor?" diye sormaktan kendimi alamadım. Bu sorumla birlikte Atlas da kokteyl masalarının önünde toplanmış bizi izleyenlere baktı. Sonrada kendini beğenmiş çapkın gülümsemesiyle kızlara bakıp saçını arkaya doğru yatırdı. Ona bakan kızlardan biri elini kalbine koyup küt diye bayılınca bu insanların kendi içlerinde neler yaşadığını merak etmeye başladım. Alt tarafı bir erkek! Tamam yanımdaki top model dergilerinden fırlamış kadar yakışıklı olabilir. Ama tüm bu dramatik sahnelere gerek var mıydı gerçekten?


"Kız senin yüzünden bayıldı," dedim tek kaşımı kaldırıp Atlas'a bakarken. İki kız yere düşen diğer kızı ayıltmaya çalışırken bile gözlerini Atlas'tan alamıyordu. Bu olanlar karşısında sinir bozukluğuyla göz devirmekten başka bir şey yapamadım.


Kızlara bakıp, "Alt tarafı insan gördünüz!" diye bağırdım. Bu söylediğimle ne hikmetse bayılan kız bile ayılmıştı. İçlerinden biri cilveli bir şekilde kıkırdarken, "Ona insan dersen Allah çarpar. Şuna bir baksana," dedi. Diğer kız ise hellim gibi erirken, "Yüce Mevla'm özene bezene yaratmış," diyerek iç çekti. Alnıma şaplak attım. Cidden ben neden buradayım? Atlas'ı bu aç yamyamların arasında bırakıp topuklamam yok mu?


Hain emelimi düşündükçe bile içimden kıkır kıkır gülmek geliyordu. Kızlara, "Madem onu bu kadar çok seviyorsunuz. Alın sizin olsun!" dedim Atlas'a bakıp pis pis sırıtarak. Kız kafilesi sanki benden icazet bekliyormuş gibi üzerimize üzerimize gelirken hain emellerime ulaşacak olmanın mutluluğunu yaşıyorum ki Atlas Serez yine işe el atmıştı. Elimden tuttuğu gibi beni dışarıya doğru çekiştirmeye başlamış kız kafilesi ise arkamdan lanetler okumaya başlamıştı.


Atlas, "Bu nişan da burada biter," dedi beni dışarı çıkardığı sırada. Gerçekten ağız tadıyla iki entrika çeviresim tutmuştu onu da burnumdan getirmişti. Surat asıp dudak büktüm. Uyuz işte ne olacak? Çatık kaşlarla ona bakarken gözlerinin dudaklarımda gezindiğinin farkında bile değildim.


Atlas, "Eğer o dudakları bir an önce eski haline getirmezsen olacaklardan ben sorumlu değilim arkadaşım," dedi çapkın çapkın gülerek. Göz bebeklerim normalden on kat daha büyük bir boyuta ulaşırken onun dudaklarıma yönelmesiyle omzuna bir tane geçirmiştim. Elimle ağzımı kapattığım gibi arabaya koştum. Edepsiz! Öpecekmiş beni! Hele bir denesin bu seferki tokadı yüzüne geçirmezsem bana da Ada demesinler!


Atlas'ın anahtarla arabanın kilidini kaldırmasıyla öne oturup aceleyle kemerimi bağladım. Ellerimle olası tehlikelere karşı ağzımı kapatmayı da ihmal etmemiştim. Bu halimle dışarıdan bakınca seri katilin bulmak üzere olduğu çığlık atmamak için zor duran şu esas kızdan pek de bir farkım yoktu. "Şu haline bak," dedi Atlas arabaya geçtiğinde. Kaşlarımı çatmış delici bakışlarımla ellerimi ağzımdan çekmiştim. Sonra da sinir bozukluğuyla omzuna bir tane vurdum.


"Çok gıcıksın."


