@sevvnuraydn
|
Her insanın hayatının tek düze ilerlediği bir dönem mutlaka vardır. Hayatımızın artık monotonlaştığını hissettiğimiz o dönemde bir macera arar bu sıradanlığa bir heyecan katmak isteriz. Artık iyi kötü bir şeyler olsun diye bekleriz. Sonra öyle bir şey oluverir ki bunu istediğinize pişman olmak şöyle dursun hayat sanki bir bedene bürünmüşte size el hareketi çekmiş gibi hissedersiniz. Gökten para yağmışta sizin şansınıza kafanıza para yağacağı yerde kuş sıçmış gibi hissedersiniz ya tam olarak böyle hissedeceğim bir günün sabahına uyanacağımı bilmeden yeni bir günün sabahına daha gözlerimi açmıştım. "Ada! İşe geç kalacaksın!" Alarmımın kafamı ütülemesi yetmezmiş gibi bir de annemin gittikçe daha da çirkinleşen sesiyle gözlerimi tavana dikmiş hayatı sorgularken bulmuştum kendimi. Gerçekten hayat bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Annem hala ciyak ciyak bağırıyordu. Artık buna daha fazla tahammül edemeyecektim. Bende bir anlık sinirle komodinimin üzerinden aldığım eşek ölüsü gibi ağır saati yere fırlatmak suretiyle susturmayı tercih etmiştim. Annem fırlattığım saatin gürültüsüyle odama dalmakla kalmamış ecel misali tepeme dikilerek "Kız sen hala kalkmadın mı?" demişti. Üzerimdeki renkli battaniyeyi tuttuğu gibi kenara çekmeye niyet etmişti ki son anda ahtapot gibi battaniyeme yapışmıştım. Annem ise benden inat olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Battaniyeyi bir o çekiyor bir ben çekiyordum. En sonunda benimle baş edemeyeceğini anlamıştı. Son çare hiç şüphesiz ki her annenin yavrusunun üzerinde itinayla uyguladığı kaba kuvvetti. Ayağından çıkardığı en az on kilo ağırlığındaki terliği ben fark etmeden kıçıma indirivermişti. Acıyla yüzümü buruşturmuş battaniyeyi bırakmıştım. "Kalk çabuk!" diye tekrarladı. Gözlerimi sinirle ona dikmek isterdim ama ne yazık ki bunu birtakım şeyler olmadan yapamıyordum. Komodinin üzerinden gözlüğümü alıp burnumun üzerine yerleştirdiğimde öfkeden kızarmış olan yüzünü daha yeni seçebilmiştim. "Kız kovdurtmak mı istiyorsun kendini? Kalk dedim sana!" Yatağın üzerinde oturur pozisyona geçtim. Daha sonra onun hiçbir şey olmamış gibi fıtı fıtı odamdan çıkışını izledim. Kapıyı kapattığından emin olduğumdaysa yastığımı alıp yüzüme bastırdım ve avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Gerçi o gün yaşayacaklarımın yanında bu hiçbir şeydi. Bunu o an bilmiyordum tabii. Yastığı işim bitince kenara koyup iş için hazırlanmaya başladım. Gece nasıl uyuduysam yatarken birbirine karışmaktan Ankara tiftik keçisine dönen saçlarımı yerinden sökmek pahasına taramaya başladım. Canım yanıyordu. Ama en azından saçımdaki düğümleri açmayı başarmıştım. Gözüm bir anlığına duvardaki saate kaydı. Eğer üzerimi hızlıca giyip evden uçarak çıkarsam bir sonraki otobüse yetişebilirdim. Ama eğer bunu şimdi yapmazsam kesin domuzdan evrilmiş olan gıcık patronum kıçıma tekmeyi basmak suretiyle beni işten kovmaktan büyük zevk duyardı. Sıkıntılı bir nefes verdim. Üzerime gelişi güzel bir şeyler geçirmiş saçımı da beynimi de beraberinde içine alacak şekilde sıkı bir at kuyruğuyla tepeden toplamıştım. Telefonumu ve tabii ki içinde üç beş kuruştan başka bir şey olmayan fukara cüzdanımı da yanıma alıp annemin arkamdan savurduğu fantezili