@sevvnuraydn
|
Atlas'ı nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa eski halimi baz almayın olur mu? En azından öldükten sonra yakışıklılığımın ve aşık ruhumun anlatılmasını istiyorum. Bunu benim için yapar mısınız? Ayrıca helvamın çam fıstıklı olmasına dikkat edin. Vanilyalı dondurmayla da güzel gider. Of! Ben neler söylüyorum böyle? Ölüyorum ve söylediğim son şeyler bunlar mı cidden? Bebeğime onu çok sevdiğimi söyleyin. Mezar taşıma da ömrü yarıda kalbi bebeğinde kaldı yazarsanız çok makbule geçer. "Atlas!" Tüm sesleri bastıran ve bu çılgın partinin son bulmasına neden olan ses tabii ki de benim tek akıllı arkadaşım Cenk'e aitti. Diğer üç akılsıza kalsam zaten çoktan ölmüş balık gibi yüzeye çıkmıştım. Muhtemelen de onlar fark edene kadar sabah olmuş hatta kokmaya başlamış olurdum. Gerçekten korkunç! Cenk suya atlayıp beni yüzeye çıkardığında şükürler olsun ki yaşıyordum. Etrafımda toplanan onlarca insanın bana endişeyle bakışını bulanık da olsa görebiliyordum. İçime dolan suyu dışarı atana kadar herkesi kayan birer yıldız gibi görmüştüm. Görüntüler yavaş yavaş netleşmeye başladığında Kubilay'ın herkese partinin bittiğini söylediğini duydum. Kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başladı. Cenk ile Utku beni kollarımdan tutup sürüklercesine içeriye taşımaya başlamıştı. Alkolün üzerine bir de boğulma tehlikesi atlattığım için kendimi ekstra sersemlemiş hissediyordum. Cenk ile Utku beni koltuğa oturtana kadar uçtuğumu bile hissetmiştim. "Atlas iyi misin kardeşim?" diye sordu Cenk beni kendime getirmek için yanaklarımı hafifçe tokatlarken. Cevap veremedim. Sırıtarak boşluğa bakmam onları daha çok endişelendirdi. Ercü bahçe kapısından içeri girdi ve, "Siz o işi bana bırakın," dedi gayet kendinden emin bir şekilde. Aptal kafam onun ne yapacağını iş işten geçtikten sonra anlamıştı. Ercü gerine gerine yanağıma tokadı basmış beynimin içeride yayık ayrana döndüğünü hissettirmişti. Beyin sarsıntısıyla kafamı yastığa koydum ve o andan sonrası tamamen karanlıktan ibaret. (Ada'dan...) Dün gece olan öpücüğün etkisini hala üzerimden atabilmiş değildim. Hayatımda ilk defa bir erkeğin yanağından bu şekilde öpmüştüm. Parmaklarım durmadan dudaklarıma gidiyor istemsizce kıkırdamaya başlıyordum. Atlas'ın o şaşkın ifadesini anımsayınca daha çok gülüyordum. İçimde bir kelebek varmış da durmadan kanat çırpıyormuş gibi hissediyordum. Heyecanlanıyordum ve bu durum benim için alışılmışın dışındaydı. "Ada," diye salondan bana seslendi annem. Kahvaltı bulaşıklarını yerleştirirken kendi kendime güldüğümü fark etmiş olmalıydı. Ellerimi suya tutup mutfak havlusuna kurularken, "Geldim anne!" diye bağırdım. Ev botlarımın parkede çıkardığı pat pat sesleri eşliğinde mutfaktan salona geçtim. Annem sabah sabah yine beni şaşırtmayarak magazin programına kilitlenmiş bir haldeydi. Allah bilir bu sabah kim yine kiminleydi. Annem koltuğa oturmam için eliyle koltuğa hafifçe vurdu. Yanına oturduğumda gözlerim istemsizce ekrandaki görüntülere kaydı. Ekrana yansıtılan video kaydına bakarken sunucunun, "Dün gece Atlas Serez evinde bir parti verdi," demesiyle kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Diğer sunucu gülmemek için dudaklarını birbirlerine bastırmıştı. Havai fişekli, konfetili ve bir o kadar da çılgın olan partinin görüntüleri ekrana gelirken