@sevvnuraydn
|
En son kalbimin bu kadar hızlı çarptığı anı anımsıyorum da o zamanlar on iki yaşındaydım ve karşımda yakışıklı bir erkek yerine öfkeli bir keçi vardı. Evet yanlış duymadınız. Bildiğiniz ayaklarını öfkeyle yere sürterek bana çifte atmayı bekleyen gerçek bir keçiden bahsediyorum. Keçiden o kadar çok korkmuştum ki kalbimin çarpıntısını aradan geçen senelere rağmen hala hatırlıyorum. Ruhum desem bedenimi terk etmişti. Ama şimdi karşımda korkmam için bir sebep yok. Peki neden şu lanet olasıca kalp ona baktıkça daha da hızlı çarpıyor? "Bebek firarda," dedi Atlas gülerek elindeki havluyu bir kenara koyarken. İşte şimdiki zamanın keçisi üzerime üzerime geliyor. Hala kaçmak için bir şansım var. Sonuçta bahçe kapısı açık ve sadece arkama bile bakmadan koşmam yeterli. Ama neden ben kılımı bile kıpırdatamıyorum? "Hiçbir yere gidemezsin bebeğim. Beraber daha yeğen için beşik bakacağız," dediğinde tam dibimde durmuş gülümseyerek gözlerimin içine bakıyordu. Kalp atışlarımı duyduğunu düşünsene bir. Atlas'ın sırıtmasını durdurmamın imkanı olmazdı. Hatta bu seferde Ada'nın kalbi benim için çarptı diye dün geceninkine benzer çılgın bir parti daha verirdi. Düşüncesi bile korkunç! Acilen normale dönmem lazım! Evet şimdi derin bir nefes al Ada! Nefes almayı unuttuğum için onun yerine bedenimde kalan iki gram oksijeni de sıkıntıdan dışarı vermiştim. Zar zor, "Kaçmıyordum. Sadece hava alacaktım," dedim kelimeleri yuvarlayarak. Atlas bu söylediklerimi yemediğini belli edercesine pişkin pişkin sırıttı. Ortada komik bir durum yokken neden gülüyor ki şimdi? "Peki dediğin gibi olsun. Ben hazırım bebeğim. Artık çıkabiliriz." Atlas parmaklarıyla saçlarını çekiştirerek şekil vermiş sonra da onu izlediğimi fark etmiş olacak ki göz kırpmıştı. Adamın işi gücü şov! Başka hiçbir şey değil. Gözlerimi devirip onun peşinden evden çıktım. O an aklıma arabasını kitapçının oralarda bir yerde bıraktığı gerçeği geldi. "İyi de senin araban yok ki. Mecbur otobüsle gideceğiz," dedim kollarımı bilmiş bir tavırla göğsümün altında bağlarken. "Otobüse gerek yok bebeğim. Yedekte bir uzay mekiğimiz daha var," dedi garaj kapısını açarken. Garajdaki arabaya baktım ve buna araba dersem çarpılacağıma inandım. Araba araba değil bambaşka bir şeydi. Biraz sonra beyaz bir Ferrari'ye mi bineceğim gerçekten? Bu bir rüya olmalı. Biri beni cimciklesin! "Beşik bakmaya bununla mı gideceğiz cidden?" Atlas şaşkınlığıma karşılık kahkahayı patlattı. Omuzlarımdan tutup beni arabaya doğru itekledi. Benim için kapıyı açıp centilmen bir tavırla içeriye geçmem için eliyle koltuğu işaret etti. Oturduğumda bu seferde eğilip emniyet kemerimi taktı. Küçük bir bebekle ilgilenir gibiydi. Belki de bana bebeğim demesinin sebebi buydu. Kemerimi taktı ve gözlerime baktı. Işıldayan gözlerine bakarken yutkundum. Aramızdaki mesafenin az olması onu keyiflendirmişti. Geri çekildi. Dönüp yanımdaki koltuğa geçti. Kemerini taktığında bu seferde onu daha da karizmatik gösteren güneş gözlüklerini burnunun üstüne iliştirdi. Bundan daha fazla yakışıklı olamaz dedikçe tek bir hareketiyle seviyeyi bir üst kademeye çıkarmayı başarıyordu. İmdat! "Şimdi de bebeğimiz için güzel bir şarkı açalım," dedi Atlas ve telefonunu arabanın müzik sistemine bağladı. Açtığı