@sevvnuraydn
|
(Ada'dan...) Her şey çok kısa bir zaman diliminde olup bitmişti. Domuz patronumun beni zorla Koray Bey'in yanına magazincilerin kameralarının önüne yollaması, bana yöneltilen sorunun bendeki etkisini aşamadan kalabalığın arasından bir anda Atlas'ın belirmesi ve ben daha onu görmüş olduğumu kendi içimde idrak edene kadar onun Koray Bey'e yumruk atıp beni oradan çekip alması sadece on saniye sürmüştü. Atlas magazin muhabirlerinin beni çekmesine izin vermedi. Elimden tutup beni arabasına doğru götürürken önüme siper olmuştu. Arkamda duruyor oluşu bile kendimi bir nebze olsun iyi hissettirmişti. Magazincilere restorandakiler dışında tek bir kare fotoğraf vermeden arabaya geçebilmiştim. Atlas kapımı örttüğünde siyah filmle kaplı camdan dışarıya baktım. Tabii camıma doğru patlayıp duran flaşlar yüzünden kafamı çevirmek zorunda kalmıştım. Az önce olanlar takılmış plak misali kafamın içinde dönüp duruyordu. Özellikle de magazin muhabirinin sorduğu soru durmadan zihnimde yankılanıyordu. "Siz Atlas Serez'in hastaneye götürdüğü bayan değil misiniz?" Cevabı evet olan ama altında taşıdığı imalardan dolayı cevap veremeden donup kalmama sebep olan soru buydu. Gözlerimi yumup kafamdan olanları silmeye çalışırken ön koltuktan birinin dönüp bana baktığını fark ettim. "Sonunda seninle tanışabildim," dediğinde gözlerim şişkin karnına kaydı. Bu kadın Atlas'ın ablası aynı zamanda da cinsiyet partisini mahvettiğim kadındı. "Ben Talya," dediğinde göz kırpmış içtenlikle gülümsemişti. İçeride olanlardan haberinin olmadığı çok belliydi. Tabii Atlas kendi koltuğuna oturacağı sırada ortalığı inletecek kadar yüksek çıkan polis sirenlerinin sesiyle bende olayın ciddiyetinin farkında değildim. En azından henüz... Talya panikle karnını tutup "Neler oluyor?" diye sordu. Onun hamile ve stres yapmaması gerektiğini hatırladım. Ona doğru yaklaşıp elini tuttum. Bu yaptığıma ilk başta şaşırsa da sonrasında içtenlikle parmaklarımı sıkmıştı. "Korkacak bir şey yok. Sakin ol ve derin bir nefes al." Talya dediğimi yaparak derin derin nefesler alırken polis aracının hemen dibimizde durması da bir olmuştu. Kadını tam sakinleştirmeye başlamışken bunun sırası mıydı şimdi? "Polisler neden burada?" diye sordu Talya. Sesinden onun bu belirsizlik konusunda ne kadar gergin olduğunu anlayabiliyordum. Parmaklarımın arasındaki elini biraz daha sıktığım sırada polisin Atlas'ı arabasına bindirişini görmüştüm. Koray Bey mekanından çıktığımız gibi peşimize polis takmıştı. İnanılır gibi değil! "Ada, Atlas'ı götürüyorlar," dedi Talya ağlamaklı bir sesle. İşte şimdi iyice panik olmaya başladım. Durumu ona nasıl anlatacağımı düşünürken aptal magazin muhabirlerinin patlattığı flaşlar yüzünden polislerden biri şimdi de bizim arabaya doğru geliyordu. Benim kapım aralanmış "Ada Tözün," diyen polis memuruyla dizilerdeki çiftler kadar uzun bir bakışma anına girmiştim. Acaba Kuzey Güney dizisindeki Simay karakterinin evden kaçışını gerçeğe mi dönüştürsem diye