Atlas'ın ayakta zor durmasına rağmen DJ'in elindeki mikrofonu kapışına dikkat kesilmiştim. Atlas, "Bu parti onun için. Onun adı Ada ve ben ona aşığım. Bunu da duyan duymayana iletsin lütfen!" diye bağırdığında annem 'O Ada benim kızım Ada olabilir mi?' diye düşünüp şok içinde bana baktı. Bende en az onun kadar şoklardaydım. "Sarhoş ne dediğini bilmiyor," dedim kendimi savunmak için. Ama ben diyorum diyorum ama kime diyorum acaba? Annem çoktan dedikodu grubuna haberi yaymaya başlamıştı. Gerçi ben bile bu söylediğime inanamazken onun bana inanmasını beklemek aptallıktı. Of Atlas! Bunu bana neden yapıyorsun? Dün gece onun yanağına kondurduğum küçük bir öpücük için böylesine büyük bir parti vermiş olamazdı değil mi? Söz konusu Atlas ise her şey mümkündür. Bu parti de bunun en büyük kanıtıydı. Köşede elinde kadehle sırıtarak kendi çapında eğlenen Atlas'ın görüntülerine bakarken gülmeden edemedim. "Şapşal," diye mırıldandım kendi kendime. Magazin programının sunucusu olan kadın, "Acaba bu Ada denilen gizemli kadın kim?" diye sordu imayla. Diğer kadın kıkırdarken ekrana başka bir görüntü yansıtıldı. "Bilmiyorum. Ama dün gece ünlü akınına uğrayan partinin son buluşuna bir bakar mısınız? Partinin ev sahibi Atlas Serez dün boğulma tehlikesi atlattı." Sunucunun söylediği şeyle yerimden kalkmış sanki erkana yaklaştıkça kendimi onun yanında bulabilecekmişim gibi televizyonun dibine kadar gelmiştim. Atlas'ın sırıtarak havuzu boylayışı an be an kameralara yansımıştı. Çılgın partinin sesi kesilmiş Atlas çırpınışların ardından buz mavisi gömlek giyen biri tarafından kurtarılmıştı. Onun yüzme bilmeyişine mi şaşırsam yoksa yüzme bilmediği halde bahçesinde devasa büyüklükte bir havuzun olmazına mı şaşırsam bilemedim. Sanırım onun ölümden dönmüş olmasına şaşırsam daha iyi olacak. Telefonumun çalışıyla odama koştum. Nil ile Aslı görüntülü aradıklarına göre haberi almış olmalıydı. Aramayı cevaplandırıp bana pis pis sırıtan ikiliye karşı göz devirmiştim. Yatağıma oturup, "Sakın başlamayın," diye bir uyarıda bulundum. Ama bu onları durdurmadı tabii. Nil neşeyle ciyaklayıp, "Adam resmen sana herkesin içinde aşkını haykırdı!" dedi. "Bana aşkını falan haykırmadı. Sarhoştu ve ne dediğini bilmiyordu," dedim gayet kendimden emin bir şekilde. Sokrates'in savunmasını sollayan savunmama karşılık Aslı, "Dün gece onu öpen de nenemdi zaten," diyerek bana savunmamı fena halde yedirmişti. Nil bana kapak olduğunu belli edercesine yumruğunun üzerine sert bir tokat indirmişti. İki arkadaşımda beni köşeye sıkıştırmanın mutluluğunu yaşıyordu. Nil, "Adam yanağından öptün diye parti vermiş resmen," dedi arkada yankılanan magazin sunucularının söylediklerine ithafen. Bu konu kolay kolay kapanmayacaktı belli ki. Acilen bir kaçış stratejisi düşünmem gerek. Hem de çok acil! "Partinin sonunda az daha ölüyordu ama," dedim gözlerimi devirerek. Aslı pişkin pişkin sırıtırken, "Kesinlikle evine gidip nasıl olduğuna bakmalısın Ada," dedi. Onu başımla reddetsem de uzun ısrarlara dayanamadım. Daha doğrusu onu görmeyi her ne kadar onların ekmeğine yağ sürmek istemediğim için söylemesem de kendim istiyordum. Şapşal suratını kapımda görmeye o kadar alışmıştım ki eksikliği çok bariz belli oluyordu. "Peki yanına giderken ne giyeceksin?" diye sordu Nil heyecanla. Aslına bakarsanız pek fazla seçeneğim olmadığından