şarkı ise oldukça manidardı. Sabah ona kahvaltı hazırlarken dinlediğim şarkı arabanın ses sisteminden yankılanırken gülmeden edemedim. "Şarkıyı duydun değil mi?" diye sordum sabaha ithafen. Gülümsedi. Şarkının sesini sonuna kadar açtı ve arabayı çalıştırdı. Şarkının yüksek temposuyla neşem yerine gelmişti. Atlas'ın annesi Süreyya Hanımın bize beşik için attığı birkaç mağaza isminden bize en yakın olanına gittik. Mağazadan içeri girdiğimizde etrafımızdaki mobilyalara bakmaya o kadar çok dalmıştım ki satış danışmanının yanımıza geldiğini Atlas'ın beni belimden tutup kendine çekmesiyle anlamış oldum. Adama öyle bir bakışı vardı ki belimi tutan elini bedenimden uzaklaştırmaya tırsar olmuştum. "Hoş geldiniz efendim. Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu satış danışmanı gayet güler yüzle. Ona fark ettirmeden Atlas'ın karnına attığım sıkı dirsek darbesiyle kolundan kurtulmayı başardım. Atlas, "Bebeğime beşik almaya geldik," dedi bana bakıp pis pis sırıtırken. Bana bakarak söylemesine bakılırsa görende beşiği yeğenine değil de bana alacağımızı zanneder. Gözlerimi devirdim. "Beşiklerimiz şu tarafta efendim," dedi satış danışmanı. Onun peşine takılmış envai çeşit beşiğin arasından Atlas'ın yeğeni için en güzel olanını aramaya başladık. Tüllüler, işlemeliler, ahşap oymalılar derken bu kadar çok çeşit beşik olabileceğini hiç düşünmemiştim. Atlas bir tanesinin önünde durup alıcı gözüyle baktı. Pek beğenmemiş olacak ki yüzünü ekşitip bir başkasına bakmak üzere ilerledi. Satış danışmanı beyaz bir beşiği gösterip, "Bu en çok tercih edilen modellerimizden biri. Hem kız hem de erkek bebek aileleri bu modelimizi tercih ediyor. Burada bebeğin alt açma masası da bulunmakta," diyerek bize beşiğin işlevlerini anlatmaya başladı. Atlas sanki dört çocuk babasıymış gibi yanağını avucuna yaslamış adamı dinliyordu. Dikkatli dikkatli bakışına karşılık gülmeden edemedim. Atlas, "Rahat olup olmadığını kontrol etmekte fayda var," dedi ve bana baktı. Yüzündeki sırıtmadan bir şeyler karıştırdığını anlamam gerekirdi. Kahretsin! Atlas bir anda beni kucaklayıp beşiğin içine oturttu. Sadece ben değil satış danışmanı da bu işe şaşırıp kalmıştı. "Atlas sen ne yapmaya çalışıyorsun?" diye cırladım beşiğin içinden. Atlas kıkırdayarak kollarını beşiğin kenarına dayayıp bana baktı. "Bir bebek olarak senin konforun her şeyden önemli." Gözlerimi devirdim. Gerçekten sabrımı fena zorluyordu. Gelen geçen bize bakıyordu. Ne de olsa kazık kadar kadının beşiğin içinde oturuyor olması her gün görebileceğiniz bir şey değil. Ama size şu kadarını söyleyeyim. Eğer Atlas Serez ile aynı mekanda bulunuyorsanız bu tip şeyler görmeniz mümkün. "Atlas!" diye cırladığımda beni kale almamıştı. Onun yerine belimden tutup beni beşikten çıkardığı gibi satış danışmanına, "Bebeğim beşiği hiç beğenmedi. Başka bir beşik bakalım," dedi gayet normal bir şeymiş gibi. Adam bizim deli olduğumuzu anlayınca yola devam etmenin daha iyi bir fikir olduğu kanısına vardı. "Tabii efendim," dedi satış danışmanı kendini gülümsemeye zorlayarak. Al işte rezil olduk! Şimdi bana Atlas'ı parçalamamam için geçerli tek bir neden söyleyin. Sadece tek bir neden... Gözlüklerimin üzerinden ona delici bakışlar atıyordum. Ama umurunda değildi