Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.Bölüm: Kıskançlık Belirtileri

@sevvnuraydn

(Ada'dan...)

Mezarlıktan çıktıktan sonra kafamı dağıtmak için biraz yürüyüş yapmaya karar vermiştim. Evden bir hayli uzak olmak o an gözümde büyümemiş aksine bu yürümem için bir diğer etken olmuştu. Ağır adımlarla yürürken düşüncelerimin arasında kaybolduğumu hissediyordum. Sanki hislerim silinmeye yüz tutmuş anılarımla birlikte zihnimi kurcalamak için pusuda bekliyormuş gibi hissediyordum. İçimde birikenler gözyaşlarımla kendini dışa vurmayı bekliyordu sanki.

Adımlarımı hangi yöne attığımı bile bilmediğim o anda çantamda titreşip duran telefonumun sesiyle gerçek dünyaya döndüm. Elimi çantama daldırıp uzun uğraşlar sonucu telefonumu buldum. Ekranda yanıp sönen isim başımın belasına aitti. Atlas.

Kendime çeki düzen verdikten sonra sesimin titrememesine özen göstererek, "Atlas," diye mırıldandım. Karşı taraftan, "Ada," diye bir ses duyuldu. Normal şartlarda Atlas Serez bana ismimle hitap etmez doğrudan bebeğim diyerek açardı telefonu. Ama şimdi adımı söylemesini çoktan geçmiş sesinin neden titrediğini düşünürken bulmuştum kendimi.

"Sen iyi misin?" diye sordum dayanamayarak. Telefonun ardında sessizlik hakim oldu. Sadece Atlas'ın nefes alıp verişlerini hayal meyal duyabiliyordum. Onun dışında bir süre hiç konuşmadı. Dudaklarımı aralayıp orada olup olmadığını soracağım sırada, "Seninle bir şey konuşmak istiyorum," dedi boğuklaşan sesiyle.

"Tamam konuşalım," dedim onun bu haline anlam vermeye çalışarak.

"Telefonda olmaz," dedi birden. Sıkıntılı nefeslerine karşılık onunla mezarlığa gitmeden önce Can ile buluştuğum kafeye gelmesini söyledim. O da hiç itiraz etmeden teklifimi kabul etmiş sonrasında telefonu kapatmıştı. Atlas'ın bu hali hiç hayra alamet değildi. Bir sıkıntısı vardı. Ama ne?

Adımlarımı hızlandırıp kafeye doğru yola koyuldum. Birkaç saat önce Can ile karşılıklı oturduğum masaya bu sefer Atlas ile oturacaktım. Kafeden girdiğimde omzumdaki çantayı masanın bir kenarına bırakmış Atlas'ın gelmesini beklemeye başlamıştım. Gözüm telefondaydı. Bir an önce gelse de sıkıntısını öğrensem diye gergin bir bekleyişin içine girmiştim. Şükürler olsun ki çok beklememiştim.

Yunan heykellerinden bozma yakışıklı playboy kafeden girdiğinde beni görebilmesi için elimi havaya kaldırdım. Etrafta gezinen gözleri en sonunda benimkileri buldu. Usulca yanıma gelmiş karşımdaki sandalyeye kurulmuştu. Ona baktım. Kızarmış gözlerine ve gözlerinin altına düşen gölgelere baktım. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Gerçekten sıkıntılı görünüyordu.

"Atlas," dedim içtenlikle gülümseyerek. Sonra da ona güven vermek istercesine uzanıp masanın üzerine yerleştirdiği elini tuttum. Gözleri parmaklarını örten elimin üzerindeydi. Yutkunurken titreşen ademelmasına baktığım sırada beni şaşırtarak elini yavaşça benimkinin altından çekti. Normal şartlarda Atlas Serez böyle bir fırsatı kaçırmaz hatta elimi koparmak suretiyle kendine saklayabilirdi. Ama şimdi o kadar keyifsizdi ki bunu bile yapmak istememişti. İşte şimdi gerçekten endişelenmeye başladım.