"Teveccühünüz arkadaşım," dedi kıkırdarken. Atlas arabayı çalıştırırken bile surat asmaya devam ettim. Ne diye onu hayatıma aldıysam. Ah kafam! Bazen vicdanlı davrandığıma gerçekten pişman oluyordum. Atlas'a yan yan bakıp, "Beni evime bırakırsan sevinirim arkadaşım. Malum bir diğer arkadaşımın da gönlünü almam gerekiyor," dedim imayla. Atlas'ın söylediğim şeyi algılaması bir hayli uzun sürmüştü. Şu an kafasından dumanlar çıksa yadırgamaz yangın söndürücüyle acil müdahale bile yapabilirdim.


"Tabii seni evine bırakırım arkadaşım," dedi Atlas dişlerinin arasından. Tükürürcesine konuşmasına karşılık içime içime gülmek durumunda kalmıştım. Çünkü eğer güldüğümü fark ederse -ki şu an dikiz aynasından beni bulan kaçamak bakışları bunu fark ettiğini gösteriyor- olay çıkarabilirdi.


"Ada," dedi Atlas birden. Yakalandığım için far görmüş tavşan gibi kalakaldım. Ölü taklidi yapsam acaba beni salar mı diye düşündüm. Ama bu ihtimali düşünmek için artık çok geçti.


"Sen bana mı gülüyorsun?"


"Hayır neden sana güleyim ki?"


Hala kıkırdıyor oluşumla birlikte, "O zaman şu bahsettiğin arkadaşa gülüyorsun," dedi Atlas. Yüzü asılmıştı. Huysuz bir homurtuyla gözlerini yola diktiğinde bu sefer gülmeyi aşmış kahkaha atmaya başlamıştım. Koskoca Atlas Serez'in Metehan ile bir derdi olması komik olmayı da aşmış saçmalık boyutuna geçmişti.


"Metehan ile alıp veremediğin ne senin?" diye sordum gülerek. Bunun üzerine histerik bir kıkırtı döküldü dudaklarından. Sorumu cevapsız bırakmış onun yerine hıncını garibim direksiyondan çıkarmıştı. Direksiyonu sıkan parmaklarına baktım. Eklem yerleri bembeyaz olmuştu. Üstelik biraz daha sıkarsa kangren bile olabilirdi. Onun bu haline o kadar odaklanmıştım ki apartmanın kapısının önünden geçtiğimizi çok sonradan fark edebilmiştim.


"Atlas evi geçtik!"


"Biliyorum."


"Ne demek biliyorum? Beni eve bırakacaktın hani?"


"Bırakacağım. Ama ondan önce sana eski Atlas'ın yaşantısını göstereceğim bebeğim."


Ne hikmetse iç sesim bana ayvayı fena halde yediğimi söylüyordu. Gürültüyle yutkundum. Daha şimdiden stresten midemin ağrıdığını hissedebiliyordum. Saç diplerim bile karıncalanıyordu. Tiftiklenen topuzumu tokayı çekip bozdum. Sonra saçlarımı ellerimle dağıtarak biraz düzeltmeye çalıştım. Omuzlarıma dökülen koyu kahverengi saçlarımın hali cidden içler acısıydı. Tokayla saçlarımı ensemde at kuyruğu olacak şekilde bağlarken bir şey fark ettim. Araba neden hareket etmiyor?


Başımı çevirip sorumun muhatabına baktım. Kendileri yanağını direksiyona yaslamış iç çekerek beni izliyordu. Gözleri ışıl ışıldı. Sanki koltukta oturan kişi ben değil de Barbara Palvinmiş gibi bakması onun akıl sağlığından şüphe etmeme neden oluyordu. Gözlüğü düzeltip, "Atlas," diye fısıldadım.


Karşımda eriyip bitiyor ama asla beni duymuyordu. Elimi gözünün önünde sallamaya başladım. "Atlas beni duyuyor musun?" diyerek git gide sesimi yükselttim. Birkaç kez söylememle kendine gelmiş başını direksiyondan kaldırmıştı. Dalıp gittiği dünyadan uyandığında sersemlemişti. Alnını ovuşturup gözlerime baktı.