beyzademin. Sinirden onu paralamak istesem de o dükkandaki her beşiğin içine tek tek beni oturtup rahat olup olmadığını sormaya devam etti. Yani anlayacağınız bir süre sonra evet ya da hayır diyerek ona ayak uydurmak durumunda kalmıştım. Çünkü birkaç dakika içinde tüm hayat enerjimi tüketmişti. Hem ne demişler deli ile baş edemiyorsan deli ile deli ol! Atlas, "Aradığımız bunlar değil," dedi hoşnutsuz bir ifadeyle. Bunun üzerine sıradaki mağazaya gitmek için yeniden yollara koyulduk. İkinci mağaza iki katlıydı. O kadar büyüktü ki burada kaybolmam olasıydı. Atlas ile beraber mağazaya girdiğimizde bu sefer bizi karşılayan satış danışmanı kadındı. Genç kadın Atlas'a bakarken, "Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu. Tek kaşım bir yay gibi gerildi. Gözlerim içindeki oku kadına fırlatmak için zaman kollar olmuştu. Neden Atlas'a böyle baktığını düşünürken babetimle fayansın üzerinde sinirli bir ritim tuttuğumun farkında bile değildim. Resmen hıncımı fayanstan çıkarıyordum. Atlas ise gayet rahat bir tavırla sinirden uyuşmuş elimi tutup parmaklarını benimkilere kenetledi. "Eşimle beraber bebeğimiz için beşik bakacaktık." Atlas'ın söyledikleri beni dumura uğrattı. Az önce söyledikleriyle az daha kızın yanında pot kırıp çığlık atıyordum ki dudaklarımı birbirine bastırıp güç bela da olsa buna mani oldum. Atlas bunu yapmış olamazdı değil mi? Beni eşi olarak tanıtmış olamazdı değil mi? Üstelik ortada olmayan sözde bebeğe hamile olduğumu ima etmiş olamazdı değil mi? Biri beni çekip vursun! Ölmek istiyorum! Ama önce Atlas'ı kendi ellerimle öldüreceğim! Dişlerimi sıkarak kadına fark ettirmeden, "Sen ne saçmalıyorsun?" diye sordum. Beni kızdırmaktan zevk alıyordu. Yüzündeki hınzır gülüşü dağıtmak istiyordum. Bana doğru yaklaşıp kulağıma doğru usulca, "Eğer bunu söylemeseydim o kadın bana bakmaya devam edecekti ve sen onu kıskançlıktan sadece bakışlarınla ikiye ayıracaktın," diye fısıldadı. Kadına olan bakışlarımı fark etmişti. Ama fark etmemesi gerekiyordu! Ah Ada ah! Kadına yiyecek gibi bakarsan olacağı bu tabii. Sinirimden kendimi gırtlaklayasım gelse de çok geçmeden Atlas'ın elinden tutmuş kendimi beşiklerin arasında bulmuştum. Satış danışmanı kadın, "Bebeğinizin cinsiyeti ne?" diye sordu dümdüz olan karnıma bakarken. Yutkundum. Bunun üzerine Atlas'ı cimciklemek suretiyle başıma açılan bu belaya karşılık, "Ben hamile değilim. Bu adamda benim kocam değil. Sadece şaka yapıyor. Beşiği de bir başkasının kızı için alacağız," dedim keskin bakışlarımı Atlas'a çevirirken. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı. Beni kızdırmaktan nasıl da zevk alıyordu. Sadist köpek! Satış danışmanı kızın yüzünde 'Madem evli değil o zaman biraz daha bakalım şu yakışıklıya,' der gibi bir ifade belirse de umursamadım. Daha doğrusu umursamamaya çalıştım. "Kız bebeklerimiz için pembe cibinlikli modellerimiz de mevcut," dedi satış danışmanı kadın bize tek tek modelleri gösterirken. Gözlerim modellerin üzerinde gezinirken en köşede kalanına takıldı. Parmaklıkları sarmal ve kenarlarında zarif ahşap oymalarla süslenmiş beşiği görür görmez onu işaret etmiştim. "Bence bu," dedim beşiğin yanına giderken. Beşiğin alt kısmında iki çekmece vardı. çekmecenin kulpları melek kanadı şeklindeydi. Atlas