Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20.Bölüm: Görevimiz Tehlike!

@sevvnuraydn

(Atlas'tan...)

Adamdaki özgüvene bak! Benim bebeğimi kollarımdan alacak kadar cesaretli ama karşısında benim olduğumu bilemeyecek kadar da aptal! Aptal! Benim bebeğimi kimse ama hiç kimse benden alamaz! Bunu o mercimek kadar olan aklına sokmasını da iyi bilirim! Çünkü ben kimim? Atlas Serez! Şimdi Atlas Serez olarak ona burada kimin patron olduğunu ve özellikle de benim bebeğime dokunmanın ne demek olduğunu şimdi göstereceğim ben ona!

Adamın elindeki silahın bebeğimin şakağında olduğunu gördükçe sinir kat sayım daha da çok artıyordu. Bunca yıllık eğitimimizi boşa çıkartmamak ve tabii ki de bebeğimizi kurtarmak adına adama yaklaştım ve ufak bir numarayla elindeki silahı almakla da kalmadım. Bebeğimi de o pis ellerinin arasından alıp kendi arkama sakladım. Artık diğer adamların silahları da bana döndüğüne göre parti ne tarafta acaba?

Elimdeki silahı az önce bebeğime dokunmaya tenezzül eden şeref yoksununa doğru tuttuğumda Ada korkudan koluma sarılmıştı. "Ada benimle geliyor. Aksi bir durumda parayı unutun!" dedim gayet kendimden emin bir şekilde. Mafyanın ele başına silah doğrultmam yetmezmiş gibi bir de tehdit etmem yok mu? Kabul edin nereden bakarsanız bakın kral hareket! Tabii ne yazık ki bebeğim benimle aynı fikirde değil. Kendileri minnak bir bebek olduğu için şu an korkuyor ve benim şefkatime ihtiyacı var. Merak etme bebeğim yemin olsun ki buradan bir çıkalım Atlas Serez'in güvenli kollarında huzur bulacaksın! Sana cenneti yaşatacağım benden söylemesi!

"Kız burada kalacak!" diye bağırdı yarım metrelik Hobbit mafya babası. Kaşlarımı çattım. Gerekirse hepsini gebertirim! Ama asla bebeğimi onlarla bırakmam! Asla!

"Kız benimle geliyor! Sana paranı getireceğim! Tek şartım onunda benimle birlikte gelmesi!"

Hobbit yanına gelen üç metrelik adamı Gandalf'a baktı ve "Bu işe polis karışmayacak! Eğer akşam saat sekize kadar söz verdiğin meblağı getirmezsen ve bu işe polisi karıştırmak gibi bir gaflete düşersen buradaki herkesi tek tek öldürürüm!" diye bağırdı. Aman bu da öldürmeye pek meraklı çıktı! Eline bıçak verseler Chucky kostümlü küçük köpekten farkı kalmayacak adamın beni tehdit etmesi oldukça gülünçtü. Başımı olumlu anlamda salladım. Ada'nın elinden tutup restorandan dışarı çıktım. Şimdi size bir şey söyleyeceğim arkadaşlar! Sıkı durun! Çünkü...

Görevimiz tehlike!

"Bebeğim," dedim onu kollarıma alıp sıkıca sarılırken. Nasıl da minik bir kuş gibi korkudan titriyor. Akşam bende o Hobbit'i hacıyatmaza çevirmezsem bana da Atlas Serez demesinler! Bebeğimi böyle korkutan kim varsa hepsini titreteceğim! Bu da böyle bilinsin!

"Geçti," diye fısıldadım onun ipeksi saçlarını okşarken. Burnumu saç diplerine bastırdığımda hayatımda aldığım en güzel kokuyla doldurdum ciğerlerimi. "Atlas şimdi ne yapacağız?" diye sordu bebeğim ağlamaklı bir sesle. Onun sesini titretenler zelzelelere karışsın inşallah! Ben onlara yapacağımı çok iyi bilirim! Bebeğimi bu işe karıştırmayacaklardı!

"Merak etme. Ben o adamların gırtlağına çökmeyi çok iyi bilirim."

"Nasıl olacakmış o iş Atlas Serez?"