"Neyin var senin?"

Sorumla mahzun bakışları beni buldu. Dokunsam her an ağlayabilecekmiş gibi bir hali vardı. Endişeyle ona bakarken Atlas, "Ben bütün gün seni takip ettim Ada," diyerek boğazındaki yumrunun ilk düğümünden kurtuldu. Kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. İçimden ona kızıp bağırmak gelse de bana olan bakışları bu hisleri bastırıyordu. Özellikle de bundan sonra söyledikleriyle bu his buhar olup uçup gitmişti.

"Seni takip etmemem gerekirdi. Bunun için senden özür dilerim. Ama neden bana bunu söylemediğini bilmek istiyorum."

Tek kaşım şüpheyle havaya kalktı. Neyden bahsettiğini anlamam ise bir hayli zamanımı aldı. Mezarlıktan bahsediyordu. Sinir bozukluğuyla gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Umarım konuşmalarımın hepsini duymamıştır. Gözlerimi açıp ona baktığımda gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm.

"Babanın hayatta olmadığını neden bana daha önce söylemedin Ada?"

"Söyleyince ne değişecekti?"

"Çok şey," dedi Atlas sitemkar bir ifadeyle. Ağlamaklı ifadesine baktığımda titreyen dudaklarına kaydı gözlerim. Çenesini sıkmıştı. Yüzündeki her bir kas sanki ne kadar acı çektiğini göstermek için kasıldıkça kasılıyordu.

"Eğer yaşadıklarını bilseydim. Seni zorlamazdım Ada. Etrafına ördüğün duvarları bu şekilde yıkmaya çalışmazdım."

"Benden vaz mı geçerdin?"

Sorduğum soruyla afalladı. Bu soruya şaşıran sadece o değildi. Bende bu soruyu ona nasıl sorduğumu düşünüyordum. Daha doğrusu nasıl bunu dile getirebildiğimi düşünüyordum. Atlas'ın gerginliğinin yavaş yavaş yerini gevşemeye bıraktığını fark ettim. Gözleri irileşirken ona bu soruyu sorduğum için sitem ederek, "Tabii ki de hayır," demişti.

Gülümsedim. Dudaklarım iradem dışında hareket ediyordu sanki. Atlas, "Sadece senin kişisel alanına girmezdim. Seni bu kadar zorlamazdım Ada," dedi gülümseyerek. Aklıma Atlas'ın mezarlıkta yanımda bulunduğu gerçeği geldi. Babama onu anlattığım sırada yanımda olmamış olmasını onun hakkında söylediklerimi duymamış olmasını umuyordum. Sıkıntıyla yüzümü buruşturup ona, "Söylediklerimin ne kadarını duydun?" diye sordum birden.

Atlas bir an duraksasa da, "Babalar gününde hissettiklerini yalnız duydum," diyerek kelimeleri ağzında geveledi. Rahat bir nefes aldım. Sonra da tek kaşımı kaldırıp yalandan ona kızmaya hazırladım kendimi. İşaret parmağımı tehditkar bir tavırla onun gözünün önünde sallayarak, "Birincisi bir daha beni takip etmeyeceksin Atlas Serez," dedim yarı ciddi bir ifadeyle. Ardından aklıma gelen diğer şeyleri sıralamaya devam ettim.

"İkincisi hemen eski şen şakrak haline geri dönüyorsun ve üçüncü olarak seni o kadar kovmama rağmen yanımdan ayrılmayarak beni varlığına alıştırdıktan sonra beni bırakmayı aklından bile geçirme."

Kıkırdadı. Yine o çapkın ve etkileyici gülümsemesi geri döndü. Aramızdaki soğuk hava dalgası onun güneş gibi ışıl ışıl gülüşüyle dağılmıştı. Anlaşmamızı noktalamak için elini uzattı. Onun uzattığı eli tutup sıktığımda, "Anlaştık Ada Hanım," dedi keyifle.

