Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: Suç Ortağı

@sevvnuraydn

(Ada'dan...)


Partiyi nasıl terk ettiğimi hatırlamıyorum bile. Kendimi koşarak bana verilen odaya atmış kapıyı da kimse girmesin diye ardımdan kilitlemiştim. "Bittim ben," dedim kendi kendime. Az önce yaşananlar her aklıma geldiğinde utançtan yerin dibine giriyordum. Bu da yetmezmiş gibi işten kovulacağım da apaçık bir gerçekti. Annem kesin beni öldürecekti!


"İşte bu sefer kesin bittim!"


Komodinin üzerindeki gözlüğü burnumun üzerine yerleştirdim ve kimseye görünmeden buradan nasıl çıkacağım hakkında kendi kendime bir kaçış planı düşünmeye başladım. Fakat saksı şu sıralar çalışmayı reddediyordu. Kovulacağım gerçeğine odaklandığımdan başka bir şey düşünemiyordum.


İşe ilk önce üzerimdeki kostümden kurtulmakla başladım. Bir şekilde şu lanet olasıca bebek kostümümden kurtulmam gerekiyordu. Ama kostümün her zaman rahatlıkla açtığım fermuarı ne hikmetse bu sefer sıkışmıştı ve benim gibi sabırsız bir insan için bu durum kesinlikle cinnet sebebiydi!


"Senin gibi kostümün!" diye bir çığlık kopardım. Sanki biri bunu yapmamı bekliyormuşçasına tam o sırada kapıyı tıklattı. İçimden bu kişinin Metehan olması için dua ederek kapıyı açtım ve hayatımın şokunu sırıtarak bana bakarken buldum.


"Demek buraya kaçtın kül kedisi," dedi bebeğin dayısı. Daha az önce üzerine düşerek onu iki seksen yere sermemişim gibi konuşması gülünçtü.


"Sizin burada ne işiniz var?" diye sordum dayanamayarak. Bu sorumla birlikte işaret parmağını yanağına dayamış düşüncelere dalmıştı. Sırtını kapının pervazına yaslamış iki metreye yakın boyuyla elektrik direği misali kapıda dikilmişti.


"Seni arıyordum," dedi bir anda. Beni aramasına şaşırsam mı yoksa böyle bir ihtimalin olmasının mümkün olmayacağını bildiğimden kahkaha mı atsam bilememiştim. Başımı olumsuz anlamda salladım ve "Sizden son bir ricam var," dedim.


Sanki ondan şehrin anahtarını istemişim gibi ilgiyle baktı gözlerime. "Ne istersen," dedi ve etkileyici bir şekilde gülümsedi. Onu böyle görünce çarpışmanın şiddetinden sonra beyin sarsıntısı geçirdiği hakkında ciddi şüphelerim vardı. Hatta benim gibi birinden bile beklenmeyecek bir şekilde elimi bir anda alnına yapıştırdım ve bekledim.


Teni sıcaktı. Ama ateşi yoktu. "Ne yapıyorsun?" diye sordu kıkırdayarak. Bunun üzerine "Ateşiniz yok. O halde beyin sarsıntısı geçirdiniz. Yerinizde olsam oteldeki sağlık ekiplerine kendimi gösterirdim. Çünkü o kazadan sonra beni aramanız için cidden kafanızın yerinde olmaması gerekir," dedim ve tam kapıyı kapatacağım sırada beni durdurdu.


Parlak ayakkabısının burnunu kapının arasına koymuştu. Gözlerindeki ışıltıya baktım ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalıştım. Ama aklım bunu idrak edemeyecek kadar kötü durumdaydı. "Sizden tek ricam üzerimdeki kostümümün fermuarını açması için Metehan'ı çağırmanız. Mavi bebek kostümlü olan kişi Metehan," diyerek durumu açıklamaya çalıştım.


Sebebini anlayamadığım bir nedenden kaşları çatılmıştı. Muntazam bir şekilde taranmış saçlarını eliyle dağıtmış ve "Metehan?" diyerek gülmeye başlamıştı. Kendi kendine girdiği saçma gülme krizi git gide korkutucu bir boyuta ulaşıyordu. Hayatında bu kadar gülmediğine yemin edebilirdim.


"Siz iyi değilsiniz. Ben kendim hallederim," dedim ve kapıyı tam yüzüne kapatacakken tekrar buna mani oldu.