üzerime ya yazlık elbiselerimden birini geçirecektim ya da kot tişört klasiklerimden birini gerçekleştirecektim. Gözlüklerimin üzerinden bakarken, "Üzerime çekerim bir tane elbise," dedim umursamaz bir tavırla. Bunun üzerine en azından saçlarımı salık bırakmam ve makyaj yapmam konusunda baskılar başladı. Makyaj kısmı konusunda başarılı olamasalar da saçlarımı salık bırakmaya beni ikna etmişlerdi. Üzerime bebe mavisi bir elbise giyindim ve dalgalı saçlarımın birazını omuzlarıma alacak şekilde salık bıraktım. Kızlardan gereken onayı alınca hazırlığımı tamamlayıp evden çıktım. Pembe babetlerim daha şimdiden ayağıma vursa da umursamadım. Bir an önce ona gidebilmek için bulabildiğim ilk taksiye attım kendimi. Geçen gece evinden kaçarken evinin nerede olduğunu iyice öğrenmiş oldum. Taksiciye adresi verip arkama yaslandım. Bakalım yakışıklı playboy nasıldı? Taksici beni Atlas'ın evinde bıraktığında elbisemin eteklerini çekiştirmekle meşguldüm. Rüzgarda eteklerimin uçuşmasına karşılık içime kısa şort taytlarımdan birini giydiğim için şükrediyordum. Atlas'ın kapısının önünde durdum ve bunu gerçekten yapmak isteyip istemediğimi sorgulamaya başladım. Atlas beni kapısında görmenin mutluluğuyla gevşek gevşek sırıtacaktı. Bu kesindi. Ama yine de onu görmek istiyordum. Hem en fazla ne olabilir ki? Derin bir nefes aldım. Parmaklarım kapı ziline uzandı ve birkaç kez bastıktan sonra iki adım geri çıkıp beyefendinin kapıyı açmasını beklemeye başladım. Çok geçmeden kapı açıldı. Ama beklediğim kişi tarafından değil. "Selam," dedi dün gece Atlas'ı boğulmaktan kurtaran mavi gömlekli adam. Çok yanlış bir zamanda geldiğim için kafamı utançtan dağa taşa vurasım geliyordu. Sinir bozukluğuyla gözlerimi yumup açmamın ardından, "Ben Atlas'a bakmıştım. Ama siz ona uğradığımı daha sonra söylersiniz," dedim arkamı dönüp eve dönemeye hazırlanırken. "Sen Ada olmalısın." Onun bu sözüyle duraksadım. Omzumun üzerinden ona baktığımda, "Atlas içeride," dedi kapıyı ardına kadar açarken. Çekinerek de olsa içeriye geçtim. İki adamın yerde yattığını bir başka adamın tekli koltukta sızdığını gördüğümde gözüm en sonunda L koltukta yüzü koyup uyuyan Atlas'a kaydı. Yüzünde çarpık bir gülüşle bebekler gibi mışıl mışıl uyuyordu. "Ben Cenk," dedi az önce bana kapıyı açan adam. Ona bakıp gülümsedim. "Memnun oldum," diye mırıldandıktan sonra tekrar koltukta uyuyan Atlas'a çevirdim gözlerimi. Cenk diğer üç adamı uyandırmaya çalışıyordu. Yerde yatanlardan birinin, "Siktir git!" diye bağırdığına şahit olmuştum ki tekli koltuktaki adam homurdanarak gözlerini açtı. Dün gecenin çılgınlığı bu devasa resme bakıldığında gayet net bir şekilde belli oluyordu. Tekli koltuktaki adam sırıtarak bana göz kıptı ve, "Günaydın güzellik," dedi. Bunun üzerine yüzüne Cenk tarafından köşe yastığı fırlatıldı. Cenk, "O Ada," dedi dişlerini sıkarak. Bunun üzerine tekli koltuktaki adam bir bana bir de koltukta yatan Atlas'a baktı. Sonrasında mahcup bir sırıtmayla, "Şey... Bende Ercüment. Ama herkes gibi sende bana Ercü diyebilirsin yenge," dedi. Her şeyi geçmiş bana yenge demesine fena halde takılmıştım. Yerde yatan diğer iki adamda uyandığında beni görünce çarpılmış gibi kalakalmışlardı. "Yengemiz," dedi ikisi de panikle yerden kalkıp bana asker selamı verirken. Gerçekten bir günüm diğer günümden nasıl daha tuhaf olabilir