Bana her böyle söyleyişinde pamuk şekerine döneceksem ciddi kalamam ki! Nasılda güzel söylüyor adımı! Adımı söyleyen o güzel dudakları bir gün öpeceğim! Ona bakıp gülümsedim. "Sen o işi bana bırak bebeğim," dedim kendimden emin bir şekilde. Henüz benim şeref yoksunu, uçkuruna düşkün, dişi diye ağaca bile asılacak tıynetteki Ercü isimli bir arkadaşımın olduğunu bilmiyordu. Bilmemesini isterdim. Ama durumumuz o kadar acil ki Ercü'den yardım istemek durumundaydım! Hatta belki de sadece Ercü'den değil tüm dostlarım arasında seferberlik ilan etmeliydim.

Ada'nın elinden tutup onu restorandan olabildiğince uzağa götürdüm. Biraz olsun sakinleşmişe benziyordu. İlk yaptığım şey arabamı göndermesi için şirket çalışanlarından birini aramak olmuştu. Arabam dakikalar için önüme gelince bebeğimi öne oturtup dikkatlice kemerini bağladım. Sonuçta emniyet her şeyden mühim! Sonuçta arabada bebek var! Güzel ve mis kokulu bir bebek!

Şoför koktuğuna oturduğumda yaptığım ilk şey modumu yakalamak için güneş gözlüklerimi takmak olmuştu. Bebeğim, "Şimdi yakışıklı olmanın sırası değil Atlas Serez," dedi gözlerini bir tur kendi ekseni etrafında çevirirken. Ah bana yakışıklı dedi duydunuz değil mi? Bu yakışıklı senin için ölür be güzelim!

"Sakin ol ve arkana yaslan bebeğim," dedim çapkın gülüşümle. Bebeğim bu halime karşılık başını iki yana sallamakla yetinmişti. Onun gözünde ne kadar yakışıklıysam başının dönmesini durdurmak için başını sallamak zorunda kalmıştı! Bebeğim benim ya! Nasılda güzel! Nasılda tatlı! İnsana kaza yaptırır valla! Öyle bir güzellik!

Arabayı çalıştırdım. Telefonumu arabaya bağlayıp bizim geri zekalı Ercü'yü aradım. Aramayı açması bir hayli uzun sürsede en sonunda o itici kahkahası arabada yankılandı. "Ooo Atlas sen beni arar mıydın?" diye sordu gevşek gevşek gülerken. Kala kala şu adama kaldığıma inanamıyorum! Ercü olmamalıydı! Ercü bu işin kilit noktası olmamalıydı! Değil Kubilay'a Utku'ya bile razıydım. Ama Ercü olmamalıydı! Olmamalıydı!

"Ercü çok fena şeyler oldu! Acil yardımına ihtiyacım var!"

Telefonun arkasında salak salak gülmeye başladı. Onunla dalga geçtiğimi sanıyordu ki, "Ben ciddiyim!" diye bağırmamla sonunda o fok anırmasına benzeyen kahkahasını kesmişti. Deniz gergedanı ne olacak? Gözlerimi devirdim. Arabayı uzun zamandır görüşmeye fırsat bulamadığım arkadaşımın sahibi olduğu Lavinya Park Otele doğru sürmeye başladım. Cihan'ın da yardımına ihtiyacım vardı. Kendisinin eli kolu uzundu. Cenk de bir şekilde yardım ederdi ama o şehir dışındaki işlerini hala halledemediğinden İstanbul'a dönüş yapamamıştı. Bu yüzden Cihan bize yardım edecek insanlar sıralamasında Ercü'den sonra geliyordu.

Ercü, "Yine ne bok yedin? Çabuk anlat!" dedi birden. Bazen şu ayarsız ağzına yumruğu çakasım geliyordu. Kimse anlamıyor mu? Arabada bebek var! Bebeğin ahlakını bozmayın! Terbiyeli konuşun! Tekrar ve son kez söylüyorum arabamda bir adet bebek var! Artık anlamanız için şu arabanın arkasına bir tane yazı asacağım! Bunu da aklımın bir köşesine not aldım!

"Bu eniştemin gevşek arkadaşı Koray'ın restoranında Ada ile birlikte yemek yerken içeriye bir grup silahlı mafya bozuntusu girdi. Bende bebeğimi kurtarmak için adamlara bir milyon vadettim. Şimdi ne halt edeceğim bilmiyorum Ercü. Eğer akşam sekize kadar parayı götürmezsem içerideki herkesi öldürecek! Hem de benim yüzümden!"