"Birincisi neden durduk? İkincisi beni eve götür çünkü annem eve dönmezsem büyük sıkıntı çıkarır."


"Birinci sorunun cevabı sürücünün dikkatini dağıttığından dolayı kaza yapmamak için durduk. İkincisi annenden ben şimdi izin alırım."


Atlas her geçen gün beni daha çok şaşırtmayı başarıyordu. Söylediklerinde ciddi olup olmadığını anlamam bir hayli zamanımı alsa da, "Ben mi senin dikkatini dağıtıyorum?" diye sordum hayretle. Atlas verdiğim tepkiye karşılık ilk başta gülmüş sonrasında da yüzünü yüzüme yaklaştırıp aramızda küçücük bir mesafe kalınca, "Ne kadar etkileyici olduğunun farkında bile değilsin bebeğim," diye fısıldadı.


Kafamı bulandırdığıyla kalıp arabayı tekrar çalıştırdı. "Anneni arayıp izin isteyelim bakalım," dedi Atlas gayet normal bir şeyden bahsediyormuş gibi. Kollarımı göğsümün altında kavuşturdum. Annemin onu haşlarken ki halini izlemek için yerime iyice yerleştirdim. Atlas benim telefonumdan annemi ararken ben bu süre zarfına büyük bir hazla kopacak kıyameti izleyen zebani olacaktım sadece. Annem ilk çalışta aramayı cevapladı.


"Efendim kızım."


"Alo efendim benim Atlas."


Bir de şu efendim demeleri yok mu? Nezaketiyle beni öldürüyordu. Tabii annem biraz sonra o nezaket dolu sözleri bel altı vurmak suretiyle def edecekti. Annem beklediğimin aksine, "Nasılsın evladım?" dedi tatlı tatlı. Meğer içindeki anaç yan bir tek bana denk gelmiyormuş. Hayretler içinde annemle Atlas'ın konuşmalarını dinledim. Sanki ben değil de Atlas onun evladıymış gibi uzun uzun konuştuktan sonra sıra asıl meseleye gelmişti.


"Bu gece Ada eve biraz geç gelse sizin için bir mahzuru olur mu? Onu bir yere götürmek istiyorum da."


Annemden hayır cevabı geleceği çok açıktı. Şu sevimli hallerinin boşa gidecek olmasına şimdiden üzülüyorduk ki telefondan annemin, "Tabii oğlum. Ada sana emanet," dediğini duydum. Kahretsin! Annemin bana bu kötülüğü yapmış olduğuna hala inanamıyorum. Beni kendi rızasıyla ultra yakışıklı olması hasebiyle tüm dikkatleri üzerine çeken tehlikeli mahlukatın kollarına bırakmış olmasına diyecek hiçbir şey bulamıyordum. Aramanın sonlanmasıyla Atlas'tan mutlusu yoktu.


Utanmasa arabayı sağa çekip oynayabilirdi. "İznimizi de aldığımıza göre bu gece benimlesin bebeğim," dedi keyifle. Ah anne ah! Bütün bu işleri başıma sen açtın. Bundan sonraki tüm belaların sorumlusu da sensin. Bilmiş ol!


Atlas ile birlikte gittiğimiz yeri az çok tahmin etmişsinizdir. Bebekte bir mekanın önünde durduğumuzda belanın kokusunu daha içeriye girmeden bile alabiliyordum. Yutkundum. Atlas ise gayet profesyonel bir şekilde arabadan inmiş benim tarafıma gelip kapımı açmıştı. Elini centilmen bir tavırla bana uzattığında bu işin sonucunda neler olabileceğini düşünmeden edemedim.


