Yeni Üyelik
46.
Bölüm

18.Bölüm: Kaybetme Korkusu

@sevvnuraydn

Atlas'ın sözleri bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Gidişiyle olduğum yere çivilenmiştim. Etrafımdaki tüm sesler kesildi. Boşlukta sadece onun sesini duyuyordum. Ama o yoktu. Gitmişti ve bunun tek suçlusu bendim. Atlas benim yüzümden gitmişti. Darmadağın bir halde çekip gitmişti. Onu gözünün içine baka baka paramparça etmiştim. Hem de hırsım yüzünden!

"Ada!"

Bana seslenen kişi Feyza'ydı. Metehan ile yanıma gelip omzuma dokunmamış olsaydı şu an o boşlukta kalmaya devam etmiş olurdum. Ona baktım. Karamel rengi gözlerinde endişe vardı. Etraftaki kalabalığın gürültüsünü daha yeni yeni idrak etmeye başlamıştım. "Mierda neden hışımla çıkıp gitti?" diye sordu Feyza. Aramızda sıkıntı olduğunu anlamıştı.

Sıkıntılı bir nefes verdim. Boğazıma düğümlenen sözcükleri dudaklarıma göndermek sandığımdan daha zor oldu. "Ona çok ağır şeyler söyledim Feyza. Çok pişmanım," dedim gözyaşlarıyla. Feyza bana sıkıca sarıldı. Metehan ise Atlas'ı aramaya başladı. Fakat üst üste aramasına rağmen Atlas bir türlü cevap vermedi. Tam o sırada Aslı ve Nil de yanımıza geldi. Halim içler acısıydı ve durumu anlatmama gerek kalmadan neler olup bittiğini az çok anlamışlardı.

"Açmıyor," dedi Metehan sıkıntıyla.

Feyza, "Bir de ben deneyeyim," dedi ve benden ayrılıp Atlas'ı aradı. Sonuç tahmin ettiğiniz üzere koca bir fiyasko! Atlas telefonu açmadı. Hatta kaç kere aramama rağmen benimkini de açmadı. Şu an nerede ve ne halde olduğunu deli gibi merak ediyordum. Gerçi ne halde olduğunu anlamak çok da zor değil.

Atlas berbat bir haldeydi ve bunun sebebi bendim. Kendimi berbat hissediyordum. Onu tamamen kaybetmiş olmaktan korkuyordum. "Açmıyor," dedi Feyza. Belki de yüz kere aramıştık. Son bir kez daha aradım. Ama açmıyordu. Açmayacaktı. Bunu biliyordum. Yalnız kalmak ve kafasını toplamak istediğini biliyordum. Ama yine de içimde büyük bir sıkıntı vardı.

Kavga ettiğimizde söylediğim o korkunç sözlerim pişmanlığını bile bastıran bir sıkıntı belirdi içimde. Kalbim sıkışıyordu. Nefes alamadığımı ve hatta şu an önünde durduğumuz havuza düşmüşüm gibi boğulduğumu hissediyordum. Ne yaptım ben böyle? Ona neler söyledim! Hem de ne için? Sırf annem o adamla nişanlanmasın diye!

Atlas bu sözlerin hiçbirini hak etmemişti. Ona resmen sevgisine inanmadığımı yüzüne tokat gibi çarpmıştım. Keşke zamanı geriye alıp o anı hiç yaşanmamış kılabilseydim. Ama bunu yapmaya ne benim ne de başkasının gücü yeterdi.

"Ada telefonun çalıyor," dedi Nil. Telefonumun avuçlarında titrediğini bile o söyleyince fark edebilmiştim. Ekranda yanıp sönen isimle rahatladım. Arayan Atlas'tı ve her ne olursa olsun beni merakta bırakmamayı tercih etmiş. En azından o an için öyle sanıyordum.

"Atlas," dedim telefonu açar açmaz. Onun sesini duymayı bekledim. Hatta o an için değil sesi bana soluğu bile yeterdi. Ama bunu bile duyamadım.