yanıma gelip beşiğe baktı. "Beğendim. Ama rahatlığını test etmemiz lazım," dedi ve beni kucaklayıp beşiğin içine oturttu. Bugün bunu belki de milyonuncu kez yaptığı için bu sefer ses etmedim. Beşiğe sığmama mı yoksa her an beşikte uyuyabileceğim aşamaya gelmeme mi şaşırsam bilemedim. Sanırım Atlas'ın aniden benim fotoğrafımı çekmesine şaşırsam daha doğru olacaktı. "Çekme!" diye ona tehditkâr bir tavırla parmak sallasam da umurunda olmamış bu anı belki de binlerce fotoğrafla ölümsüzleştirmişti. Gıcık şey ne olacak! "Rahat mı bebeğim?" "Çok rahat," dedim beşikten çıkarken. "O zaman bu olsun." "Bir de portatif beşik seçmemiz lazım," dedim Atlas'a bakıp. Kaşları soru sorarcasına çatılmıştı. Erkek milleti ne olacak? Bu beşik o da beşik diyeceğini çok iyi bildiğimden ona geri zekalıya anlatır gibi durumu anlatmaya başladım. "Bebek bir süre annesinin yanında uyuyacak. Bunun için de daha küçük bir beşiğe ihtiyaç duyacak." Atlas anladığını belli edercesine başını salladı. Bununla birlikte bir de portatif beşik seçip adres olarak da Talya'nın adresini verdik. Tam mağazadan çıkıp arabaya bindiğimiz sırada Atlas'ın telefonu ısrarla çalmaya başlamıştı. Arayana bakılırsa bilindik biri değildi. Atlas aramayı cevaplandırıp telefonu kulağına götürdü. "Songül abla sen misin? Talya ile Okan mı? Tamam ben şimdi geliyorum," dedi telefonu sıkıntıyla kapatırken. "Ne olmuş?" diye sordum arabayı hızla sürmeye başlayan Atlas'a. "Arayan Talya'nın evindeki kadındı. Anlaşılan Okan ile Talya kavga etmeye başlamış ve kadının ses tonuna bakılırsa bu seferki kavgaları epey ateşli gibi görünüyor." Atlas'ın yüzünde gergin bir ifade belirmişti. Arabayı olabildiğince hızlı kullanmaya gayret ediyordu. Bir an önce ablasının yanına gidip meselenin aslını öğrenmek istiyordu. Bitmek bilmeyen uzun yolun sonunda nihayet Talya'nın evine varabilmiştik. Atlas arabadan inip uçarcasına eve dalarken peşinden koşmak zorunda kalmıştım. "Okan sen ne dersen de Eda'nın odasını sarı kırmızıya boyatmam!" diye bağırdı Talya elindeki yastığı Okan'a doğru hışımla fırlatırken. Sinirden ağladığı için gözleri kıpkırmızıydı ve sesi de çatallaşmıştı. Bir yandan basket topu gibi yusyuvarlak olan karnını tutuyor bir yandan da istikrarlı bir şekilde koltuğun üzerinden aldığı yastıkları kocasına fırlatıyordu. Okan, "Ama aşkım bende kızımın yavru bir aslan olarak Galatasaraylı odası olsun istiyorum. Çok mu şey istiyorum?" diye sorduğunda ılımlı yaklaşmak için karısına sevimli görünmeye çalışıyordu. Atlas ile birbirimize baktık. Cephede savaşan iki düşman devletin ortasında kalmışız gibi hissediyordum. Talya, "Bak hala neler söylüyor?" diye bağırdı sinirle. Gözlerini kan bürümüş Talya kesinlikle gerçek bir aslandan daha tehlikeli olabiliyormuş. Bunu kendi gözlerimle görmüş oldum. Okan bu seferde medet umarak Atlas'a baktı. "Kayınço haksız mıyım? Bir de sen bir şey söyle," dediğinde sadece Talya değil bende ne diyeceğini merak etmiştim. Atlas kısa bir an düşündü. Sonrasında, "Abla biraz abartmıyor musun? Hem ne olacak çocuk Galatasaraylı odada büyüse. Bu bir kere kızılacak bir şey değil aksine gurur duyulacak bir şey," dedi göğsünü şişire şişire. Talya diğer yastığı da Atlas'ın suratına attı ve "İstemiyorum dedim!" diye bağırdı. Bunun