küfürlere kulak asmadan kendimi evden dışarı attım. Merdivenleri nasıl indiğimi bile hatırlamıyordum. Bacaklarımı totoma vura vura koşarak otobüse yetişebilmeyi ummaktan başka aklımda hiçbir şey yoktu. Vampirlere taş çıkaracak kadar hızlı koşmuştum. Şu an Edward Cullen ile yarış yapıyor olsaydık muhtemelen otobüs savaşlarında onu yenmiştim. Durağa vardığımda nefesimi neremden aldığım hakkında ciddi şüphelerim vardı. Durakta bekleyen birkaç kişi öylece durmuş beni izliyordu. Sabah sabah deli danalar gibi koşan birini görmek bahse varım ki sıradan hayatlarına biraz olsun renk katmıştır. Otobüs tam da tahmin ettiğim saatte önümde durdu. İçine bakmamak için çok zor duruyordum. Size küçük bir sır vermem gerek. Eğer otobüs savaşlarında galip gelmek istiyorsanız ilk kural asla içeriye bakmayın. Kapı ardına kadar açılmış birkaç kişinin inmesiyle akbilimi basıp içeride bir yere sıkışıvermiştim. İkinci kural da şu. Ezileceğinizi bilerek kadere boyun eğin. Onlarca insanın birbirini ezdiği bu daracık alanda beni tek ayakta tutan şey işe geç kalmayacağıma olan inancımdı. Aksi bir durumda kendimi otobüsün camından atmam kaçınılmaz olurdu. "Arka taraflara ilerleyin!" diye bağırdı otobüs şoförü. Sanki arkada nefes alabileceğimiz bir alan varmış gibi her sabah bu lafı duymak sinirlerimi bozuyordu. Ezilmekten pestilimin çıkmasına ramak kalmıştı. Öküz gibi bir şey üzerime üzerime geliyordu. "Derin bir nefes al Ada," dedim kendi kendime. Üzerime gelen öküz akciğer kapasitemin sınırlarını zorlayacağa benziyordu ki yine bir düşüncemde daha haklı çıkmıştım. Lanet olsun! Keşke düşüncelerim bir kez olsun beni yanıltmış olsaydı. Adamın koltuk altındaki ıslaklığı görmek bile midemi bulandırmaya yetiyordu. Otobüs savaşlarının üçüncü kuralı ya gaz maskesi ile gezin ya da deodorantsız dışarıya adım dahi atmayın. Adam üstüme üstüme gelirken vücudundan gelen keskin kokuyla elimi güçlükle çantama atmıştım. Karıştırdığım çantamın dibinde çok şükür ki bir adet deodorant şişesi bulabilmiştim. Deodorant şişesini elime aldığım gibi adamın koltuk altına doğru sıkmaya başladım. Ama bunun bile bir faydası olmamıştı. O kadar kötü kokuyordu ki koltuk altlarıyla birini öldürdüğüne dair şüphelerim vardı. Belki de kokulu peynir imalatı doğrudan bu adamın vücudunda yapılıyordur? Kokudan dolayı kendimi daha fazla tutamayıp öğürmeye başladım. Kusmama ramak kala parmaklarım otobüsün içindeki tuşa usandı. İmdat diye çığlık atmaya başladım. Herkes dönmüş bana bakıyordu. Buna öküz adamda dahildi. Kar beyazı yüzümün mide bulantısından yeşile döndüğüne adım kadar emindim. Teyzenin biri "Kızım ne oldu?" diye sordu. Bunun üzerine yanımdaki öküze keskin bakışlarımı yöneltmeden edemedim. Elimdeki deodorant şişesini çantama tıkarken "Kokudan öldüm teyzecim," dedim. Öküz adam bu söylediklerimi duymak şöyle dursun üstüne bile almamıştı. Sıkıntılı bir nefes verdim. Daha sonra açılan otobüs kapısıyla hasret kaldığım oksijene kavuşmak üzere kendimi dışarı attım. Değil işe geç kalmak patronum tarafından kapı dışarı edilmek bile umurumda olmamıştı. Ta ki gözüm bileğimdeki saate kayana dek... İşte şimdi sıçtım! Topuklarımı vura vura iş yerime doğru koşmaya başladım. Şükürler olsun ki iş yerime çok fazla mesafe kalmamıştı. Eğer kendimi arabaların