"Hanımefendi siz bu telefonun sahibinin nesi oluyorsunuz?"

Tanımadığım bir adamın sesiyle kalakaldım. Atlas'ın telefonun bir başkasında ne işi olabilirdi ki? Elimi boğazıma götürdüm. Sanki boğazıma dokunarak içindeki düğümleri çözebilirmişim gibi hissettim. Ama olmadı. "Ben eşiyim. Siz kimsiniz?" diye sordum güçlükle.

"Ben polis memuru Arif. Eşiniz kaza yaptı ve şimdi ambulansla hastaneye götürülüyor."

Beynimden vurulmuşa döndüm. Telefonu elimden Feyza aldı. O kadar kötü bir haldeydim ki elim ayağım tutmuyordu. Her an kendimi yerde bulabilecekmişim gibi hissediyordum. Eşiniz kaza yaptı ve şimdi ambulansla hastaneye götürülüyor sözlerinden başka hiçbir şey düşünemiyordum. Atlas kaza yapmıştı! Hastaneye götürülüyordu!

"Tamam hemen geliyoruz," dedi Feyza aramayı sonlandırırken. Benim dışımda kimse burada ne olup bittiğini anlamamıştı.

Aslı, "Bir şey oldu. Ne oldu söyle," dedi endişeyle. Feyza sıkıntılı bir nefes verdi. Telefonumu bana uzattığı sırada, "Mierda trafik kazası geçirmiş. Şu an ambulansla hastaneye götürülüyormuş," dedi.

Metehan kolumdan tuttu. Donup kalmıştım ve attığım hiçbir adımı hissetmiyordum. Bir yandımda Feyza diğer yanımda Metehan ile birlikte sürüklenircesine arabaya doğru götürülüyordum. Feyza'nın arabasına geçtik. Feyza bir yandan arabayı kullanırken bir yandan da yolu kapatan araçlara okkalı küfürler savuruyordu.

Kendime gelmem çok uzun zaman aldı. Öyle ki hastaneye ayak bastığımda tüm gerçekler zihnime hücum etmişti. Atlas kaza yapmıştı ve şu an hastanede bir yerlerdeydi.

Hastaneye girer girmez hemşire bankosundaki kıza, "Atlas Serez trafik kazası geçirmiş. Şu an nerede? Durumu nasıl?" diyerek sorularımı art arda sıraladım. Dışarıdan bakınca ne kadar kötü görünüyorsam diğer hemşirenin bana endişeyle baktığını fark ettim. Diğeri ise bilgisayardan Atlas'ın ismini aratmakla meşguldü.

Bilgisayar başındaki kız, "Atlas Serez diye bir hasta girişi yok," dedi birden. Duyduğum şeyle donup kaldım. Tam konuşmak için dudaklarımı aralıyordum ki hastaneye koşturarak Utku, Kubilay, Ercüment ve Aysun girmişti. Onların hemen ardından da Atilla Serez, Süreyya Hanım, Talya, Okan ve muhtemelen onlardan haber alan Mehmet Gürdal ve eşi de hastaneye akın etmişti. Beni asıl şaşırtan bu kalabalığa sonradan katılan Bulut ve Gaye ikilisiydi.

Onların burada ne işi olduğunu sorgulamayı çoktan bırakmış Atlas'a ne olduğunu düşünüyordum. Hastane o kadar kalabalıktı ki haberi alan buraya gelmişti. Eflin ile Cihan da aramıza katılınca Atlas'a ne olduğunu öğrenmek üzere bilgisayar başındaki kızın kafasını ütüleme işini onlara bıraktım. Çünkü değil kafa ütüleyecek ağzımı açmaya mecalim yoktu.