"Ada Hanım mı? Sen ne ara bu kadar resmi oldun acaba Atlas? Ben senin sandığın gibi kırılgan kızlardan değilim. Bir daha da bana Hanım deme," diyerek ona bakışlarımla küçük bir gözdağı verdim.

Atlas bunun üzerine, "Sen nasıl istersen bebeğim," dedi göz kırparak. Haylaz tavırları bir anda geri dönmüştü. İşte benim ve tüm dünyanın alışık olduğu Atlas Serez buydu.

"Aramıza hoş geldin Atlas Serez," dedim imayla kıkırdarken. Onun da keyfi yerine gelmişti ki yanımıza gelen genç garsonla bir anda ecel terleri dökmeye başlamıştı. Bir anda neden bu kadar gerildiğini anlayamamıştım.

Genç garson, "Siparişinizi alabilir miyim?" diye sorduğunda gözleri karşımda kurtçuk gibi kıvrım kıvrım kıvranan Atlas'a kaydı. Kıkırdayarak, "Abi bakıyorum da hayalet abimizin kucağına oturmuşsun," dedi genç garson. Söylediği şeye kendince katıla katıla gülerken neyi ima ettiğini tam olarak anlayamamıştım. Fakat Atlas imanın altında yatanı biliyor gibi görünüyordu. Koca adam karşımda kafasını omuzlarının ortasında kaybetmek suretiyle küçülmeye başlayınca garsona, "Biz iki çay alalım," demek durumunda kalmıştım.

Genç garson bunun üzerine, "Abimize ben bir de soğuk su getireyim," dedi gülerek. Üzerine sipariş yazılı kağıdı masamıza bırakıp gitti. Bunun üzerine delici bakışlarımı küçük Serez'e çevirdim.

"O çocuk ne demek istedi? Beni bu konuda aydınlatmak ister misin Atlas Serez?"

"Hiçbir şey demek istemedi," dedi Atlas sıkıntıyla ensesini kaşırken. Gözlerini kaçırması ise ayrıca şüphelenmeme yeten diğer bir etkendi.

"Anlat," dedim tekdüze bir sesle. Eğer bir an önce anlatmaya başlamazsa elimden çekeceği vardı. Tabii o henüz durumun vahametinin farkında değildi. Ama biraz sonra ben ona bu işin ciddiyetini hiç de kibar olmayacak bir şekilde ona gösterecektim.

Atlas karşımda anlatmamak için şekilden şekle girerken az önceki garson çocuk tepsiyle yanımıza geldi. Bir çay bardağını benim diğerini de Atlas'ın önüne koyarken bıyık altı gülüyor oluşu üstüne bir de koca bir bardak soğuk suyu Atlas'ın önüne koyarken ki imalı bakışları kesinlikle burada bir şeyler döndüğünün göstergesiydi. Artık sabrımın taştığını belli etmek için boğazımı temizleyip Atlas'a baktım.

"Şimdi şöyle oldu bebeğim," diye başladı sözlerine. Kollarımı göğsümün altında bağladım. Sırtımı sandalyeme iyice yaslamış beklentiyle Atlas'ın söyleyeceklerini dinlemeye başladım. Ama bu yaptığımla onu daha çok gerdiğimin hiç farkında değildim.

"Bebeğim ama gözlüklerinin üzerinden bana öyle bakarsan ben nasıl anlatayım?"

"Nasıl bakıyorum ki?"

"Öldürecek gibi," dedi Atlas korkarak yüzümü işaret ederken. Onun yüzündeki dehşet ifadesi ister istemez kıkırdamama neden olmuştu.

Gülerek, "Tamam hadi anlat," dedim. Atlas bunun üzerine işaret parmaklarını birbirine dokundurarak sırıttı.

"Şey hani ben seni takip etmiştim ya..."

"Evet."

"Bu kafede seni izlerken o garson çocuğa bir soru sormuştum."

