@sevvnuraydn
|
(Ada'dan...) Sabahın köründe uyanmamın tek sebebi çalan telefonumdu. Ortalığı inletecek kadar yüksek sesle çalan telefonumun uykumun içine etmesiyle komodinin üzerinden kendilerini alıp bu Çin işkencesine bir son verdim. Arayanın kim olduğuna bile bakmadan "Efendim!" diye bağırdığımda telefonun ardında kısa bir sessizlik hakim oldu. Bu sessizlik işkillenmeme yetti tabii ki. Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp ekrana baktığımda arayanın patronum daha doğrusu eski patronum domuz olduğunu gördüm. Onun beni neden aradığını çoktan geçmiş bu kadar erken vakitte aramasını hayra yoramıyordum. Uykulu bir sesle "Hayır size kan falan vermeyeceğim," dedim ve tam telefonu yüzüne kapatacağım sırada beni durduran bir şey söylemişti. "Yarım saat içinde burada ol. Geç kalırsan seni bu sefer kesin kovarım." Muhtemelen bunların hiçbiri yaşanmıyordu ve ben kesin rüya falan görüyordum. Kulağımda telefonla gözlerimi kapatmış ruh hastaları gibi kahkaha atmaya başlamıştım. "Bu bir rüya! Rüya olduğu için sana istediğimi söyleyebilirim. Sen bir domuzsun," dedim ve telefonu kapatıp yüzümü yastığıma gömdüm. Bir süre öylece yüzümün yastığımın sıcaklığıyla eriyip tost peyniri gibi yapışmasına izin verdim. Sonrasında ise içime düşen küçük kurdun varlığı beni ayağa dikmişti. Telefonumun kilit ekranını açıp aramalara baktığımda az önce eski patronumun beni gerçekten işe çağırdığını ve ona domuz dediğimi hatırladım. "Allah seni kahretsin Ada!" diye bir çığlık kopardım. Kendimi az önce yüzümü rahat rahat gömdüğüm yastıkla boğmak istiyordum. Yastığı yüzüme bastırıp avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. Sinirimi attığımdan emin olduğumda ise battaniyemi ayağımla tekmeleyerek yataktan atmış sonrasında da sinir bozukluğuyla banyoya doğru adımlamaya başlamıştım ki gözüm yarı açık olduğundan yüzümü şak diye kapıya çarptım. Alnım fena halde zonkluyordu ve talihsizlikler daha şimdiden yakama yapışmıştı. Bu sabah Murphy kanunları ile uğraşacak halde değildim. Normal şartlarda bunlarla baş etmenin bir yolunu bulabilirdim ama şimdi değil. Şimdi gerçekten hiç sırası değil! "Of! Of! Of!" Kendi kendime söylenecek vaktim bile olmadığı aklıma geldiğinden bu kadarıyla yetinmek durumundaydım. Alnımı ovuştura ovuştura banyoya doğru ilerledim. Bir an önce hazırlanıp evden çıkmam ve gözümde gerçek bir domuzdan farksız olan patronuma domuz dediğim için özür dilemeliydim. Sıkıntılı bir nefes verip olabilecek en hızlı şekilde hazırlanıp evden çıktım. Otobüs savaşlarına kaldığım yerden devam ediyorum arkadaşlar. Durağa kadar deli danalar gibi koşup kendimi otobüse attığımda dejavu yaşıyormuşum gibi hissettim. Onunla karşılaştığım ve olaylı bir geceyle kapanışı yaptığım o sabaha geri dönmüşüm gibi hissediyordum. Sanki otobüsten inip iş yerime doğru koştuğumda onun uzay mekiğiyle yeniden karşılaşacakmışım gibi hissediyordum. Yutkundum. Hissettiklerimle aklıma doluşan görüntüler nefes alıp verişlerimi zorlaştırıyordu ki iş yerimin yakınındaki durağa kendimi atmıştım. Geç kalıp kalmadığımı görmek için telefondan saatimi kontrol ettim. Hala vaktim vardı. İş yerime doğru yürümeye başladım. Yaklaştıkça malzeme kolileri taşıyan Metehan'ı daha net görebiliyordum. Parti malzemeleriyle dolu kolileri birkaç kişi ile birlikte araca yüklemekle meşguldü. Adımlarımı