Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22.Bölüm: İllegal

@sevvnuraydn

(Atlas'tan...)

Evet sayın seyirciler! Hazırsanız tiyatro gösterimiz birazdan başlıyor! Yerlerinizi almayı ve gösterimizin tadını çıkarmayı unutmayınız! Alkışlar tufanı ve şimdi gösteri başlıyor! Koyu kırmızı perdemiz aralanıyor ve bilin bakalım sahneye ilk hangi karakterimiz çıkıyor? Tabii ki de Gargamel Metehan! Sevimsiz başrolümüz Şirinler köyünü yok etmeye pek de meraklı. Şimdi yanına gelen şu güzelliğe bir bakın. İsmi Şirine. Bir başka değişle Ada ya da benim değişimle bebeğim!

Nasıl da kuğu gibi süzülüyor görüyor musunuz? Ah benim güzel bebeğim! Sen bu çirkin Gargamel ile muhatap olacak seviyede misin Allah aşkına? Senin yanın güçlü şirinin yanıyken ne işin var şimdi şu tipini şey ettiğimin Gargamel'inin yanında? Gel yanıma. Boş ver Gargamel'i. Bırak şirinler köyünün meymenetsiz halkı istediği gibi atıp tutsun. Biz seninle kendi köyümüzü kurarız. Sen yeter ki iste güzelim!

"Atlas benim Metehan ile konuşmam gerek," dedi benim güzel bebeğim. Onun bu sözüyle gösterimizi sonlandırıyoruz arkadaşlar. İzlediğiniz için teşekkürler. Gözlerimi nursuz Gargamel bozuntusundan alıp benim Şirineme benim biricik bebeğime çevirdim. Gözlüklerinin üzerinden nasıl da çipil çipil bakıyor öyle. O gözlerine kalbimi veririm bebeğim ama seni o cibilliyetsiz ile baş başa asla bırakmam. Tabii sen bu küçük detayı bilmesen de olur!

Bebeğime gülümseyerek, "Tamam bebeğim. Sen Metehan ile konuşup onu programa çıkmaya ikna ederken bende sizin yanınızda uslu uslu durur çayımı yudumlarım," dedim. Metehan'ın adını söylerken kusmamak için o kadar çok çabaladım ki karın kaslarıma bir yenisi daha eklendi. Bebeğim gözlüklerinin üzerinden delici bakışlarını bana yöneltmekte gecikmedi. Hoşnutsuz ifadesine karşılık otuz iki diş sırıtmakla yetindim. Tabii bu yaptığım onu daha da sinir etti. Şu yüze bir bakın. Sinirlenince gözlerinde çakan şimşeklere bir bakın. Bu haliyle bana her zamankinden daha da çekici geldiğini söylemeden edemeyeceğim.

"Atlas," dedi dişlerini sıkarak. Bu onun dilinde 'Sabrımı zorlama istersen' demek oluyordu. Of bebeğim! Ben şimdi seni o itin sana aşık olduğunu bile bile nasıl göndereceğim? Bana bunun cevabını bi ver önce. Uzaktan bakınca kavata falan mı benziyorum acaba? Tamam zamanında yaptığım çapkınlıklarımla sınırlarımı aşıp milletin sevgilisine sulandığım için dayak yediğim olmuştu. Ama bunu bilmediğimden yapmıştım. Tamam tamam anladım. Karma diyorsunuz! İlahi adalet diyorsunuz! Keşke öleydim de böyle bir karmaya denk gelmeyeydim! Aman Allah'ım! Ben bunu hak edecek ne yaptım?

Kafama yıldırım çakma ihtimaline karşılık sesimi kesmek durumunda kaldım. Dehşet dolu bakışlarımla, "Seni onunla yalnız bırakamam bebeğim. Canımı iste ama benden bunu isteme," dedim ondan halime acımasını bekleyerek. Tabii ki de acımadı! Vur dedim öldürdü. Zalim bebek ne olacak!