üzerine öküzlükte eniştesiyle aynı kefeye giren Atlas'a baktım. Ellerimi belime yerleştirmiş gözlüklerimin üzerinden delici bakışlarımı ona dikmiştim. "Yangına körükle gitmesen mi acaba," dedim ateş çemberinin ortasında kaldığımızı bakışlarımla göstererek. "Haklısın bebeğim," diye mırıldandı Atlas. Ama iş işten çoktan geçmişti. Okan bu seferde Atlas'ın ona çıktığı desteği öne sürerek tekrar bir atakta bulundu. "Aşkım bak kardeşinde benimle aynı fikirde." "Okan!" Talya'nın kocasına bağırmasının ardından karnını tutup iki büklüm olması da bir olmuştu. Korku dolu gözlerle ona baktığımda Atlas öne atılıp ablasının kolunun altına girdi. "Talya iyi misin?" diye sordu Atlas korkuyla. Talya yüzünü buruşturdu. Karnını tutarak bağırmaya başladığı sırada gördüğüm şeyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Suyu gelmiş!" Söylediğim şeyle Okan da Atlas da dumura uğramıştı. "Doğum başladı. Acilen hastaneye gitmeliyiz," dedim panikle. Bunun üzerine Okan ile Atlas Talya'yı arabaya doğru götürürken Songül ablanın bana verdiği bebek çantasını kaptığım gibi arabaya koştum. "Kahretsin!" diye bağırdı Atlas arabayı uçarcasına sürmeye başlarken. Talya kocasına çok kızgın olduğu için onun yanına ben oturmuştum. Yüzü kıpkırmızıydı ve sancıları sıklaşmaya başlamıştı. Elini tuttum. Yaşlarla dolu gözlerini bana çevirdi. Yüzünde çektiği acıya rağmen içten bir tebessüm belirdi. Onunla tanıştığım ilk zamanı anımsadım. O zamanda korkuyordu ve elimi sıkı sıkı tutmuştu. Gülümsedim. Diğer elimi karnına yerleştirdim ve "Şimdi birlikte derin derin nefes alıyoruz. Korkma bebeğin iyi ve sağlıkla doğacak," dedim. Talya elimi sıktı ve birlikte derin derin nefesler almaya başladık. Okan tek tek annesini, babasını ve kayınpederini arayıp doğumun başladığını haber verdi. Atlas ise arabayı en yakın hastanenin acil kısmına çekti. Talya'yı tekerlekli sandalyeyle birkaç doktor ve sağlık çalışanı doğumhaneye yetiştirmek için yanımızdan ayrılırken Atlas'a baktım. Onu daha önce hiç bu kadar korkmuş görmemiştim. Ablası için endişeliydi. Okan koşarak karısının peşinden içeri girerken uzanıp Atlas'ın elini tuttum. "Ablanda yeğeninde iyi olacak Atlas," dedim ona güven vermek istercesine gülümseyerek. Gözleri dolmuştu. Bana sıkıca sarıldı. Çenesini omzuma yasladı ve "İyi ki varsın Ada," diye fısıldadı kulağıma. Gülümsedim. Ondan ayrılıp gözlerine baktım. "Şimdi ablanı yalnız bırakmayalım. İçeri giremesek de yanında olduğumuzu bilmeli." Atlas ile birlikte hastaneden içeri girip doğumhanenin önündeki sandalyelerden birine oturduk. Çok geçmekten Okan'ın annesi, babası, kardeşleri ve tabii bir de Atlas'ın anne ve babası geldi hastaneye. Koridor birden epey kalabalıklaşmıştı. Atlas sandalyeden kalkıp anne ve babasının yanına giderken bende peşinden gitmiş ama onun bir iki adım gerisinde durmuştum. "Doğuma daha vardı," dedi Atlas'ın annesi sıkıntıyla. Atlas onlara olanları kısaca anlattıktan sonra bana baktı. Yüzünde onca yaşanana rağmen ışıltılı gülüşü belirivermişti. "Sizi Ada ile tanıştırmak istiyorum," dedi beni eliyle yanına çağırırken. Utanarak onun yanına gittim. İlk önce annesinin elini sonra da babasının elini öpüp gülümsedim. Annesinin aklından ne geçiyordu bilmiyordum ama bana bakarken sanki bir projeymişim