"Şey ben fikrimi değiştirdim. Sana yeni halinle mutluluklar dilerim," dedim gerginlikle gülerek. Atlas ise bu söylediğimi duymazlıktan gelmişti. Eli benimkini tutuğunda kendimi arabadan inmiş onunla birlikte fıtı fıtı kulüpten içeriye girerken bulmuştum. Atlas'ın parmakları benimkilere kenetlendi. İçeri girdiğimizde bozuk olan gözlerimin daha da bozulduğunu hissettim. Bir yanıp bir sönen renkli ışıklar neredeyse gözümü kör etmişti.


"Atlas hiçbir şey göremiyorum!" diye bağırdım ona sesimi duyurabilmek için. Bunun üzerine beni çekiştirerek onlarca dans eden bedenin arasından özel bir locaya götürdü. U şeklindeki koltuğa oturduğumda Atlas, "Bir ara favori mekanım buraydı," dedi. Sesini burada daha net duyabiliyordum.


"Neden burası?" diye sordum ortada çılgınlar gibi eğlenen insanlara tuhaf tuhaf bakarken.


"Çünkü tüm güzel kızlar burayı tercih ediyor."


Gözlerimi insan kalabalığından alıp ona çevirdim. Yüzünde pişmanlık ifadesi belirmişti ve etrafımızdaki eğlence ortamına rağmen durgunlaşmıştı. "Yani eski Atlas bu tip yerleri seviyordu," dedim imalı bir bakışla. Atlas hafifçe başını salladığında ikimizde yüksek müzik ve renkli ışıkların altındaki kalabalığa diktik gözlerimizi.


İnsanların birkaç saatlik eğlence için böyle bir yere gelmesini bir türlü anlamıyordum. Bir gece için tüm bu masrafa ve safsataya değer miydi? Gözlerimi kalabalıktan alıp yanımda düşüncelere dalıp giden Atlas'a çevirdim. Gülerek, "Eğlence anlayışın biraz çılgıncaymış Atlas Serez," dedim onun keyfini yerine getirmek için.


Dudaklarında buruk da olsa bir tebessüm oluşturabildim. Onun gülmesiyle bende kendimi gülerken bulmuştum. "Korkuyorum Ada," dedi birden. Öyle mahzun bakıyordu ki, "Neden korkuyorsun?" diye sormadan edemedim.


Derin bir iç çektikten sonra, "Bu gördüklerinden sonra bana güvenememenden korkuyorum," diye mırıldandı. Kelimeleri zar zor bir araya getirmişti.


"Senin gözünde yok olmaktan, yaptıklarımdan dolayı benimle bir daha görüşmek istememenden korkuyorum. Seni tamamen kaybetmekten korkuyorum Ada."


Atlas'ın gözlerindeki korku ifadesini net bir şekilde görebiliyordum. Hayatım boyunca kimse benim için böyle şeyler söylememiş, düşünmemiş veya hissetmişti. Biri için önemli olduğumu hissetmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Ama şimdi görüyordum. Hissediyordum.


Ben Atlas için gerçekten önemliydim. Bunun nedenini bilmiyordum. Ama öyle olduğunu artık biliyordum.


Uzanıp ona güven vermek istercesine elini tuttum ve "Merak etme. Ben insanları geçmişlerine göre yargılamam. Şu an olduklarına ve dönüşmeyi seçtikleri şeye odaklanırım," dedim gülümseyerek. Atlas sözlerim karşısında ne diyeceğini bilememişti. Küçük bir çocuğun sevinci vardı gözlerinde. Duydukları onu daha önce hiç olmadığı kadar mutlu etmişe benziyordu.


Parmakları benimkileri kavradı ve "O zaman artık eve dönebiliriz," dedi etkileyici bir gülümsemeyle. Birlikte locadaki u şeklindeki koltuktan kalkmıştık ki oturmamız da bir oldu. Atlas panikle ortadaki yuvarlak sehpanın üzerinden aldığı menünün arkasına saklanırken bu işte bir terslik olduğunu anladım.