"Madem yardıma ihtiyacın var. Ben sana yardım ederim," dedi birden. Bunu öyle telaşlı söylemişti ki sanki onu reddedersem kapıyı tekrar kapatmamam için eşiğin önüne yatacak gibi bir hali vardı. Gözlerim kocaman açılmış yüzüne şüpheyle bakarken bulmuştum kendimi.


Fazlasıyla şirin bir tipi vardı. Üstelik ortalamanın üzerinde de yakışıklıydı. Ama bu onu tanımadığım gerçeğini değiştirmiyordu. "Sizi tanımıyorum bile," dedim onu baştan aşağıya süzerken. Söylediğim şeye bozulmuştu. Kollarını tıpkı sabahki araba kazasında da olduğu gibi göğsünde kavuşturmuştu ki "Sen sabah beni ezmek üzere olan astronotsun," diyivermiştim.


Onu astronot olarak nitelendirmem onun kahkahayla gülmesine yetmişti tabii. Sinir bozukluğuyla baktım yüzüne. "Şimdi kapıyı yüzünüze kapatıyorum ve bu olanların hiçbirini hiç yaşanmamış gibi sayıyoruz," dediğimde başını beni reddettiğini belli edercesine sallamıştı.


"İzin ver bu astronot sana yardım etsin."


Öyle zor bir durumdaydım ki onu yakasından tutmak suretiyle odaya sokmaktan başka bir çarem yoktu. Bebeğin dayısı içeri girdiğinde hayatında hiç olmadığı kadar mutluydu. "Bebeğin dayısı Bey," dedim ve bu söylediğim onu yine kahkahalara boğdu. Adını bile bilmediğim bir şahsı kaldığım odaya almak akıl karı değildi. Fakat buna mecbur kaldığım da apaçık bir gerçekti.


"Bebeğin dayısı Bey de ne? Benim bir adım var. Atlas ben. Atlas Serez. Ama sen bana istersen yine de bebeğin dayısı da diyebilirsin."


Benimle alay etmesi sinirimi bozsada en azından adını öğrenebilmiştim. "Üzülerek çok gıcık olduğunuzu söylemeden edemeyeceğim Atlas Beyciğim," dedim gülerek.


Atlas sırıtarak yüzüme doğru eğildi ve "İstersen sadece Bey de diyebilirsin. Benim içim hava hoş," dedi. Ufak çaplı bir şok yaşadım. Benimle kesinlikle dalga geçiyordu. Başımı onun iflah olmaz bir serseri olduğunu anladığımdan umutsuzca salladım.


O ise beklentiyle bana bakıyordu. Bir süre birbirimize öküzün trene baktığı gibi boş boş baktıktan sonra en sonunda "Neden bana öyle bakıyorsun?" deme gereği duydum. Atlas kıkırdadı.


"Adını söyleme sırası sende," dedi ve göz kırptı. Bunca şamataya ne gerek vardı? Doğrudan ismimi sorsa zaten söylerdim.


"Ada."


"Ada ne?"


"Düz Ada işte!"


Cırlamam onu ilk başta ürkütsede sonrasında bu durumu garipsemez hale gelmişti. "Artık şu kostümü çıkartmama yardım edecek misin?" diye sordum bıkkın bir nefes verdiğim sırada. Saçlarımı fermuara takılmasın diye ellerimin arasına aldım. Atlas tam arkamdaydı. Parmağı sıkışan fermuarı kavradı ve biraz zorlayarakta olsa sonunda fermuarı açmayı başarmıştı. Fermuarı biraz araladığında "Gerisini ben halledebilirim," dedim.


Atlas fermuarı indirmeyi bıraktı. Bense ona dönmüştüm. "Teşekkür ederim," dedim ve dışarı çıkması için ona gözlerimle kapıyı işaret ettim. Şükürler olsun ki söylememe gerek kalmadan ondan yapmasını istediğim şeyi anlamıştı. Kapıyı açtı ve son bir kez bana baktı.


Üzerindeki takımın iç cebinden bir kartvizit çıkarıp bana uzattı. "Ne zaman istersen arayabilirsin. Senin için her zaman müsait olacağım bebeğim," dedi ve gülümseyerek göz kırptı. Ona inanamayarak baktım. Bu kadar lakayt olabilen birini daha önce hiç görmemiştim.