gibi bakıyordu. Heyecandan dudaklarını ısırmıştı. Babası ise bir bana bir Atlas'a bakıyordu. "Memnun oldum kızım," dedi babası sıcacık bir sesle. Bir babanın bana bu kadar sıcak davranması kalbime dokunmuştu. Gözlerimin dolduğunu hissetsem de bunu ona belli etmemeye karar verdim. Onun yerine Atlas'a baktım ve bir şey fark ettim. O tıpkı babasına benziyordu. İkisi de aynı ışıltılı gülüşe aynı karizmatik yüze ve yine aynı dik duruşa sahiplerdi. İlerleyen saatlerde herkes koridorda Talya ve bebek hakkında konuşurken Atlas ile beraber bende bekleme sandalyelerinden birine kurulmuştum. Atlas'a, "Tıpkı babana benziyorsun," dedim gülümseyerek. Gözlerini bana dikti. Ablasının içeride emin ellerde olduğunu bildiğinden ve aradan geçen birkaç saatin ardından biraz olsun rahatlamıştı. "Seni sevdiler," dedi Atlas kaçamak bakışların üzerimizde olduğunu başıyla işaret ederken. Gösterdiği yöne baktığımda anne ile babasının bizi izlediğini fark ettim. "Bende onları sevdim," dedim iç çekerek. Atlas uzanıp kucağımdaki elimi tuttu. "Bana biraz babandan bahseder misin?" Sesi beynimi uyuşturan sakinleştiriciler gibiydi. Bakışları da o kadar sıcaktı ki ona en derin yaramı açarken bir an bile tereddüt etmememe neden olmuştu. Ona güvendiğimi hissediyordum. Yutkundum ve dudaklarımı araladım. "Babam ben dört beş yaşlarındayken trafik kazasında hayatını kaybetti. Kullandığı araba şarampole yuvarlanmış," dedim güçlükle. Devamını anlatabileceğimi sanmıyordum. Annemin haberi aldığındaki görüntüsü gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu. Donup kaldı ve tek kelime etmedi. Şoka girmişti. Benim için bir hayal kadar bulanık bir görüntüydü ama çekilen acı bir o kadar da gerçekti. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp, "Ben küçük olduğumdan olanları pek hatırlamıyorum tabii. Sadece annemin bana anlattığı kadarını biliyorum," diye mırıldandım. Atlas, "Onu kaybettiğinden beri bir şeyler için çabalıyorsun değil mi?" dedi buruk bir tebessümle. Başımı hafifçe salladım. "Babasız büyümenin en kötü yanı ne biliyor musun? İstediğini elde edebilmek için herkesten daha çok çabalaman gerektiği..." Sözlerimle Atlas işaret parmağını avucumdaki çizgilerde gezdirdi. Düşünceliydi. Sözlerimi yanlış anlayıp anlamadığını bilmediğimden kendimi açıklama gereği duydum. "Ben maddi bir şeyden bahsetmiyorum. Sakın beni yanlış anlama," dediğimde Atlas'ın gözleri gözlerimde gezindi. Beni susturdu ve sanki iç sesimi duymuş gibi, "Kaf dağı," dedi. "Kaf dağının artık olmadığını hissediyorsun. Sırtını yaslayabileceğin bir dağ olmadığı için daha çok çabalıyorsun. Bir gün onu gururlandırabilmek için... Sen hayatını ve hatta hayallerini bile o dağın seninle gurur duyması için şekillendiriyorsun Ada." Sözlerim olmadan beni anlamıştı. İçimden geçeni onun dudaklarından duymak kendimi özel hissettirmişti. Gülümsedim. "Babamı bir şekilde gururlandırmak istiyorum Atlas," dedim elimde gezinen parmağına bakarak. Elini geri çekti. "Sen hiçbir şey yapmasan da onu gururlandırıyorsun bebeğim. Çünkü benim gibi birine imkansızı yaşattın." İmkansızla neyi kast ettiğini merak ettim. Tam ağzımı açıp soracağım sırada doğumhanenin kapısı aralandı. Atlas ile birlikte diğer aile üyelerinin arasına karıştık. Doktor kadın