Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28.Bölüm: Hassas Nokta (Sezon Finali)

@sevvnuraydn

(Ada'dan...)

Sabahtan beri Atlas'a ulaşamıyorum. Akşam oldu hala bir haber yok. Sanki yer yarıldı da içine girdi. Ne beni aradı ne de tek bir mesaj attı. Dün geceden sonra yok oldu resmen. Sinirden odanın içinde volta atmaktan mafya babalarına bağlamıştım. İşin kötü yanı arkadaşlarımda ortada yoktu. Ben Atlas'ı kime şikayet edeceğim? Dudak büktüm ve salona geçtim. Beni anlasa anlasa anam anlar gerisi yalan anlar. O söz öyle değildi sanki. Aman neyse! Sonuçta anneme kaldım mı? Kaldım!

"Anne," dedim moral bozukluğuyla onun yanına otururken. Kendileri pür dikkat dizi izlemekle meşgul olduğundan beni takmamıştı. Dizi izlerken bir yandan da yemeğe koyacağı patatesleri küp küp doğruyordu. İş azmi deyince de sen be annem! Nasıl da gözü kapalı doğruyor patatesleri. Valla becerikli kadın!

"Telefon!" diyerek kolumu dürttü annem. O ana kadar telefonumun çaldığından bi haberdim. Kesin benim kurt bakışlım gün içinde beni aramadığını fark etmişti. Sırıtarak odamdan telefonumu almaya gittim. Bu arada ayağımın iyileştiğini ve ceylanlık mertebesinden insaniyet sınırlarına geçtiğimi de söylemeden edemeyeceğim. Odama girip yatağın üzerinden telefonumu aldığımda yüzüm düşmüştü. Arayan kişi Atlas değildi. İşin tuhaf yanı arayanın kim olduğu hakkında en ufak fikrim dahi yoktu.

Ekrandaki bilinmeyen numaraya bir süre bakarken odamın kapısından bana bakan bir çift mavi gözle olduğum yerde sıçradım. "Ben geldim!" diye ciyakladı Nil sevinçle. Elinde kocaman oval bir kutu vardı. Onun bunca saat ortada olmayıp akşam akşam evime gelmesi ister istemez işkillenmeme yetmişti. Tek kaşımı kaldırmış gözlüklerimin üzerinden delici bakışlarımı ona yöneltmiştim.

"Sen neden bugün benim telefonlarımı hiç açmadın?" diye sordum şüpheyle. Nil bu aniden Doctor Dexter'e bağlayan halim karşısında yutkunmak durumunda kalmıştı. O da haksız sayılmaz tabii. Sonuç olarak bunca yıllık arkadaşının gözleri bir anda dönünce kim olsa korkardı. Ne de olsa geçen onca yıldan sonra herkes arkadaşı sinirlenince neler yapabilir bunu bilir öyle değil mi?

Nil, "Babamın nazıyla uğraşıyordum," dedi birden. Şevket amcanın burnundan kıl aldırmadığını bilmeyen yoktur. Ama sanki Nil babasından çok başka bir şeylerle uğraşmış gibi görünüyordu. Her ne kadar ona inanmasam da üstelemedim onun yerine, "Elindeki kutu ne?" diye sordum.

Nil sırıtarak elindeki kutuyu yatağımın üzerine bıraktı. Sonrada, "Bu kutu enişteden. Şimdi benim gitmem lazım. Babam çay bekliyor," diyerek ağzımı açmama bile fırsat vermeden odamdan uçarcasına çıktı. Kesin bir şeyler karıştırıyor. Ama nasılsa yakında kokusu çıkar. Nil'in evden firar etmesiyle yatağın ucuna oturup oval kutunun kapağını araladım. Bakalım Atlas Bey bana ne göndermiş?