bi an düşünmedim değil. Polis memuru "Bizimle emniyete kadar gelmeniz gerekiyor," dediğinde oldukça gürültülü bir şekilde yutkunmuş göz ucuyla Talya'nın ne durumda olduğuna bakmıştım. Gördüğüm kadarıyla korkudan her an bebeğini dünyaya getirebilirdi. Elini tutmayı bırakmadan karşımda dikilen polis memuruna baktım. "Arkadaşım hamile ve şu an iyi değil. Onu yalnız bırakamam." Polis memuru ön koltukta beti benzi atmış Talya'ya baktı. Kısa bir anlığına durumu kafasında tartmış ve "Yanına birinin gelmesini bekleyelim," demişti. Talya titreyen parmaklarıyla birini aradı. Telefon uzun uzun çalarken nabzımın stresten boğazımda attığını hissediyordum. Şükürler olsun ki telefon ilk çalışta açılmıştı. "Okan," dedi Talya burnunu çekerken. Karşı taraftan net olmasa da endişe dolu soruların art arda sıralandığını duyabiliyordum. Talya durumu tam bilmediğinden işi ben devraldım. Cinsiyet partisini mahvettiğim annenin üzerine bir de baba adayıyla konuşuyordum. "Siz kimsiniz? Eşim nerede?" "Ben Ada. Talya Hanım'ın yanındayım. Kendisi pek iyi değil. Acilen size göndereceğim konuma gelmeniz gerek." Okan'ın panikle evden kapıyı çarpıp çıkışını duydum. Ona konumu attım ve Talya'ya baktım. "Merak etme. İyi olacaksın," dedim gülümseyerek. Bunun üzerine o da bana zor da olsa gülümsemişti. Polis aracı Atlas'ı götürdü. Diğeri ise beni almak için tetikte bekliyordu. Kısa bir süre sonra Talya "Okan geldi," diye mırıldandı. Arabaya doğru koşan adamı görünce aklıma ister istemez parti günü gelmişti. "Talya!" dedi Okan panikle. Karısının oturduğu kapıyı açıp ona sıkıca sarıldığında rahat bir nefes almıştım. Polis memuru uzun zamandan beri bu anı bekliyormuş gibi "Şimdi ekip aracına binin," diye mırıldandı. Talya "Sizi kurtaracağım. Gerekirse avukatlar ordusunu seferber edeceğim," demişti. Söylediği şeye gülmeden edemedim. Polis memurunun artık gitmemiz gerektiğini söylemesi ile birlikte arabadan inmiş ekip otosuna bindirilmiştim. Sabah işe geri alındığım için neşeliyken akşamında nezarethanelere düşeceğim kimin aklına gelirdi ki? Murphy kanunları Allah senin belanı versin! "Geç bakalım," dedi bayan polis memuru bana demir parmaklıkların kapısını açarken. Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada gözlerim hemen yan tarafımdaki parmaklıkların arasındaki Atlas'a kaydı. Başını duvara yaslamış öylece yerdeki kare fayanslara bakıyordu. Onu en son böyle dalgın gördüğümde yollarımızı ayırmaya karar vermiştim. Yutkundum. İçeri girip maun ağacından yapılma oturağa kuruldum. Atlas hala benim orada olduğumun farkında değildi. Ona baktım. Dağılan saçlarına, stresten ok gibi gerinen çene kaslarına ve en çok da hüzünle bakan gözlerine baktım. Onun dikkatini çekebilmek için tırnaklarımla oturağın üzerinde küçük bir ritim tutturdum. İlk başta bu yaptığıma uyuz olmuştu. Tam ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada gözleri benimkilerle buluştu. "Bebeğim," dedi heyecanla. Sesindeki heyecanın yanındaki şaşkınlığın verdiği