önüne atmak, ciğerlerimin iflas etmesine sebep olmak ve tabii bir de bu uğurda domuz patronuma beni kovmaması şartıyla böbreklerimin birini hediye etmeyi teklif etmek gibi korkunç bir sonucuna varmak durumunda kalmak pahasına dahi olsa koşarsam bir umut işe vaktinde yetişebilirdim. Ciğerlerim daha şimdiden sönmüştü. Oksijen yetmezliğinden her an öteki tarafa göçebilirdim ki buna gerek kalmadan kendimi tahtalı köye tek kişilik bir bilet alırken bulmuştum. Göt korkum ölüm korkumun önüne geçtiğinden kendimi yola atmıştım. Canımın patlıcan kadar bile bir değeri olmadığını bu şekilde cümle aleme göstermiş oldum. Araba ani bir frenle durmuş ezilmekten son anda kurtulmuştum. Gözlerim arabaya kayınca buna araba dediğim için utanmıştım. Uzay mekiğinden bir farkı yoktu. Siyah uzay mekiğine bakarken kendimce fukara bedenimin bu araçla ezilmeye bile layık olmadığını düşünüyordum. "Dikkat etsene!" diye bağırdı arabanın içindeki şahsiyet. Şahsiyet diyorum çünkü birazdan içimdeki bastıramadığım çirkefliğim yine başımı fena halde bela olacak. Gözlüğümün üzerinden keskin bakışlarımı ona yönelttim. Daha sonra "Dikkat etmiyorum!" diye bağırdım. Bir de zeytin yağı gibi üste çıkmam yok mu? Sanki yola fırlayan ben değilmişim gibi bir de adama bağırıyordum. Uzay mekiğinin içindeki astronot birden arabadan inmiş tabii benim çirkef ruhumda bu şekilde bedenimi terk etmişti. "Az daha seni eziyordum. Bilmem farkında mısın?" Gözlerimi adamın gözlerine diktim ve şimdiden ona bağırdığım için pişman oldum. Takım elbiseli beyefendiye kendimi şirin göstermek için otuz iki diş sırıttım. Bu tiple onun gözünden korku filmlerindeki ruh hastalarına benzediğime dair içimde en ufak şüphe dahi yoktu. Yutkundum ve "Üzgünüm ama seninle tartışacak vaktim yok. İşe geç kalıyorum. Benim acilen gitmem gerek," diye mırıldandım. Cevabım onu tatmin etmişe benzemiyordu. Kollarını bilmiş bir tavırla göğsünde kavuşturdu. Delici bakışları altında kendime daha iyi bir savunma hazırlamaya çalışıyordum. Tabii her konuda olduğu gibi bu konuda da berbattım. "Bak. Gerçekten çok acelem var. Eğer beş dakika içinde işime gitmezsem kovulacağım," dedim son çare olarak. Bu söylediklerim onun umurundaymış gibi görünmüyordu. Başını inanmadığını belli edercesine salladı ve ben buna daha fazla dayanamayıp çareyi yanından topuklamakta bulmuştum. Arkamdan bağırması gram umurumda değildi. Kendimi başkalarına açıklamak zorunda olmaktan bıkmıştım. Ayrıca acilen işime yetişmek zorundaydım. Göz ucuyla kolumdaki saate baktım. İki dakikam kalmıştı. Dakik ve bir o kadarda şeref yoksunu patronum bu sefer beni kesin kovacaktı. Sıkıntılı bir nefes verip sokağın sonuna doğru koşmaya devam ettim. Belki bir ümit patronum insaniyete gelip beni kovmazdı. Buna kendim bile inanmıyordum. Çünkü patronumun vicdanlı olması demek şeytanın iyiliğe yönelmesi gibi bir şeydi. Bunun imkanı yoktu. Sinirden ağlayasım geliyordu. İş yerimin önüne vardığımda koşmaktan kan ter içinde kalmıştım. Patron herkesi ip gibi dizmiş sabah sabah tüm çalışanlarına azar çekmeye hazırlanmıştı. Beni görünce gözlerinde şimşekler çakmıştı. Seçilmiş kişi değilde lanetlenmiş kişi olduğum gerçeğiyle ecel terleri döküyordum. Az sonra söyleyeceklerini duymaya hiç hazır değildim. "Geç kaldın!" diye bağırdı. Biraz