@sevvnuraydn
|
(2 ay sonra...) Her ne yaşarsak yaşayalım hayat iyi veya kötü bir şekilde devam ediyor. Zaman akıyor. Dünya dönmeye devam ediyor. Gündüzle gecenin döngüsü sonsuz bir ahenkle ilerliyor ve monotonlaşsa da hayatımız aslında geceleri baktığımız yıldızlar bir öncekilerden farklı oluyor. Son iki ayım gökyüzünü izlemekle geçti. Her gece gökyüzünü izledim ve her yıldız kaydığında aynı şeyi diledim. Hiç gerçekleşmeyecek bir dileğe sıkı sıkıya tutunmaya aradan geçen koskoca iki aya rağmen devam etmem yetmezmiş gibi bir de onu hem aklımda hem de kalbimde yaşatmama ne demeli? Kimden bahsettiğimi biliyorsunuz öyle değil mi? "Ada!" Annem belki de milyonuncu kez bana seslenmişti. Tabii ben yaptığım şeye o kadar odaklanmıştım ki değil anneme cevap vermek kafamı kaldırma tenezzülünde bile bulunmamıştım. Şimdi bana ne yaptığımı soracaksınız. O halde söyleyeyim. Özellikle şu sıralar kafamı boşaltmak için kendimi yazmaya verdim. Onunla tanıştığımdan bu yana yaşadığım her şeyi bir günlüğe yazmaya başladım. Hislerimi kağıda dökmek biraz da olsa içimi rahatlatıyor. Anılarımın yazdıkça tazelendiği ve o anı yeniden yaşadığımı hissediyorum. Derin bir iç çektim. Tam kalemimin kapağını kapattığım sırada menzili şaşmaz dolgu topuk anne terliğini kafama yememde bir olmuştu. Anlayacağınız annem aradan geçen koskoca iki aya rağmen performanstan düşmedi. "Kız ben kime diyorum?" diye bağırdı. Bu arada teyzemin portakal bahçesindeki ağacın tepesinde olduğumu ve annemin kafama şu yüksekliğe rağmen terlik fırlattığını söylemeden edemeyeceğim. Kafamı ovuşturup aşağıdan bana delici bakışlar atan anneme baktım. "Özgür'ü de alıp çarşıya in de yemeklik bir şeyler alıp gelin!" Özgür'ün adını duyunca gözlerimi devirmeme engel olamadım. Teyzemin zerre kendisine benzemeyen gıcık oğlu ile çarşıya ineceğime kendimi şu an ağacın tepesinden atmayı tercih ederdim. "Özgür'e gerek yok. Ben tek başıma gidebilirim," dedim sıkıntıyla ağaçtan inerken. Annem sözünü ikiletmediğim için epey mutlu olmuşa benziyordu. Gül bakalım anne! Akşam evden firar edince de böyle gülebilecek misin bakalım! Portakal ağacından dikkatle inip annemin elinden çantamı ve alışveriş listesinin karalandığı kağıdı kaptığım gibi bahçe kapısından çıktım. Tabii saniyeler içinde bit yeniği Özgür'ün kafasını duvardan uzatması da bir olmuştu. "Kuzen tek başına nereye?" diye sordu Özgür sırıtarak. Ona baktım. Gözlerimi kendi ekseni etrafında bir tur çevirip, "Çarşıya," diye mırıldandım. Mırıldanmaz olaydım! Bit yeniği kuzenim kene gibi yapışmış peşime takılmıştı. Gerçi ben onun neden benimle geldiğini biliyordum ya neyse! Kesin çarşıda şu bahsedip durduğu kızla buluşacaktı. En azından ondan kurtulacak olmanın rahatlığı vardı üzerimde. Birlikte tıpkı küçükken yaz tatillerinde bir araya geldiğimizde de olduğu gibi itişip durarak çarşı yollarını adımlardık. Gelen geçen kazık kadar iki gencin çocuk gibi birbirlerini iteklemesini izliyordu. Haksız da sayılmazlar. Özgür ile çarşıya indiğimizde, "Ben kaçar," dedi az ileriden bize bakan kızı gözleriyle işaret ederken. Şükürler olsun ki onunla fazla muhatap olmama gerek kalmamıştı. Çarşıda kendi başıma özgürce dolaşabilecektim. Iy! Özgür