Kutuyu açtığımda beni siyah saten bir elbise ve bantlı topuklu bir ayakkabı karşılamıştı. Sırıttım. Elbiseyi kutudan çıkardığım sırada bir de notum olduğumu gördüm. Atlas Serez yine ortalarda olmadığında bir işler karıştırdığını belli etmişti. Notu elime alıp okumaya başladım.

"Muhtemelen şu an ne işler karıştırdığımı sorguluyorsundur. Cevabını öğrenmek istiyorsan saat 23.30'da seni kapıdan alacak olan arabaya binip yanıma gelirsin bebeğim:)"

Atlas beni yine şaşırtmamıştı. Göz ucuyla telefondan saate baktım. Saat 20.30'du. Yani beni her ne bekliyorsa ona şu an tam üç saat vardı. Ben şimdi üç saat nasıl sabredeceğim? Bu benim için çok zor. Sadece benim için değil. Böyle bir notu her kim alsa heyecandan yerinde duramazdı. Elbiseyi kırışmasın diye yatağımın üzerine iyice serdim. Askılı siyah saten elbise o kadar güzeldi ki umarım üzerimde de en az yatağımın üzerinde durduğu kadar güzel dururdu. Elbiseye bakarken telefonum yeniden çalmaya başladı.

Nil'in geldiği sırada açamadığım numarayı görünce beni kimin bu kadar ısrarla aradığını bir türlü anlayamıyordum. Anlaşılan bu kişi her kimse açmadığım süre boyunca beni aramaya devam edecekti. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm. "Alo," diye mırıldandığım sırada telefonun arkasında puslu bir adam sesi yankılandı.

"Alo Ada Tözün ile mi görüşüyorum?"

"Evet de siz kimsiniz?"

"Ben Atilla. Atilla Serez."

Atlas'ın babası beni arıyordu! İnanılır gibi değil! Peki ama neden? Atilla Serez'in benimle ne işi olabilirdi ki? İlk şoku atlatmam bir hayli uzun sürse de en sonunda, "Beni tam olarak ne için aramıştınız Atilla Bey?" diye sorabilmiştim. Telefonun ardında kısa bir sessizlik hakim oldu. Sanki beni aramasındaki asıl maksadını söylemek için biraz soluklanmaya ihtiyacı varmış gibiydi. Bu sessizlik içime sıkıntının adeta bir karabasan gibi çöreklenmesine yetmişti.

Atilla Bey, "Şu an evinin önündeyim," diye mırıldandı. Bunun doğru olup olmadığını anlamak için mutfak balkonuna çıkma gereksinimi duydum. Balkondan kısa bir bakış attığımda apartmanın girişinde siyah bir araba olduğunu gördüm. Tam o sırada Atilla Bey, "Eğer müsaitsen seninle çok önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum," dedi.

Atlas'ın babasının bu teklifini reddedecek değildim. Hem Atlas ile buluşmama daha üç saat vardı. Her türlü buluşmaya yetişeceğim için, "Müsaidim Atilla Bey. Birazdan yanınıza ineceğim," dedim. Bunun üzerine telefonu kapatıp üzerimdeki basmalı pijama altının yerine siyah bir eşofman altı çekip anneme dışarıda işim olduğunu ve hemen geleceğimi söyledikten sonra telefonumu kaptığım gibi aşağıya indim.

Benim apartman kapısından çıkışımla şoförün arabadan inip bana arabanın arka kapısını açması da bir olmuştu. İlk başta bu durumlara alışık olmadığımdan garipsesem de arabaya bindim. Karanlıkta bana bakan Atilla Serez ile göz göze geldim ve kapımın kapanmasıyla birlikte son derece gergin bir yolculuğa çıktık. Arabanın bizi nereye götürdüğü hakkında en ufak fikrim yoktu. Ama bu yolculuğun hayra alamet olmadığını hissediyordum. İçimdeki sıkıntı azalmak yerine katlanarak artıyordu. Bu sessizlik artık ciddi manada sinirlerimi bozmaya başlamıştı.