hızlandırıp onların yanına gittim. Metehan beni görünce "Sen de nereden çıktın?" diye sordu neşeyle. "İşe geri döndüm." "Nasıl?" diye sordu Metehan şaşkınlıkla. Acaba ona patronuma telefonda domuz dediğimi söylediğimde de böyle bir tepki mi verecekti çok merak ediyordum. "Sabah patron aradı ve yarım saat içinde işinin başında ol dedi," diyerek durumu Metehan'a açıkladım. İkimizin de o kart horozun beni nasıl koşulsuz şartsız işe geri aldığı hakkında en ufak fikri yoktu. Gece uykusunda karabasan mı gördü acaba diye düşünmekten kendimi bir türlü alamıyordum. Bunu düşünmek bile kıkır kıkır gülmeme yetiyordu. Metehan'a bakıp "Asıl olay benim işe geri dönmem değil," dedim ve asıl bombayı patlatmak üzere ona doğru sokuldum. Etraftaki kimsenin bu rezilliğimi duymadığına emin olmak için etrafıma bakınıp fısıltıyla "Ona telefonda domuz olduğunu söyledim," dedim. Metehan bu söylediğimle "Ne dedin sen?" diye bağırmış bense tüm dikkatleri paratoner misali üzerimize çektiğimizden onu susturmak için ağzının ortasına bir tane patlatmaktan kendimi alamamıştım. Bu yaptığıma kızmak şöyle dursun Metehan kahkahalarla gülmeye başlamış onun gülmesiyle herkes işi gücü bırakmış bizi izler olmuştu. Sinir bozukluğuyla alnıma bir şaplak atmış sonrasında da Metehan'ı Allah'a havale edip patronla görüşmek üzere içeri geçmiştim. İçeride de en az dışarıdaki kadar büyük ve hummalı bir çalışma vardı. Herkes hararetle işleri yetiştirmek için uğraşıyordu. Bu kadar büyük çaplı organizasyonu en son o gün yapmıştık. Yutkundum. Kafama dolan düşünceleri def edip patronun odasına etkileyici bir giriş yaptım. Kart horoz masasının başında karşısındaki adamla hararetli bir şekilde bir şeyler konuşurken gözleri bir anda bana kaydı. Sabahki nezaketinin onda biri bakışlarında yoktu. Bana kusacak gibi bakmasını umursamamaya çalışarak "Beni çağırmıştınız," diye mırıldandım. Bunun üzerine yüzüne yapmacık bir gülümseme kondurmuş konuştuğu adamın yanındaki boş koltuğa oturmam için eliyle işaret vermişti. Beni işe geri almasını çoktan geçmiş o son derece değerli koltuklarından birine oturmamı istemesi hiç hayra alamet değildi. Sabah sabah kahvaltıda çay yerine çamaşır suyu mu içti diye düşünmekten kendimi alamadım. Çünkü bunu yapacak kafaya gelmesinin tek yolunun kimyasal yutmuş olmasına bağlayabilirdim. Ama yine de çok fazla gözüne batmamak adına işaret ettiği koltuğa oturdum. Malum sabah ona domuz dediğim gerçeği vardı. "Bugünkü partinin sorumluluğu sende," dedi domuz patronum otuz iki diş sırıtarak. Onun beyin travması geçirdiğine bu sözüyle kesin olarak emin oldum. O bana değil bir partinin sorumluluğunu günahını bile emanet etmezdi. Kocaman açılmış gözlerle domuz patronuma bakarken birden karşımda bana tuhaf tuhaf bakan genç adamla göz göze geldim. Bakışlarımın ona kaymasının sebebi bana utanmasa içime düşecek gibi bakmasıydı. "Parti benim mekanımda olacak," dedi karşımdaki adam. Tek kaşımı kaldırmış bu olanlara bir anlam vermeye çalışırken bulmuştum kendimi. Domuz patronum bu duruma bir açıklık getirmek için "Koray Bey sadece bugün yapılacak olan partinin değil ünlü bir restoran zincirinin de sahibi. Bu akşam Beykoz'da yeni restoranının açılışı var ve organizasyonu bizim firmamız yapacak," demişti. Hala anlamadığım şeyler vardı. Birincisi koskoca restoranın açılışını neden benim üstlendiğim, ikincisi