dedim değil mi? Annemin elime tıkıştırdığı alışveriş listesini açıp bakmaya başladım. Anlaşılan bugün menümüzde enginar vardı. Çarşı kalabalığına karışıp enginar tezgahının önünde durdum. Enginarı aldığım sırada hemen arkadaki tezgahtan alışveriş yapan bir adama takıldı gözlerim. Boyu, vücut yapısı, saçları, duruşu ve hatta giyim tarzı bile ona benziyordu. Onu görür gibi olmuştum. Başımı çevirdim. O burada değildi. Olamazdı. O benden ayrılır ayrılmaz Feyza ile nişanlanmıştı ve bir haftaya kalmadan Feyza ile evlenecekti. Onu artık düşünmemem gerekiyordu. Bunu kendime defalarca kez hatırlatmama rağmen neden onu aklımdan atamıyorum. Aklımdan atamamayı çoktan geçmiş kalbimdeki varlığını çektiğim bunca acıya rağmen neden hala silemiyorum? Neden onu sevmekten bir türlü vazgeçemiyorum? Yutkundum. Boğazıma oturan yumruyu umursamamaya çalışarak annemin benden istediklerini aldım. Kollarım ufak ufak bir sürü poşetle dolmuştu. Ağır ağır eve yürümeye başladım. Bir an önce portakal ağacının tepesine tünemek ve kendimle baş başa kalmak istiyordum. Tabii bu ne kadar mümkün olabilirse! Eve gelir gelmez ilk yaptığım şey dedikodudan cehennemlik olan annem ve teyzemin beni lafa tutmasına izin vermemek adına elimdeki poşetleri mutfağa bıraktığım gibi oradan topukladım. Kendimi portakal bahçesine attığımda artık ağacıma çıkıp günlüğüme içimdeki dökebilirdim. Koşmaya başladım. İçimde oturan sıkıntının yerine oksijenden yanan ciğerlerimi hissetmeyi tercih ettim. Üzerine tahtadan bir oturma alanı yapılmış portakal ağacına çıkıp günlüğümü kucağıma aldım. Siyah tükenmez kalemimin kapağını açıp yazmaya başladım. Az önce çarşıdan geliyorum. Yine onu görür gibi oldum. Onun gibi giyinmiş bir adam hemen arkadaki tezgahtaydı. Saçları onun gibi muntazamdı. Boyu onun gibi uzundu ve duruşu bile onu andırıyordu. Baktığım her yerde onu görmeyi ne zaman bırakacağım? Onu özlemekten onu sevmekten ne zaman vazgeçeceğim? Gözlerim dolduğundan defteri kapatıp kalem ile beraber kenara koydum. Gözlerimi portakal ağaçlarıyla dolu bahçeye diktiğimde aniden gelen ağlama hissine karşı koymaya çalışıyordum. Tam o sırada kuş cıvıltısını anımsatan bir ses duydum. Ses git gide yükseliyordu. Ama bu ses bir kuştan değil insandan geliyordu. Peki ama Özgür de burada olmadığına göre benimle kim uğraşıyor? İçimdeki baskın merak duygusuna daha fazla karşı koyamayıp ağaçtan indim. Gözlerim portakal ağaçlarının arasında gezinirken sesin kaynağını bir türlü bulamamıştım. "Özgür umarım sen değilsindir! Eğer benimle oyun oynuyorsan yemin ederim kırarım o koca kafanı!" diye bağırdım. Tabii doğal olarak cevap veren olmadı. Özgür değilse şu ağaçların arkasından bana bakan kişi kim? Kuş sesini anımsatan ıslık git gide yükselirken ağaçların ardından yansıyan gölgeye takılı kaldı gözlerim. Gölge yavaş yavaş bir bedene büründüğünde bunun bana zihnimin oynadığı kötü bir oyun olduğuna emindim. "Bu o değil," diye fısıldadım kendi kendime. Gözlerimi kapatıp bu görüntünün yok olmasını bekledim. Ama olmadı. Yok olmak yerine tam karşımda durmayı tercih etmişti. Aradan geçen iki aydan sonra onu internette, gazetenin köşe yazılarında, magazin programlarının dışında görmüştüm. Acı