Feyza, "Şu lanet olasıca sisteminiz hata veriyor olmalı. Mierda nerede?" diye sordu sabrının artık taştığını belli edercesine. Kalabalıktan huysuz mırıltılar yükseldi. Hepimiz Atlas'tan haber almayı bekliyorduk ve hiçbirimiz bu saçmalığa sabredecek durumda değildik. Tam o sırada bir tane hemşire acil kapısından koşarak bize doğru yaklaştı. Kalabalığı görünce, "Acilen 0rh negatif kana ihtiyaç var! Acildeki hasta çok fazla kan kaybetti. Verebilecek olan var mı?" diye sordu.

Hepimiz birbirimize baktık. Bunca insanın içinden elini kaldıran kişi Bulut oldu. Ona baktığımda ağladığını gördüm. Atlas için ağlıyordu ve şimdi de bir başkasına kan vermek üzere hemşirenin peşine takılmıştı. O an aklıma bir kurt düştü. Kan kaybeden kişinin Atlas olma ihtimali!

Tek bir ihtimal bile vücudumdaki tüm kanın çekilmesine yetmişti. Kalabalığı ardımda bırakıp acilin kapısına doğru adımlamaya başladım. Bu düşüncemi dile getirmeye bile mecalim olmadığından sadece adımlıyordum. Eğer orada kan kaybeden kişi Atlas ise bunu kendi gözlerimle görmem gerekiyordu. Tam acile girmeye niyet etmiştim ki otomatik kapı açıldı ve ben olduğum yerde kalakaldım.

"Atlas," dedim neredeyse fısıltıyla. Onu canlı ve iyi olarak karşımda gördüğüm anda koşarak boynuna atladım. Ona sıkıca sarıldım ve hıçkırıklarımın arasından, "Şükürler olsun. İyisin," dedim.

Atlas neye uğradığına şaşırmıştı. Ondan ayrılıp gözlerine baktım. O iyiydi. Fakat beyaz gömleğinde kan lekeleri vardı. Birine bir şey olmuştu. Ama kime?

Yüzünü avuçlarımın arasına aldığımda, "Ne oldu? Anlat bana," dedim. İlk başta tepki veremedi. Öylece gözlerime baktı. Her ne yaşadıysa şoku atlatamamıştı ki tam o sırada koridordan bizimkilerin sesi duyuldu.

Kenara çekilip Atlas'ın ailesi ve arkadaşları ile hasret giderişini izledim. Atlas öyle tepkisizdi ki onu bu hale getiren şeyi düşünüyordum. Onun yanına gittim. Kan lekesi olmuş olan gömleğinin üzerine parmaklarımı yerleştirdim ve gözlerine baktım. "Atlas," diye fısıldadım. İyi ve hayatta olması bir yana yaşadığı şey her ne ise aramızdaki kavgayı bile unutup gözlerime baktı.

"Çok fazla kan kaybetti," diye sayıkladı Atlas. Konuşmaya gücü yoktu. Ama kimden bahsettiğini öğrenmek zorundaydım. Hepimiz onun iki dudağından çıkacak tek bir isime odaklanmıştık ki gerçek titreyen dudaklarından döküldü.

"Özge."

Söylediği isimle hepimiz hastane koridorunun öteki tarafına bakmak zorunda kalmıştık. Çünkü annem ile Bedrettin Bey koşarak bu tarafa doğru geliyordu. "Kızım nerede?" diye sordu Bedrettin Bey gözyaşlarıyla. Özge'nin başına ne gelmişti? Nişan sırasında hiçbir şeyi yoktu. Gayet iyiydi. Ama şimdi çok kan kaybettiği söyleniyordu. Yoksa...

Atlas Bedrettin Bey'e baktı. "Onu hastaneye yetiştirmek için elimden geleni yaptım," dedi Atlas. Ayakta durmaya gücü olmadığından onu acilin önündeki bekleme alanındaki sandalyelerden birine oturtturduk. Bedrettin Bey bir köşede ağlıyordu. Annem onu sakinleştirmeye çalışıyordu ve bense tüm bunların arasında Atlas'ın yanına oturmuş elini tutmuştum ki Atlas elini geri çekti.