"Nasıl bir soru?" dedim bilmiş bir edayla. Atlas yutkundu.

Atlas, "Benim gördüğümü sende görüyor musun diye sormuş hatta sinirden çocuğun yakasına yapışmış olabilirim," dediğinde kafeye geldiğimde Can ile buluştuğum gerçeği aklıma gelmiş kendimi tutamayarak gülmeye başlamıştı.

"Sakın bana Can'ı kıskandığını söyleme," dedim gülmemi bastırmakta epey zorlandığım sırada. Atlas kaşlarını çatmış bana alındığını belli edercesine surat asmıştı. Koca adamın istediğini elde edemeyince çıldıran çocuklar gibi karşımda mızmızlanmasını izlemek itiraf etmeliyim ki keyfimi epey bir yerine getirmişti.

"Demek adı bu. Can," dedi tükürürcesine. Ona Can'ın gerçekte kim olduğunu söylemek yerine biraz daha sabrını zorlamayı tercih ettim. Çünkü bu hallerini izlemek benzersiz bir histi. Önündeki soğuk suyu masadan alıp ona uzattım.

"Sana Can'ın kim olduğunu söyleyeceğim. Ama önce şu suyu bir iç," dedim ortamın nabzını biraz daha yükselterek. Atlas Parkinson hastası gibi titreyen eliyle uzattığım bardağı tutup tek dikişte içti. Tabii bununla birlikte yüzünü buruşturup hassasiyet ağrısının geçmesini bekledi.

"Kim söyle çabuk!" diyerek bana dikti gözlerini. Beklenti dolu bakışlarına masanın üzerinden yaklaşmış devlet sırrını ifşa ediyormuşum gibi etrafı kolaçan edip işe biraz daha gizem kattıktan sonra elimle dudaklarımı sadece onun görebilmesi için bariyer oluşturmuştum.

"Can," dedim ve bekledim. Atlas karşımda hop oturup hop kalkıyordu. Onun bu haline gülmemeye çalışarak, "Bizim Nil'in sevgilisi," dedim en sonunda. Duyduğuyla tüm kafeyi inletecek bir oh çekti Atlas. Onun ecel terlerini alnından elinin tersiyle silişini gülerek izledim.

"Bebeğim neden daha önce söylemedin?"

"İyi oldu sana. Hatırlarsan geçen gece sen beni üç çıtır ile papaz etmiştin," dedim ona bakıp elimi göğsümün üzerinden ona nispet yaparak kaydırırken.

Atlas halime gülmüş sonrasında aklına takılan soruyla, "O zaman neden sana çiçek aldı?" diye gürledi. Ani yükselişiyle başparmağımı damağıma bastırdım. Sonra keskin bakışlarımın altında benden bir açıklama bekleyen Atlas'a, "O çiçekler benim için değil babam içindi. Ayrıca bende ona Nil ile aralarını düzeltmeleri için Nil'in sevdiği kitabı alıp verdim," dedim bir avazda içimdeki her şeyi ortaya dökerken. İşte şimdi gerçekten rahatladı.

Atlas sanki kilisede günah çıkarmış gibi sandalyesine iyice yayılmış gevşek gevşek sırıtmaya başlamıştı. Cennetten müjde gelse bu kadar mutlu olabilirdi herhalde. Onun bu halleri beni gerçekten çok güldürüyordu. Soğumaya yüz tutmuş çayımdan bir yudum aldım. Boğazımdan kayan sıcaklıkla mest olmuştum. Bütün günün yorgunluğunu attığımı hissediyordum.

Atlas ile beraber karşılıklı birer bardak çay içtik. Sonra birlikte kafeden ayrıldık. İkimiz yan yana yürürken Atlas'ın sıkıntıyla alnına vurduğunu fark ettim. Ona dönüp, "Sorun nedir?" diye sordum. Bunun üzerine inci gibi dişlerini göstererek sırıttı.