ise kaçık patronumun geçen seferki işi batırmama rağmen beni neden tekrardan işe aldığıydı. Adının Koray olduğunu öğrendiğim adam elini tokalaşmak için bana uzatırken "Ada," diye mırıldandım. Dudakları keyifle yukarıya kıvrılırken tokalaşmak yerine elimi tutup üzerine öpücük konduruşunu fal taşı gibi açılan gözlerimle izledim. "Memnun oldum Adacım. Memnun oldum." (Atlas'tan...) "Abla bunun işe yarayacağına emin misin?" diye sordum son kez. Ablam kahvaltı sofrasında mükellef bir kahvaltının sefasını sürerken ben stresten değil tek lokma yiyebilmek stresten rahat nefes bile alamıyordum. Söz konusu Ada olunca midemdeki kelebekler rahat durmuyordu. Ablam bal sürdüğü kızarmış ekmeği ağzına atarken başını olumlu anlamda salladı. Lokmasını bitirince "Ona eski işini geri vermemiz gerek. Ayrıca eniştenin arkadaşları arasında yakınlarda organizasyona ihtiyacı olan yalnızca Koray var," dedi. Her şeyi geçmiş eniştemin maymundan evrilme arkadaşlarının hiçbirine güvenmiyordum. Güvenemiyordum. Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada Ada'nın para diye neredeyse ağaca çıkacak olan patronunu ikna etmemin de tek yolunun bu olduğu kanısına vardım. Düştüğüm durum içler acısıydı. Ablamın organizasyonunu ben yaptığımdan o sevimsiz adamın numarası da telefon rehberimde kayıtlıydı. Numarayı aradığımda arkadan "Ne var?" diye bir ses duydum. Dudaklarımdan histerik bir kıkırtı döküldü. "Ben Atlas Serez," diye başladım sözlerime. Bunun üzerine telefonun ardında hareketlilik oluştu. Onlarca özür dilemenin ardından "Size bugün için büyük bir organizasyon işi vereceğim. Bu organizasyonla sosyeteyle büyük anlaşmalar yapabilirsiniz. Tabii karşılığında benim de sizden bir ricam olacak," diyerek sözlerimi art arda sıralamış oldum. Büyük teklifimle balık yemi yutmuş oltaya takılmıştı. "Ada'yı işe geri almanızı istiyorum. Tek şartım bu," dediğimde aldığım onayla birlikte aramayı sonlandırdım. Sonrasında kahvaltı masasını silip süpüren ablamın karşısındaki sandalyeye kuruldum. Ağzında lokmayla kirpi balığı gibi bana bakan ablama "Hallettim," diye mırıldandım. Bana bakıp otuz iki diş sırıtan Talya Serez umarım senin aklına uyup başıma bela almıyorumdur. "Şimdi kahvaltını et de bir an önce hazırlanıp çıkalım," dedim önümdeki omletten bir çatal aldığım sırada. Ablam tek kaşını kaldırmış "Nereye?" diye sormuştu. "Tabii ki de Ada'yı görmeye gidiyoruz. Onu kimseyle baş başa bırakamam." Kıskançlığım sesime de yansımış olacak ki ablam keyifle kıkırdamaya başlamıştı. Karnını tamamen doyurduğundan miskin bir şekilde arkasına yaslanmış parlak kahverengi gözlerini benimkilere dikmişti. "Sen kör kütük aşıksın bu kıza," dedi ışıldayan gözlerle. Kınadığım şeyin saniyesinde gerçekleşmiş olması da ona ayrı bir keyif veriyordu. Ağzıma iki lokma tepip ablam ile beraber hazırlanmış evden çıkmıştık. İnternetten firmanın adresini araştırıp navigasyonun beni yönlendirdiği adrese doğru arabayı sürmeye başladım. "Ay müstakbel gelinimizi göreceğime inanamıyorum!" diye şakıdı ablam sevinçle. Bunu söylerken küçük çocuk gibi ellerini çırpmasına gülmemek elde değildi. Talya çantasından çıkardığı güneş gözlüğünü takarken "Sende kendininkini tak. Dikkat çekmeyelim," demişti. İçinde bulunduğumuz arabayla dikkat çekmediğimizi düşünmesi oldukça ironikti. Ama yine de bunu ona söylemeyip güneş