dedikçe Mevla'm bu sözümün sonucunda her şeyi full hd görmemi sağlıyordu. "Ben Kubilay. Bu da Utku," dedi içlerinden biri ve sonrasında Ercü'ye kaş göz işareti ile kapıyı işaret etti. Onlarla tek tek tokalaşmamın ardından Cenk'in üç adamı da alıp evden çıkması da bir olmuştu. Evde yalnızca ben ve Atlas kalmıştık. O da henüz gözlerini açabilmiş değildi. Sırıtarak yastığına sarılmış bir şeyler mırıldanıyordu. Rüyasında bile bir haltlar karıştırdığına yemin edebilirdim. Ama bunu kanıtlayamazdım. "Şapşal," dedim kendime engel olamayarak. Sonra içimdeki merak duygusunun beni dürtmesiyle ona doğru yaklaşıp ne söylediğini duymaya çalıştım. Parmakları hiç bırakmak istemiyormuşçasına başının altındaki yastığı kavramış sırıtmıştı. Dudaklarındaki gülümseme dikkat dağıtıcıydı. Bunu kabul ediyordum. Ama benim asıl odaklanmam gereken şey onun söylediği şeylerdi. "Ada," diye fısıldadı Atlas. Rüyasında beni görüyor olamazdı değil mi? Biraz daha yaklaştım. Sıcak nefesi yanağıma doğru vururken adımı yeniden sayıklamasıyla rüyasında bir yerlerde beni de gördüğüne artık emindim. "Rüyanda bile mi peşimdesin Atlas Serez?" diye sordum fısıltıyla. Beni duyup duymadığını bilmiyordum. Ama yüzüme yapışıp kalan sırıtmayla ona kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa geçerken buldum kendimi. Ona özel hazırlayacağım kahvaltıda bana eşlik etmesi için telefonumdan müzik açıp bir köşeye koydum. Şarkı Evdeki Saat'in "Sustum" isimli şarkısıydı. Uyanıyoruz artık çık Şu kafanın içinden Yolunu bulsan Dayanabilsen Senin içinde Seni arar Koş dedi koş dedi kaçana kadar Yüksek dağları aşana kadar Ona özel domateslerle ve biraz da yeşillikle süslediğim omlet tabağını hazırlarken bu şarkı bana eşlik etmişti. Birkaç portakalı makineyle sıkıp bardağa doldururken kahvaltı hazırlamaya o kadar dalmıştım ki Atlas'ın uyanmış buzdolabının kapağına sırtını yaslayarak beni izlediğini çok sonradan fark edebilmiştim. Ona baktığımda yüzündeki gülümsemeye odaklanmamaya çalışarak, "Günaydın," diye mırıldandım. Birkaç kez gözlerini ovuşturup bana baktı. Bunu tekrar tekrar yaptı. Hemen ardından, "Seni mutfakta görünce rüya gördüğümü sandım bebeğim," diye küçük bir itirafta bulundu. Bir bana bir onun için hazırladığım kahvaltı tabağına baktı. O kadar mutlu görünüyordu ki sanki dün gece boğulma tehlikesi atlatan o değilmişçesine kahvaltı masasına oturmuştu. Beni de yanına oturtmayı başardığında keyfine diyecek yoktu paşazadenin. "Bunları benim için mi hazırladın?" diye sordu hevesle. Çocuksu sevincine karşılık kıkırdadım. "Senin için kahvaltı hazırlamam imkansız bir şey mi? Tabii ki de senin için hazırladım Atlas Serez." İşaret parmaklarının uçlarını birbirine vurarak kendi içinde bir kutlama yapmıştı. Omletinden bir çatal alıp zevkle çiğnedi. Portakal suyundan da büyük bir yudum aldığı sırada dirseğimi masaya dayadım. Yanağımı da avucuma yaslamış onu izlemeye başlamıştım. Arada bir ona yakalanıp bakışlarımı kaçırsam da kahvaltısı bitene kadar onu izlemeye devam ettim. "İyi ki geldin bebeğim," dedi Atlas keyifle kahvaltısını sonlandırıp bana baktığı sırada. Onun böyle basit bir şeyden mutlu olabileceğini bilseydim ona daha öncesinden kahvaltı hazırlardım. Önündeki boş tabağı ve bardağı alıp lavaboya gideceğim sırada bileğimden tutup bana mani oldu. Elimdekileri gerisinin geri masaya bırakıp