Araba karanlıkta ilerlerken durduğu yerin neresi olduğunu anlamam bir hayli uzun sürdü. Burası mezarlıktı. Babamın olduğu mezarlık. Mezarlığın kapısında duran arabayla bu yaşadığımız duruma bir anlam vermek istercesine yanımda oturan Atilla Serez'in gözlerine baktım. Gözlerinde karanlıkta parlayan küçük bir ışıltı beliriverdi. "Benimle gel lütfen," dedi arabadan inerken. Eli mahkum peşinden arabadan indim. Peşinden mezarlığın kapısından içeriye girdim. Birlikte babamın mezarlığının önünde durduk. Babamın ölmüş olduğunu ve bu mezarlıkta olduğunu nereden biliyordu?

O an anladım. Atilla Serez beni araştırmıştı. Beni, geçmişimi ve hayatımı didik didik etmek pahasına hakkımdaki her şeyi araştırmıştı. Atilla Serez, "Baban için çok üzgünüm," dedi puslu sesiyle. Gözlerim mezar taşına takılı kalmıştı. Her ne kadar karanlıkta olsak da o mezar taşını hafızama kazıdığımdan o mermerin üzerindeki oyuntulara kadar her şeyi biliyordum. Yutkundum ve ona baktım.

"Beni buraya neden getirdiniz?" diye sordum birden. Atilla Serez'in gözleri beni buldu. Karanlıkta daha da koyu bir renge bürünen gözlerine baktım. Dudaklarını açmaya bile hali yokmuş gibi görünse de konuşmayı tercih etmişti. "Babasızlığın ne demek olduğunu bilerek büyüdün. Ama Atlas senin kadar güçlü değil Ada," dedi Atilla Serez.

Gözlerimi yumdum. Göğsümün ortasındaki sıkıntıya karşılık dik durmaya mecbur olduğumu hatırlattım kendime. Tekrar ona baktığımda, "Atlas'ın babasını kaybetmesini ister miydin?" diye sordu. Bu ne biçim bir soru böyle. Dünya üzerinde yaşayan kimsenin bu acıyı yaşamasını istemezdim. Başımı olumsuz anlamda sallarken, "Benden tam olarak ne istiyorsunuz?" diye sordum titreyen dudaklarımla.

Derin bir iç çekti. Biraz sonra söyleyeceği şeyin beni kahredeceğini nereden bilebilirdim ki? Atilla Serez, "Atlas'tan ayrılmanı istiyorum," dedi dik duruşuyla.

"O hayatında ilk defa birine karşı böylesine derin hisler besliyor ve ben her ne yaparsam yapayım senden ayrılmayacak. Buna gücümün yetmeyeceğini anladım. Ama bunu sen yapabilirsin Ada. Sen onu bırakmadığın sürece o seni asla bırakmayacak."

"Bunu bana neden yapıyorsunuz?"

"İnan bana bunu yapmayı hiç istemedim. Atlas'ın sevdiği ile evlenmesini isterdim. Fakat buna mecburum. Bir baba ile oğulun arasına girmek istemeyeceğini düşünüyorum."

Atilla Serez'in böyle bir şey yapabileceğini düşünemezdim. Beni Atlas'tan ayırmak uğruna hassas noktamdan vurabileceğini düşünemezdim. Beni en büyük eksikliğimle tehdit edebileceğini düşünemezdim.

Sol gözümden iki damla yaş aktı. Yanağımdaki acı ıslaklığı umursamamaya çalışarak, "Biliyor musunuz? Benim en derin yaramı kullanmadan da bana istediğinizi yaptırabilirdiniz. Çünkü ben bu hayatta en çok baba eksikliği çektim ve Atlas'ın da böyle bir şey yaşamaması için ondan gözümü kırpmadan vazgeçerdim. Keşke beni buraya getirerek bu kadar canımı yakmamış olsaydınız," dedim.