ağzındaki maskeyi indirirken, "Epey zorlu bir doğum oldu. Ama anne de bebek de gayet iyi. Sadece bebek beklenenden erken doğduğu için bir süre küvezde kalacak," dedi ve yorgun bir nefes verdi. Geçmek bilmeyen saatlerin sonunda Talya'yı bir odaya aldılar. Uzun süren zorlu doğumun ardından şimdi mışıl mışıl uyuyordu. Atlas ablasının alnına bir öpücük kondurdu. Talya'nın doğumda olduğu dakikalar kendisi de ecel terleri dökmüştü. Neyseki korkulan olmamış bebek de anne de gayet sağlıklıydı. Talya uyurken Okan ve ailesi odada onunla kaldı. Tabii Atlas'ın anne ve babası da öyle... Atlas, "Kimseye görünmeden bebeği görmeye gitmeye ne dersin bebeğim?" diye sordu. Fısıldayarak sanki çok gizli bir şey söylüyormuş gibi yapması da dikkatimden kaçmadı. Kıkırdadım ve onun bu teklifini onayladığımı belli etmek için başımı salladım. İkimiz birlikte illegal bir iş çeviriyormuşuz gibi diğerlerine fark ettirmeden odadan çıktık. Ajan Atlas ile Ajan Ada iş başındaydı. Hemşirelerden öğrendiğimize göre bebeğin hazırlandığı oda bir alt kattaydı. Atlas ile birlikte sanki yetişkin değil de iki yaramaz çocukmuşuz gibi gülerek merdivenlerden indik. Heyecandan el ele tutuşmuş kazık kadar insanlar olarak hastane koridorlarında deli danalar gibi koşmaya başlamıştık. Uzun uğraşlar sonucunda camın ardındaki bebeklerle dolu olan odayı bulduk. Atlas ile birlikte onca bebek arasından bizimkini bulabilmek için cama yapışmıştık. "Acaba hangisi?" diye sordum meraklı gözlerim tek tek bebeklerin üzerinde gezinirken. Atlas heyecandan yerinde duramadığı için kapıyı tıklatmaya kalktığında kolundan tutup onu durdurdum. "Atlas bak," dedim heyecanla. İkimizde küvezin içindeki bebeğe baktık. Bebeğin tulumu bedenine büyük gelmişti. Sırt kısmında yazan Eda yazısından onun Talya'nın bebeği olduğunu anladık. Atlas, "Çok minik," dedi duygusal bir sesle. Camın ardından yeğenine el salladı. Bebeğin koyu renk saçları ve yumuk yumuk gözleri vardı. Domates gibi kızarık teni ve prematüre bir bebek olmasına rağmen hafif etli yanakları vardı. Hayatımda hiç bu kadar tatlı bir şey görmemiştim. "Atlas," dedim birden. İkimizde bu büyüleyici minikten gözlerimizi almakta zorlansakta birbirimize baktık. "Bizi bir araya getiren bebeğin doğumuna şahit oldum. Sence de bu mucizevi bir şey değil mi?" Atlas beni başıyla tasdikledi. "Haklısın bebeğim. Dayısının yeğeni bizi bir araya getirdi," dedi gülümseyerek yeğenine bakarken. Minik bebek huzursuzca kıpırdandı. Elini yanağına yaslamış uykusuna kaldığı yerden devam etmişti. Henüz hiçbir şeyin farkında olmasada varlığıyla hayatlarımızı değiştirmişti. En basiti onun için düzenlenen partide Atlas ile tanışmıştım. Belki de bu yüzden bu bebek benim için hiç olmadığı kadar özeldi. Bilmiyorum. Ama bildiğim şey şu ki bu bebeğe baktığımda hayatımın onun sayesinde güzelleştiğini hissediyordum. Hayatıma girdiği gibi tüm her şeyi alt üst eden bu adama baktım bu sefer. Heyecanla yeğenine bakan bu adama karşı ne ara yumuşadığımı ne ara ona bakınca içimden gülmek geldiğini anlamamıştım. Ama bir şeyden kesinlikle emindim. Atlas bana ettiğim yeminleri, konuştuğum tüm büyük sözlerin hepsini unutturan tek kişiydi. Onun çekimine bir kez kapıldım ve bundan sonra onun yörüngesinden ayrılmaya hiç niyetim yok. |
0% |