Ada, "Ben Metehan ile konuşmaya gidiyorum. Sende işinin başına dönüyorsun Atlas Serez," dedi tehditkar bir bakışla birlikte işaret parmağını gözümün önünde sallarken. Onun arabadan inişiyle kendimi kör kuyulara atasım gelmedi desem yalan olur. Bebeğim salına salına o pis Metehan'a doğru adımlarken söyler misiniz bana ben nasıl rahat edeceğim? Asla edemem! Bu mümkün değil! Gerekirse bebeğim tarafından katlime ferman çıkarırım ama asla onları tek bırakamam! Asla! Atlas Serez güneş gözlüklerini taktı artık! Gerisini onlar düşünsün!

Uyanıklılığımı konuşturarak arabayla bebeğimin tam önünden geçip ona el salladım. Gittiğime ikna olduğunda arabamı hemen bir üst sokağa park edip ajanlığa yaya olarak devam etme kararı aldım. Ne kadar da zekiyim değil mi? İhi hi! Şeytani gülüş yapamadığım için artık bununla idare edersiniz diye düşünüyorum.

Arka sokaktan gerisingeri bebeğimin olduğu sokağa girerken bu halimle dikkat çekmediğimi düşünüyordum. Yanılmışım! Gelen geçen tüm kızlar dönüp dönüp bana bakıyordu ki içlerinden birinin çığlığıyla ne yazık ki saniyesinde bebeğime yakalanmıştım! Kahretsin!

"İnanamıyorum! Atlas Serez!" diye kendini kaybetmek suretiyle mahalleyi ayağa kaldıran kızı tutup önümde duran rögar kapağından aşağıya atasım geliyordu. Ama böyle bir şey yapmadım. Onun yerine karşı kaldırımdan beni parçalamaya gelen çekici kaplanımın ecelim olmasını büyük bir sükunet içinde bekledim.

Ada dişlerini sıkarak beni az ötemde ciyaklayan kızın yanından kuytu bir köşeye çekti. Gözlüklerinin üzerinden bana yönelttiği delici bakışlara bakılırsa beni fena halde yolacağı aşikardı. Acilen kendimi bu durumdan kurtarmanın bir yolunu düşünmem lazım. Düşün Atlas düşün! Sen çok zeki bir adamsın! Canını kurtarmak için bir şeyler yapmak zorundasın! Buldum!

"Bebeğim," dedim etkileyici bir sesle. Sonrasında onu belinden tutup kendime çektim. Sanırım işe yaradı. Sonuçta Atlas Serez'in cazibesine dayanabilecek bir kadın anasından karnından henüz doğmadı. Ada'nın yüzünün hafiften pembeleşmesiyle zaferime ulaşmamın an meselesi olduğunu anladım. Bana neden kızdığını bile unuttuğundan emindim.

"Neden gitmedin Atlas?" diye sorduğunda iki kelimeyi bile bir araya getirememişti. Onun kafasını uyuşturmuştum. Fırsat bu fırsat Atlas! Ona kabahatini unuttur hemen!

Dudaklarımı hafifçe yanağına dokundurduğumda kalp atışlarının ne derece hızlandığını duyabiliyordum. Onu heyecanlandırdığımı bilmek bile ister istemez gülümsememe neden olmuştu. "Öpücüğümü almadan gitmek istemedim," dedim şirinlikle gözlerine bakarak. Çapkın gülüşümle erir gibi olmuş sonrasında omzuma bir tane geçirivermişti.

"Yemezler Atlas Serez!"

Ben bu kıza bebek diyorum demesine de bu bildiğiniz cin. Maşallah gözünden de hiçbir şey kaçmıyor. Tabii kimin sevgilisi! Benim! Sadece benim! "Atlas hemen şimdi topukluyorsun ve Metehan ile beni yalnız bırakıyorsun," dedi bebeğim her kelimeyi aklıma sokabilmek için üzerine basa basa. Kelimelerin kafamın içine tıkılması hiç hoşuma gitmese de bebeğime güvenmek durumundaydım. Her ne kadar o sümsük Gargamel'den gram haz etmesemde!

"Peki. Şimdi gidiyorum. Ama eğer o sarı kafa sana çok yaklaşırsa uçarım bilesin."

"Merak etme," dedi Ada kıkırdayarak. Sonra bana vedalaşmak için sarılıp o pis Metehan'ın yanına döndü. Tabii ben de her göt tutuşmasında soluğu nerede alıyorsam oraya gittim. Tabii ki de ablamın yanına!