onun gözlerine baktım. "Sabah sabah evime gelmeni neye borçluyum bebeğim?" Bir şeyi ima ettiği çok açıktı. Aklınca beni köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Onu görmeye geldiğimi duymak istiyordu. Ama bende Ada Tözün isem bana kendini kanıtlayıp güvenimi kazanana kadar ona istediğini vermeyeceğim. Bu sözümü de tam şuraya yazıyorum! "Baş belam beni işe bırakmaya gelmeyince öldüğünden şüphelendim. Bende bir gelip bakayım dedim." "Yaşıyor muymuş bari?" "Yaşıyor yaşıyor. Hatta keyfi de bir hayli yerinde biliyor musun?" Atlas keyifle kıkırdadı. Tam o sırada telefonu çalmaya başladı. Telefonunu eline aldığında, "Efendim Sultan'ım," diyerek açması da dikkatimden kaçmamıştı. Kiminle konuştuğunu merak etmiştim. "Beşik mi? Tamam anne ben bugün halleder Talya'nın evine yollarım. Sen hiç merak etme." Atlas'ın telefonu kapatmasıyla beklentiyle ona baktım. Telefonunu masaya koyup, "Annem yeğenin beşiğini benim almamı istedi. Dayısı olarak ilk beşiğini ben alacağım demiştim. Şimdi sözümü tutmamın zamanı geldi," dedi. Atlas'ın kucağında bir bebek hayal ettim. Kesinlikle bu akılla bebeği düşürmesi olasıydı. Ama yine de eline çok yakıştığını kabul etmem gerek. Gerçi adam o kadar yakışıklı ki elinde bebek yerine mutfak tüpü bile tutsa yakışacağına eminim. Bir an için Atlas'ı tüpçü olarak hayal ettim de karizmasından tüpü patlatabilirdi. "Eda'nın beşiğini seçerken benimle gelir misin bebeğim?" diye sordu Atlas tatlı tatlı. Yeğeninin beşiğini almaya benimle gitmek istemesini çoktan geçmiş bebeğin adının Eda olacak olmasına takılı kalmıştım. "Bebeğin adı Eda mı olacak?" diye sordum şaşkınlıkla. Bunun üzerine Atlas saçlarını havalı bir şekilde geriye doğru yatırmış bana çapkın bir gülüşün yanında göz kırparak, "Bebek denilince aklıma gelen ilk kişinin adıyla biraz oynayınca ortaya bu çıktı," dedi. Yeğenine sırf benim ismime benzesin diye Eda ismini koydurtmasına ne tepki vereceğimi bilemedim. Yine bana iç çekerek bakmaya başlamıştı. Hatta işi bir level yukarıya bile taşımıştı. Omuzlarımdan sarkan saç tutamlarına uzanıp parmaklarının arasına aldı. Bu haliyle küçük afacan bir çocuktan farkı yoktu benim gözümde. "Atlas," dedim dikkatini çekebilmek için. "Efendim bebeğim." "Bana bebeğim demeyi tahmini ne zaman bırakacaksın?" "Bir bebeğimiz olduğu zaman," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırırken. Söylediğiyle gözlerimi devirdim ve işaret parmağımı alnına yaslayarak onu nazikçe kendi alanımın dışına ittim. "Gerçekten çok gıcıksın Atlas Serez." "Senin gıcığın," dedi gülerek. Bir de utanmadan pişkin pişkin sırıtması yok mu? Beni sinir etmekten inanılmaz derecede zevk aldığını biliyordum. "Hadi git hazırlan. Seni burada bekleyeceğim. Daha yeğenine beşik seçeceğiz." Atlas komutanına itaat eden asker gibi saniyesinde ayaklanmıştı. "İşim biraz uzun sürebilir. Duş alacağım da," dedi üstüne basa basa. Ne yapmamı bekliyordu ki? Pis pis sırıtmasına bakılırsa onunla aynı duşakabine girmemi bekliyordu. Tabii onu duş başlığının hortumuyla boğup ona duşakabini duşakabir yapabileceğimi düşünemiyordu. "Kese atmamı falan mı bekliyorsun?" diye sordum kollarımı göğsümün altında bağladığım sırada. "Aslına bakarsan hiç fena olmaz. Narin parmaklarının beni liflemesi efsane olabilirdi." "İğrençsin!" Masanın üzerindeki kayıktan aldığım portakalı sinirle ona