dolu geçen iki ayın sonunda şimdi tam karşımdaydı. "Buldum seni," diye fısıldadı. Sesini duyana kadar onun gerçek olmadığına kendimi ikna edebilirdim. Ama bunun için çok geç kaldım. Atlas Serez onu terk edişime ve hatta ona olan aşkımın yalan olduğunu yüzüne vurmama rağmen karşımdaydı. Atlas Serez yeniden benim yanımdaydı! Gözlüklerimi çıkarıp geri takma ihtiyacı hissetsemde bunu yapmadım. Uzun zaman sonra onun gözlerine baktım. "Burada ne işin var? Beni nasıl buldun?" diye sordum sesimin titrememesine özen göstererek. Uzun zaman sonra dudaklarında o hasret kaldığım etkileyici gülümseme belirdi. Bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi mümkün olduğunca azalttığında, "Zor olmadı. Dünyanın en güzel gözlerini sorduğumda herkes burayı gösterdi," dedi. Her zamanki gibi muzipliği üzerindeydi. Fakat onca söylediğim sözden sonra beni görmek istemediğini haykırdıktan sonra neden şu an benim yanımdaydı? Neden benim için İstanbul'dan kalkıp Antalya'ya geldi? Atlas'a bakıp, "Beni artık görmek istemediğini sanıyordum. Sana olan aşkımın gerçek olmadığını yüzüne çarpmama rağmen neden buradasın?" diye sordum. İlk başta düşünmeye başladı. Sanki kelimeleri toparlamaya çalışıyor gibiydi. Ama benim sabrım onun düşünmesini bekleyemeyecek kadar taşmıştı. "Dürüstlüğüne ne oldu? Sözünün arkasında dur. Seni sevmeyen bir kadının yanında olman doğru değil. Nişanlının yanına dön Atlas ve bir daha da buraya gelme," dedim zorla. Sonra da onu arkamda bırakarak portakal bahçesinin derinliklerine doğru adımlamaya başladım. Birkaç adım atmıştım ki, "Yalan söyledim!" diye haykırdı. Kalakaldım. Onun sözleri her ne kadar canımı yakacak olursa olsun duymayı arzuluyordum. Biliyorum böyle hissetmemem gerek. Ama kalbime bir türlü söz geçiremiyorum. Bana doğru adımladı. Arkam ona dönüktü. Ama sıcak nefesini ensemde hissedebileceğim kadar bana yaklaştığında, "Yalan söyledim," diye tekrarladı sakince. "Tıpkı seni görmeye bile tahammülümün olmadığını söylediğimde de olduğu gibi..." Atlas'ın sözleriyle yutkunma ihtiyacı hissettim. Gözlerimi yumdum ve sıcak nefesinin altında soluklandım. Bu hissi özlemiştim. Onun yanında kendimi evimde hissetmeyi, güvende olduğumu ve sevildiğimi hissetmeyi gerçekten özlemiştim. Ama buna bir son vermek zorundaydım. Gözlerimi araladığımda, "Eve dön Atlas. Yakında karın olacak o kadına geri dön," dedim her bir kelimenin üzerine basa basa. Birkaç adım daha attım. Kendimi yeniden o gece onu terk ederkenki gibi hissettim. Bacaklarım tıpkı o geceki gibi titrerken dudaklarımdan küçük bir hıçkırık çıktı. Arkamdan, "Benden kaçma Ada!" diye seslendi. Durmadım. Adımlamaya devam ettim. Gözlerimden iki damla yaş akarken bu sefer aramızdaki mesafeyi kapatması saniyelerini almıştı. Bana öyle bir şey söyledi ki olduğum yerde kalakaldım. "Babamın o gece sana ne söylediğini biliyorum," dedi birden. Onun bu sözleriyle olduğum yere çivilenmiştim. Gözlerimden akan bir damla yaş süzülerek dudaklarıma damlamıştı. İçimden bana bunu yapmaması için dua ediyordum. Gözlerimi yumup sessizce ağlamaya başladım. Bunca zaman ondan uzak durmayı nasıl başardıysam şimdi de buna devam edecektim. O Feyza ile evlenecek ve bende hayatıma