"Arabamı kitapçının orada bıraktım," dedi gergin bir nefes verdiği sırada. Bu adamın aklının bir karış havada olduğunu daha önce söylemiş miydim? Eğer söylemediysem şimdi söylüyorum. Gülerek, "Yoksa benimle yürümek istemiyor musunuz Atlas Serez?" diye sordum.

Sorumun üzerine saçlarını yavaşça geriye doğru yatırmış haki yeşili gömleğinin yakasını düzelmişti. Yakışıklılığını bir üst kademeye taşımak istercesine gülümsemiş çapkın gülüşüyle ne kadar centilmen olduğunu göstermek için kolunu bana doğru uzatmıştı. İflah olmazsın Atlas. Başımı iki yana salladım ve onun bana uzattığı koluna girdim. Benden böyle bir şey beklememişti. Normalde onunla didişir koluna girmeyi reddederdim. Ama bugün farklıydı.

Bugün babamın yıldönümüydü ve o bana Atlas'a güvenebileceğimi söylemişti. Onun kötü olmadığını söylemişti. Ona uzun uzun Atlas'ı anlatmıştım ve o beni sabırla dinlemişti. Hatta onun ne kadar haşarı olduğunu söylediğimde gülmüştü. Tabii bunlar benim zihnimin ücra köşelerinde yaşansa da içimdeki hisler yavaş yavaş ona güvenmek istediğime emin olmamı sağlamıştı. Bu işin sonu nereye varırdı bilmiyordum. Ama Atlas'ın bir şekilde hayatıma dahil olmasıyla hiçbir zaman yanımdan ayrılmayacağına artık emin olmuştum.

"Atlas," diye mırıldandım iç çekerek. Gözleri üzerimdeydi. Tam olarak yüzüne bakmasam da beni dinlediğini biliyordum.

"Bana karşı dürüst olduğun için teşekkür ederim," dedim ona bakıp içtenlikle gülümseyerek.

"Sonuçta bugün gördüklerini hiç görmemiş gibi de yapabilirdin. Ama sen bunu yapmak yerine dürüstçe karşıma geçmeyi tercih ettin. Bu benim için çok değerli," diyerek sözlerime devam ettim. Atlas kolunu kavrayan parmaklarımın üzerine elini yerleştirip, "Senin güvenin için her şeyi yaparım bebeğim," diye fısıldadı etkileyici bir sesle. Gülümsedim.

"O zaman işe ilk olarak otobüse binip eve dönmekle başlıyoruz."

"Otobüs olmaz!" dedi Atlas panikle. Onun bu tepkisini anlamamakla birlikte yüzünün aldığı şekil epey komiğime gitmişti.

"İtiraz yok Atlas Serez. Arabanın olduğu durağa kadar dişini sıkacaksın. Sonra arabana atlar dönersin evine."

Atlas söylediğimle saniyesinde cıvımıştı. Kolunu belime dolamış beni kendine çekmişti. Gözleri dudaklarımda gezinirken, "Ah bebeğim! Sen iste ben yine binerim o Çin işkencesine. Sen yeter ki yanımda ol," dedi.

Benim asıl takıldığım nokta otobüse yeniden katlanacağını söylemesi ve bunu Çin işkencesi olarak nitelendirmesiydi. Kaşlarımı bilmiş şekilde çatmış, "Yeniden derken," demekten kendimi alamamıştım. Atlas kısa bir an bakışlarını benden kaçırsa da daha fazla kaçamayacağının bilinciyle, "Seni takip etmek için peşinden otobüse bindim," diyerek işin aslını itiraf etti.

"Anlaşılan bugün otobüs şoförünü çıldırtan sendin," dedim aklıma gelen görüntüyle kıkırdayarak. Atlas'ın otobüse binişini hayal bile edemiyordum. Karizması çizilmesin diye taksiye bile binemeyeceğini düşündüğüm koskoca Atlas Serez'in benim peşimden otobüse bindiğini düşündükçe gülmemi bir türlü bastıramıyordum.