gözlüklerimi takmıştım. İki kardeş FBI ajanı gibi organizasyon firmasının girişini görebileceğimiz şekilde kuytu bir köşede Ada'nın işe gidişini izliyorduk. "Bu o... Ada," dedim ablama Ada'yı işaret ederken. Onu görünce bile hayat enerjimin yerine geldiğini hissetmiştim. İç çekerek onun iş yerine doğru yürüyüşünü izliyordum. Koyu kumral saçlarını tepeden toplamıştı. Üzerinde beyaz mavi çiçek desenli bir elbise vardı. Benim ona seçtiğim gözlükleri takıyor oluşu bile dudaklarımın keyifle yukarıya kıvrılmasına yetmişti. Onu özlemiştim. Halbuki onu görmeyeli şunun şurasında kaç saat olmuştu ki? "Demek kalbini çarptıran seni deli divane eden o meşhur Ada bu," dedi Talya kıkırdarken. O güldükçe içeride bir yerde yeğenimin de güldüğünü hissediyordum. Bunu düşünmemin sebebi Talya'nın karnındaki küçük kıpırtılardı. Başımı olumlu anlamda sallarken çenemi direksiyonun kenarına dayamış Ada'yı izliyordum. Ah ne de güzel kuğu gibi süzülerek yürüyor! Ada birden iş yerinin önünde durdu ve kamyonete paket taşıyan bir çocukla konuşmaya başladı. Gözlerim onlara dikkat kesilmişti. Kendi aralarında gülüşmeleriyle ne konuştuklarını deli gibi merak ederken bulmuştum kendimi. "Keşke ona daha yakın olabilseydim," diye geçirdim içimden. Konuşmaları kısa sürdü. Ada içeri girmişti. Muhtemelen patronuyla iş hakkında konuşacaktı. Bir süre orada öylece Ada'nın dışarı çıkmasını bekledim. Bir süre dediğime bakmayın Talya'nın horul horul uyumasına yetecek kadar uzun bir süreden bahsediyorum. Neredeyse bende imama daha doğrusu ablama uyup uykuya dalacakken Ada'nın firmanın kapısından çıkışı da bir olmuştu. Heyecanla ablamı dürttüm. "Talya uyan!" diyerek onu dürttüğümde gözlerini sonunda açmıştı. İkimiz birlikte Ada'ya bakarken peşinden giden birinin varlığını çok sonradan fark edebilmiştik. Gözlerim kuyruk misali bebeğimin peşine takılmış adamı bulduğunda onun kim olduğunu hatırladım. Tabii sadece ben değil. Gözlerindeki dehşet ifadesine bakılırsa ablam da onun kim olduğunu biliyordu. Sinirle gözlerimi yumarken "Sakın bana Koray denilen kişinin o olduğunu söyleme. Sakın!" dedim. Ablam yutkunmuş sinir bozukluğuyla güneş gözlüğünün üzerinden adama tekrar bakmıştı. Sonrasında da korkarak başıyla beni tasdikledi. Koray denilen adam Ada'nın yanında durmuş onun elindeki sekreterliğe bir şeyleri not alışını izliyordu. Bebeğime o kadar yakın duruyordu ki her an kontrolü kaybedip arabayla organizasyon firmasına girebilirdim. Koray birden Ada'nın elini tuttu ve o an ablam korku dolu gözlerle bana baktı. "Atlas sakın," dedi uyarıcı bir tonda. Koray sanki benim inadıma yaparcasına Ada'nın elini okşadı ve o an onun o elini tersine çevirmemek için kendi içimde çok büyük bir savaş vermek durumunda kaldım. Ada diğer eliyle Koray'ın bileğini tutup kendinden uzaklaştırdı. "İşte benim bebeğim," demekten kendimi alamadım. Sonrasında ateş saçan gözlerimi ablama çevirdim. Söyleyeceklerimi az çok tahmin ettiğinden koltuğa sinmişti. "Okan'ın arkadaşlarının içinden bula bula bunu mu buldun? Senin yüzünden kurda kuzu emanet etmişim de haberim yokmuş!" diye bağırdığımda ablam kendini şirin göstermek için otuz iki diş sırıtmıştı. "Ben nereden bileyim Koray'ın çapkın çıkacağını? Ayrıca ben hamileyim. İçimde bebek var ve sen benim üzerime çok geliyorsun." Başı sıkışınca yeğenimi ortaya atması da son zamanlarda baya