"Kalsın," dedim ve o daha ağzını bile açamadan kapıyı çat diye yüzüne kapattım. Bana bebeğim deme cüretini kimden aldığını merak ediyordum. Kapıya bakıp dil çıkardım. Onun ağırbaşlı biri olmasını beklerken böyle biri çıkabileceğini nereden bilebilirdim ki?


Üzerimdeki kostümü çıkarıp bir kenara koydum. Daha sonra kendi kıyafetlerimi giyindim. Bir an önce buradan çıkmalıydım. Fakat Atlas denilen astronotun kapıda olma olasılığını da göz ardı edemezdim. Onun gibi birinin beni yakalatma ihtimali oldukça yüksekti.


Sıkıntılı bir nefes verdim ve bir çare düşünmeye başladım. Bir şekilde Metehan'a ulaşabilirsem buradan çıkabilirdim. Ama nasıl? Ortada olmak yerine kayıplara karışmış telefonum olmadan ona nasıl ulaşabilirdim ki?


"Atlas," diye mırıldandım kendi kendime. Ondan onca rezilliğime rağmen son bir iyilik istemekten başka çarem yoktu. Bir ümit kapıdadır diye kapıyı yavaşça araladım ve ne hikmetse onunla göz göze gelmem de bir olmuştu.


Yüzsüzlüğümü konuşturarak otuz iki diş sırıttım. "Şey acaba benim için son bir şey yapabilmen mümkün mü?" diye sordum gözlerimi kırpıştırarak. Atlas elini kapının pervazına dayadı ve yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladı.


Eğer beni öpmeye niyet ederse beş kardeşi yüzüne yiyeceği kesindi. Yutkundum ve ona baktım. "Söyle bakalım. Senin için ne yapabilirim?" dediğinde aralık kapıdan ona bakıp sırıttım. Umarım onu etkileyecek kadar şirin görünüyorumdur.


"Şey... Bana bahçeden Metehan'ı çağırır mısın?"


Atlas duyduğu isimle gözlerini yumup sıkıntılı bir nefes verdi. Sanki ona karşı yasaklı bir sözcük söylemişim gibi bir anda gözlerini açmış kaşlarını çatmıştı. Aralık kapıdan sadece kafamın görünmesi onu şüphelendirmişti.


"İçeride ne işler karıştırıyorsun?" diye sordu. Ses tonu iğneleyiciydi. Kapıyı ardına kadar açtım ve ona aslında hiçbir şey karıştırmadığımı bir de kendi gözleriyle görme imkanı vermiştim. Fakat onun gözleri içeride değildi. Gözleri benim üzerimdeydi.


Büyülenmiş gibi bana bakıyordu. Gözleri üzerimdeki geçen hafta pazardan aldığım çiçekli elbiseye takılı kalmıştı. Bana olan bakışları çarpılmış olabileceği hakkında kafamda teoriler üretmeye başlamama neden oluyordu.


"Atlas Bey," dedim ve gerçek dünyaya dönmesi için elimi gözlerinin önünde sallayıp durdum. Bir süre sonra astronot gezegenimize acil iniş yapmış kendine gelmişti.


"Metehan yok!" 


Aniden bağırmasıyla yerimden sıçramıştım. Başparmağımı damağıma bastırdım ve ona baktım. Cidden koskoca otelin sahibinin böyle deli olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. "Ne demek Metehan yok?" diye sordum birden. Atlas bu sorumla yutkundu ve ensesini kaşıdı.


"Yani o çoktan gitti demek istedim."


İşte şimdi hapı yuttuğum ana gelmiş bulunuyoruz. Metehan eve gitmişti ve ben şu lanet otel odasında mahsur kalmıştım. "Şimdi ne yapacağım ben?" dedim kendi kendime. Başımı ellerimin arasına almış otel odasının ortasında volta atıyordum. Atlas ise gayet rahat bir şekilde kapıdan beni izliyordu. Ta ki "Kahretsin," diyene kadar...


Panikle odaya girmiş kapıyı kapatmıştı. "Ablam bu tarafa doğru geliyor," dedi panikle. Ablasının bizi otel odasında basacak olmasıyla dehşete kapılmıştım. İşte şimdi boku yedik!


"Şimdi ne yapacağız? Bir an önce buradan çıkmamız lazım."