Aramızda olanlardan sonra onu suçlayamazdım. Bunu hak etmiştim. "Özge'ye ne oldu?" diye sordum zar zor. Atlas bana bakmadı. Öylece karşıya baktı ve "Onu evden çıkarken gördüm. Bileğinde kesikler vardı. Hastaneye yetiştirmeye çalışırken de kaza yaptık," diyerek olanları kısaca özetlemiş oldu.

Özge'nin kendine böyle bir şey yapmış olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Babasıyla annemi ayırmak uğruna kendine böyle bir şey yapmış olmasını aklım almıyordu. Tam o sırada Bulut çıkageldi. Atlas Bulut'u görünce ayağa kalktı. Onu görmeyi beklememişti. "Atlas," dedi Bulut yarı şaşkın yarı da sevinçli. Sonra da Atlas'a sarıldı.

Atlas olanlara inanamasa da eski dostuna sarıldı. Kaybetme korkusu onları yeniden bir araya getirmişti. "Beni affettin mi?" diye sordu Atlas boğuklaşan sesiyle. Bulut Atlas'ın sırtını sıvazladı.

"Aptal şey. Sana bir şey olsaydı asıl o zaman kendimi affetmezdim."

Bulut ile Atlas'ın barışması bir yana bizim şu an aramızda kutup rüzgarları esmesi de apayrı bir konuydu. Bunun tek suçlusu bendim. Ona ne yapıp ne edip kendimi affettirecektim. Ama bundan önce Özge'nin iyi haberini almak istiyorum. O koridorda ne kadar beklediğimizi hatırlamasamda Atilla Serez'in Feyza'yı, Talya'yı, Okan'ı, Metehan'ı, Nil'i, Aslı'yı ve eşi Süreyya Hanım'ı evlerine gönderdiğini gördüm.

Kızlarla haberleşmek üzere sözleştik. Mehmet Gürdal da eşini evine bıraktırdı. Eflin ile Cihan da Atlas'ın iyi olduğunu öğrenince gitmişti. Geriye Gaye, Bulut, Atilla Serez, Mehmet Gürdal, Bedrettin Bey ve annem kalmıştı. Atlas ile yan yana oturmuş Özge'den haber gelmesini bekliyorduk ki sonunda doktor acil müdahale odasından çıkabilmişti.

"Özge Kervancıoğlu'nun yakınları siz misiniz?"

Doktorun sorusuyla gözlerim otomatikman Bedrettin Bey'e kaydı. "Ben babasıyım. Kızımın durumu nasıl?" diye sordu Bedrettin güçlükle. Doktor durumu kısaca ona izah etti. Şükürler olsun ki Özge iyiydi. Özellikle Bulut'un tam vaktinde verdiği kan sayesinde.

Bedrettin'in yüzündeki rahatlama ifadesini görebiliyordum. Kızını görmek üzere içeri girdiği sırada Atlas diğer tarafında oturan Bulut'a baktı. "Senden bir şey isteyeceğim," dedi Atlas Bulut'a.

"Gaye'yi evine götür lütfen. Onu görmek istemiyorum."

Gaye Atlas'ın söylediklerini duymuş topuklarını yere vura vura Bulut'un onu evine bırakmasına gerek kalmadan hastaneyi terk etmişti. Açıkçası onun burada olması bile başlı başına bir saçmalıktı. Ama o an benim için Atlas'ın canı söz konusu olduğundan onun varlığından bile bi haberdim.

Bedrettin'in kızının yanında oluşuyla annem kapıda onu beklemeye başlamıştı. Benim asıl dikkatimi çeken detay ise annemin alyansı ile oynaması olmuştu. Alyansını bir çıkarıyor bir geri takıyordu. Onu daha önce hiç böyle düşünceli görmemiştim. Ruhu çekilmiş gibiydi. Belki de bunun sebebi Özge'ydi.