doğru fırlattım. Tabii doğuştan şanslı playboy bundan da sağ kurtulmuş kahkaha atarak yukarıya çıkmıştı. Domuz işte ne olacak? Ona sağlam bir dayak atmadığım için oldu tüm bunlar. Bir kere benden sağlam bir dayak yemesi lazımdı. İşte o zaman bakın nasıl da aklı başına geliyor. Atlas'ın yukarı çıkmasının üzerinden neredeyse bir saat geçti. Çıkan bulaşıkları yıkamış salondaki inekler tepişse ancak bu kadar olabilecek dağınıklığı toplamıştım. Can sıkıntısından en sonunda kendimi bahçeye attım. Bahçe dün gece yapılan partinin izleriyle doluydu. Çimenlerin üzerindeki renkli konfeti parçaları güneş ışığında parlıyordu. Yerlerde boş şampanya şişeleri vardı. Cam şişeleri görünce Atlas gelene kadar onları da bir çöp poşetine doldurmuştum. Sıkıntıdan ölüyordum. Beyefendi ikinci saate yaklaşmamıza rağmen hala ortada yoktu. Kırklanıyor muydu? Ne yapıyordu? Acaba banyosunda herkesten sakladığı bir papaz falan var da onunla konuşup günah falan mı çıkartıyordu? Günahları ne kadar çoksa artık bir türlü gelemedi yanıma! 'Şey papaz amca ben bugüne kadar sayamayacağım kadar çok kadınla beraber oldum,' diye bir şeyler anlattığını düşünsenize bir. Papaz Atlas ile konuştuktan sonra 'Seninkileri ben bile çıkaramam evlat,' diyerek huşu içinde Atlas'ı yanından kesin kovardı. Bu saçma düşünceyle kıkırdadım. Beyefendinin yanıma geleceği yoktu. Hadi Ada Tözün! Göreyim seni! Yukarı çık ve ona azarı çek! Çöp torbasını mutfağın girişine bırakıp minik adımlarla yukarı katın merdivenlerini tırmandım. Bakalım yukarıda ne boklar yiyorsun Atlas Serez? Bir de kendi gözlerimizle görelim. Gözlüklerimi düzelttim. Keskin bakışlarım açık arayan bir detektif edasıyla etrafta gezinirken Atlas'ın kapısını tıklattım. "Acaba yaşıyor musunuz Atlas Serez?" Seslendim. Seslendim seslenmesine de cevap veren yok ki. Sahi bu salak içeride bir yerde düşüp bayılmış olmasın? Ondan her şey beklenir. Bana aklımı kaçırtmak için numara yapıyor da olabilirdi. Kapıyı yeniden tıklattım. "Atlas!" diye seslendim. Ama beyefendi cevap verme tenezzülünde bile bulunmuyordu. "Bak eğer şimdi cevap vermezsen içeri dalar seni fena pataklarım Atlas Serez!" Cevap yok. İşte şimdi gerçekten korkmaya başladım. Ya gerçekten içeride bir yerde fenalaştıysa? Aklıma gelen kötü ihtimallerle kapının kolunu indiriverdim. Playboy kapıyı kilitlemediğinden odaya bodoslama daldım. Gerçi kapıda kendimi paralamama bakılacak olursa buna bodoslama denemezdi. Gözlerim korkuyla odanın içinde gezinirken kalbimin boğazımda atmasına engel olamayarak yerlere ve odanın kuytu köşelerine tek tek bakmaya başladım. Atlas ortalıklarda yoktu. Bunun anlamı... Sanki iç sesimi duymuş gibi ebeveyn banyosunun kapısı açılmış içimden kendime küfürler savuruyordum. "Bebeğim," dedi Atlas tam arkamdan. Yakalandın Ada Tözün! Mecbur teslim olacaksın. Ellerimi havaya kaldırmış boncuk boncuk terlerken yüzümü ona doğru döndüm. Dönmez olaydım! Allah benim belamı vermesin! Atlas belinde havluyla tam karşımda duruyordu. Gözlerim onun karın kaslarına kayınca yutkunmak durumunda kaldım. Şekilli vücudunu süsleyen sert karın kaslarının üzerinde süzülen su damlacıklarıyla sıcakladığımı hissettim. Gözlerimi bana bakan karın kaslarından alıp onun yüzüne çevirdim ki bu yaptığım da pek işe yaramamıştı. Yakışıklı yüzüne ıslak saçları da eklenince nefesimin kesildiğini