Atlas bozulduğunu belli ederek, "Akbilim yok diye beni otobüsüne almayacaktı. Beni beni koskoca Atlas Serez'i," dedi olayı bir anda Hint dramasına bağlayarak. Bihter Ziyagil yançar olarak rolünü layığıyla oynayan Atlas'ı alkışlamaktan kendimi alamadım.

"Bravo!"

Atlas kibirle sırıtmış sonra da, "Otobüs deneyimim korkunçtu bebeğim. Oksijensizlikten fotosentez yapmayı öğrendim. Üstelik o çubuklar o kadar iğrenç görünüyordu ki şu narin parmaklarımı bu günaha bulayacağıma ezilmeyi göze aldım," diyerek yaşadığı trajik dakikaları bu şekilde özetlemiş oldu.

Başımı hafifçe sallayıp onun kolundan tuttuğum gibi küçük prensimizi otobüs durağına doğru çekiştirmeye başladım. "Senin o Çin işkencesi dediğin şeye bizler mecbur biniyoruz," diyerek onun bu söylediğine karşılık iğneleyici bir ses tonu kullanmıştım.

"Herkes senin gibi pamuklara sarılarak yaşamıyor Atlas Serez. Biz buna hayat diyoruz ve kendi ayaklarımızın üzerinde durabilmek için bu tarz şeyler yapmak durumunda kalıyoruz."

"Bende kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. Bana hayatı öğret bebeğim," dedi Atlas birden. Benden cidden bunu isteyip istemediğini anlamak için durup yüzünü incelemem gerekti. Herhangi bir zevzeklik belirtisi yoktu. Söylediği şeyde oldukça ciddi olduğunu anladığımda gülümsedim.

"Bunu gerçekten istiyor musun?"

"Öğretmenim sen olursan tabii ki de evet!"

Kıkırdadım. Onun koluna girip otobüs durağına doğru yürürken, "Peki o zaman hayat derslerimize başlamadan önce sana otobüs dersi vereceğim," dedim. Birlikte durakta bekleyen üç kişinin yanındaki yerimizi aldığımız sırada çantamın dibinden akbilimi bulup çıkardım. Akbili Atlas'ın gözünün önünde sallayıp, "İlk işin yarın bu karttan çıkartmak olacak. Anlaşıldı mı?" diye sordum. Emri alan asker komutanına selam vermişti.

Otobüsün durağa yanaşmasıyla, "Otobüse binmenin ilk kuralı boş bulduğun yere çömmektir," diyerek tecrübelerimi Atlas'a aktarmaya başladım. Birlikte durağa yanaşan otobüse binmiş bu saatlerde otobüs o kadar dolu olmadığından yan yana oturabileceğimiz koltuklar bulabilmiştik. Ben cam kenarına otururken Atlas da yanımda boş koltuğa oturmanın mutluluğunu yaşıyordu.

"İkinci kural arkalara ilerlemektir. Üçüncüsü ise yanında mutlaka deodorant bulundurmalısın," diyerek kendimi tutamayarak kahkaha attım. Sessizlikte yankılanan kahkahama sinir olan bir kadın dönüp bana ters bir bakış attığı sırada yanımda oturan yakışıklıyı görünce ağzını açmak şöyle dursun ağzının suyu akarak Atlas'ı dikizlemeye başlamıştı.

"Dakika bir gol bir," dedim sıkıntıyla gözlerimi kadından alıp cama çevirirken. Atlas sorunun ne olduğunu anlayamadığından aval aval etrafa bakmaya başlamıştı. Bende, "Daha şimdiden dikkatleri üzerine çektin," dedim ve gözlerimle onu dikizlemekten zerre utanmayan kadını işaret ettim.

Atlas'ın kadına etkileyici bakışlar atmasını beklerdim. Ama bunu yapmadı. Hatta kadına ters bir bakış atmış oturduğu yerde katlanmak pahasına başını omzuma yaslayıp huzurla gözlerini yummuştu. Başımı çevirip bu anın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını kendi içimde sorgularken saçlarından burnuma dolan şampuanın kokusuyla başımı onunkine dayamıştım. Gözlerim usulca kapanırken beni gerçek dünyaya getiren şey, "Son durak!" diye bağıran şoförün sesiydi.