sonra ona domuz lakabını neden taktığımı daha iyi anlayacağınız elli ciltlik bir hakaret romanını yüzüme yüzüme okuyacaktı. Gücünü toplamak istercesine derin bir nefes alarak cılız göğüs kaslarını şişirdi. Böyle yaptığında efelenen kart bir horozdan farkı yoktu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğer ciddiyetimi bozduğumu fark ederse en ufak şansımda bununla birlikte bulut olup uçardı. "Tam üç dakika otuz iki saniye geciktin," dedi bileğindeki akıllı saati gözüme gözüme sokarken. Sıkıntılı bir nefes verdim. Gerekirse beni kovmaması için ayağına kapanacaktım. Çünkü bu işe gerçekten çok ihtiyacım vardı. "Normalde seni kovmam gerek. Ama bugün yapacağımız partinin ev sahibi olan çift o kadar zengin ki sana son bir şans bile verebilirim." Kulaklarıma inanamıyordum. Patronumun paraya tapması bir yana bunun için beni kovmayacak olması içten içe sevinmeme neden olmuştu. Gıcık patronum, "Cinsiyet partisi bu gece çiftin sahibi olduğu otelde yapılacak. Bu yüzden hepiniz hazır olun," diyerek işaret parmağını tehditkar bir tavırla tek tek yüzümüze doğru sallamıştı. Anladığımızı belli edercesine hepimiz başımızı salladık. Tam o sırada delici bakışlarını bana yöneltti. "Çift bir kız bebek bekliyor. Bu yüzden babanın kollarına koşan sen olacaksın," dedi sinir bozucu bir şekilde gülümseyerek. Size yaptığım işi söylemek gibi bir fırsatım olmamıştı. Ama şimdi size işimi şu şekilde özetleyebilirim. Ben bir organizasyon firmasında cinsiyet öğrenme partilerinde babaların kollarına koşan kız bebek kostümlü elemanın ta kendisiyim. Benim işim buydu. Cimri patronuma rağmen bu işten geçineceğim parayı kazanabiliyordum. "Bu son şansın. Eğer bu gece bir sorun çıkarsa seni kovarım. Ama eğer işini düzgün yaparsan ve çift bizden memnun kalırsa sana %1 oranında zam yapacağım." Kovulmayacağım için mutluydum. Patronumun sözünü ettiği zam ise oldukça gülünçtü. Böyle bir şeyi hiç söylemese daha iyiydi. Cimrilikten bir gün kesin ölecekti. Ama bu benim umurumda değildi. Sonuç olarak işten kovulmamış ve annemin diline düşmemiştim. "Merak etmeyin efendim. Her şey tam da istediğiniz gibi olacak," dedim kendimden emin bir şekilde. Yüzünde her zamanki gibi duygudan yoksun itici gülümsemesi belirmişti. Son bir kez gözlerini her birimizin üzerinde tehditkar bir tavırla gezdirdikten sonra yanımızdan ayrıldı. Domuzun yanımızdan ayrılması sadece beni değil tüm ekibi rahatlatmıştı. Yanı başımda erkek bebeği oynayan bebeklikle uzaktan yakından alakası olmayan deve Metehan kıkırdamaya başlamıştı. "Ucuz atlattın," dedi gülerek. Delici bakışlarımı ona çevirmiştim. "Bakıyorum bundan çok keyif almışsın." Metehan ona alındığımı anlayınca kolunu omzuma atmıştı. "Hadi ama. Sadece şaka yapıyorum," dedi dudak bükerek. Onu şirin bulduğumu biliyordu. Sırf bu yüzden en büyük silahını kullanıyordu. Dirseğimle karnına vurdum. Böylece o benden ayrılmak zorunda kalmış bense akşam için hazırlık yapan ekibin geri kalanına yardım etmek üzere Metehan'ın yanından ayrılmıştım. Metehan beş dakika geçmeden yine dibimde bitmişti. "Akşamki cinsiyet partisinden sonra bir planın var mı?" diye sordu. Bunu neden sorduğunu merak etmiştim. Kısa bir anlığında ona baktım. Beklentiyle bana bakıyordu. Ona akşam iş çıkışı erkenden eve gitmezsem