popüler olmuştu. Sinirle gözlerimi devirdim ve "Bilseydim arkadaşlarımdan rica ederdim. En kötü ihtimalle kendime yalandan doğum günü partisi organize ederdim ama o piçin ellerine bebeğimi bırakmazdım," dedim. İçimdeki öfkeyi kontrol etmekte zorlanıyordum. Ablamın halt etmesi yüzünden olmuştu tüm bunlar. Eğer o ben halledeceğim diye tutturmasaydı Ada şu an o piç kurusuyla yan yana olmak durumunda kalmazdı. Ciğerlerime oksijen yerine saf kıskançlık çekip Ada'ya baktım. Koray denilen davar pervane gibi Ada'nın etrafında dolanıyordu. Mekanına siktir olup gitmesi gerekirken bebeğimin yanında oluşu sinirlerimi bozuyordu. Koray gülümseyerek Ada'ya bir şeyler söylerken Ada onu takmadan işine yoğunlaşmaya çalışıyordu. Aferin bebeğim! İşte böyle! O salağa taviz verme! Tam o sırada bir başka çocuk çıkageldi. Sarışın renkli gözlü çocuğun Ada'yı kenara çekmesine mi sinirleneyim yoksa Koray'ın mors oluşuna mı sevineyim bilemedim. "Bebeğim kurtlar sofrasının ortasında kaldı!" diye bağırdım bu korkunç manzarayı işaret ederken. Ablam umutsuzca başını iki yana sallamakla yetindi. Bense kriz geçirmenin eşiğindeydim. Ada sarışın çocukla bir şeyler konuştuktan sonra elemanlara bir şeyler söylemeye başladı. İşlerin tam tıkırında olduğundan emin olmaya çalışıyordu. Koliler araca yüklendikten sonra Koray yine istenmeyen ot misali Ada'nın burnunun dibinde bitmişti. Ada her ne kadar bunu fark etmese de Koray tam onun arkasında durmuş gözlerini yumarak Ada'nın kokusunu içine çekmişti. Gördüğüm şeyle parmaklarım direksiyonu kavradı. Ablam "Atlas sakın," dese de gözüm dönmüştü bir kere. El frenini indirdim. Arabayı tam çalıştırıp hızla Koray pezevenginin üzerine sürüp ona bütün şehri koşturacakken beni durduran şey Ada'nın kamyonetin arkasına sarışın çocukla binişi olmuştu. Kamyonetin kapağı kapanacak diye beklerken bu seferde Koray kamyonete dahil olmuştu. "Abla gördün mü? Bebeğim tehlikede!" Dehşete kapılmıştım. Kamyonetin hareket edişiyle arabayı çalıştırdım. "Ensendeyim piç Koray!" diye bağırdım ama bu sinirimi atmam için ne yazık ki yeterli değildi. Onu dayak manyağı etsem de içim soğumayacakmış gibi hissediyordum. Kırmızı görmüş boğa gibi kamyonetin kıçının dibine kadar girmiş bir şekilde sinirle arabayı sürmeye devam ediyordum. "Seni onca kızla gördüm. Ama asla bir kız için bu hale gelebileceğini düşünmemiştim." "O sadece bir kız değil! O benim bebeğim! Benim!" Sesimin yeri göğü inletmesi Talya'yı korkutmak yerine mutlu bile ediyordu. Kıskançlık krizlerine girmiş olmam onun oldukça hoşuna gidiyordu. Mazoşist ablam acı çekmemden bile keyif alıyor olabilirdi. İçerisinde neler döndüğünü deli gibi merak ettiğim lanet kamyoneti sadece bakışlarımla milyonlarca kez havaya uçurmuştum. Tabii içerisinde kurtların arasında olduğundan bir haber olan bebeğime zarar gelmeyecek şekilde... "Okan'ı arayacağım. Koray'ın gerçek yüzünü görsün bakalım," dedi Talya sinirle. Onun bunu yapmaması gerektiğini okun yaydan artık çıktığını ve gecenin sonunu beklemesi gerektiğini söyledim. O da eli mahkum şişkin karnını ovuşturmakla yetinmişti. İçeride daha doğmamış yeğenimin böyle bir maceraya atıldığını düşündükçe kahroluyordum. Ah dayısının yeğeni ah! Annen açtı başıma bir bela! Artık yapacak bir şey yok. Senden tek istediğim dayına şans dilemen. Çünkü buna gerçekten çok ihtiyacım var. Özellikle