"Bir milyonu kendi hesabından çek kardeşim. Ne olacak?"

"Bir milyon dolarlık bütçem var da benim mi haberim yok Ercü?"

Telefonun ardında kısa bir sessizlik ve yine eşek kişnemesini andıran kahkahalar yankılandı. Allah canını alsa da kurtulsam Ercü! Nefes israfı Ercü! Bok suratlı Ercü! Sinirden kafamı direksiyona geçiresim gelsede bizim geri zekalının kişnemelerinin bitmesini beklemek durumunda kalmıştım. Ercü bu seferde, "Atilla Serez bu sefer seni kesin si..." dediğinde cümlesini tamamlamasına izin vermeden, "Arabada sevgilim var Ercü! Sevgilim!" demiştim.

Kıt kafasının cümlemi algılamasının ardından telefonun ardında yeni bir kahkaha tufanı koptu. "Selam yenge!" dedi bu sefer gevşek arkadaşım. Gerçekten soruyorum. Ben bununla nasıl arkadaş oldum? Çocukken yoklukta mıydım da bununla arkadaş oldum? Gerçekten çok sefilmişim! Ah Ercü ah!

"Bana yardım edecek misin onu söyle! Vaktim kısıtlı!" diye bağırdım arabayı Lavinya Park Otel'in önüne çekerken. Bebeğim buraya neden geldiğimizi sorguluyordu Ercü ise yardım edeceğini ve ondan haber beklememizi söyleyerek telefonu kapatmıştı.

"Atlas neden otele geldiğimizi söyler misin?"

Nasıl da tatlı tatlı soru soruyor. Hemen aydınlatalım bebeğimizi. "Bu otelin sahibi benim çok yakın bir arkadaşım. O insanları kurtarmakta bize yardım edecek," dedim arabadan inerken. Bebeğimde hemen minnak adımlarıyla yanıma geldi. Pamuk elini tutup otele etkileyici bir giriş yaptım. Otele geldiğimi gören herkes bana bakıyordu. Gerçi ben bakılmayacak gibi miyim?

Bebeğimle resepsiyonun önünde durduğumuzda resepsiyondaki kız bana gülmeden bakmakta epey zorlanmıştı. Tabii bu durumu fark eden kıskanç bebek sadece bakışlarıyla kızı binlerce parçaya ayırmıştı. "Cihan Bey ile görüşecektim," dedim yumuşak bir sesle. Kız, "Kral süitte sizi bekliyor Atlas Bey," dedi ve gülümsedi. Bebeğimi elinden tutup asansörlere doğru çekiştirdim.

Birlikte kral süitinin olduğu teras kata çıktık. Karşılıklı kral süitlerden hangisi onunki? İşte bunu resepsiyondaki kız bana söylememişti. Tabii hayatı boyunca bu kadar yakışıklı bir adamı görmediğinden adını bile unutması olanaklıydı. Sağdaki kapıyı tıklattığımda karşıma esmer bir kadın çıktı. "Sizde kimsiniz?" diye sorduğunda onun kim olduğunu Cihan'ın anlattıklarından sonra hatırlayıverdim. O Cihan'ın Eflin'i...

"Ben Cihan'a bakmıştım," dedim gülümseyerek. Kadın gözlerini devirerek karşı daireyi işaret etti. Sonrada kapısını kapattı. Bunun üzerine bebeğimle birlikte Cihan'ın dairesinin kapısını tıklattık. Cihan bizi görünce ilk başta, "Atlas," demiş sonrasında burada ne işimiz olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Hep birlikte içeriye geçtik. Olanları bir de Cihan'a açıkladıktan sonra medet beklercesine ona bakmaya başladım.

"Şimdi bir milyon doları adamlara vermezsen rehineleri öldürecek öyle mi?" diye sordu Cihan alayla. Bu işte bir saçmalık olduğunun o da farkındaydı tabii.

"İlki adamlar rehineleri öldürmek istese alınma ama ilk senden başlardı. İkincisi sivil polisleri bir şekilde mekana sokmamız gerek ki bunun için Ercü'nün hacker yeteneklerinin yardımı gerekiyor. O bizim için mekanın kameralarına bağlanmalı. Üçüncüsü ise bir çanta dolusu parayla onların dikkatini dağıtmamız lazım."