tınıya karşılık gülümsedim. Atlas oturduğu yerden kalkmış saniyesinde parmaklığın dibinde bitmişti. Parmakları demir parmaklıkları kavramış yüzünü bana iyice yaklaştırabilmek için oldukça komik bir çabanın içine girmişti. Onun bu haline gülmeden edemedim. Bana az önce yaşananları unutturabilecek kadar sevimli görünüyordu. Ayağa kalktım ve ona doğru yaklaştım. Benim parmaklarımda onun gibi demir parmaklıkları kavradığında nutku tutulmuşçasına gözlerimin içine bakıyordu. Karşısında sanki ben değil de dünya üzerinde daha önce hiç görülmemiş bir obje duruyormuş gibi bakıyor olmasına anlam veremiyordum. Yutkunurken, "Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sorma ihtiyacı hissettim. Dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. Parmakları benimkilerin üzerine kapandı. Sıcacık parmaklarına dokunuyor olmak beynimi uyuşturuyordu. Yüzündeki etkileyici gülümsemesi ise beynimin error vermesine yetmişti. "Nasıl bakıyorum?" diye sorarken bile başka bir alemdeydim. Eğer bir an önce kendime gelmezsem onun eline çok büyük bir koz vermiş olacaktım. Oldukça gürültülü bir şekilde yutkundum. "Onu bana sen söyleyeceksin. Bana bakan sensin?" "Madem merak ettin. O zaman söylüyorum. Ben sana..." Atlas'ın cümlesini tamamlayamamasının sebebi heyecan yaratmak değildi. Bunun tek sorumlusu bendim. Onun cümlesini tamamlamasına izin vermemek için "Ablan!" diye bağırdım birden. Lafı ağzına tıktığım için bozulmak yerine bu söylediğimle "Ne olmuş ablama?" diye sormuştu. Tek kaşını havaya kaldırdı. Yüzündeki 'Ben bunları yemem,' diyen ifade ise köşeye sıkıştığımın en büyük göstergesiydi. Ondan uzaklaşırsam bana ilişemezdi. Bu planımı gerçekleştirmeye hazırken demir parmaklıklara beni esir esen de yine o olmuştu. Ellerimi tutmuş kımıldamama bile izin vermemişti. "Ben sana çok," demesiyle "İşte geliyor gelmekte olan," diye geçirdim içimden. Kaderinden kaçamazsın Ada Tözün. Kaçamazsın! Gözlerim onun gözlerine kilitlenmiş öylece dudaklarından dökülecek sözcükleri bekliyordum. Ne söyleyecekse söylesin de bitsin artık bu işkence! "Ben sana çok, " diye tekrar ettiğinde sadece cümlenin devamını bildiğimden değil, aramızdaki yakınlığın bende yarattığı heyecandan da her an yere yığılabilirdim. Atlas'ın cümlesini tamamlamasına saniyeler kala nezarethanenin girişinden Okan'ın "Atlas," dediğini duydum. Panikle ondan uzaklaşmış ne yapacağımı bilediğimden elbisemin eteklerini çekiştirmeye başlamıştım. "Senin geleceğin zaman dilimini, senin adımı söyleyen dilini si..." Atlas'a olan kınayıcı bakışımla cümlesini "Seveyim enişte!" diye noktalamak zorunda kalmıştı. Okan bizi görünce otuz iki diş sırıtmıştı. "Hadi yine iyisin. Koray ikna olup şikayetini geri aldı," dediğinde yasaklı sözcükleri kullandığının henüz farkında değildi. Polis memuru gelip demir parmaklıkların kilitlerini aralarken Okan'ın gözleri bana kaydı. "Bu balodan kaçan külkedisi değil mi?" Sorusuyla şüpheli bakışlarımı bir ok misali Atlas'a çevirdim. Arkamdan dönen