de bugün... Kamyonetin o piç kurusunun mekanının önünde durmasıyla arabayı mekanın gözüktüğü ara sokağa park etmek durumunda kalmıştım. Talya "Benim kardeşimin sevdiği kıza göz dikmek neymiş gösteririm ben o Koray'a. Tüm sosyeteye bu mekana gelmemelerini söyleyeyim de görsün bakalım dünya kaç bucak," dediğinde ablamın bana destek veriyor oluşu ister istemez gülmeme neden olmuştu. Uzanıp yanağından öptüm. "Canım ablam," dediğimde o da halinden gayet memnun görünüyordu. Birlikte kamyonetin arka kapağının açılışını izledik. Dışarıdan bakınca Matrix filmindeki Neo ile Trinity gibi göründüğümüzü az çok tahmin edebiliyordum. Kamyonetten ilk önce kıl kuyruk Koray indi. Hemen ardından da sarışın çocuk... Bebeğimse en son asaletini gözler önüne sererek kamyonetten kendisine uzatılan elleri tutmayıp inmişti. İşte şimdi keyfime diyecek yok. Üçünün kolileri tek tek kamyonetten indirmeye başlayışını izlerken Koray davarı içeriden elemanlarını çağırmış bebeğimin narin ellerindeki koliyi ellerinin arasından almıştı. Birkaç eleman kolileri tek tek içeriye taşırken Koray Ada'nın kolundan tutup içeriye doğru götürmeye başlamıştı. Öfkeden yuvalarından fırlama aşamasına gelen gözlerimi yanı başımda bu duruma en az benim kadar şaşırmış olan ablama çevirdim. "Az önce olanları gördün mü?" dediğimde sesimden bu duruma ne kadar içerlediğim belli oluyordu. Aniden başlayan histerik kahkaham git gide korkutucu bir boyuta ulaşıyordu. Üstelik bunu bir türlü bastıramamam yetmezmiş gibi orta yaşlı teyzeler gibi dizlerimi döve döve gülmem ablamın akıl sağlığım için endişelenmesine yetmişti. "Ben bu Koray'ı var ya!" Sinirden kafamı direksiyona vurasım geliyordu ki Ada'nın restorandan çıkıp kapının önünde durmuş öylece boşluğa baktığını gördüm. Ah benim güzel bebeğim! Canını mı sıktılar? Atlas'ın bunu halleder. Sen hiç üzülme. Senin arkanda kapı gibi Atlas Serez var. Umarım yakında kalbinde de olur. Ada sıkıntılı bir nefes verip sekreterliğine kısaca bir göz attı. Sonrasında işlerin yolunda olduğunu düşünmüş olacak ki rahat bir nefes almıştı. İçeriden bu sefer elinde iki kupa kahveyle sarışın çocuk gelmişti. Aklıma bir ihtimal geldi. Onun Metehan olma ihtimali... Benim için tehlike çanlarının çalmasına sebep olan şey onun Metehan olabilmesi ihtimalinden çok Ada'nın düşünceli bir şekilde başını bu adamın omzuna yaslamış olmasıydı. Onun başka bir omuzda olmasını çoktan geçmiş gözlerinden usul usul boşalan yaşların sebebini merak ederken bulmuştum kendimi. Omzunda ağlayacak kadar güvendiği kişinin ben olması için neler vermezdim. Derin bir çektiğim sırada Koray çıkageldi. Bununla birlikte Ada gözyaşlarını silmiş az önce omzunda ağladığı sarışın adam ile içeriye geçmişti. İçeride neler olup bittiğini merak ediyordum. Ablamla birlikte arabanın içinde hazırlıkların bitmesini ve açılış saatini beklemiştik. Açılışa sınırlı dakikalar kala konuklar yavaş yavaş restorana akın etmeye başlamıştı. "İçeri girelim," dedi ablam. Matrix gözlüklerimizle arabadan inmiş kol kola kalabalığın arasına karışmıştık. Ablamın hamile oluşuyla kendimize boş bir masa bulmamız çok da uzun sürmedi. Ablam kulağıma doğru eğilmiş "Ada'yı görüyor musun?" diye sormuştu. Gözlerim etrafta gezinirken Ada'yı sevimsiz patronuyla konuşurken gördüm. Muhtemelen her şeyin yolunda olduğuna dair rapor veriyordu. Koray ise