Cihan sivil polis işini ayarlayacağını söyleyince geriye sadece para meselesi kalmıştı. Bunun içinde bizim diğer iki aptal ile konuşmam gerekiyordu. Cihan, "Bu iş hallolana kadar Ada burada Eflin ile kalsın. Adamlar onun senin hassas noktan olduğunu bildiği için amaçlarına ulaşabilmek için onu koz olarak kullanabilirler," dedi bir bana bir Ada'ya bakarken. Kesinlikle haklıydı. Onun güvenliği benim için her şeyden önce geliyordu.

Bebeğime baktım. Onun burada güvende olacağını bilmek içimi rahatlatmaya yetmişti. "Cihan haklı. Biz bu işi çözene kadar sen burada beni bekle," dedim ve gülümsedim. İçi hiç rahat değildi. Bunu yüzünde beliren hoşnutsuz ifadeden rahatlıkla anlayabiliyordum. Ada, "Bu çok tehlikeli. Böyle bir işe neden bulaştın?" diyerek dudak büktü. Gözlüklerinin üzerinden bana attığı kınayıcı bakışlara karşılık ona sıkıca sarıldım. Alnına küçük bir öpücük bıraktım ve Cihan ile birlikte bir avuç mafya bozuntusuna haddini bildirmek üzere yola koyulduk.

"Sevgilinin yanında söylemeyeyim söylemeyeyim dedim ama böyle bir geri zekalılığı nasıl yaptın?" dedi Cihan gözlerini devirip Eflin'e Ada ile ilgili bir mesaj çektikten sonra arabaya geçerken. Arabayı o kullanırken bende bizim iki asalağı aramaya koyuldum. Kubilay ile Utku'ya içinde bulunduğum saçma durumu anlatıp parayı hazırlamaları için bizim şirkete gitmelerini söyledim. Sonra telefonu kapatıp Cihan'a baktım.

İçinden bana ettiği küfürleri hayal edebiliyordum. Cihan yine neyse de bu işi Cenk'e anlatsam beni kendi elleriyle boğardı. Üstüne üstlük bununla da kalmaz beni üç aptalın ellerine bırakmaktan geri durmazdı. Cihan'a baktım ve, "Sence Ercü bu işi halletmiş midir?" diye sordum. Cihan adı lazım değilin anılmasıyla gözlerini bir tur çevirmişti.

"Onun bu dünyada kızlara asılmaktan daha iyi yaptığı bir şey varsa o da hiç şüphesiz ki bu hackerlık işleridir. Muhtemelen sistemlerine girmiştir."

Cihan ile birlikte Ercü aptalının evinin önüne geldiğimizde bu işi kazasız belasız atlatabilmeyi umuyordum. Aksi bir durumu düşünmek dahi istemiyordum. Zili çaldım. Kapının otomatikman açılmasıyla bizim hackerın odasında iş başında olduğunu anlamış olduk. "Ercü!" diye seslendiğimde cevap vermemişti. Bu yüzden baskın basanındır diyerek odasına giriverdik.

"Allah belanı versin Ercü!" diye bağırdım gördüğüm manzara karşısında. Ercü bizi görünce kahkahayı basmıştı. Az önce dudaklarına ahtapot gibi yapıştığı kadınsa bizi görünce odadan koşarak uzaklaşmıştı. Cihan içinde bulunduğumuz saçma durumu çoktan aşmış Ercü'nün bu gevşekliği karşısında onu kendine getirebilmek adına yüzünün ortasına tokadı basmıştı.

"Tokatlarını özlemişim Ciho!" dedi Ercü gevşek gevşek. Birazdan kendimi tutamayıp diğer yanağına da ben parmaklarımı patates baskısı gibi basacaktım.

"Kamera işini hallettin mi Ercü?" diye sordum sinirle. Eğer olumsuz bir cevap verirse onu elimden Cihan bile alamaz. Ercü soruma karşılık anırmaya başladı. Bu adamın eşekten mi foktan mı yoksa attan mı evrildiğini bir türlü çözemiyorum. Gerçi bu soru hayvanlara hakaret olurdu. Hiçbir hayvan Ercü ile aynı soydan gelmiş olmak istemezdi.