annemin muhtemelen beni öldüreceğini nasıl söyleyebilirdim ki? "Metehan benim akşam," dememle yüzünde beliren gülümseme solup gitmişti. Daha şimdiden ona karşı vicdan azabı çekiyordum. Yutkundum ve "Evde olmam gerek," diyerek sözlerimi tamamladım. Metehan tam da ondan beklediğim gibi tek kelime etmemiş başını hafifçe sallamıştı. Omzuna dokundum. "Üzgünüm," diye mırıldandım. Metehan ise gülümsemiş ve bunun bir öneminin olmadığını söylemişti. Birlikte akşamki organizasyon için hazırlıklara yardım ettik. Bu seferki organizasyon tüm organizasyonlardan daha büyük olacaktı. İlk defa büyük bir otele gidecektim. Bahçenin bize söylenen ölçülerine göre bu sefer nefes almaya bile vaktimizin olmayacağını anlamış oldum. Bize kokteyl masalarını taşımamız için normalde kullandığımız kamyonetten bile büyük bir araç göndermişlerdi. Metehan ile birlikte diğer ekip arkadaşlarımıza yardım ettik. Partinin yapılmasına birkaç saat kala otele gitmiş hazırlıkları tamamlamıştık. Metehan ile bize verilen özel odalarda bebek kostümlerimizi giydik. Daha sonra partinin başlamasına yarım saatten az bir zaman kala bahçenin bir köşesinde kendimizi zengin konukların parti için gelişini izlerken bulmuştuk. "Gözlüksüz bu işi başarabileceğine emin misin?" diye sordu Metehan birden. Kucağımdaki bebek kafası başlığımı bir kenara koymuş ona bakmıştım. Uzağı göremediğim için haklı yere bu soruyu sormuştu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Bu işi batırırsam kovulacağım kesindi. Bana verilen bu şansı kendi ellerimle mahvetmekten içten içe korkuyordum. Fakat bunu yapmak zorunda olduğumda apaçık bir gerçekti. "Bunu yapmak zorundayım. Bir şekilde bu gecenin sorunsuz bir şekilde noktalanması gerek Metehan. Aksi bir durumda ne yaparım hiç bilmiyorum." Partinin başlamasına on dakika kaldığından Metehan güven vermek istercesine gülümsemiş daha sonra bebek başlığını başına geçirmişti. Bende kendiminkini başıma geçirince partiye artık hazırdık. Metehan ile birlikte bebek yarışı yapacaktık. Sonrasında ben babanın kollarına doğru koşacaktım. Tabii başlığın altında gözlüğüm olmadığından net görememek beni daha şimdiden tedirgin etmeye yetmişti. Partinin ev sahibi olan anne ve baba devasa kutlama masasının önünde durdu. Anne adayı gördüğüm kadarıyla eline mikrofon almıştı. "Böylesine heyecanlı bir gecede bizleri yalnız bırakmadığınız için öncelikle eşim Okan ile sizlere teşekkür etmek istiyorum," dedi ve kıkırdadı. Onun sözlerini bitirmesiyle kalabalıktan coşkulu bir alkış sesi yükseldi. Yarışa başlamak üzere Metehan ile birlikte başlangıç çizgisine geçtik. Benim heyecanımın yanında anne ile babanın heyecanı hiçbir şey kalırdı. Onlar bebeklerinin cinsiyetini düşünüyordu. Bense işimi kaybedip kaybetmeyeceğimi... Derin bir nefes aldım. Başlık yüzünden daha şimdiden havasız kaldığımı hissediyordum. Metehan elimi tuttu. Sakinleşmem gerekiyordu. "Her şey güzel olacak," dedim içimden ve bunu daha önceki organizasyonlarda da olduğu gibi sorunsuz atlatacağıma kendimi ikna ettim. "Yarış başlıyor!" dedi baba adayımız mikrofona. Bununla birlikte Metehan ile birlikte ağır adımlarla koşmaya başladık. Arada bir heyecanı arttırmak için birbirimizin önüne geçiyorduk. Kalabalık coşkuyla bizi alkışlıyordu. Bitiş çizgisine çok az kalmıştı. Baba