Atlas düşünmeye başladı. Sonrasında beni odanın köşesindeki banyoya soktu. "Sakın sesini çıkarma. Ben onu oyalarım," dedi ve banyonun kapısını kapattı. Bu işlere nasıl bulaştığımı bile bilmiyordum. Bebek olalım derken başka bir şey zannedilmek üzereydim. Tövbe!


Atlas "Talya hamile halinle bu kadar gezmen doğru değil," dedi. Ablasının kıkırtısını buradan bile duyabiliyordum. Atlas ne yapmış ne etmiş ablasını dışarı çıkarmış olmalıydı. Sesleri kesilmişti. Bir cesaret kapıyı açıp göz ucuyla odaya baktım.


İçeride kimse yoktu. Fırsat bu fırsat Ada. Ne yapıp ne edip bir şekilde bu odadan kaçacaktım. Göz ucuyla birinin gelip gelmediğini kontrol ettim. Kimsenin gelmediğinden emin olunca da pencereyi açtım. Daha önce bunu yapmadığım için saniyesinde pişman oldum. Çünkü atlayabileceğim mesafedeydim.


Yerden birkaç metre yükseklikteydim. Ama bu benim için problem değildi. Çünkü dibimdeki koca ağaca çıkacak ve daha sonrasında rahatça yere inecektim. Pencerenin kenarına bastım ve bir cesaret bacağımı ağacın üzerine attım. Daha sonra kollarımı ağacın kalın dalına doladım.


Ağacın üzerine kendimi atmayı başardığımda hayatım boyunca anneme bile böyle sıkı sarılmadığıma emin olmuştum. "Hadi bakalım Ada. Bundan sonra Allah'a emanetsin kızım," dedim kendi kendime. Karanlıkta bastığım yeri zar zor gördüğümden düşüp bir tarafımı kırmamak için devamlı dua ediyordum.


En sonunda amacıma ulaşmış sağ salim yere ayak basabilmiştim. Kırık çıkık yoktu. Kafamı yarmamış ya da ona benzer bir durumla karşılaşmamıştım. Tek yapmam gereken şey bir an önce taksiye atlayıp eve gitmekti.


Fıtı fıtı kapıya doğru ilerledim. Annem şu azmimi görse alnımdan öperdi. Ama işin en acı kısmı eve işten atıldığım gerçeğiyle döneceğimden dolayı annem muhtemelen beni öpmek yerine şamar oğlanına çevirecekti. Yutkundum ve otelin önünden geçen ilk taksiye binmeye niyet ettiğimde tam arkamdan bir ses duyuldu.


"Yakalandın bebeğim!"


Olduğum yerde çarpılmış gibi kalakaldım. Gözlerimi yumdum ve sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada arkamı dönmek durumunda kaldım. Yüzündeki sevimli gülümseme tatlı bir kıkırtıya dönüştü. Bana doğru yaklaştı ve "Nereye gittiğini sanıyorsun?" diye sordu.


Kendimi yaptığı yaramazlıklardan dolayı yakalanan küçük bir kız gibi hissetmiştim. Babetimin ucuyla yerde hayali yarım bir daire çizdim ve gözlerimi ondan kaçırdım. Ama Atlas bunu yapmamam için parmak ucuyla çeneme dokundu ve gözlerine bakmamı sağladı.


"Kaçacaksan bensiz hiçbir yere kaçamazsın bebeğim. Senle ben artık suç ortaklarıyız."


Senle ben lafını ondan ilk o zaman duymuştum. Sonrasında defalarca kez duyacağımı nereden bilebilirdim ki? Yutkundum. "Atlas Bey siz neler söylüyorsunuz?" dedim duyduğum şeye inanamayarak. Bunu sormamın bir diğer nedeni de onu edebi bir dille kendine getirmek istememdi.


Atlas bana doğru bir adım attı ve aramızdaki minicik mesafeye bakıp gülümsedi. "Bana sadece Atlas de bebeğim," dedi. Bana kaçıncı kez bebeğim dediğini hatırlamıyordum bile. Aramızda güvenli mesafeyi oluşturmak için onu göğsünden nazikçe itmiş ve "Madem Bey demiyoruz o zaman sende bana bebeğim deme," dedim.