"Ayıpsın kardeşim. Ben çoktan hallettim o işi."

Ercü bilgisayar ekranlarındaki kamera görüntülerini bize gösterirken kendisiyle ne kadar gurur duyduğunu belli edercesine göğsünü de şişirmişti. Cihan ile birlikte ekrandaki görüntülere baktık. Hobbit mafya babası ve ortağı Gandalf bir tane masaya kurulmuş karşılarına da sevimsiz Koray'ı oturtmuş rehinelerin kıpırdamasına bile izin vermiyorlardı. Rehineleri göz ucuyla saydım. İçeride Koray dışında on iki rehine vardı. Kurtarmamız gereken on iki kişi...

"Koray'ı onlara versek olmaz mı?" diye sordum dayanamayarak. Cihan bana ters bir bakış attı. Sabrının son demlerinde olduğunu anladığımdan ağzıma hayali bir fermuar çekmek durumunda kalmıştım. Ercü kamera açılarından biraz karanlık olanını işaret etti. "Buradan içeriye gireceğiz. Burası restoranın yandaki fırınla olan bağlantı noktası. Allah'tan Koray henüz bu bağlantıyı kapatacak zamanı bulamamış. Aksi bir durumda içeriye girmemiz epey riskli olurdu," dedi Ercü tıpkı bir bilgin edasıyla.

İçim biraz olsun rahatlamıştı. Sırada Kubilay ile Utku'nun bize parayı getirmesi vardı. Utku salağının telefonunu açma tenezzülünde bile bulunmayacağını bildiğimden doğrudan Kubilay'ı aradım. Onun telefonu da anca üçüncü aramamda açıldı. "Halledebildiniz mi?" diye sordum bir yandan sabır çekerken. Kubilay sıkıntılı bir nefes verdi.

"Atlas belki inanmayacaksın ama muhasebedeki adam kasada nakit sıkıntısı olduğunu söyledi. Atilla amca bir şeyler söylememesi için herkesi tembihlemiş ama burada sıkıntı olduğu çok belli."

Duyduklarıma karşılık ne diyeceğimi bilemedim. Şirkette nakit sıkıntısı olamazdı. Olmamalıydı. Peki ama şimdi ne yapacağız? Cihan kulağımdan telefonu alıp bu işi kendisinin halledeceğini söyledikten sonra telefonu kapattı. Onun muhasebecisinin bize gereken parayı getirmesi ve Kubilay ile Utku'nun da aramıza katılmasıyla bu işe bir son vermek üzere restorana doğru yola koyulduk.

Restorana girebilmek için yan taraftaki fırına girdik. Fırıncı abilerin yardımıyla bizimkiler önlüklerini giyip silah olarak da fırıncı küreklerini alırken Ercü aptalı inandırıcı olur diye yanına iki somon ekmek almayı da ihmal etmemişti. Cihan ise içi para dolu çantayı bana verdi ve fırının içinde bizimle birlikte gelen sivil polislerle birlikte beklemeye başladı. Üç fırıncı kankam arkadaki geçitten geçerken bense elimde koca çantayla restoranın ön kapısından etkileyici bir giriş yapmıştım.

Hobbit elimdeki çantayı görünce utanmasa benim yanaklarımı öpebilmek için zıplamak zorunda kalacaktı. Ona bakıp göz devirmekten kendimi alamasam da elimdeki çantayı önüne bıraktım. "Ben sözünü tuttum. Şimdi sıra sende," dediğim sırada Hobbit'in adamları rehineleri salmış içeride sadece biz kalmıştık.

Rehinelerin olmayışıyla içim epey bir rahatlamıştı. Tam o sırada arka kapıdan fırıncı üçlü geldi. Silahlar onlara doğrultulurken Ercü, "Ekmek getirdik," dedi yarısı yenmiş somon ekmeği Hobbit mafya babasının önüne bırakırken. Bir buçukluk somon ekmekle göz göze gelip de kendini görmüş olan yarım maftya babamız elindeki silahı Ercü'ye doğrultup, "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" diye bağırdı.