Uyuyakaldığıma inanamıyordum. Üstelik son durakta gözümü açmış olmak hiç iyiye işaret değildi. Buradan kalkıp eve dönmem çok uzun sürerdi. Omzumda uyuyan Atlas'ı dürtüp korkutmamaya özen göstererek uyandırdım. Atlas gözlerini açtığında, "Dördüncü kural asla otobüste uyuma," diyerek son durakta olduğumuzu ona dışarıdaki tabelayı göstererek ifade etmiş oldum.

Şoförün otobüsü kenara çekmesiyle Atlas ile birlikte inmiş şimdi kara kara eve nasıl döneceğimi düşünüyordum. Düşün Ada düşün. Hayatı öğreteceğim diye bir de şu playboya rezil olamazsın. Düşün kızım!

Atlas, "Otobüs seferlerini bu şekilde kaçırdığımıza göre şimdi ne yapacağız?" diye sordu sıkıntıyla ensesini kaşırken. Acilen kendimi bu durumdan kurtarmam gerekiyordu. Ama ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Ana yola çıkıp etrafa bakındım. Belki bir umut taksi geçer diye gözlerimi yola diktiğim sırada Atlas, "Bizi bu durumdan kurtaracağım bebeğim," dedi kendini beğenmiş bir edayla.

"Nasıl yapacaksın? Gökyüzünden helikopter halatı falan mı inecek tepemize?"

"Buna gerek kalmayabilir," dedi Atlas sırıtarak bana arkamdaki kırmızı üstü açık arabayı gösterirken. Arabaya baktığım gibi gözlerim dehşetle açılmış, "Asla olmaz!" diye bir çığlık koparmıştım. Tabii benim tüm çabalarım, başkaldırılarım ve tabii bir de savurduğum küfürlerin arasında can çekişen isyan nidalarım ne yazık ki beni bu durumdan kurtaramamıştı.

Atlas kolumdan tutup içinde üç seksi kadının olduğu arabaya beni çekiştirerek bindirmeyi başarmıştı. Ortamızda Atlas olacak şekilde bir kızla arkada yerimi almış içimden şimdiden bulunduğum duruma küfürler etmeye başlamıştım. Atlas'ın yanındaki kız saçlarını işveli bir tavırla savururken, "Yolda yakışıklı bir adet Atlas Serez görünce dayanamadım," dedi gülerek.

Gözlerim kocaman açılmış keskin bakışlarımı Atlas'a çevirmiştim ki kulağıma doğru eğilip, "Sakin ol bebeğim. Eşsiz cazibemi kullanıp seni evine götürteceğim," diye fısıldadı. Biraz sonra eşsiz cazibesini kaybetmek üzere onu parçalayacağımın henüz farkında değildi tabii. Gayet rahat bir tavırla arkasına yaslanmıştı. Önden gelen sesle bakışlarımı ondan almak durumunda kalmıştım. Arabayı kullanan esmer bomba, "Nereye gidiyoruz yakışıklı?" diye ciyakladı. Resmen eve diye Atlas yüzünden bok yoluna gidiyorduk. Siktir!

Atlas'a bakışlarımla gözdağı verdiğim sırada öndeki çakma sarışının dikkat dağıtıcı etkiye sahip dolgun dudaklarını öne büzerek Atlas'a öpücük atmış olmasıyla bizim haylaz playboyun koluna sıkı bir cimcik attım. Beni soktuğu şu durumdan dolayı sonrasında elimden çekeceği işkencenin küçük bir ön gösterimi niteliğindeki cimciğimden sonra kolunu ovalayarak, "Bizi sahile atar mısınız kızlar?" diye sordu.