Özge'nin kendisine bunu yapmasında kendini suçlu hissettiğine emindim. Ayağa kalkıp annemin yanına gittim. Gözlerime baktı. Yaşlarla ışıldayan gözlerle bu seferde bakışlarını kızının yanından gelen Bedrettin'e çevirdi. "Seninle beş dakika konuşabilir miyiz Bedrettin?" diye sordu annem güçlükle.

Bedrettin hafifçe başını salladı. Birlikte biraz öteye geçtiler. Ne konuştuklarını duyamıyordum. Ama annemin usulca yanaklarından süzülen yaşlara bakılırsa konuşma pek iyiye girmiyordu. Bedrettin'in parmakları annemin omuzlarını kavradı. Başını hafifçe iki yana salladı ve bir şeyler mırıldandı. O an annem Bedrettin'in ellerini üzerinden uzaklaştırdıktan sonra parmağındaki alyansı çıkardı. Alyansı yaşlı gözlerle Bedrettin'in avucuna bıraktığında annemin Bedrettin'i terk ettiğini anladım.

Özge canından olmak pahasına amacına ulaşmıştı. Annem, "Bu gece senin evinde kalabilir miyim kızım?" diye sordu yanıma gelirken. Gözyaşlarını geldiği yere geri döndürmek için gözlerini hızlı hızlı kırpıştırmıştı. Annemle Bedrettin resmen ayrılmıştı ve ben bu duruma sevinemiyordum bile. Her şey o kadar kötü bir şekilde noktalanmıştı ki...

"Tabii ki kalabilirsin annecim," dedim ona sıkıca sarılarak. Anneme sarılmanın bana iyi geleceğini düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Vicdan azabı çekiyordum ve içime oturan vicdan azabının ağırlığı kalbimi ezerek yok etmeye çalışıyordu.

Annemin nişanını mahvetmek için Özge ile işbirliği yapmıştım. Üzerine sırf bu nişanı bozmama izin vermediği için Atlas'a karşı çok büyük yanlış yapmıştım. Bir de üzerine Özge sırf babası ile annemi ayırmak adına kendini öldürmeye kalkmıştı. Bir gün için sizce de bu kadar korkunç olay yetmez mi?

Annem, "Lütfen gidelim Ada," dedi ağlamaklı bir sesle. Atlas'a baktım. Aramızdaki koca buz kütlesine rağmen beni anneme karşı mahcup etmemişti. Bulut'un bizi evimize bırakmasının ardından anneme odasında rahat etmesi için yatağını hazırlamış giyinmesi için kendi pijamalarımdan birini vermiştim. Şimdi ise odamda üzerimi değiştiriyordum. Pijamalarımı giyinmiş yatağın içine oturmuş Atlas'ı bekliyordum. Yanıma gelmesini bekliyordum.

Aramızdaki bu küslüğe bir son vermek istiyordum. Kendimi affettirmek için onunla konuşmak istiyordum. Banyonun kapısı açıldı. Atlas üzerindeki kanlı gömlekten kurtulmuş duştan çıktığını belli eden ıslak saçlarıyla tam karşımdaydı. Ama yüzüme bile bakmıyordu. "Atlas," dedim onun dikkatini çekebilmek için. Ama göz ucuyla bile bana bakmadı.

Yataktan kalkıp yanına gittim. Ama o sanki orada yokmuşum gibi davranmayı tercih etti. Dolabını açtı. Pijamasını çıkarıp giyindi. "Atlas özür dilerim. O sözlerin hiçbirini söylememem gerekirdi. Sinirden gözüm dönmüştü. Çok pişmanım. Lütfen affet beni," dedim ona arkadan sarılırken. Hareket etmedi. Öylece durdu. Burnuma şampuanının kokusu doldu. Tabii bir de onun kendine has cezbedici kokusu.

"Bu meseleyi konuşmak istemiyorum Ada."