"Yine ne var Atlas?" dedi ablam esneyerek. Eda bebek ile geçirdikleri ilk gecenin fiyaskoyla sonuçlandığını ve eniştemin yüzündeki hoşnutsuz ifadeye bakılırsa da özel gecelerin son bulduğu anladım. Bebek uyuduğundan ablam bana cırlayamıyordu ki bu benim epey bir işime geliyordu.

Ablama küçük bir dana gibi sırnaşarak sarıldım. Umarım analık damarları kabarır da bana yardım falan eder. "Abla çok kötüyüm," dedim ağlamaklı bir ifadeyle. Ablam ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme baktı. Daha doğrusu o kadar uykusu vardı ki beni dinlediğinden bile şüpheliydim.

Talya, "Yine ne bok yedin? Anlat da normalleştirebileyim," dedi esneye esneye. Timsah gibi açtığı ağzına baktım. Benim ablamın minik dudakları ne ara bu aşamaya geçti? Sanırım cevabı odada uyuyordu. Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada, "Bu sefer bir bok yemedim. Ama yememek için de çok zor duruyorum abla," diye bir itirafta bulundum.

Ne ablam ne de taze baba bu söylediklerimden bir şey anlamıştı. İkisi de bana öküzün trene baktığı gibi bakıyordu. Sanırım bu durumda tren ben oluyorum. Eniştem, "Ne gibi bir halt yemeyi düşünüyorsun?" diye sordu sırıtarak. Aklından ne geçtiğini bilmesem de yüzündeki sevimsiz sırıtmadan anladığım kadarıyla saçma salak bir şey olduğu belliydi.

Yanımdaki köşe yastığını tutup onun gülümsemesini dağıttım. Tabii bu yaptığımla ablam tarafından beynimin pekmezinin akıtılması da kaçınılmaz oldu. Alt tarafı kocasının yüzünü dağıttım. Bunda abartılacak ne var anlamıyorum! Elin adamı kardeşten daha kıymetli olabilir miydi?

Kafamı ovuşturarak ablamın göğsünden kalktım. Yavru dana rolü de bir yere kadar canım! Bu nasıl bir haşinlik! Yeğenim buradan sana sesleniyorum. İleride bir kabahat işlersen doğruca dayına kaç yavrum. Aksi bir durumda annenin gaddarlığı sonucu kendini hedef tahtasının önündeki kafasında elma tutan şahsın yerinde bulman kaçınılmaz olur. Benden sana söylemesi!

"Kocamla uğraşma Atlas," dedi ablam bağıramadığından dolayı yılan gibi tıslayarak. Ona bakıp suratımı ekşittim. Ablam eniştemi savunurken beni kim savunacak? Ah bebeğim! Sen beni ne hallere düşürdün? Keşke şu an yanımda olsaydın. Keşke seni kollarımın arasına alıp güzel kokunu içime çekerken bu iki gıcığın yanında bulunmak zorunda olmasaydım. Keşke! Ama nerede bende o şans? Kala kala bu iki zombiye kaldım!

"Benim bebeğim yaban ellerde! Siz bana neler söylüyorsunuz?"

Ses tonumu ayarlayamam bana pahalıya mal oldu. Çeke çeke anasına çeken cazgır yeğenim hıçkırıklara boğulurken -ki ne ara bana devredildiği hakkında hiçbir yok- onu pışpışlama görevi de mükemmel, ultra yakışıklı ve son derece çekici dayı olarak bana düştü. Kucağımda kedi yavrusu kadar olan ama sesi boğazlanan hayvanı anımsatan minik yeğenimi omzuma yatırmış pışpışlarken ablamla enişteme 'Alacağınız olsun' bakışları atıyordum. Ben ne anlarım bebek bakmaktan? Tamam benimde kendi bebeğim vardı. Ama o ağlarken hiç sırtını sıvazlamamıştım. Tamam tamam yine saçmaladım kabul!

"E bebeğim e," diyerek yeğenimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Bir süre sonra küçücük cüssesine fazla gelen sesini kesip kedi gibi mırıldanmaya başlamıştı. Bebek böyle bakılır işte! Görün! Atlas Serez'in elinden bir uçan bir de kaçan kurtulur! Bunu da herkese yayın bakalım!