adayımızı hayal meyal de olsa görüyordum. Bu işi sorunsuz bir şekilde bitireceğimden neredeyse adım kadar emindim. Bu sefer var gücümle koşmaya başlamış erkek bebeği geçmiştim. Coşkulu kalabalık kız bebek haberiyle sevinirken ayağım takıldı ve baba adayına sarılmak yerine üzerine düştüm. Başımdaki başlıkta nasıl olduğunu bile anlayamadığım bir şekilde başımdan çıkmıştı. Saçlarım adamın yüzünü örtüyordu. Bebeğin annesinin kocasının üzerinde olmamdan dolayı beni öldüreceğini düşünürken yanı başımdan "Anlaşılan kızımız dayıcı olacak," diye bir ses duydum. Saçlarımı kenara çektiğimde bebeğin dayısı ile göz göze gelmiştim. Parlak kahverengi gözleri gözlerimde geziniyordu. İkimizde olayın şokunu atlatamamıştık. Sıcak nefesi yüzümdeydi. Bana öyle bir bakışı vardı ki kafasından geçenleri merak ederken bulmuştum kendimi. Saçlarım tekrar yüzüne düştü. Bu sefer parmakları yüzümü kavradı ve gözümün önüne dökülen saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Neredeyse dudak dudağa olmamız gerçeğiyle yüzümün kızardığını hissettim. "Gitmem gerek," dedim ve onun üzerinden giydiğim ağır kostüme rağmen bir şekilde kalkmayı başardım. Bebeğin dayısı da yerden kalktığında arkamı dönüp beni izleyen onlarca kişiden uzağa gitmek için bir adım attım. Tam o sırada bir el bileğimden kavradı. Kalabalığın kendi içinde konuştuğunu fark ettiğimden bileğimi ondan kurtarıp oradan hızla uzaklaştım. (Atlas'tan...) Ablamın bebek heyecanıyla yapacağı saçma partinin hazırlıklarını neden ben üstlenmek zorundayım? Bunu bir türlü anlamıyorum. Cinsiyet partisi denilen saçmalığı sırf onun hormonları yüzünden her şeye ağladığı gibi buna da ağlamaması için kabul etmiştim. Bebeğin erkek veya kız olacağını öğrenmek için parti düzenlediğime hala inanamıyordum. Halbuki başka bir ihtimal yoktu. İki ihtimal için bu kadar tantana neden ki? Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada partinin başlamasına sayılı dakikalar kaldığından ablamla eniştemin yanında parti masasının önündeki yerimi almıştım. Ablam gülerek iyice şişmiş olan karnını ovaladı ve "Surat asma Atlas," dedi. "Bir gün hayatına öyle biri girecek ki şu asık suratından gülümseme eksik olmayacak. Ayrıca günün birinde senin bebeğin olduğunda onun içinde böyle bir parti organize edeceğim." Talya yine ilişki konularını açmıştı. Aşk işlerinin bana iyi geleceğinden bahsedip duruyordu. Ablam, "Bak işte tam şuraya yazıyorum," diyerek masanın bir köşesine parmağını sürttü. Daha sonra "Bir kız gelecek ve sen ona mühürleneceksin," diyerek sözlerini tamamladı. Mühürlenme saçmalığını izlediği filmlerden duyduğunu biliyordum. Bu yüzden gülmeden edemedim. Bazen yaptığım çapkınlıkları unutuyordu. "Aşk bana göre değil abla," dedim ve tam o sırada taze baba adayı olan eniştem lafa dahil oldu. "Atlas üzgünüm ama ablan haklı. Bir kadın gelecek ve sen onun gözlerine baktığın anda bütün bu sözlerini yutmak zorunda kalacaksın. Aşık olacaksın ve onun peşinden koşacaksın. Tecrübeyle sabit," dediğinde kolunu ablamın beline dolamıştı. Eniştemin aylarca ablamın deyimiyle kapımızda paspas olduğu dönemleri anımsadım. Ablamın adından başka bir şey söylemiyordu. O dönemler ablamı tanımasam adamı büyülediğini bile düşünebilirdim. "Artık bebeğimizin cinsiyetini öğrenme vaktimiz