İçimden evet demek geçse de ses etmedim. Tam o sırada yarım mafyanın bana bakmayışını fırsat bilip elindeki silahı kaptım. Tabii bizim iki su aygırı da ellerindeki devasa fırıncı kürekleriyle kalan beş adamı da yere serince polis içeriye girmişti. Sivil polislere onları teslim ettiğimiz sırada hesaba katmadığımız bir detay vardı. O da yarım mafyanın son anda best adamı Galdalf'ın belindeki silahı kaptığıydı.

(Ada'dan...)

Atlas ile Cihan'ın gidişiyle yalnızlıktan kafamda kurup kurup aklımı yitirmemek adına karşı dairenin kapısını tıklattım. Kapı yavaşça aralanırken, "Sen Ada olmalısın," dedi esmer kadın. adımı nasıl bildiğini sorgularken bu işe Cihan'ın el attığını anlamam uzun sürmedi. Esmer kadının yüzündeki gülümseme bize ilk kapıyı açtığındaki göz devirişinin aksine oldukça sıcaktı.

"Ben Eflin. İçeri gel lütfen," diyerek kapıyı ardına kadar açtı Eflin. Çekinerek de olsa içeri girmiştim. Girişteki koca koltuğa kendimi bıraktığımda Eflin de hemen yanıma oturmuştu. Ne kadar gergin olduğum ilk bakışta anlaşılıyor olacak ki, "Merak etme onlara bir şey olmayacak," dedi içtenlikle. Sonra siyaha dönük düz saçlarını arkaya atıp, "Size kapıyı ilk açtığımda göz devirdiğim için ayrıca özür dilerim. O hareket benim gündelik yaşamımın bir parçası haline geldi. Malum Cihan ile ortak olmak hiç de kolay değil," dedi yeniden gözlerini devirerek.

Kıkırdadım. Onun Cihan'a gıcık olduğunu bu hareketiyle az çok anlamıştım. "Onlara bir şey olmaz değil mi?" diye sordum içimi rahatlatmak adına. Eflin başını salladı. "Merak etme. Cihan varken Atlas'a dokunmak cesaret ister. Malum kendisi egosuyla adamları nakavt etme yeteneğine sahip," dedi kıkırdayarak. Cihan'ın egosunun Atlas'tan çok olduğunu sanmıyordum. Sonuçta bana göre yeryüzündeki en kendini beğenmiş insan Atlas Serez'di.

"Atlas kadar olamaz. Onun kadar kendini beğenmiş yakışıklılığının farkında olup herkesi etkisi altına alan bir adam daha önce hiç görmedim," dedim gözümün önüne gelen çapkın gülüşüyle erirken. Şebek, insanı öyle bir etkisi altına alıyor ki o an istediği her şeyi yapabilirmişim gibi hissediyorum.

Eflin, "Cihan ile tanışmamışsın anlaşılan. 1.90 boyunda olması yetmezmiş gibi burnu bir havada ki sorma gitsin. Hayatında görüp görebileceğin en sinir bozucu adam," dedi kendine engel olamayarak yeniden gözlerini devirirken.

Söylediği gibi göz devirmek artık onda bir nevi tik haline gelmişti. Aklıma Atlas ile ilk günlerim geldi. Sürekli yanımda oluşu beni delirtiyordu. Hele bir de gevşek gevşek gülüp etrafındaki tüm kadınları etkisi altına alışına sinir oluyordum. Ama şimdi dönüp şöyle bir bakıyordum da iyi ki de ben kaçtıkça o kovalamış. İyi ki bana o çapkın gülüşüyle bakmış. Her ne kadar ilk başta inanmasamda iyi ki bana ilk görüşte aşık olmuş. İyi ki hayatıma dahil olmuş. İyi ki benim Atlas'ım olmuş. İyi ki...

"Atlas da başlarda bana öyle geliyordu. Hatta onun bana olan bakışlarının sebebinin kafa travması falan olduğunu sanıyordum."

Eflin söylediğim şeye kahkahalarla gülmüş bende ona Atlas ile tanışma hikayemi anlatmıştım. Bana Atlas'ın o günden beri bebeğim demesini ve şu ana kadar yaşadığımız maceraları tek tek Eflin'e anlattım. Eflin gülerek, "Atlas Serez sana kör kütük aşık," dediğinde tek kaşımın imayla yay şekline geçmesine engel olamadım.