Kıkırdadı. Kıkırtısı bile kendine özgüydü. Gözlerimi gözlerine dikmiştim. "Üzgünüm ama benim bir an önce eve gitmem gerek," dedim birden. Atlas başıyla tam dibimize kadar gelen siyah uzay mekiğini işaret etti.


"Atla bebeğim."


Atlas'ın yanına oturdum ve kemerimi taktım. İşlerin ne ara bu raddeye geldiğini bile anlamamıştım. Daha bir saat öncesine kadar ben onu üzerine düşmek suretiyle yere sermemiş miydim? Beni işten atacağı hatta laf sokacağı yerde bana bebeğim diyecek samimiyete ne ara geçtiğimizi bir türlü anlamıyordum.


Atlas arabayı otelin görkemli kapısından çıkardığında daha şimdiden üzerimden büyük bir yükün kalktığını hissediyordum. Geriye tek bir problemim kalıyordu ki o tüm zamanların en büyük problemiydi. Tüm bu olanları anneme açıklamak...


Göz ucuyla Atlas'a baktım. Yüzündeki gülümsemenin sebebini merak ediyordum. Cennetten haber gelmiş gibi mutluydu. Hatta birden radyoyu açıp parmaklarıyla direksiyonda ritim tutacak kadar mutluydu. Radyodaki şarkı Mabel Matiz'in Ahu isimli şarkısıydı.


Şarkının melodisi öyle güzeldi ki yolu tarif etmek şöyle dursun uzaklara dalıp gitmiştim. Arada bir Atlas'ın gözlerini üzerimde hissediyordum. Onun dışında dünya ile olan irtibatım tamamen kopmuştu.


Bir süre sonra Atlas evin adresini sordu. Ona evin yolunu tarif ettim ve başımı arabanın ultra rahat koltuğuna yasladım. O kadar yumuşaktı ki uyumamak için büyük savaş vermiştim. Tabii bu savaşın galibi tatlı rüyam olmuştu.


*******


"Ada bebeğim uyan," diye fısıldadı bir ses. Gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm şey Atlas'ın gözleriydi. Işıl ışıl parlayan gözlerine sempatik gülüşü eşlik ediyordu.


"Evine geldik bebeğim," dedi ve başıyla dışarıyı işaret etti. Doğruldum. Emniyet kemerimi çıkardım. Daha sonra Atlas'a "Seni de uğraştırdım kusura bakma," dedim mahcubiyetle.


Atlas gülümsedi ve "Bu benim için bir zevkti bebeğim," dedi. Bana bebeğim demesinin sebebini hala anlamıyordum. Ama bunu ona soramayacak kadar yorgundum. Bütün gün çalışmıştım. Uykuya hiç olmadığım kadar çok ihtiyacım vardı.


"Ayrıca ablandan benim adıma özür dilemeni istiyorum. Partisini mahvettim."


"Sen partiyi mahvetmedin. Sen o partiyi anlamlı kıldın Ada. Benim için o parti bir anlam kazandı. Artık hatırlanmaya değer bir anım var."


Söylediği sözler öyle güzeldi ki yanaklarımın pembeleştiğini hissedebiliyordum. Beni suçlamak şöyle dursun ona güzel bir an yaşattığımı söylüyordu. Gülümsedim ve "Benim artık gitmem gerek. Her şey için teşekkür ederim Atlas," dedim içtenlikle.


Onunla olaylı geçen tek günümün o gün olduğunu sanıyordum. Halbuki bizi gelecekte bundan daha fazlası bekliyordu. Bunu o an bilememiştim. Arabadan indim. İkinci ve en zorlu sınavım annemleydi. Bu yüzden vakit kaybetmeden apartmandan içeriye girdim.


Annemin beni evde beklediği hakkında en ufak bir şüphem yoktu. Üzerinde civcivli anahtarlık olan anahtarımı çıkarıp kilide soktum. Birkaç kez çevirip yavaşça kapıyı araladım. Şansım varsa anneme fark ettirmeden odama kaçabilirdim. Ama bende o şans yoktu. Hiçbir zamanda uğramamıştı.


İçeriye girdiğimde olabilecek en sessiz şekilde kapıyı ardımdan örttüm. Filmlerde balerin misali parmak ucunda kaçan insanlar gibi usulca odama doğru gitmeye yeltenmiştim ki salondan annemin sesi duyuldu.