geldi," dedi ablam birden. Heyecandan yerinde duramıyordu. Eniştem mikrofonu eline almış "Yarış başlıyor!" demişti. Bebek kostümü giymiş ikiliye diktim gözlerimi. Başlangıç çizgisindelerdi. Müziğin başlamasıyla ikisi de aynı anda ağır ağır koşmaya başlamıştı. Yeğenimin cinsiyetini şu şekilde öğrenmek üzere olduğum için kendime içten içe acıyordum. Bir kız bebek öne geçiyordu bir erkek bebek derken bu saçmalığı daha yakından görebilmek için bitiş çizgisine iyice yaklaşırken bulmuştum kendimi. Bebek savaşlarının galibi bitiş çizgisini ilk geçen kız bebek olmuştu. Yeğenimin kız olduğunu öğrenmenin mutluluğunu yaşarken devasa bebeğin bana doğru koştuğunu daha yeni fark edebilmiştim ki sırt üstü yere düşmem de bir olmuştu. Bayılıp bayılmadığımı merak ediyordum. Gözümün önü kararmıştı ki birden karaltı bir perde gibi aralandı. Gözlerim bir çift koyu hareyi buldu ve o an beynimden vurulmuşa döndüm. Hayatım boyunca böyle güzel bakan göz görmediğimi hissettim. Tamam bu söylediğim biraz abartı olabilir ama kızın parmaklarının altındaki kalbimin bu kadar güçlü gümbürdemesine herhangi bir açıklama bulamıyordum. Afallamıştım. Tam o sırada güzel kızın saçları tekrar yüzüme döküldü. Onu daha iyi görmek istiyordum. Parmaklarım sanki iradem dışında onun yüzünü kavradı. Kesinlikle hayal değildi. Parmaklarım sıcak teninden saçlarına uzandı ve saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdım. Kızın yüzü yüzüme o kadar yakındı ki beynimin sarhoşmuşum gibi döndüğünü hissediyordum. Lanet olsun bana neler oluyor? Kız, "Gitmem gerek," dedi ve birden üzerimden kalktı. Olayın şokunu atlatmam birkaç saniyemi aldı. Yerden kalktığımda onun ardına bile bakmadan gitmek üzere olduğunu fark ettim. Panikle uzanıp bileğini tuttum. Ama o saat gece yarısını gösteriyormuş gibi beni ardında bırakıp gitmeyi tercih etmişti. Onun gidişiyle bir süre direk gibi orada dikilmeye devam ettim. Ta ki eniştem kahkaha atarak sırtıma bir tane geçirene kadar... "Atlas çarpılmışsın bakıyorum," dedi eniştem kahkahalarının arasından. Gözlerimi kızın gittiği taraftan zar zor alıp ona çevirdim. Ablam da sırıtarak eniştemin yanındaki yerini almıştı. "Aşık oldun!" diye ciyakladı ablam neşeyle. Onu haklı çıkarmak bir yana büyük konuştuğum şeyin jet hızıyla başıma gelmiş olabileceğini kabul etmek istemiyordum. Fakat kalbimin hala dört nala koşuşuna da bir sebep bulamıyordum. "Hayır olmadım," dedim birden. Bunu söylerken bile kızın gittiği yöne bakmam ablamı ne yazık ki haklı çıkarıyordu. Eniştem yerdeki bebek kafası şeklindeki başlığı alıp bana uzattı. "Kül kedisi ayakkabısını daha doğrusu başlığını düşürmüş," dedi gülerek. Bebek kafası şeklindeki başlığı avuçlarıma aldığımda gülmeden edemedim. Kızın yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Sabah ona arabayla çarpmak üzereyken ona bu kadar net bakmak gibi bir şansım hiç olmamıştı. Ama şimdi durum farklıydı. Hayatım boyunca düşünsem bile koca bir bebeğin içindeki küçücük bir şeye aşık olacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi. Elimdeki bebek kafası şeklindeki başlığa bakıp gülümsedim. Büyük konuşmamın sonu buydu. Her ne kadar buna kendim bile inanamasamda ben o kıza ilk görüşte aşık olmuştum. Atlas Serez sen yandın oğlum. Hemde çok fena yandın! |
0% |