dedikodulara bu da mı eklenmişti? Atlas benim ona olan imalı bakışımı fark edince eli ayağı birbirine karışmış "Onun bir adı var," dedi dişlerinin arasından. İkimiz aynı anda demir parmaklıkların arasından çıkmıştık. "Onun adı Ada," dedi Atlas eniştesine uyarıcı bir tonda. Eniştesi bunun üzerine kıkırdayıp dudaklarına hayali bir fermuar çekmek durumunda kalmıştı. Üçümüz birlikte nezarethaneden çıkacağımız sırada kapıda dikilip bana gülümseyen kişiyle korku dolu gözlerimi Atlas'a çevirdim. Kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyordu. Her an kıyamet kopabilirdi! "Atlas sakın," dedim dişlerimin arasından. Benim yüzüme bile bakmıyordu. Hedefine kilitlenmiş narkotik köpeği gibi doğrudan Koray Bey'in gözlerinin içine bakıyordu. Koray ecelinin ona doğru yaklaştığından habersiz beni izliyordu. "Enişte," dedi Atlas histerik bir kahkaha eşliğinde. Okan henüz Atlas'ın amacını bilmiyordu. Ama ben biliyordum. Her an freni patlamış araba misali tam gaz Koray'ı ezmek üzere harekete geçebilirdi. "Bunun burada ne işi var?" Atlas'ın sesi nezarethaneyi inletirken Koray üzerine bile alınmamıştı. Onun yerine ölüm fermanı kendi elleriyle imzalamayı tercih etmişti. Derin bir nefes alıp "Ben buraya senin için değil Ada için geldim," diye mırıldandı Koray Bey. Onun sözlerinin üzerine bana göz kırpması Atlas için bardağı taşıran son damla oldu. "Göz mü kırptı o?" Okan olayın ne olduğunu tam olarak anlamamış olacak ki ifadesizce yüzüne bakmakla yetinmiş bense onun uçarcasına Koray Bey'in üzerine yürümesine engel olmak için son anda koluna yapışmıştım. Kendimi kene gibi hissediyorum. Atlas, "Benim bebeğime bakan gözlerini oyarım senin!" diyerek uzaktan Koray Bey'e tehditler savurmakla yetinmek durumunda kalmıştı. Bense Atlas'ı zapt edebilmek için onun kolunu tutmamın bir nedeni olmadığında karar kılmış birden kollarımı acemice onun kaslı bedenine dolayıvermiştim. "Dur artık!" diye bağırırken yanağım onun göğsüne yaslıydı ve ne ara bu hale geldiğimizi kendi içimde sorgulamaya başlamıştım. Atlas donup kaldı. Ne Koray Bey'e kükremeye devam etmiş ne de tek kelime edebilmişti. Başımı kaldırıp onun gözlerine baktığımda ne kadar şaşkın olduğunu bir de kendi gözlerimle görmüş oldum. "Yalvarırım kazasız belasız eve gidelim artık!" Atlas'tan ayrılıp topuklarımı vura vura kendimi nezarethanenin dışına attım. Görevli memurdan çantamı ve eşyalarımı aldığım gibi karakolun kapısının dışına çıktım. Atlas koşarak peşimden geldi. Bunun işe yarayacağını biliyorum. Bu yüzden o bana yetişmeden fırsattan istifade şeytani bir şekilde kıkırdadım. Sonrasında yüzümde ciddi bir ifadeyle ensemde beliren Atlas'a baktım. Kesinlikle oyuncu olmalıymışım. Organizasyon firmasında resmen harcanıyorum. "Ada," dedi Atlas mahcup bir ifadeyle. Yakışıklı playboyu süt dökmüş kediye nasıl çevirdiğimi görsünler bakalım. Trip atma modumu açıp kollarımı göğsümün altında bağlayıp ona sırtımı döndüm. Bu yaptığımla Atlas daha çok panik yapmıştı. "Bebeğim küstün