"Ne oldu?" diye sordum tehditkar bir ses tonuyla. Atlas söylememek için kıvransada ben ona paşa paşa olanları anlattırmayı çok iyi bilirdim. Kaşlarımı çattım.


"Ya şimdi bana burada neler döndüğünü beş saniye içinde anlatırsın ya da kalkıp giderim."


Göz devirmesi gereken kişi benken tehdidimden sonra göz deviren kişi Atlas olmuştu. Birazdan eğer anlatma eylemine geçmezse şamarı yiyende o olacaktı. Sabrımın taştığını belli edercesine homurdanmaya başlamıştım. Atlas en sonunda yelkenleri suya indirdi. Sıkıntılı bir nefes aldığı sırada beni yanına çekip, "Şu bar bölümündeki kızıl kıvırcık saçlı kızı görüyor musun?" diye sordu.


Bar bölümünün orada dikkat dağıtacak kadar güzel saçları olan kıza bakıp sorusunu başımı olumlu anlamda sallayarak yanıtladım. Atlas bu seferde çenemden tutup o kızın aksi yöne bakmamı sağladı. "Peki şu masanın yanında duran kumral kızı görüyor musun? Siyah yarım atletli olanı," dediğinde bu işin nereye varacağını merak ederek kafamı salladım.


Atlas bu sefer, "Eskiden ikisiyle de bir beraberliğim olmuştu," diye bir itirafta bulundu. Duyduğum şeyle hayattaki şansıma okkalı küfürler savurmaya başladım. Ben biliyordum başıma gelecekleri. Daha içeri girmeden hissetmiştim bir bokluk olacağını. Ah kafam ah!


"Onlar seni fark etmeden çıkalım buradan," dedim Atlas'ın yüzünü gizlediği menüyü elinden alıp yerine geri koyarken. Bunun üzerine kızlara Atlas'ın burada olduğunu fark ettirmeden mekandan ayrılmanın yolunu düşünmeye başladım. Sağdan gitsek kumrala soldan gitsek kızıla çatacağımız gerçeği varken, "Seni öldürmesi en muhtemel olan hangisi?" diye sordum göz devirerek.


Atlas gerginlikle ensesini kaşırken sorumu "Kumral olan," diyerek yanıtladı. Sıkıntılı bir nefes verdim. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete diyerek Atlas'ın elini tuttum. Birlikte locadan ayrılmış piste doğru ilerliyorduk. Dans eden çılgın bedenlere çarparak kalabalığı yararken bir detayı hesaba katmadığımızı fark ettim. Kumral olanın içkisini tazelemek üzere bar bölümüne ilerlemesiyle tam ortada kızla göz göze gelmiş köprüde karşılaşan iki keçiden biri olarak bulmuştum kendimi.


"Atlas," dedi kumral kız bir bana bir Atlas'a bakarken. Kumral saçları ve alnına dökülen biçimli kaküllerle oldukça güzel bir kızdı. Üzerindeki siyah yarım atlete baktığımda gözüm karın boşluğundaki kelebek dövmesine kaydı.


"Selin," dedi Atlas gerginlikle gülümserken.


"Özge!"


Of! Dakika bir gol bir çam ağaçlarını devirme federasyonu başkanı Atlas Serez oluyor arkadaşlar. Çapkın playboy daha takıldığı kızın adını bile bilmiyor. Sinir bozukluğuyla alnıma bir şaplak attım. Tam o sırada pişti diye bağırmama neden olacak ateş kızılının da piste gelesi tutmuştu. Kahretsin! Gökten şans diye at nalı yağsa benim kafama atın kendisi düşüyordu. Kızıl kız bir kumrala bir bana bir da Atlas'a baktığında çatılan kaşları tehlikenin ön gösterimi niteliğindeydi.


Kızıl buklelerini düzeltip, "Atlas," dedi imayla. Göz ucuyla bir beni bir Özge'yi işaret etmesiyle bir açıklama beklediğini gayet net bir şekilde belli etmesine rağmen Atlas sinir bozukluğuyla kızların damarına basarcasına kıkırdamaya başlamıştı.