Atilla Serez'in ağladığımı görmesini istemedim. Mezarlığın çıkışına doğru adımlarken, "Teşekkür ederim," dediğini duydum. Olduğum yerde durup ona baktım. Acıyla, "Bunu sizin için yapmıyorum. Atlas için yapıyorum. Çünkü onu sizin sandığınızdan daha çok seviyorum," dediğimde tek kelime edemedi.

Artık yola devam etme zamanım geldi. Ardıma bile bakmadım. Mezarlıktan çıktım ve ağlaya ağlaya eve doğru yürümeye başladım. Bacaklarımda derman yoktu. Beni hassas noktamdan vurdular. Babamın mezarı başında bu hayatta tutunduğum tek dalı kırdılar. Artık yapayalnızım. Ne Atlas var hayatımda ne de başka biri. Öylece tek başıma karanlık sokaklarda adımlıyorum. Eve o kadar uzağım ki buradan eve yürümem saatler süreceğinden mecburen taksiye atlamak durumunda kaldım.

Taksici bile halime acımıştı. Bana mendil uzatmış eve doğru arabayı sürmeye başlamıştı. Yanıma çantamı almadığımdan telefon kılıfımın arka tarafına sıkıştırdığım acil durum parasını taksiciye verip para üstünü almadan taksiden indim. Eve geldiğimde kapıyı çalıp içeri girişimin nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Ağlamaktan gözlerim acıyordu ve annem bu halimden o kadar korkmuştu ki yanıma oturmuş gözyaşlarımı parmaklarıyla silmeye çalışıyordu.

"Annecim ne oldu sana birden?" diye sordu endişeyle.

"Anne ben artık burada olmak istemiyorum. Ben gitmek istiyorum," dedim hıçkırıklarımın arasından. Anneme olanları anlattım ve artık bu şehirden gitmem gerektiğini söyledim. Annem bana sıkıca sarıldı.

"Eğer gitmek sana iyi gelecekse gideriz," dedi annem sakin bir ses tonuyla. Ayağa kalktım. Odama geçtim ve koca bavula elime ne geçtiyse ağlaya ağlaya tıkıştırmaya başladım. Bu gece Atlas'tan sonsuza kadar ayrılacak ve şehri annemi de alıp terk edecektim. Bunun başka yolu yoktu.

Kıyafetlerimi, kişisel eşyalarımı ve birkaç parça ıvır zıvırı bavula tıkıştırıp fermuarı kapattığım sırada gözüm telefondaki saate kaymıştı. Zaman su gibi akıp geçmişti. Saat 23.00'a geliyordu ve ben hala hazır değildim. Bavulumu anneminki ile birlikte kapının girişine koydum. Sonrada saat 01.30'a iki kişilik otobüs bileti aldım. Her şeyi ayarladıktan sonra Atlas'ın aldığı elbiseyi giyindim. Topukluları ayaklarıma geçirip bantlarını kapadım. Son bir kez aynadan kendime baktım.

"Bunu Atlas'ın iyiliği için yaptığını sakın unutma."

Kendime verebileceğim tek teselli buydu. Kimse hayatının aşkından bile isteye vazgeçmez sonuçta. Saçlarımı tepeden at kuyruğu olacak şekilde bağlarken kafamda Atlas'a söyleyeceğim sözlerin provasını yapıyordum. Ona her ne söylersem söyleyeyim bu koca bir yalan olacaktı. Üstelik bu yalanlar onu kahredecekti. Bir daha yüzüme bakmak dahi istemeyecekti. Ama artık bunun bir önemi yok. O Feyza ile evlenip şirketi kurtaracaktı. Bende bambaşka bir şehirde annemle birlikte ikimiz için yeni bir sayfa açacak yeni bir hayata yelken açacaktım.