hissettim. Kahretsin! Keşke şu an elimde silah olsa da kafama sıkıp şu görüntüden kurtarabilseydim kendimi. Gerçi adam o kadar yakışıklı o kadar yakışıklı ki arsız kalbim tüm bunlara rağmen bu yakışıklılık karşısında yeniden gümbür gümbür atmaya başlayabilirdi. Lanet olsun! Acilen bir şeyler yapmam lazım! Atlas yeterince etkileyici değilmiş gibi bir de kahrolası gülümsemesiyle iki gram kalan aklımı da başımdan almayı başarmıştı. "Kese atmak için geldiysen geç kaldın bebeğim," dedi kıkırdayarak. Söylediklerini algılayabilmem oldukça uzun zamanımı aldı. Kıt kafamı çalıştırabilmek o an sandığımdan daha zor gelmişti. Yutkundum. Boğazımda neden Sahra çölü varmış gibi hissettiğimi biri bana açıklayabilir mi? Yanaklarım ateş gibi ve bedenimin hiçbir uzvunu hissetmiyorum. Beynim desem o 'Şu an kullanıma kapalıyım tatlım,' diyerek kepenklerini indirmekle meşgul sanki. Tek çalışan ve görevini layığıyla yerine getiren organım kalbimdi. O da tüm edepsizliğiyle göğüs kafesimden çıkmaya çalışıyordu sanki. Hayatım boyunca hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyorum. Ellerimle gözlüklerimin altından gözlerimi kapattım ve "Ben hiçbir şey görmedim," diye kendi kendime mırıldanarak kendimi odanın dışına attım. Kapıyı da kapattıktan sonra onun yokluğunu fırsat bilip gözlerimi açmış aptallığıma yanmaya başlamıştım. Hangi akla hizmet onun odasına girdim ki? Aptalsın Ada! Aptal! Sinirden olduğum yerde tepindim. Neden yukarı çıktım? Neden sabredemedim ki? Ah! Yer yarılsa da içine girsem! Gördüklerim gözümün önünden bir türlü gitmediğinden bu anı hiç yaşanmamış gibi de varsayamıyordum. Akılsızsın Ada! Akılsız! Sıkıntılı nefesler vererek yeri döven adımlarımla merdivenlerden indim. Atlas'ın yanıma gelince benimle ne kadar çok dalga geçeceğini anımsayınca kahroluyordum. Acaba kaçıp gitsem mi? Ne de olsa yapmadığım şey değil. Sonuçta Atlas'ın evinden daha önce de kaçmıştım. Şimdi de kaçardım. Kaçacam! Görün şimdi nasıl fıtı fıtı arka bahçeden kaçıyorum. Onca yediğim halta rağmen dudaklarıma yerleşen şeytani gülümsemenin de etkisiyle sessiz olmak adına balerin adımlarıyla bahçe kapısına kadar gittim. Şimdi bu kapıdan çıkacak ve ardıma bile bakmadan ayaklarımı totoma vura vura bu evden kaçacaktım. Ne kadar zor olabilir ki? Yakalanmamın imkanı yok. Sonuçta Atlas hazırlanıp aşağıya inene kadar ben çoktan buradan tüymüş olacağım. Bahçe kapısını açıp dışarıya doğru bir adım attığım sırada arkamdan, "Yakalandın!" diye bağırdı Atlas. Cin çarpmış gibi olduğum yerde kalakaldım. Ne olurdu beş dakika daha geç gelseydin? Ne olurdu? Yutkundum. Yakalandın Ada Tözün. Şimdi teslim ol da bu iş bitsin. Sırıtarak ona baktım. Üzerini giymiş saçlarını da elindeki havluyla kuruluyordu. Yeterince dikkat dağıtıcı bir görüntü değil mi sizce de? Kalbimin görünmez ellerini birbirine kavuşturmuş içeride bir yerde Atlas'ı izlediğini hayal edebiliyordum. Eğer tam şu an bu kadar hızlı çarpmayı bırakmazsa elimden çekeceği var. Resmen baygınlık geçireceğim. Hem de Atlas'a baktığım için... İnanılır gibi değil. Ben ne ara bu hale geldim? Ben ne ara gardımı bu adama karşı düşürdüm? Ne ara ya ne ara? Sadece size şu kadarını söyleyeyim. Ben artık kendimi tanıyamıyorum ve bunun tek sorumlusu karşımda bana bakan doğaüstü varlık. Eğer şu an kalp sektesinden ölürsem bilin ki bunun sorumlusu Atlas'tır. |
0% |