mü?" "Küstüm," dedim omuzlarımı yukarı aşağı kaldırırken. Bu halimle bebekten çok sinir bozucu iki yaş sendromuna yakalanmış küçük bir kızdan pek de bir farkım yoktu. Yaptığım şeye rağmen Atlas'ın hala yanımda duruyor oluşuna şaşırıyordum doğrusu. Atlas'ın parmakları omuzlarımı kavradı. Beni kendine çevirip gözlerimin içine baktı. Dudaklarını sarkıtmış "Korktun mu sen?" demişti. Küçük bir bebeği sakinleştirir gibi benimle ilgileniyordu. "Özür dilerim. Koray pezevengi için seni korkuttum." Atlas'ın sakinleştirici olan yanı tavırları mı yoksa kullandığı kelimeleri söyleyiş biçimi miydi emin değildim. Ama kendimi nedense yumuşamış ve hatta cerrahi bir işlem sonucu tüm sinirlerim alınmış gibi hissediyordum. Yutkundum. Ona atacağım trip bulut olup havaya uçmuştu sanki. Neye kızdığımı bile unutmuştum. Sanki bugün o olay hiç yaşanmamış biz az önce nezarethaneden değil de gezmeden geliyormuşuz gibi hissetmiştim. Atlas çekinerek, "Bana çok mu kızgınsın?" diye sordu. Gözlerime bakarken üzerinde yavru köpek mahzunluğu vardı. Ona evet yanıtını verirsem her an dizlerinin üzerine çöküp af dileyebilecekmiş gibi bakıyordu gözlerime. Umursamaz bir tavırla işaret parmağımla başparmağımı birbirine yaklaştırıp aralarındaki minik boşluğa işaret ederek "Belki şu kadarcık," dedim. Söylediğim sözle birlikte kısa bir anlığına düşündü. Stresten dudaklarını dişliyor oluşu dikkatimden kaçmamıştı. Normalde bunu yapmayacaktım ama onu azıcık telaşlı görmek içimdeki sadisti tatmin etmiyor değildi. "Özür dilerim bebeğim. Beni affet. Benden kaçma." Atlas'ın söyledikleri ve beklentiyle bakan gözlerinin altında iç çekmiştim. Sahi ben onu daha düne kadar hayatımdan uzak tutmaya çalışmıyor muydum? Şimdi ne oldu da dönüp dolaşıp bu noktaya geldik? Bumerang gibi uzaklara savurduğum Atlas şimdi yine burnumun dibinde bitmişti. Neden böyle oldu? Neden bizim ayrı olmamız gereken yerde o yine benim yanımda? Kafamdaki soruların arasından onun, "Cevap vermediğine göre bu iş bitti öyle değil mi?" demesiyle sıyrılmıştım. Onun bu soruyu sormasına sebep olacak kadar uzun süre sessiz kaldığımın farkında bile değildim. Burnumun ucunda kaymış olan gözlüğümü düzletip gözlerimi onunkilere diktim. "Atlas," derken sesim bir şeyleri açıklığa kavuşturmak ister gibi çıkmıştı. "Restoranda ne işin vardı?" Sorduğum soruyla hazırlıksız yakalandığını anladım. Yüzü bir deniz misali dalgalanmış stresten daha şimdiden boncuk boncuk terlediğini görebiliyordum. Ne diyeceğini bilemediğinden ensesini kaşımaya başlamıştı. Sağ kaşımın şüpheyle yukarı doğru kalkmasına engel olamadım. "Şey," dediğinde vakit kazanmaya çalışıyordu. "Söyleyeceğim. Ama kızmayacaksın." Sıkıntıyla gözlerimi bir tur kendi ekseni etrafında çevirip, "Söyle kızmayacağım," diyiverdim. Ama Atlas bakışlarımdan dolayı pek ikna olmuşa benzemiyordu. "Söz mü?" "Söz. Hadi söyle artık!" Normal şartlarda sabırsızlığıma gülebilecek biri varsa o da tüm cazgırlığıma rağmen Atlas'tır. Ama görünen o ki yaptığı şeyden