Belki rüzgar yolumu saptıracaktı. Belki bu benim canımı hiç olmadığı kadar çok yakacaktı. Ama Atlas ile babasının arası iyi olacaktı. Onu babasından mahrum bırakan ben olmayacaktım. Bunu kendime defalarca kez hatırlatmama rağmen neden bu kadar canım yanıyor? Sanki bir el göğsümü yarıp kalbimi yerinden sökse canım daha az yanarmış gibi geliyordu. Yutkundum. Boğazıma oturan yumruyu umursamamaya çalışarak telefonuma baktım.

Atlas'ın benim için gönderdiği araba gelmiş olmalıydı. Odamdan çıktığımda annem bana dolu gözlerle bakıyordu. Canımın ne kadar yandığını biliyordu çünkü. "O adamın dediğini yapmak zorunda değilsin," dedi annem yüzümü avuçlarının arasına aldığında. Başımı olumsuz anlamda salladım.

"En doğrusu bu."

Annem bir şey diyemedi. Beni sıkıca sarıldıktan sonra kapıdan yolculadı. Aşağıya indiğimde kapıda gördüğüm arabaya binmiştim. Araba beni tam da tahmin ettiğim gibi otelin önüne getirdiğinde aklıma Atlas ile ilk tanışma anımız geldi. Ablasının bebeği için düzenlediği cinsiyet partisinde onun kucağına düşüşüm, gözlerime bakarken ki o ifadesi, ondan kaçtığımda peşimden otel odasına kadar gelişi ve her ne yaparsam yapayım beni sevmekten asla vazgeçmeyişini anımsadım.

Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık döküldü. "Güçlü olmalısın Ada," diye fısıldadım kendi kendime. Sonrasında önde arabadan inmemi bekleyen şoföre baktım.

"Ben biraz sonra geleceğim. Beni bekleyebilir misiniz?"

Şoför itaatkar bir tavırla başını hafifçe sallamış bununla birlikte bende arabadan inmiştim. Topuklu ayakkabımın tak tak sesleri eşliğinde otelin bahçesine doğru yürümeye başladım. İçim kan ağlasa da dudaklarıma zoraki bir tebessüm iliştirdim. Bahçeye geçtiğimde etraf o kadar karanlıktı ki ilk başta Atlas'ın beni burada değil de otelin içinde beklediğini düşündüm.

"Sürpriz!"

Işıklar açıldı. Konfetiler patladı ve ben öylece bakmakla yetindim. Etrafıma baktığımda dört bir yanda renkli balonlar olduğunu gördüm. Renkli balonların aralarında renkli ışıklar vardı ve üstelik herkes buradaydı. Talya, Okan, Nil, Aslı, Ercüment, Kubilay, Utku ve hatta Cihan ile Eflin bile buradaydı. Herkes buradaydı. Tek bir kişi dışında herkes. Atlas.

"Öncelikle bu güzel organizasyon için benim yanımda olduğunuz için hepinize çok teşekkür ederim."

Sesin geldiği yöne baktığımda onu gördüm. Atlas'ı. Eline mikrofon almış sahneden bana bakıyordu. Ona bakarken gözlerimin dolduğunu hissettim. Atlas, "İyi ki doğdun bebeğim. İyi ki doğdun ve iyi ki o gece benim kollarıma düştün. Seni çok seviyorum," dediğinde bugünün ne olduğunu öğrenmiş oldum. Bugün benim doğum günümdü ve ben bunu bile hatırlamamıştım.

Atlas elinde mikrofonla sahneden inip bana doğru adımlamaya başladı. O bana doğru her adım attığında benim kalbim heyecandan küt küt atıyordu. Onu bu kadar severken ondan nasıl vazgeçecektim? Atlas yanıma geldiğinde yine o haylaz gülüşüyle baktı gözlerime. Gözlüklerimin üzerinden ona baktığımda beni asıl şoka sokan şeyi yaptı. Ceketinin iç cebinden bir kutu çıkardı ve kutunun kapağını aralarken mikrofona doğru, "Sen bu hayatta başıma gelen en güzel şey benimle evlenip bu adama yeni bir hayat bahşeder misin?" diye sordu.