"Biliyorum bana çok kızgınsın. Hatta şu an yüzüme bile bakmak gelmiyor içinden. Bunu da biliyorum. Ama çok pişmanım Atlas. Sana yemin ederim senin sevginden, ilginden, bana verdiğin değerden bir kez olsun şüphe etmedim. Sadece o an annemin beni çiğneyip o adamla birlikteliğe ilk adımı atmasına öfkelendim. Öfkemi senden çıkarmamalıydım."

"Sorun da bu Ada," dedi Atlas bana dönerek. Gözlerini gözlerime dikti. Bakışları yakıcıydı. Tıpkı dokunuşu gibi.

Atlas parmaklarının ayasıyla yanağıma dokundu ve, "Sadece kendini düşünüyorsun. Annene yaptığın şey çok bencilceydi. Ama sonuç olarak istediğini aldın. Annen o adamı terk etti ve yanımıza geldi. Tam da istediğin gibi. Fakat görmediğin çok şey var Ada. Mesela annenin sevdiği adamdan sırf kızının bir daha canını tehlikeye atmaması için ayrılırkenki halini görmedin. Yüzüğünü parmağından çıkarırkenki acısını görmedin. Senin gördüğün tek şey bu işin bittiğiydi. Senin de Özge'nin de gözünü hırs bürümüş. Özge hırsı yüzünden az kalsın canından oluyordu. Sende hırsların yüzünden beni gözden çıkardın. Şimdi mutlu olman gerek. Sonuçta amacına kötü yoldan da olsa ulaştın," dedi.

Atlas onu kaybettiğimi açıkça dile getirdi. Gözümden yaşlar usulca akarken yaşlarımı sildi ve, "Umarım hırsların uğruna bu kadar şey yapmana değmiştir," dedi buz gibi bir sesle. Yanımdan ayrıldı. Yatağın üzerinden yastığını alıp beni odamızda bir başıma bıraktı.

Atlas beni ardında bıraktı. İçimden bağıra çağıra ağlamak geliyordu. Ama bunu bile yapamıyordum. Sanki tüm gözyaşlarım gözlerimin içinde donup kalmış gibi hissediyordum. Öylece beni az önce bıraktığı yerde bekledim. Belki döner diye bekledim ama dönmedi.

Bana bebeğim demesini istiyordum. Geri dönüp, "Seni affediyorum koca bebek," demesini o kadar çok isterdim ki. Ama bunu yapmayacağını çok iyi biliyordum. Onu terk ettiğim zaman bile aslında hep yanımdaydı. Ama şimdi yanımda olmak bile istemiyordu. Ne kadar da aptalım! Ona doğru olmadığı halde bana olan sevgisinin, ilgisinin ve verdiği değerin nasıl yalan olduğunu dile getiririm? Şu an kafamı dağa taşa vurasım geliyor. Fakat bunu yapınca elime hiçbir şeyin geçmeyeceği gerçeğini bildiğimden sıkıntılı bir nefes verdim.

Odadan çıktım. Koridorda adımlarken annemin odasının tam önünde durdum. İçeriden sesler geliyordu. Ağlama sesi!

Kapıyı yavaşça araladım ve içeriye baktım. Annem benim onu izlediğimden habersiz ağlıyordu. O adam için ağlıyordu. Onun için gözyaşı dökecek kadar çok mu seviyordu onu? Bir süre kapının ağzından onu izledim. En sonunda uyuyakaldı. Kapıyı yavaşça kapattım ve bu seferde Atlas'ın yanına gittim.

Atlas sırtını balkon kapısının pervazına dayamış gökyüzünü izliyordu. Orada olduğumdan habersiz öylece yıldızlı geceyi izliyordu. Ona kendimi affettirecektim. Ona yeniden sarılacaktım. Ona yeniden bebeğim dedirtecektim. Bu da kendime bu gece vereceğim bir söz olsun.

Loading...
0%