Kolundan tutup onu kendime çektim. Kulağına, "Taksi çağırabilirdik," diye tısladım. Gözlerini benimkilere diktiğinde bu halimden oldukça keyif almış olacak ki kıkırdadı.

"Ne oldu bebeğim? Sanki sen beni bi kıskanıverdin," dedi kaşlarını kaldırıp indirerek bana aklınca imada bulunurken.

"Hiç de kıskanmadım. İstediğin kızla takılabilirsin Atlas Serez."

"Öyle mi bebeğim?"

"Öyle Atlas Serez," dedim meydan okurcasına. Bunun üzerine dudaklarını yalayarak ıslatmış sonra da kulağıma, "Ya ben sadece seninle olmak istiyorsam?" diye fısıldadı. Geri çekildiğinde yanaklarımın alev alev yandığını hissediyordum. Yutkundum ve, "Bu saçmalığa bir son ver," dedim her kelimemin üzerine basa basa. Sahibine itaat eden bir köpek gibi başını salladı.

"Kızlar," dedi Atlas birden. Onun bu sözüyle tüm dikkatler ona dönmüştü. Arabayı kullanan esmer bomba bile dikiz aynasından Atlas'a kaçamak bakışlar atıyordu. Sinirlerim daha fazla gerilemez dedikçe her şeyin üst üste gelişi bahtsızlık değil de nedir?

"Biz müsait bir yerde inelim."

Atlas'ın sözüyle hemen yanı başındaki çıtır dudaklarını bükmüş, "Hemen gidiyor musun?" diye sormuştu. Bunu sorduktan sonra Atlas'tan ayrılmamak için koluna girmiş başını onun omzuna yaslamıştı. Gözümün kalp gibi attığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Esmer bomba arabayı sağa çekerken benim gözlerim hedefine kilitlenmişti. Bu ne samimiyet? Tamam adam çok yakışıklı olabilir ama bu temasın sebebi ne?

Sinirle gözlerimi devirdiğim sırada kendime bu durumun beni ilgilendirmediğini hatırlattım. Atlas ise kızın yanağını eliyle yavaşça itip kolunu ondan kurtardı ve ikimiz bu şekilde arabadan indik. Kırmızı arabanın yanımızdan hızla uzaklaşmasıyla ateş saçan gözlerimi Atlas'a dikmiştim.

"Az önce olanlar neydi?" diye bağırdığım sırada kendime engel olamayarak omzuna bir tane patlatmıştım. Sinirden elim ayağım titriyordu. Beş dakika içinde beni çıldırtmayı başarmıştı. Gelişi güzel küçük yumruklarımı bir bir onun göğsüne indirirken, "Bana hayatta kalmayı öğretiyordun. Bende parasız eve dönmenin yolunu buldum işte," dedi can havliyle.

Atlas'ın söyledikleriyle bendeki kayış artık tamamen kopmuş Allah ne verdiyse diyerek onu parçalamak için sokağın ortasında kovalamaya bile başlamıştım. "Ben sana kendini teşhir et mi dedim? Sen beni ne duruma soktuğunun farkında mısın?" diye avazım çıktığı kadar bağırırken Atlas kaçmayı bırakmış bileklerimi ona vurmama engel olmak için havada yakalamıştı. İşte şimdi bakmaya korktuğum gözlerine bakıyorum.

"Seni kıskanç bebek seni," dedi gülerek. Kaşlarımı çattım. Sinirden olduğum yerde tepinesim geldiği sırada, "Benim gözüm senden başkasını görmüyor bunu ne zaman anlayacaksın?" diyerek tüm duygularımı alt üst etti Atlas Serez. Afallamıştım. Hazırlıksız yakalandığım bu cümlelerin sonucunda gözlüklerimin üzerinden ona bakmaktan başka bir şey yapamadım. Bana ne yapmaya çalışıyorsun Atlas bilmiyorum ama yapmaya çalıştığın şey her ne ise bunu yavaş yavaş başarıyorsun.


Loading...
0%