kaldığım yerden devam edecektim. Bunun başka yolu yoktu. "Sana kim ne anlattı bilmiyorum. Ama şimdi gitmeni istiyorum Atlas," dedim sesimin titrememesine özen göstererek. Hemen arkamda olduğunu biliyordum. Sıcak soluğu tenimi yaktığı gibi canımı da yakıyordu. Bana yaklaşmaya devam etti. Yanağı yanağıma değiyordu. Kollarını korkusuzca arkadan bedenime doladığında artık tamamen savunmasız kaldığımı hissediyordum. "Senin için geldim bebeğim," diye fısıldadı Atlas. Yutkundum. Kalbimin acıyla kasıldığını hissediyordum. Benim için gelmişti. Beni aramış ve bulmuştu. Üstelik beni en çok mutlu eden şey bana yeniden bebeğim demesiydi. Parmakları omuzlarımı kavradı ve beni yavaşça kendine çevirdi. Ağladığımı gördüğünde yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. Başparmağı yanağımdaki ıslaklığı sildi. Öylesine şefkatli dokunuyordu ki sanki parmağını yanağıma biraz fazla bastırsa kollarında paramparça olabilecekmişim gibi hissetmiştim. "Burada olman doğru değil. Karının yanında olman gerek Atlas Serez." Sözlerimle yüzündeki gülümseme genişledi. Yine bana haylaz bir gülüşle bakıyordu. O haylaz gülümsemeyi ne kadar özlediğimi fark ettim. Atlas, "Ben evlenmedim. Evlenmeyeceğim. Çünkü ben seni seviyorum Ada. Sadece seni," diye fısıldadı etkileyici bir sesle. Ona karşı koymak sandığımdan zor olacaktı. "Yapamam. Bunu yapamam." "Babam artık bizim için bir tehdit olmayacak bebeğim. Ayrıca Feyza benden nefret ediyor. Onunla nişanlanmamızın tek sebebi lanet olası şirketlerini kurtarmak için bir yol ararken babamları oyalamaktan başka bir şey değildi." Kuruyan dudaklarını ıslatıp gözlerime baktı. Sözlerine, "Bunca zaman seni aradım. Sana yakın olabilmek için kuralları çiğnedim ve bundan asla pişman değilim. Sana bir adım daha yakın olabilmek için önüme konan tüm engelleri aşmaya gerekirse tüm yasaları delmeye hazırım bebeğim. Senden iki ay ayrı kaldım. Bu ayrılık artık canıma tak etti ve bir daha asla senden ayrı kalmayacağım. Sen bile artık kendini benden mahrum edemeyeceksin," diyerek devam etti Atlas. Gözlerim onunkinde takılıp kaldığında yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Nefesiyle sarhoş olduğumu hissettim. Başım deli gibi dönüyordu. Tüm yasakları onun için delme isteğiyle dolup taşıyordum. Gözlerimi yavaşça yumdum. Beni kendine çekip tutkuyla dudaklarımı öpmesine izin verdim. Dudaklarının arasında ezilen dudaklarımla onu ne kadar özlediğimi bir kez daha anladım. Kollarımı boynuna doladım. Aradan geçen zamanı kapatmak istercesine öptüm onu. Ne Feyza ne Atilla Serez ne de başka bir şey umurumdaydı. Onunla kafamda kalan iki gram akılı da kaybettiğimi hissettim. Nefesimi ona verdim. Birbirimizden soluklandık bir süre. Dudaklarımız ayrılmasıyla gözlerimiz buluştu. Geri çekildiğinde yüzündeki gülümseme kesinlikle görülmeye değerdi. "Senle ben bundan sonra hiç ayrılmayacağız," dedi Atlas yüzümü avuçlarının arasına alırken. "Senle ben," diye tekrarladım. Onu o kadar çok özlemiştim ki özlemden gözlerimin dolmasına engel olamadım. Titreyen dudaklarımda onu yeniden görmüş olmanın mutluluğundan genişçe bir gülümseme belirmişti. Fakat bu gülümseme sandığımdan kısa sürdü. "Atlas," dedim endişeyle. Gözleri