Minik kedinin başını göğsüme yaslayıp gözlerine baktım. Çipil çipil bakan gözlerine baktığımda içimin eridiğini hissettim. Aslan kral filmindeki Habeş maymununun yavru aslanı halka takdim edişi gibi Eda'yı başını destekleyecek şekilde ablamlara doğru tutup, "Bundan bir tane de ben istiyorum," demiştim.

Ablamla eniştem birbirine bakıp kahkahayı patlattı tabii. Özellikle de eşek gibi anıran enişteme çekmediğin için teşekkür ederim yeğenim. Eda'yı dikkatlice gerisingeri göğsüme yatırıp sırtını sıvazlarken kahkaha atmaya hala devam eden sinir bozucu cici anne ile babanın susması için ters bir bakış attım. Bana mısın demediler! Kih kih kih! Ne dedim sanki bu kadar gülecek!

Ablam, "Bunun için leylek postasına dilekçe vermen gerek," diyerek enişteme çak yaptı. Midem bulandı. Kendilerini komik sanmaları sinirlerimi bozuyordu. En iyisi ben bu küçük kedinin gelişimi için onlardan kaçırayım da görsünler bakalım dünya kaç bucak!

"Asıl konumuza dönelim!" dedim Eda'yı korkutmamaya özen göstererek sesimi bir tık yükseltirken. Benim bebeğim masum kırmızı başlıklı kızın ta kendisiydi ve o çirkin avcının ellerindeydi. Bi de bizimkilerin şu pişkinliğine bir bakın! Ben delirmeyeyim de kim delirsin? Sorarım size! Ben delirmeyeyim de kim delirsin?

"Sakin ol Atlas. Ada kaçmıyor ya," dedi eniştem gayet rahat bir şekilde. Ada belki kaçmıyor olabilir ama sen şu minik kediyi anasına verince kaçacak delik arasan iyi edersin enişte! Sinirden göz bebeklerimi yok etmek pahasına kafamın arkasına kadar devirip geri getirdikten sonra bombayı patlatmadan bunların beni ciddiye almayacağına kanaat getirdim. Derin bir nefes alıp, "Ada şu an kendisine aşkını ilan eden sözde çocukluk arkadaşı olan o sevimsiz Metehan'ı programa çıkmaya ikna etmeye çalışıyor," diyerek karın ağrımdan bir avazda kurtuldum. Şimdi onlar düşünsün!

"Ne?" diye bir çığlık kopardı ablam. Kucağımdaki evin yeni üyesinin mızıldanmasıyla ona susması için bakışlarımla gözdağı vermiştim.

"Onlar baş başa kalmamalı. O çocuğun ne yapacağı hiç belli olmaz," dedi eniştem sıkıntıyla ensesini kaşırken. Sağ gözüm seğirmeye başladı. İçime su serpen eniştem yüzünden her an sinirden öteki tarafa tek yönlü bilet alabilirdim ki güzeller güzeli ablam bu işe bir el atarak eniştemi susturmuş sonrasında yanıma gelip kızını kucağına almıştı.

Talya, "Çok sıkıntılı bir durum," dedi düşüncelere dalmadan hemen önce. Gerçekten bugün içime daha ne kadar su serpebilirler diye merak ediyorum! Sahi başka bir şey söylemek isteyen varsa bekliyorum! Hadi hadi çekinmeyin! Tek kaşımın bir yay gibi gerilmesine engel olamadım. Ablama, "Ben bebeğime güveniyorum. Sıkıntı yanındaki o çakma sarışın," dedim çenemi sıkarak. Çenemi bir an o kadar çok sıktım ki az daha çıkıyordu.

Ablam tam ağzını açıyordu ki kim geldi dersiniz? Tabii ki de Süreyya Sultan ile Atilla Serez. Onlarda aramıza teşrif ettiğine göre eğlence asıl şimdi başlıyor. Torun baldan tatlıdır lafını kenara halı altına süpürülen artık gibi itilerek anlamış olmak biraz canımı sıksa da daha büyük bir meselem vardı. O da Metehan! Onu anmak bile midemi bulandırıyor! Bebeğimin halini düşünemiyorum bile! Kim bilir ne halde? Ah benim güzel bebeğim! Sen bu işlere düşecek en son insan bile değildin. Hepsi o şerefsiz Metehan yüzünden! Eğer o programa çıkmayı bi kabul etmesin var ya o zaman o gevşek ağzına megafon tıkmak pahasına onu dünya basınına konuşturtmazsam bana da Atlas Serez demesinler!