"Funda senin ne işin var burada?"


"Yağmur benim adım!"


Allah'ım ben nasıl bir işin içine düştüm böyle? Atlas hiçbir kızın adını bilmeden bunca zaman gününü gün etmiş meğer. Ona baktım. Bana af diler gibi bakmasını aşmış bunun bedelini ona daha sonra çok ağır ödeteceğim gerçeğine odaklanmaya çalışmıştım. Özge, "Atlas bu kızlar kim?" diye sordu tehditkar bir ifadeyle. Atlas'ın gönül eğlendirdiği sonu gelmez listenin dibinde bir anda kendimi bulmam Atlas'ı parçalama isteğimi körüklüyordu. Şimdi ayıkla bakalım pirincin taşını.


"Asıl sen kimsin? Ona hesap sorması gereken biri varsa o da benim!" diye bağırdı Yağmur Özge'ye. İşte şimdi işlerin çirkinleştiği ana gelmiş bulunmaktayız. Atlas bir Özge'ye bir Yağmur'a bakarken bu saçmalığın ortasından nasıl çıkacağımızı düşünüyordum.


Özge, "Allah belanı versin Atlas! Sen beni bir değil tam iki kızla mı aldattın?" dedi olayı çaktığını belli ederek. Sonrasında Özge'den Atlas'a gözlerinin önünde yıldızlar kaydıracak bir tokat geldi. Yağmur durur mu? Tabii ki de hayır! Piştinin eşi geldi. Kızıl saçlarını savurarak ikinci tokadın sahibi olacağının sinyallerini veriyordu.


Yağmur gerine gerine Özge'nin vurduğu tarafın diğer tarafına tokadı smaç gibi basarken gözüm bu dehşet verici sahneden Yağmur'un hemen arkasında beliren sarışın güzele kaydı. Atlas'a sokulup sadece onun duyabileceği bir tonda "Sakın bana şu kızında geçmişinin bir parçası olduğunu söyleme," dedim tıslayarak. Atlas yutkunarak, "Kahretsin," dedi sadece.


Biri alev kızılı biri duman karası derken bir de başıma saman sarısı çıkmıştı. Sarışın küt saçlı kız her an Atlas'ı uzun bakımlı tırnaklarına zarar gelmesini umursamayarak tanınmaz hale getirebilecek gibi bakıyordu. Pişti iki tane olur da üçlüsünü bir tek Atlas'ın kadınlar geçidinde görüyordum. "Yeliz," dedi Atlas sırıtarak. Sarışın kız, "Derya!" diye bağırdı. İşte şimdi sıçtık!


Atlas'ın dün yediği hurmalar bugün ikimizin de bir tarafını tırmalayacağa benziyordu. Ben şu duruma düşecek insan mıydım? Sadece soruyorum. Delici bakışlarımı Atlas'a çevirdim. Üç kadının arasında benimle birlikte kaldığı için ecel terleri döküyordu.


Atlas sempatik gülümsemesiyle üzerimize üzerimize gelen üç öfkeli kadının gazabına karşılık, "Açıklayabilirim," demişti. Kurbanın ölmeden önceki son kelimesi buydu. Yani ölmeden önce açıklama yapabileceğine inanması da bir şeydir. Öyle değil mi?


"Sen bittin!" diye cırladı Yağmur.


"Kurtuluşun yok," diye de ekledi Derya. İlk tokadı atıp hıncını aldığını düşündüğümüz Özge ise bir anda ittifak devletlerinden ayrılan dönek İtalya gibi itilaf devletlerinin tarafına geçmişti. Kadınlar birliğinin karşısında iki geri zekalı olarak kalmıştık. İşte şimdi son duanı et Ada tözün! Çünkü bu sefer kurtuluşun yok!

Loading...
0%