gözlerimde ilgiyle gezindi. Ellerimi tuttuğunda, "Şirket ne olacak? Baban ne olacak? Peki ya Feyza ile olan nişanın ne olacak?" diye sorduğum sırada hemen arkamdan, "Bırak onu da biz düşünelim," diye bir ses duydum. Arkamı döndüğümde Feyza ile göz göze geldim. Şaşkın bakışlarım bir onun bir Atlas'ın üzerinde gelip giderken bu olanlara bir anlam vermeye çalışıyordum ki Feyza'nın başından beri bizi izliyor olabileceği aklıma geldi. Doğal olarak bizi şey yaparken de görmüştü! Ay! "Geldi gotik," dedi Atlas kıkırdayarak. Feyza'nın tepeden tırnağa siyah giyinmesi ve siyah badisinin kolsuz olmasından dolayı gözüken boy boy dövmelerinden dolayı Atlas'ın ona böyle bir lakap taktığını anlamam çok da zor olmadı. Feyza, "Kavuşmanıza sevindim gıcık Serez," dedi imayla. Sonra da Atlas'a ters bir bakış attıktan sonra bana bakıp elini tanışmak istercesine bana doğru uzatarak, "O gece adamakıllı tanışamamıştık. Ben Feyza. Ama sen bana Atlas denilen aptala uyarak sakın gotik falan deme," dedi. Uzattığı eli nazikçe sıktım ve "Anlaştık," diye mırıldandım. Feyza karamel rengi gözleriyle bize baygın bir şekilde bakarken Atlas, "O pek insan sevmez bebeğim. Hatta özellikle benden tiksiniyor. Sen olmasan şu an ona gotik dedim diye beni şuracıkta boğarak öldürürdü," dedi dehşetle. Uzun zaman sonra ilk kez gülmeye başladım. Atlas'ın bu hallerini özlemişim. Feyza, "Senin için asla elimi kana bulamam Mierda!" diye bağırdı. Kullandığı son kelimenin ne demek olduğunu anlamadığımdan Atlas'a baktım. Yüzündeki hoşnutsuz ifadeye bakılırsa pek iyi bir şey söylediği söylenemez. Atlas, "Feyza beş dil biliyor bebeğim ve bu son söylediği kelime de İspanyolca bir küfür!" dedi gözlerini kısarak Feyza'ya tehditkar bir bakış atarken. Feyza otuz iki diş sırıttı. Gerçekten de birbirlerini bir kaşık suda boğmaya hazır gibi görünüyorlardı. Feyza, "Onu bunu boş verin de şu lanet olası boktan düğünü iptal ettirmek için İstanbul'a dönmemiz gerek. Hem de çok acil!" dedi bir bana bir Atlas'a bakarak. Düğünü iptal ettireceklerdi. Peki ama benim İstanbul'a dönme olasılığımın olmadığını daha doğrusu annemin bu olanlardan haberi olursa sadece annemin değil meraklı teyzemin de ortalığı fena halde karıştıracak olmasından onlara bahsetmeli miydim? Sevimsiz kuzenim Özgür'ün Atlas ile yakın olmak için kırk takla atabileceğini hesaba katmıyorum bile! İti an çomağı hazırla sözünün vücut bulmuş hali olan kuzenim Özgür tam da gelecek zamanı buldu. Özgür'ü görmemle Feyza ile Atlas'ı ağaçların arasına saklamıştım. Sonra Özgür'ü de alıp eve doğru ilerledim. Umarım Atlas ile Feyza gitmiştir. Yoksa yandığımın resmidir! Özgür, "Aşk acısından portakal ağacına yuva yapmadığın kalmıştı. Onu da yaptın kuzen," dedi kikir kikir gülerek. Şeytan diyor çak ağzının ortasına dök dişlerini avucuna. Ama ben iyi bir insan olduğum için her ne kadar şeytanın bazı fikirleri çok hoşuma gitse de icraata geçirmiyordum. Hem ben az önce iki ay boyunca özleminden ölüp bittiğim adama kavuşmuşum benim keyfimi Özgür mü kaçıracak? Bu olacak iş mi Allah aşkına? Özgür ile birlikte eve geçtik. Teyzem biricik oğlunu görünce sevinç naraları atmadığı kalırken benim annem onlara tiksinerek bakıyordu. Annemin