Babam, "Verin bakalım bana torunumu," diyerek öne atıldığında ona inanamayarak baktım. Atilla Serez'in içinden çıkan dede figürü alışılmışın dışındaydı. Süreyya Sultan ise daha şimdiden torununa sokulmuş evlen evlen diye başımın etini yemeyi bırakmıştı. Yeğenimin olması işime yaradı anlayacağınız. Onlar yeğenimle ilgilenirken bende yengeç gibi yan yan kapıya doğru ilerledim. Ablama uzaktan kaş göz işareti yaptıktan sonra evden firar ettim.

Hapishane kaçkını gibi evden kaçmamın ardından soluğu bebeğimin yanında alacak olmanın verdiği mutluluktan içim içime sığmıyordu. Ta ki telefonum çalana kadar! Arayan Kubilay'dı. Meymenetsizin kesin bana işi düşmüştü. Yoksa bu vakitlerde aramazdı. Telefonu istemeyerek de olsa açıp aramayı hoparlöre verdim. Bakalım karın ağrısı neymiş.

"Efendim Kubi," dediğimde ilk defa öküz gibi böğürmemiş aksine oldukça medeni bir şekilde konuşmuş ve bu haliyle beni daha çok işkillendirmişti.

"Naber Atlas? Ne yapıyorsun? Nerelerdesin?"

"Söyle ne bok yedin?"

Kubilay bu söylediğimle sıkıntılı bir nefes vermişti. Şimdiden söylüyorum bir rehine meselesini daha kaldıracak mecalim yok. Kubilay, "Atlas her neredeysen işini gücünü bırakıp sizin şirkete gel," dediğinde başımızın belaya gireceğini daha nedenini bile sormadan anlamış oldum. Bilirsiniz ki belalara gözü kapalı atlarım.

"Geliyorum," dedim telefonu Kubilay'ın yüzüne kapatırken. Bakalım bugün başımıza ne işler açacağız? İki dakika başımı derde sokmazsam nasıl yaşarım? Tabii ki de belaya bulaşacağım! Tabii ki ceza almak için bilmediğim işlere balıklama atlayacağım! Benim olayım bu! Atlas Serez belanın kod adı!

Arabayı bizim şirketin önüne park ettiğimde bu saatte burada ne işimizin olduğunu bizim zırtapozlara sormak için onlara doğru adımladım. Kimlerden bahsettiğimi anladınız umarım. Tabii ki de Kubilay, Utku ve piç Ercü'den söz ediyorum. Ercü'nün daha dün geceye kadar bacağımı kesecekler diye ortalığı velveleye vermesinin ardından şimdi burada ne işi var dediğinizi duyar gibiyim. İnanın aynı soruyu bende şu an kendime soruyorum.

"Bu saatte beni neden çağırdınız? Hem bizim şirkette ne işimiz var?" diye sordum bizim üç öküze. İlk başta görmedim, duymadım, bilmiyorumu oynayan üç maymun gibi bön bön yüzüme bakmış sonra beni kolumdan tutup kuytu bir köşeye çekmişlerdi. İşte şimdi daha çok işkillendim. Karanlığa çekildiğimize göre mesele benim sandığımdan daha ciddiydi.

"Biri bana burada neler döndüğünü anlatabilir mi artık?" diye sordum sabrım yavaş yavaş taşarken. Kubilay ile Utku'nun konuşmaya cesareti olmadığından lafı şerefsiz Ercü devralmıştı. Ercü de otuz iki diş sırıttığına göre bu seferki bela her zamankinden de büyük olacak belli ki. Hazır ol Atlas! Baban bu sefer seni kesin evlatlıktan reddedecek!

"Kardeşim şimdi şöyle bir şeyden şüphelendik," dedi Ercü sırıtarak.

"Bu rehine meselesinde sizin şirketten para çıkmaması açıkçası bizi işkillendirdi," dedi Utku.