dolayı gülmeye bile cesaret edemiyordu. İşte şimdi hepten işkillendim. Şüpheli bakışlarım Atlas'ın yüzünde gezinirken en sonunda konuşmaya cesaret edebilmişti. "Senden ayrıldıktan sonra kendimde değildim Ada. Bu yüzden ablamın aklına uydum." "Yani?" "Yanisi şu ki patronunu arayıp seni işe almasını söyleyen bendim. Sonra onu ikna etmek için Koray piçini başına musallat eden de bendim. Sana yakın olabilmek için ablamın aklına uydum. Çok pişmanım bebeğim. Lütfen beni yine yanından kovma!" Atlas'ın bir avazda söyleyip kurtulduğu sözler karşısında donakalmıştım. Söylediklerini idrak etmem sandığımdan daha uzun sürmüştü. Gözlüğümün üzerinden ona baktım ve tek verebildiğim tepki "Ne?" diye sormak olmuştu. Atlas beynimi yaktığını fark edince tüm bunları algılamamı stresten dudaklarını kemirerek bekliyordu. Şimdi düşünüyorum ve domuz patronumun beni işe geri almasının altında yatan asıl nedenin Atlas olduğu gerçeğini zihnimdeki uygun boşluğa yerleştiriyorum. Sonra domuz patronumun bana neden bütün gün iyi davrandığının ve koskoca partinin tüm sorumluluğunu nasıl oluyor da omuzlarıma yüklediğini düşünürken bunun altından da Atlas çıkıyor. Bu seferde Koray faktörünü düşünüyorum. Atlas'ın söylediklerine bakılırsa Koray denilen adamın beni bulmasında da Atlas'ın parmağı var. Uzun bir süre bunları düşünmüş sonrasında "Koray da mı senin işindi?" diye sormaktan kendimi alamamıştım. Kaşları duyduğu isimle çatılmıştı. "Koray adını kullanmazsan sevinirim bebeğim," dedi tükürürcesine. "İyi de biraz önce Koray'ı başına musallat eden bendim demedin mi?" "Hayır Koray pi," dediğinde onu son harfi kullanmamaya ikna eden benim kınayıcı bakışlarımdı. Atlas yutkundu ve gergin bir ifadeyle gözlerime baktı. Onun hakkında ne karar vereceğimi merak ediyordu. Daha doğrusu onu milyonuncu ve son kez reddetmemden korkuyordu. Onca olandan sonra aniden kendimi daha fazla tutamayarak kahkahalarla gülmeye başladım. Tabii bu halim Atlas'ı şoka soktu. "Bebeğim. Sen gülüyor musun?" diye sordu şüpheyle. Kahkaham artık kontrol edilemez bir boyuta ulaştığından karnımı tutmak zorunda kalmıştım. Atlas ise bu kahkahamın sinirden olduğunu düşünmüş olacak ki bir adım geri çıkmıştı. Gülmemi bastırdığımda "Seninle ne yapacağım ben?" dedim. Söylediğimle Atlas aslında ona kızmadığımı aksine tüm bu yaptıklarını komik bulduğumu anlayınca rahatlamıştı. "Daha dün seni kovmaktan beter etmişken neden hala hayatımda olduğunu merak ediyorum. Neden benim için böyle işlere kalkıştın Atlas?" Sorum karşısında Atlas'ın gerginliği tamamen gitmiş dudaklarında sempatik ve çapkın olduğunu gösteren gülümsemesi belirmişti. Işıl ışıl gülüşüyle "Çünkü ben senden ayrı kalamıyorum bebeğim," dedi ve daha demin korkudan aramızda açtığı tek adımlık mesafeyi bana daha yakın olabilmek için tamamen kapatmıştı. Aramızdaki mesafenin neredeyse yok denecek kadar az olması yutkunmama neden olmuştu. Sıcak nefesi yüzüme çarptıkça başımın döndüğünü hissediyordum. Atlas ise benim aksime oldukça rahat görünüyordu. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Neredeyse burun buruna geldiğimiz o anda kalp atışlarımı boğazımda hissediyordum. "Beni reddetme," diye fısıldadı. Ona ne söyleyeceğimi şu an içinde bulunduğum duruma nasıl bir tepki vereceğimi hiç bilmiyordum. Gözlüklerimin üzerinden ona baktım ve "Seni reddetmeyeceğim," diye fısıldadım. Ona sanki dünyaları vermişim gibi sırıtmış aramızda kalan son bir milimi kapatmaya yeltendiğinde kendimi geri çekmiştim. "Arkadaş olarak," dedim kendimden emin bir şekilde. "Dalga geçiyorsun değil mi?" "Hayır gayet ciddiyim. Madem beni takip edecek kadar ayrı kalamıyorsun o zaman arkadaşım olarak hayatımda yer alabilirsin daha fazlası olmaz. Seçim senin." Atlas söylediklerim karşısında dumura uğramıştı. Her an dizlerinin üzerine çöküp "Neden ben?" diye gökyüzüne doğru kendini parçalamak suretiyle yakarışlarda bulunabilecekmiş gibi bir hali vardı. "Seçimin nedir?" diye sordum kollarımı beklentiyle göğsümün altında bağlarken. Atlas'ın gözü seğiriyordu. Bu hali o kadar komikti ki gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kalmıştım. Karşımda ağzını açıp bu duruma itiraz etmemek için kıvranıyordu. Koskoca holding veliahtı, genç kızların sevgilisi, annemin deyimiyle yakışıklı playboy Atlas Serez'in karşımda böyle kalıyor oluşunu anlatsam bana muhtemelen kimse inanmazdı. "Eğer cevabın hayırsa ben gidiyorum," dediğim arkamı döndüğüm sırada. Atlas gitmemem için panikle beni durdurmuştu "Tamam kabul ediyorum!" diye bağırdı içinde bulunduğu duruma lanetler okurcasına. Yaka silkmeye başlamış nefes almak istercesine üzerindeki siyah gömleğin ilk düğmesini açmıştı. Daha şimdiden afakanlar basmıştı beyefendiye. Dur bakalım Atlas efendi! Bu daha iyi günlerin! Ben sana daha neler yapacağım neler. "O zaman beni eve kadar bırak arkadaşım." Arkadaşım kelimesini sırf gıcıklığına vurgulamıştım. Tabii bu yaptığım tahmin ettiğim gibi onun hiç hoşuna gitmemişti. Surat asarak bu duruma içten içe isyan ettiğini biliyordum. Daha çok arkadaşım diyeceğim sana Atlas Serez. Bu durumlara alışsan iyi edersin. (Atlas'tan...) "Abla!" İçimden bağıra çağıra ağlamak geliyordu. İsyan nidaları atan yüreğimin ağırlığına daha fazla dayanamayıp Ada'yı evine bırakır bırakmaz soluğu dert ortağım biricik güzeller güzeli ablamın yanında almıştım. Tabii o şu an benimle ilgilenemeyecek kadar meşguldü. Kendileri tüm bu olanlardan sonra eniştemin ahirete daha erken intikal etmesini sağlamakla meşguldü. Talya hışımla kaptığı en az on kilo ağırlığındaki gümüş rengindeki köşe yastığını enişteme doğru fırlatırken, "Kaçma!" diye bağırmayı da ihmal etmiyordu. O koca karnına rağmen ablamın performanstan düşmemiş olması mükemmel bir şeydi. Okan'ın yüzüne yediği ikinci yastıkla nakavt oluşu keyfimi yerine getirmişti. "Yardım lazım mı abla?" "Al bir tane de sen fırlat şuna," diyerek kocasına gram acımayan ablam elinde kalan iki yastıktan birini bana vermişti. Okan sen şimdi sıçmadın mı? Yastığı