sevgi anlayışı da buraya kadar anlayacağınız. Teyzem, "Neden bize öyle bakıyorsun abla? Oğluşumla olan bağımı mı kıskanıyorsun?" diye sordu Özgür'ü sevgisiyle öldürürken. Açıkçası teyzemin Özgür'ü böyle hamur gibi yoğurması işime bile geliyordu. Az daha sık şunun yanaklarını teyze. Kopart o ağzını! Hadi göreyim seni! Aslan teyzem benim! Özgür canını zor kurtararak odasına koşarken kendimi tutamayıp kahkaha atmaya başladım. Tabii bu neşeli halim bizim iki FBI ajanının dikkatinden kaçmadı. Annem, "Sen neden bu kadar neşelisin bakalım?" diye sordu şüpheyle. Normalde tekken annemi idare edebilirdim. Ama işin içine onun bir boy ufağı teyzem dahil olunca kurtulmam neredeyse imkansız bir hal alıyordu. Yutkundum. Şimdiden ikisinin röntgen cihazını anımsatan gözleri altında foyam ortaya çıkacak diye stresten boncuk boncuk terlemeye başladım. Teyzem, "Geldiğinden beri ilk kez gülüyorsun," dedi imayla. Kaşı gözü ayrı oynadığından hayatıma Atlas'tan sonra başka birinin dahil olduğunu düşünüyordu. Annem ise, "Ben doğurduğumu tanırım. Kesin damadım geldi ve bu da sırf yakalanmamak için şu an karşımda kurtlu peynir gibi kıvranıyor," demesin mi? Cin misin be kadın! Bu nasıl bir histir? Analık hissi denilen şey buysa ben ciddi ciddi korkmaya başladım! Yutkundum. Sırıtarak, "Çok alemsin anne ya!" dedim abartılı bir kahkaha eşliğinde ve onların sorgusundan kurtulmak için hızla üst kata çıktım. Kendimi odama attım ve annemgil odama ani bir baskı yapamasın diye de kapıyı ardımdan kilitledim. İyi ki kilitlemişim çünkü odamda tam bir adet Atlas Serez var! Evet yanlış duymadınız! Daha dakika bir gol bir hayatıma hızlı bir giriş yapmakla kalmayıp odama damlamıştı kendileri! "Senin burada ne işin var?" dedim dişlerimi sıkarak. Karşımda pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladı. Yakışıklılığıyla aklımı başımdan alarak tüm bunları bana unutturabileceğini sanıyorsa çok yanılıyor! "Bebeğime son iki ayımı anlatmaya geldim," dedi günlüğümü havaya kaldırıp gözlerimin önünde sallayarak. Günlüğümü okumamıştır değil mi? Yalvarırım okumamıştır deyin! Yoksa biraz sonra Atlas'ı kavuştuğum gün Allah'ına kavuşturmak durumunda kalacağım! Günlüğümü elinden almaya çalıştım. "Onu bana ver çabuk!" diye cırladım ama bana mısın demedi. Deve gibi boyu var mübareğin! Kolunu kaldırmasıyla artık günlük benim için ulaşılması imkansız bir hedef haline gelmişti. Kahretsin! Ne diye şunu ağacın üzerinde bıraktıysam! Ah akılsız kafam ah! Atlas denilen muzip şempanzenin onu alabileceğini tahmin etmem gerekirdi! "Veririm ama bir şartla," dedi Atlas beni zıplarken gördüğünden ne kadar keyif aldığını belli ederek. Gıcık işte ne olacak! Umarım günlüğümü okuma gibi bir gaflete düşmemişsindir Atlas Serez! Yoksa iki ayım seni özlemekle geçti diye düşünmeden seni çok pis pataklarım bilmiş ol! "Tam şuraya küçük bir öpücük," dedi yanağındaki çizgiyi işaret ederek. Muzipliğini kaybetmek şöyle dursun Atlas Serez tam formundaydı. "Peki," dedim parmak ucumda yükselerek. Uzanıp zürafamın yanağından öpeceğim sırada oyunbozanlık yapıp dudağımdan öptü. Tabii bu yaptığıyla iyi bir dayağı hak etti. "Pislik!" Yatağımın üzerinden yastığımı kaptığım gibi yer misin