mekanın sahibi olarak baş köşede yerini almış gelen magazin ekibine artist artist poz vermekle meşguldü. Magazin ekibi benim burada olduğumu öğrense onu çekmeyi bırakıp bana yönelirdi ya neyse. Dikkat çekmemeye özen göstermem gerekiyordu. Özellikle de Ada'nın dikkatini çekersem yandığımın resmidir. Talya "Atlas ben çok acıktım," dedi dudak bükerek. Onu oturtturup garsonlardan birini el işaretiyle yanıma çağırdım. Ablam için yemek getirmesini rica ettim. Garson çocuk başını sallayıp giderken objektifler Koray için patlıyordu. Bilmem kaçıncı restoranının açılışını yapıyor olmak göğsünü kabartıyordu. Otuz iki diş sırıtışı midemi bulandırıyordu. Koray kendisine uzatılan mikrofona doğru eğildi ve "Öncelikle 22. restoranımın açılışına geldiğiniz için teşekkür etmek istiyorum," diye mırıldandı. Yesinler onun restoranını demekten kendimi alamıyorum. Garson çocuk bir koca tabak kremalı mantarlı makarnayı ablamın önüne koyduğunda ablamın artık aç kalmayacak olması içimi rahatlatmıştı. "Bu güzel organizasyon için güzel bir kadına teşekkürlerimi borç bilirim. O bu organizasyon için çok emek verdi. Ada Tözün'ü alkışlarınızla buraya davet ediyorum." Duyduğum isimle beynimden vurulmuşa döndüm. Koray denilen adam az önce benim bebeğimi yanına mı çağırdı yoksa ben mi yanlış duydum? Şaşkın bakışlarımı bu saçmalığın yalan olduğunu bana söylemesi için ablama çevirdim. Fakat gözlerindeki ifadeye bakılırsa kulaklarımda işitme problemi veya beynimde algılama problemi yoktu. O yılışık basbaya benim bebeğimi yanına çağırıyordu. Ada utana sıkıla aptal patronu yüzünden kendini Koray'ın yanında bulmuştu. Objektiflerin karşısında kendini hiç rahat hissetmiyordu. Ellerinin titrediğini aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum. Kendisine mikrofon uzatıldı ve muhabir "Siz Atlas Serez'in hastaneye götürdüğü bayan değil misiniz?" diye sordu. Sorduğu soruyla Ada'nın sadece ellerinin değil dudaklarının da titrediğini fark ettim. Aklına çıkan haberlerin geldiğine adım kadar emindim ki Koray birden kolunu Ada'nın beline dolayı onu kendine çekmişti. Ada kendinde değildi. İki damla yaşın yanaklarından süzülüşünü gördüğümde bende şalterler atmıştı. Ablama "Gidiyoruz," diye mırıldandım. Onun sandalyeden kalkmasına yardım ettikten sonra "Beni arabada bekle," diye de ekledim. Ablam itiraz etmeden arabaya doğru yürümeye başladı. Mekanın camından arabayı açıp onun bindiğinden emin olduğumda artık bu işe müdahalede bulunmamın zamanı gelmişti. Gözümdeki güneş gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktım. Sonra üzerimde hissettiğim şaşkın bakışlara ve yüzüme patlayan objektiflere aldırmadan Koray'ın yüzüne okkalı bir yumruk çaktım. Koray geriye doğru savrulmuş bense Ada'nın elini tutup onu bu durumdan uzaklaştırmak için mekandan çıkmıştım. Peşimden gelen magazin muhabirlerini umursamıyordum. Tek düşündüğüm onun iyi olmasıydı. Ada her ne kadar beni gördüğüne şaşırsa da tek kelime etmedi. Arabanın önüne geldiğimizde onu çekmelerine izin vermedim. Önüne geçtim ve camları siyah filmle kaplı arabaya binene kadar önünden çekilmedim. Onun kapısını kapatıp kendi tarafıma geçeceğim sırada saniyeler içinde çalan tehlike çanlarıyla olduğum yerde kalmak zorunda kaldım. Aptal Koray saniyesinde peşime polis takmış sadece benim değil Ada'nın da nezarete girmesine sebep olmuştu. |
0% |