kolumu gere gere tam beynine patlatmıştım. Beş saniye içinde beyninin pekmezini akıttığım eniştem kafasına yediği üçüncü yastıkla beyin sarsıntısı geçirirken ablamla zevkten dört köşe eniştemin koltuğa bayılışını izlemiştik. Ne yaparsanız yapın asla Serez kardeşlere bulaşmayın! Bu da sana hayat dersi olsun enişte! Talya, "Bir daha sen Koray ile görüş o zaman ben sana ne yapıyorum gör," dedi tehditkar bir tavırla işaret parmağını eniştemin yüzüne doğru sallarken. Eniştem baygın olduğundan sadece başını olumlu anlamda sallamakla yetinmişti. Ablamı yanıma çekip gururla alnından öptüm. Bu hayatta kimseniz yoksa arkanızda Talya gibi bir ablanız olsa yeter! Talya, "Atlas sen neden geldin?" diye sordu. Sonunda eniştemi ardımızda bırakıp bahçedeki oturma alanına geçebilmiştik. "Abla şimdi birtakım kahreden gelişmeler yaşandı." "O da ne demek şimdi?" "Ada arkadaş kalalım dedi abla," dedim ağlamaklı bir sesle. Ablam bu sefer beni sinir edecek şekilde gülmeye başladı. Hani sen bana destek çıkacaktın Talya Serez? Ne oldu? Bakıyorum da kardeşinizin durumu oldukça komiğinize gidiyor. Talya karşımda orta sehpaya ayaklarını uzatmış katıla katıla gülerken içimden şu düştüğüm duruma lanetler okuyordum. "Şu kız sana yakında abi derse şaşırmam valla," dedi Talya kahkahalarını güçlükle bastırdığı sırada. Söylediği şeyle kafamdan aşağıya kaynar sular boşalmış gibi hissediyordum. Korku dolu gözlerle ablama baktım. "Abi mi?" diye sorduğumda yüzümdeki dehşet ifadesi onu keyiflendirdi. Abla değil mazoşist mübarek! Talya ellerini karnının üzerine koyduğu sırada, "Aranızda kaç yaş var?" diye sordu. Kısa bir anlığına düşündüm. Ben yirmi sekizlerinde yakışıklı bir adamken Ada'nın kaç yaşında olduğunu anımsamaya çalıştım. Sonrasında aklıma göz doktoruna gittiğimizde kimliğinden doğum tarihine baktığım gelmişti. Kafamdaki hesaplamalara göre aramızda topu topu beş yaş vardı. "Aramızda beş yaş var," diye mırıldandığımda Talya birden dizlerini dövmeye başladı. "Sizin durum fena! Bu kız sana kesin abi de der." "Saçmalama ne abisi? Alt tarafı ondan beş yaş büyüğüm. Hatta dört buçuk," dediğimde ablam beni kalpten götürmeye yemin etmiş gibi şimdi de cık cıklamaya başladı. "Beş yaş az değil Atlas. Bu kız belki de yaşından dolayı sana böyle mesafeli davranıyor. Olamaz mı?" Allah'ım ya! İçime kurt düştü. Ya ablam haklıysa? Korku dolu gözlerle, "Sahiden olabilir mi öyle bir şey?" diye sordum saf saf. Keşke sormasaydım. Çünkü sonrasında söyledikleri içime düşürdüğü kurdu ezip geçecek cinstendi. "Neden olmasın? Ne de olsa yirmi üçünde bir çıtır olarak kendine denk yakışıklılar ile ilgileniyor olabilir." "Ben o yakışıklıların topunu var ya!" Ablam kendini tutamayıp yeniden kahkaha atmaya başladı. Benimle alay ediyordu. Alacağın olsun Talya Serez. Hamile olmasaydı ben ona yapacağımı bilirdim ya neyse! Sabır çek Atlas! Çünkü bundan sonra sadece ablan değil bebeğin de baya bir sabrını zorlayacak. Kazamız mübarek olsun aslanım. Mübarek olsun! |
0% |