yemez misin diyerek Atlas'a zerre acımadan yastığı yüzüne yüzüne geçirmeye başlamıştım. Rakibimi nakavt etmeme ramak kala kahkahalarla sendeleyerek yere düşmesi de bir olmuştu. Tam o sırada Atlas'ın çenesini kapatmasına neden olan bir ses yankılandı kapımın ardında. "Ada!" diyerek kapımı tıklattı sevimsiz Özgür. Atlas kapımın ardında vızıldayan erkek sineğin varlığından o kadar rahatsız olmuştu şimdiden kıskançlıktan kudurmuştu. Kudur Atlas Serez! "Bu kim?" diye sordu dişlerinin arasından. Kıskanç bir Atlas Serez'in yakalanma ihtimalini gözardı ederek her an Özgür'e kafa göz dalabileceğini çok iyi biliyordum. Hoş gıcık kuzenimin o son yaptığı imadan sonra şamarı yemesini her ne kadar çok istesemde bu kadar zalim olamazdım. "Kuzenim," diye fısıldadım. Atlas rahat bir nefes verirken, "Şimdi saklan," diye de ekledim. Atlas'ı saklamak sandığımdan daha zor oldu. Dolaba sığamayacak kadar büyüktü. Yatağımın altına sığamayacak kadar da uzun. Eli mahkum çalışma masasının altına onu katlamak suretiyle tıkıştırmak durumunda kaldım. Atlas'ın görünmediğinden emin olduktan sonra kapıyı açıp gıcık kuzenime sen gelmeden önce odamda bir boklar yiyorum dercesine otuz iki diş sırıtarak, "Odamda ne işin var Özgür?" diyerek kelimeleri ağzımda geveledim. Şükürler olsun ki fazla zeki değildi! Onun yerinde annem olsa şimdiden Atlas'ı sıkıştığı yerden çıkarıp damadım diyerek bağrına basmıştı! Özgür, "Sana Atlas'ı getirdim," dedi gülümseyerek. O an az daha her şeyi bülbül gibi şakıyordum ki elindeki bilyeyi görmemle sesimi kesip sırıttım. "Teşekkürler," dedim ve elinden bilyemi kaptığım gibi kapıyı yüzüne kapatıp kapıyı kilitledim. Özgür'ün kapının ardında, "Bir şey değil," diyerek uzaklaştığını duydum. Bilyemi avucuma saklayıp gerçek Atlas'ı sıkıştığı o küçük yerden çıkardım. Atlas belini esnetti. O daracık yerde iki büklüm olduğunu biliyordum. Ama sonuç olarak odama izinsiz girerek tüm bunları hak ettiği de apaçık bir gerçekti. Atlas, "O çocuk az önce sana Atlas'ı getirdim mi dedi yoksa ben gaipten bir şeyler mi duydum bebeğim?" diye sordu. Ona bunu açıklamak isterdim. Ama şimdi değil. "Bunu daha sonra konuşuruz Atlas Serez. Ama şimdi senin geldiğin gibi geri gitmen gerekiyor." "Gidemem." "Ne demek gidemem?" "Gidemem çünkü kalacak yerim yok. Bu gece senin odanda kalsam olur mu bebeğim?" diye sordu Atlas gözüme sevimli görünmek için tatlı tatlı gülerek. "Annem eğer seni görürse büyük olay çıkar. Gitmek zorundasın." "Hadi ama bebeğim. Bir gecelik beni idare edemez misin?" Ben bununla ne yapacağım böyle. Başımı gülerek hafifçe salladım. İşaret parmağımı tehditkar bir bakışla birlikte onun gözünün önünde sallarken, "Tamam ama sadece bu gecelik. Ayrıca birtakım kurallarım olacak Atlas Serez," dedim. Sırıttı. "Sen nasıl istersen bebeğim." "İlk olarak kesinlikle bana ilişmek, asılmak, öpmek, sarılmak, koklamak falan yok." Yüzü düştü. Huysuz keçi ne olacak? Aksi bakışlarına rağmen, "Ayrıca bu gece yerde yatacaksın Atlas Serez," diyerek keyifle kıkırdadım. Onu böyle sinir etmek bana büyük keyif vermişti. Eminim ki gece burada kaldığında onunla sarılarak uyuyacağımı falan hayal etmişti. Çok beklersin Atlas Serez! Çok beklersin! |
0% |