İçinde bulunduğumuz an o kadar gerçek dışıydı ki bu anın yaşanıp yaşanmadığını sorgularken bulmuştum kendimi. Atlas bana doğum günümde evlenme teklifi etmişti. Atlas bana evlenme teklifi etmişti! İnanılır gibi değil! İçimden ona evet demek ve boynuna sarılmak gelse de bunu yapamazdım. Yaşlar usul usul gözlerimi terk etmeye başladı. Tabii o bu halimi yaşadığım şoka bağladığından aklımı başımdan alan gülüşüyle bakıyordu gözlerime. Benden bir cevap bekliyordu. Evet dememi bekliyordu. Ama bunu yapamazdım. Bunu ne ona ne de kendime yapamazdım.

Bana doğru tuttuğu mikrofonu titreyen parmaklarımın arasına aldım. Gözlerim tek tek etrafımızdaki simalarda gezindi. İlk önce Aslı ile Nil'e baktım. Sessiz sedasız şehri terk edeceğimden habersiz heyecanla bana bakıyorlardı. Çocukluk arkadaşlarımın hemen ardından Atlas'a olduğu gibi bana da abla olan Talya'ya baktım. Bebeğinin cinsiyet partisinde hayatımın aşkıyla tanıştığım o kadına baktım ve en sonunda tek tek herkesi inceledim. Ercüment'in yanındaki kadının bile benim ne tepki vereceğimi merakla beklediğini gördüm.

Herkes bu geceyi evet diyerek noktalayacağımdan o kadar emindi ki onları ve özellikle de Atlas'ı hayal kırıklığına uğratacak olmak göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi canımı yakmıştı. Şimdi de Atlas'ın gözlerine diktim gözlerimi. Onun bana tanıştığımız ilk günden beri aşkla bakan gözlerine baktım. Yüzünü kalbime kazıdığım gibi bir de zihnime kazımak istercesine uzun uzun baktım yüzüne ve mikrofona doğru eğildim.

"Senle ben iki cihan bir araya gelse bile bir araya gelemeyiz Atlas Serez."

Söylediğim şeyi yanlış anlayan Utku ve Kubilay birden ellerindeki konfetiyi patlatınca başımızdan aşağıya renkli konfetiler yağmaya başlamıştı. Sonradan ne dediğimin farkına vardıklarında artık iş işten çoktan geçmişti. İlk başta Atlas olmak üzere herkes donup kalmıştı. Kimse benden böyle bir cevap beklememişti. Atlas, "Anlamıyorum. Sorun nedir?" diye sordu yaşadığı hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak.

Onu böyle görmek bana ağır geldi. İki damla yaş yanaklarımdan süzülürken Atlas'ın titreyen parmakları yüzümü kavradı. Gözlüğümün altından parmaklarıyla yaşları sildi ve "Söyle bebeğim. Anlat. Birden bire ne oldu?" diye sordu ilgiyle. O bana dokundukça ben kendimi daha da kötü hissediyordum. Ellerini tuttum ve bu beni her ne kadar üzse de ellerini yüzümden çektim. "Ben yapamam Atlas," dedim birden.

"Ben sevmediğim bir adamla koca bir ömür geçiremem."

Söylediğim şeyle sadece o değil etraftaki herkes şoka girmişti. Atlas acıyla yutkundu. Boğazına oturan yumruyu hissetmemeye çalışarak, "Bebeğim sen neler söylüyorsun?" dedi. Bunu o kadar zor sormuştu ki dudaklarımın titrememesi için çok fazla çaba harcamam gerekiyordu.

"Sana karşı dürüst olacağım Atlas Serez. Ben seni sevmiyorum. Hiçbir zamanda sevmedim. Ben senin imkanlarını sevmiştim ve onlar da olmadığına göre artık seninle olmamın bir anlamı yok."