"Şirkette bir sıkıntı olmasın," diye de ekledi Kubilay. Bizimkilerin ilk defa bir konuda ciddi olduğunu fark ettim. Söylediklerini düşündükçe ya haklılarsa demekten kendimi alamadım. Babam yeryüzündeki en ketum insandı. Öyle bir durum varsa bile ağzını bıçak açmaz son ana kadar hiçbir şey söylemezdi. Üstüne bir de benim gibi vasıfsız bir elemana şirket ile ilgili tek kelime etmeyeceğini bilmek içimdeki kuşkuyu körüklemeye yetmişti.

"Haklı olabilirsiniz," dedim sıkıntıyla ensemi kaşırken.

"Peki ama bunun olup olmadığını nasıl anlayacağız?"

Sorum karşısında üçü de hınzır gibi gülmeye başladı. Kahretsin! Keşke böyle bir şeyi hiç sormasaydım! Of Atlas of! Bunca yıldan sonra bu üçlü ile cennete bile gidilmeyeceğini öğrenemedin mi cidden!

"Planımız şu," dedi Kubilay heyecanla. Şu hayatta bi illegal işlere karışmadığım kalmıştı o da oldu. Yakında kırmızı bültende arananların arasında adımı görürseniz şaşırmayın. Utku, "Şirkete girdiğimiz gibi Atilla amcanın sağ kolu kesin haber uçurur," dedi ve bana baktı. Benden medet umuyor olamazlardı değil mi? Belki de umuyorlardır!

"Önden ben mi gideceğim?" diye sordum şok içinde. Al işte yine piç gibi gülmeye başladı bunlar. İş başa düştü Atlas Serez! Şimdi içeri girip kimin patron olduğunu o Haldun denen adama göstereceksin. Gösterdin gösterdin aksi bir durumda yüzünün ortasına yersin yumruğu benden söylemesi! Bodyguard olmaktan çok yanımda üç adet şempanzeye benzeyen arkadaşımı da alıp şirketin kapısından içeriye girdim. Girer girmez tüm dikkatleri üzerimize çekmemiz de kaçınılmaz oldu!

Şirketin içinde arı gibi koşturarak çalışan onlarca çalışan beni görünce, "Atlas Bey," diyerek durup bana bakmaya başlamışlardı. Ben bu anı hiç böyle hayal etmemiştim. Ben daha çok benim burada olduğumu görünce panik olan insanlar falan beklemiştim. Havada uçuşan kağıtlar ve ben havalı havalı yürürken bana babamın odasını gösteren insanlar hayal etmiştim.

Haldun Bey beni görmeden önce babamın odasına girmem gerekiyordu. Aksi bir durum babamın burada bitmesi olurdu ki bunun anlamı uzay mekiğime veda edeceğim anlamına geliyordu. Uzay mekiğim olmaz! Daha arabada bebek var çıkartmamı bile yapıştırmadım! O olmaz! Olmaz!

Bizimkilere usulca, "Siz Haldun'u oyalayın. Ben babamın odasındayım," diye fısıldadım. Bunun üzerine beni insan kalabalığının arasına şutlayıp saat üç yönünden uçarak gelen Haldun'u oyalamak üzere işe koyuldular.

Milletin ayaklarının önünde sürünmek pahasına Haldun'u aşıp kendimi asansöre attım. Asansörde iki tane kadın vardı. İkisi de bana işveli bir şekilde bakıp bakıp gülerken bakışlarımı kaçırdım. Sonrada, "Benim bebeğim var," dedim tam asansörden inerken.

Asansörden indiğimde babamın odasının önündeki masada oturan kişiyle yutkunma ihtiyacı hissettim. Ben gardiyan Aysun'u nasıl hesaba katmadım ya! Of! Şimdi onu nasıl aşacağım? Düşün Atlas düşün. Bir yol düşün aslanım. Haldun'dan on gömlek büyük bir kadını nasıl o lanet olasıca masasından kaldıracağını düşün! Buldum!

Tam önümden geçen bir tane adamı durdurup ona Haldun'un aşağıda Aysun'u beklediğini ve hemen aşağıya inmesi gerektiğini söyledim. Sonrada kenara çıkıp olacakları izlemeye başladım. Aysun sinir bozucu bir topuk tıkırtısı eşliğinde aşağıya inerken Aysun'u aşağıda oyalayacak kişinin Ercü olacağını bildiğimden babamın odasına bodoslama daldım. Kapıyı da kapatıp yurtdışında okuduğum bölümün hakkını vermek üzere bilgisayarın başına geçtim.