Kendimi tutamayıp, "Belki bana kızacaksın ama Cihan da bence senden hoşlanıyor," dediğimde Eflin fena halde dumura uğramıştı. İrileşen koyu kahverengi gözlerine ve en çokta esmer teniyle güzel bir tezatlık oluşturan pembeleşen yanakları hazırlıksız yakalandığının en büyük göstergesiydi. Ona baktığımda dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme olduğunu fark ettim.

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye sordu Eflin. Ağzımı aradığını biliyordum. Her ne kadar itiraf edemesede Cihan hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu. Çünkü o da Cihan'dan hoşlanıyordu. Belki bunun farkında bile değildi. Ama ondan hoşlandığı çok belliydi. İçten içe onu sevdiğini biliyordum. Kendimden emin bir şekilde, "Senin ismini söylerken onun yüzünde beliren gülümsemeyi gördüm," dedim,

Eflin ona bilgi yerine dünyaları vermişim gibi bakıyordu gözlerime. Gülerken gözleri kısıldı. Bu haliyle o kadar tatlı görünüyordu ki elimde olmadan bende gülümsemiştim. "Sana bir şey itiraf etmeliyim. Açıkçası sen bana bunları söyleyene kadar ben o narsist öküzün kendinden başka kimseye değer veremeyeceğine o kadar emindim ki," dedi Eflin sevinçle. Cihan'ın Atlas'tan daha fazla kendini beğenen biri olduğuna ilk başta inanmamıştım. Ta ki Eflin onunla geçen günlerinden bir şeyler anlatana kadar...

Adama yürüyen ego lakabını takacak kadar haklı sebepleri vardı. O anlattıkça Atlas'ın kendini dünyanın en yakışıklı insanı olarak görmesini -ki benim gözümde öyle- yadırgamaz hale gelmiştim. Eflin sıkıntılı bir nefes verip koltuğa iyice yerleşmişti. "Odun falan ama sanırım beni etkilemeyi başardı," dedi Eflin iç çekerek. Birlikte uzun uzun bizimkileri konuştuk.

Atlas ile Cihan'ın ne kadar çok ortak noktası varmış aslında. Eflin ile aklımız onlarda kaldığından konuyu kapatıp birbirimize biraz kendimizden bahsettik. Onun otelin ortaklığını anneannesinden devralmasıdan şu anına kadar olan şeyleri dinledim. O da benim organizasyon firmamın başındaki domuz patronuma kadar her şeyi dinlemiş oldu.

"Bizim iki narsisti beklerken papatya çayı içmeye ne dersin? Bu olanlardan sonra bizi sakinleştirir," dedi Eflin mutfağa doğru ilerlerken. Onun papatya çayı yapıp fincanlardan birini bana uzatmasıyla, "Bizimkilerin yaptıklarından sonra değil papatya çayı papatya tarlasına gitsek bile yine de yatışamayız," dedim gülerek. İkimiz birlikte ellerimizde fincanlarla terasa çıktık. Rüzgar çatı katında olduğumuzdan biraz daha sert esiyordu. Saat altıya geliyordu ve bu durum beni geriyordu.

Atlas gideli saatler olmuştu. Onlardan ne arama vardı ne de en ufak bir mesaj. İçim içimi yiyordu. Acaba iyi miydi? Başına bir şey gelmemiş olmasını ummaktan başka hiçbir şey yapamamak canımı sıkıyordu. Elim kolum bağlıydı ve papatya çayımın dibi görünmesine rağmen kendimi hiç ama hiç iyi hissetmiyordum.

Eflin'in de benden pek de bir farkı yoktu. İkimizin de içi içine sığmıyordu. Eflin en sonunda, "Ben daha fazla bu belirsizliğe dayanamıyorum. Cihan'ı arıyorum," demişti. Telefon ikinci çalışta açıldığında Cihan'ın Eflin'in kendisini aramasına ne kadar şaşırdığı ses tonundan net bir şekilde belli oluyordu.

"Cihan halledebildiniz mi?" diye sordu Eflin cevabın olumlu olmasını umarak. Tam Cihan ağzını açıp soruyu cevaplıyordu ki tüm sesleri kesen korkunç bir ses yankılandı. Telefonun ardında patlayan silahla birlikte derin bir sessizlik hakim oldu. Ölüm sessizliği...

Loading...
0%