Atlas'ın yakasına yapışıp onu saatlerce tokatlasam daha az canı yanardı. Yanağından süzülen o tek damla yaşla onun için artık hiç var olmamış gibi olacağımı onun kalbinde kendi kendimi bitirdiğimi anladım. "Sana inanmıyorum!" diye bağırdı Atlas. Elindeki yüzük kutusunu sinirle yere fırlatmış sonra da, "Sen bu değilsin Ada! Benim tanıdığım kız bu değil!" dedi içinde bulunduğumuz duruma isyan ederek.

Gözlerine bakamadım. "O halde beni çok yanlış tanımışsın Atlas Serez," dedim sesimin titrememesine özen göstererek. Atlas başını olumsuz anlamda salladı.

"Tüm bunları gözlerimin için bakarak söyle!"

Gözlerine baktım. Perişan görünüyordu. Darmadağındı ve bunun tek suçlusu bendim. Onu bitirmiştim. O neşeli Atlas Serez'i bitirmiştim. Artık gülmüyordu. Dağılmış ve berbat görünüyordu. Etrafımızdaki insanların varlığını umursamadan karşımda ağlıyordu. Ona bakarak, "Her şey buraya kadar Atlas Serez," dedim ve arkamı dönüp bahçenin çıkışına doğru iki adım attığım sırada arkamdan seslendi.

"Bir daha yüzünü bile görmek istemiyorum!"

İkimiz arasındaki o ayrılmaz bağın bu kelimelerle kopması canımı yakmıştı. Hızla adımlamaya devam ettim. Aslı ile Nil'in peşimden gelmesini umursamadan koşarak kendimi arabaya attım. "Eve geri dönüyoruz," dedim şoföre ve artık içime akıttığım yaşların bedenimi terk etmesine izin verdim. Arka tarafta hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Yanımda kimse yoktu. Bir başımaydım.

Sevdiğim adamı yıkıp geçmiştim. Onun bizim için kurduğu hayalleri bir cümlemle bitirmiştim. Artık ikimiz diye bir şeyin ihtimali yoktu. Senle ben denilen şey biz olamadan sonlanmıştı. Atlas Serez ile olan güzel günlerim bir gecede noktalanmıştı. Üstelik doğum günümde.

Yeni yaşımın canımı bu kadar yakabileceğini düşünmemiştim. Hoş geldin yirmi dört. Gelir gelmez bana acıdan başka bir şey getirmedin. Ağlamaktan evin önüne geldiğimi bile anlamamıştım. Arabadan inip apartmana gireceğim sırada bir ses, "Ada," dedi. İlk başta gaipten sesler falan duyduğumu zannettim. Ama tüm bunlar gerçekti ve biri gerçekten de bana sesleniyordu.

Başımı çevirip baktığımda bir çift mavi gözle göz göze geldim. "Ada," dedi Metehan yeniden. Ona yaklaştım. O daha ne olduğunu bile anlayamadan ona sıkıca sarılıp bağıra çağıra ağlamaya başladım. Küçükken de ağladığımda Metehan'a giderdim. Beni üzenleri ona anlatırdım. Sonra da bodyguardımı da alıp mahalledeki haşarı çocukları döverdim. Ama bu sefer üzen taraf bendim.

Metehan benden ayrılıp gözlerime baktı. Sonra da iyi olmadığımı anlamış olacak ki beni kolumdan tutup kaldırıma oturttu. "Ne oldu sana?" diye sorduğunda elinde küçük bir hediye paketi olduğunu gördüm. Muhtemelen doğum günümü kutlamak için bizim eve geliyordu. Tabii benim halimi görünce hayatının şokunu yaşamıştı. Sonuçta normal insanlar doğum günlerinde ağlamazlar. Aksine mutlu olurlar. Ama anlaşılan o ki bu durum beni bu yıl es geçmiş.