"Geç kaldın," dedi birden. Olduğum yerde kalakaldım. Ona yakalanmamamın imkanının olmadığını her zaman biliyordum. Ama bu sefer büyük fırça yiyeceğim kesindi. Ağır adımlarla başımı öne eğerek sadece okuma köşesindeki abajurun ışığının olduğu salona bir adım attım.


Annem kansız olduğundan normalden fazla üşürdü. Üzerine aldığı bordo pikesiyle birlikte koltukta oturmuş bana bakıyordu. Yüzündeki ifadenin anlamını çok iyi biliyordum. Onun için hayal kırıklığıydım. Başını her zaman yaptığı gibi umutsuzca sağa sola salladı.


"Bu saate kadar neredeydin?"


Seyirci joker hakkımı kullanmak istiyordum. Fakat bunu yapmak gibi bir hakkım şu an yoktu. "Bana yine nutuk mu çekeceksin?" dedim bir anda. Bu söylediğim onun afallamasına neden olmuştu. Şaşkın bakışları yüzümde geziniyordu.


"Bu geçerli bir cevap değil. Saatin farkında mısın?"


Göz ucuyla duvardaki ahşap saate baktım. Saat gece yarısını biraz geçmişti. Hiçbir zaman eve bu kadar geç kalmamıştım. Annemin kızmakta haklı olduğunu apaçık bir gerçekti. Stresten dudaklarımı kemirmeye başladım.


"Açıklayabilirim," diye mırıldandım. Annem yanına oturmam için parmaklarının uçlarıyla koltuğun üzerine hafifçe vurdu. Yanına oturdum. O da üzerindeki pikenin bir kısmını benim bacaklarıma gelecek şekilde örttü. Bense ona gerekli açıklamayı yapabilmek için kelimeleri kafamda toplamaya çalıştım.


"Bugün işe tam üç dakika otuz iki saniye geciktim," diyerek başladım sözlerime. Annem kıkırdadı. Patronumun ne tür bir ruh hastası olduğunu az çok biliyordu.


"Kovulacağımdan neredeyse eminken şansıma bu seferki organizasyon lüks bir otelde yapılacağından kovulmadım. Ama domuz patronum eğer akşamki işi batırırsam beni kovacağını söyledi."


"Şu adama domuz deyip durma. Sayende adamın gerçek adını tamamen unuttum."


Patronumun bir adı olduğundan bile emin değildim. Ümitsizce başımı salladım ve hikayemin geri kalanını anlatmaya başladım. "Her şey gayet iyi gidiyordu. Ama bu sefer gözlüksüzlüğüm başımı fena derde soktu anne. Ayağım bir şeye takıldı ve," dememle annemin gözleri dehşete kapılmış gibi kocaman açılıvermişti.


"Yoksa?"


"Merak etme. Bu sefer kızın daha komik bir olaya imza attı."


Annem merakla gözlerime bakarken gülmemi bastırmakta epey zorlanıyordum. "Bebeğin babası yerine dayısına koşmuşum. Tabii ayağım kayınca adamın üzerine düşüverdim," dediğimde o anı tekrar yaşıyormuşum gibi gözümün önünde belirdi tüm görüntüler.


Atlas'ın bana olan bakışı, saçlarımı kenara çekerkenki hali, yüzündeki sempatik gülümsemesini anımsadım. Annem ellerini gözümün önünde sallayıp durmaya başladı. "Dünyadan Ada'ya!" diyerek beni kendime getirdi.


Anneme Atlas ile otel odasında yaşadıklarımızı atlayarak partide mahsur kaldığımı üstün körü açıkladım. Bana kızacağını düşünsemde kovulduğum gerçeğine bir şey dememişti. Pikesini açtı ve beni içeri aldı. Anneme sıkıca sarıldım.


Bana çok nadir şefkat gösterirdi. Genellikle sevgisini belli etmeyi beceremezdi. Ama ben onun yine de beni kendince sevdiğini her zaman bilirdim. "Artık uyu," dedi annem. Birlikte salondan çıkmış odalarımıza dalmıştık.


O kadar çok uykum vardı ki uyku öncesi rutinimi gerçekleştirir gerçekleştirmez kendimi yatağa bırakıvermiştim. Yumuşacık yatağım beni daha da içine çekiyordu. Belki de ben öyle zannediyordum. Kim bilir?


Loading...
0%