"Şifreli!" dedim sinir bozukluğuyla. Bu adam Allah bilir ne koydu bilgisayarının şifresini. İlk önce annemin doğum tarihini denedim. Ama açılmadı. Ulan baba! Ne olurdu benim gül gibi anamın doğum tarihini koysaydın. Ölür müydün? Bu seferde ablamınkini denedim ve sonuç yine fiyasko! Benimkini koymayacağını çok iyi biliyordum ki masanın köşesindeki fotoğraf çerçevesiyle otuz iki diş sırıtmama engel olamadım. Tabii ya!

Girdiğim doğum tarihi Eda'nın doğum tarihiydi. Bizim taze dede bilgisayarına anlaşılan torununun doğum tarihini koymuştu. "Şükürler olsun," dedim kendi kendime açılan bilgisayara bakarken. Sonrada gelir gider raporlarından başlayarak tek tek maliye raporlarını kontrol etmeye başladım. Zehir gibi kafam sayesinde tek tek dosyaları incelerken yüzümdeki gülümseme git gide silinmeye başladı. Siktir!

"Batıyoruz! İflas! Kaos! Ölüm!"

Bağıra çağıra olayın şokunu atlatmaya çalışırken çenemi son dakika kapatmayı becerememiş olsaydım az daha yakalanıyordum. Babam böyle bir şeyi nasıl bizden saklardı? Nasıl? Şirket elden gitmenin eşiğindeydi. Bu da yetmezmiş gibi gırtlağımıza kadar borca batmıştık ve bunların hiçbirinden şu an illegal işler yaparak babamın odasına girmemiş olsaydım haberim dahi olmayacaktı. Çığlık çığlığa bağırmamak için elimle ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

Bilgisayar ekranındaki koca koca rakamlara baktıkça böğrüme öküz oturmuş gibi hissettim. Telefonumla raporların fotoğraflarını çektim. Borçlu olduğumuz yerleri de ayrıca fotoğraflarken özellikle içlerinden bir tanesi var ki adamlar istese donumuza kadar alabilirdi. Bu holdingi iyi biliyordum. Bunlar bizi kesinlikle çiğ çiğ yer! Acilen şirketi kurtarmam lazım! Olağanüstü zekam ve engin matematik bilgimi de kullanarak bu şirketi gün yüzüne çıkaracaktım.

Bilgisayar ekranını kapatıp kimseye çaktırmadan odadan çıktım. Uyuz Aysun ortalarda olmadığından yakayı ele vermekten ucuz kurtulmuştum. O beni bir görse var ya o sivri topuğunu beynime çaka çaka kafamı delerdi. Cani kadın! İçim ürperdi. Kendimi asansöre atıp zemin kata indim. İnsan kalabalığının arasından bizimkilere kaş göz işareti yaparak dışarı çıkmaları gerektiğini anlatmaya çalıştım ki Ercü aptalı Aysun'a kafayı takmıştı.

O kadında ne buldu diye sormayacağım. Çünkü her ne kadar kulağa mide bulandırıcı gelse de Ercü için kadın olması yetiyordu. Haldun ile Fransız mürebbiyesi Aysun bizimkileri atlatıp yukarı kata çıkarken hep birlikte uçarcasına şirketten ayrıldık. Hep birlikte benim arabaya doluşurken Kubilay, "Durum nedir?" diye sordu.

Sıkıntılı bir nefes verdim. Gördüğüm rakamlar hiç iç açıcı değildi. "İflas ediyoruz gibi görünüyor," dediğimde bizim ayılar şoka girmişti. Hatta Ercü bile Aysun'u düşünmeyi bırakmış bana ciddi olup olmadığımı sorgulayarak bakıyordu.

"Durum o kadar kötü mü?" diye sordu Utku. Başımı sallamakla yetindim.

Şimdi duyan duymayana söylesin! Her ne kadar kulağa inanılmaz gelse de şirketi kurtarmak için yarın işe başlıyorum. Bundan sonra aylak aylak gezen Atlas Serez yok. Sorumluluk sahibi olmanın ve şirketi bu borç batağından kurtarmanın vakti geldi. Bu şirket dedelerim tarafından kuruldu. Benim tarafımdan da kurtulacak. Bu da böyle biline!

 

Loading...
0%