Metehan'a baktım ve, "Atlas'ı terk ettim," dedim. Beklediğim tepkiyi vermedi. Sevinmedi. Öylece gözlerime baktı.

"Neden?" diye sordu sadece. Ona nedenini anlattım. Artık buralarda duramayacağımı ve bu evden çıkışımın bir geri dönüşü olmayacağını söyledim. Metehan dolu gözlerle baktı gözlerime. "Buraya senden özür dilemeye ve doğum gününü kutlamaya gelmiştim," diye başladı sözlerine. Sesi titriyordu. Arada bir bakışlarını kaçırarak gücünü toplamaya çalışıyordu.

"O gün programda söylediğim o saçma sapan sözlerden dolayı senden özür dilerim Ada. Ne zamandan beri senden gelip de özür dilemek istiyordum. Ama bunu yapmaya cesaret edememiştim."

"Her şey geride kaldı Metehan. O olayın üzerinden çok şey gelip geçti. Şimdi dönüp geçmişe baktığımda ne düşünüyorum biliyor musun?"

"Ne düşünüyorsun?"

"Keşke her şey çocukluğumuzdaki gibi kolay olsaydı. Keşke hiç büyümemiş olsaydık. Büyümenin ve aşık olmanın bu kadar canımı yakabileceğini düşünmemiştim."

Metehan gözlerime baktı. Elindeki paketi elime verdi ve, "Canın ne kadar yanarsa yansın iyi ki doğdun Ada Tözün. Buradan nereye gidersen git geride seni her zaman sevecek bir dostunun olduğunu unutma," dedi. Elindeki paketi avuçlarımın arasına alıp paketi yırtmamaya özen göstererek dikkatlice açtım. Paketi açtığımda dudaklarımdan küçük bir hıçkırık çıktı.

"Bunu hala sakladığına inanamıyorum," dedim çocukken ona verdiğim cam bilyeye bakarken. Bu bilyeyi çok severdim. Metehan da öyle. O zamanlar ona hediye etmiştim. İçindeki mavi gezegenin benim dünyam olduğunu ve cebime koyduğum bu küçük bilye ile birlikte dünyamın da her zaman benimle beraber geldiğini hayal ederdim.

"Artık dünyanı da yanında götürebilirsin," dedi Metehan ağlamaklı bir sesle. Ona sıkıca sarıldım. Birlikte yukarıya çıktık. Metehan annemle vedalaşırken odama girdim. Yıllarımın geçtiği bu eve günün birinde veda edeceğimi hiç düşünmezdim. Üzerimdeki elbiseyi değiştirdim. Ayakkabılarla birlikte kutuya koyduktan sonra kutunun içine bir de not iliştirdim.

Saat gece yarısını gösterdiğine göre külkedisinin balkabağına dönüşme zamanı geldi Atlas Serez.

Notumu koyup kutunun kapağını kapattım. Külkedisi gibi ardımda topuklularımı da bıraktıktan sonra elimde dünyamla birlikte annemi de alıp bavulları aşağıya indirdim. Metehan ile vedalaştım. Ona kızlara gerçeği anlatmasını ve onları en kısa zamanda arayacağımı söyledikten sonra annemle beraber bavullarımızla birlikte otogara geldik. Otobüsün kalkmasına beş dakika kala bavullarımızı teslim etmiş otobüsün içinde koltuklarımızı aramaya başlamıştık.

Ben cam kenarına annem de hemen yanıma oturdu. Başımı onun omzuna yaslayıp otogarın girişine diktim gözlerimi. Bir avucumda minik dünyamla yaşlı gözlerle onun gelmesini bekledim. "Bensiz nereye gidiyorsun bebeğim?" demesini bekledim. Beni bu otobüsten çıkarmasını ve tüm bunların bir kabustan ibaret olduğunu söylemesini bekledim. Ama öyle olmadı. Atlas gelmedi. Ada ise aşkını ardında bırakarak şehri terk etti.

 

DEVAM EDECEK…

Loading...
0%