Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16.Bölüm: Sırlar ve Yalanlar

@sevvnuraydn

Dört bir yanımı kuşatmıştı sırlar, yalanlar, ihanetler. Bir çıkmazda gibiydim. Asansörden inmiş okulun koridorlarında adımlarken onu gördüm. Tam karşımda durdu Devrim Dinçer Demiralp. Sonra da orada yokmuşum gibi yanımdan çekip gitti. Bunun suçlusu bendim. Bunu ona yapan onu kendimden sonsuza dek ulaştıran bendim.

 

İçimde ona söylemek istediğim o kadar çok şey vardı ki bunların hiçbirini dile getiremeyecek olduğumu bilmek canımı yakıyordu. Ona bir kalbim olduğunu onunla hissettiğimi, ilk kez birinin benim için endişe duyduğunu, korktuğunu ve ilk kez birinin gözlerime çekinmeden baktığını söylemek isterdim ama hepsi geride kaldı. Artık Devrim yoktu yanımda.

 

Birkaç adım attım. Dönüp onun gidişine baktım. Tüm okul son olan olaydan sonra dağılmıştı. İçeride artık kimse yoktu. Devrim de kapıya doğru gidiyordu. Gidecekti ve bir daha da bana gelmeyecekti. Durmayacaktı yanımda. Adımı söylemeyecekti bir daha. Halbuki ben adımı ondan duymak istiyordum. Sadece ondan...

 

Göğsümün ortasında karanlığımın içinde sıkışıyordu kalbim. Kendi gizli yerime dönmemin zamanı gelmişti. Evim yaptığım o yere gidecek kendimi toparlayacaktım. Başka çarem yoktu. Şimdi eskisinden bile yalnızdım ve buna kendimi alıştırmam gerekiyordu. Yürürdüm. Yürüdüm ve yürüdüm.

 

O küçük odanın kapısını açmadan önce aklıma kulaklığımı keman sınıfında bıraktığım geldi. Geri döndüm. Keman sınıfına gittim. Kulaklığımı raftan aldım ve telefonuma bağladım. Kulaklığımı boynuma asıp yoluma baktım.

 

Müzik bile içimdeki boşluğu dolduramaz, zihnimdeki uğultuyu susturamazdı. Bu sefer müzik bile beni yarı yolda bıraktı. Sıkıntılı bir nefes verdim. Yeniden o küçük odanın kapısında durdum. Biraz sonra oraya girecektim. Kendimle, içimdeki boşlukla ve ortaya çıkarsa sonum olacak sırlarla baş başa kalacaktım. Bunu yapacaktım. Kendim için. En çok da onun için yapacaktım.

 

Elim kapının kolunu kavradı. Kapıyı açıp içeriye girdim. İçerisi karanlıktı ama bu benim için sorun değildi. Önemli olan gideceğim yerdi. Derin dondurucuyu çektim. Arkasındaki plakayı çıkarıp içeri girdim. Daha sonra derin dondurucuyu kurduğum sistemle yerine çekip plakayla duvardaki deliği kapattım. Artık sırlarımla, kendi benliğimle baş başa kalabilirim.

 

Adımladım. Seyircilerin oturması için tasarlanan basamaklardan birinin üzerine telefonumla kulaklığımı bıraktım. Daha sonra arka taraftaki giyinme odasına gittim. Üzerimdeki formadan kurtuldum. Siyah sporcu atletimi geçirdim üzerime. Altıma da siyah taytımı giyip spor ayakkabılarımın bağcıklarını da bağladıktan sonra artık hazırdım. Öfkemi atmaya, zihnimi toplamaya, yalanlar resitalinin beni ittiği çıkmaz sokağın dışına çıkmaya artık hazırdım.

 

Kısa saçlarımı tepeden at kuyruğu olacak şekilde bağladım ve giyinme odasından çıktım. Kenara bıraktığım bandajlarımı aldım elime. Önce sol elimi sonra da sağ elimi bandajla sardım. Yumruk yaptığım sağ elimi havada asılı duran kum torbasına vurdum. Sonra bir yumruk daha.

 

Olanları anımsadıkça daha sert vurdum kum torbasına. Katilin notlarını anımsadıkça, Ilgaz Günay'ın yaptığı imayı anımsadıkça kum torbasına art arda indiriyordum yumruklarımı. En çok da kendime öfkeliydim. Devrim'e o sözleri sarf ettiğim için. Onun gitmesine izin verdiğim için. En çok da onu tamamen kaybettiğim için öfkeliydim kendime.

 

Kum torbası havada sallanıyordu. Sert bir tekme attım. Sonra bir tane daha derken ellerim uyuşana kadar kum torbasını yumruklamaya devam ettim. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. Kulağım işitmiyordu. Kalbim hissettiğim pişmanlıktan sonra yeniden durmuştu sanki. İçimden avazım çıktığı kadar bağırmak geliyordu ama bunu yapmadım.

 

Onun yerine kum torbasına öyle bir vurdum ki bileğime kramp girdi. Umursamadım. Acı çekmeyi bile bilmiyordum çünkü. Hissetmeyi, gülmeyi, ağlamayı kısacası ben yaşamak nedir onu bile bilmiyordum. En son Devrim'in yanında gerçekten yaşadığımı hissetmiştim.

 

Onun dudaklarında beliren küçücük tebessüm bana hayatın bir şekilde devam ettiğini göstermişti ama şimdi o yoktu. Gitmişti. Bir daha da yanımda olmayacaktı. Kendime olan öfkemle bir yumruk daha attım kum torbasına. Sonra bir tane daha ve bir tane daha derken yorulduğumu hissettim. Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Tam dinlenmeye gitmek üzere arkamı döndüğüm sırada onu gördüm. Devrim Dinçer Demiralp'i!

 

Onun burada olmaması gerekiyordu. Beni takip etmiş olabileceğini tahmin etmediğim için her ne kadar kendime kızsam da geç kalmıştım. Devrim şu an en büyük sırrıma bakıyordu. Herkesten sakladığım sırrımı artık biliyordu. Kaçmamın bir anlamı yoktu. Olduğum yerde durmuş onun bana doğru adımlıyor oluşunu izliyordum. Yolun sonuna gelmiştim. Olmasından en çok korktuğum şey olmuştu. Devrim sırrımı kendi gözleriyle görmüştü.

 

Aramızdaki mesafeyi kapattığında öylece onun gözlerine bakıyordum. Aramızda tek adım mesafesi vardı. Artık gerçeği saklayamazdım. Onun en çok istediği şeyi yaptım. Ruhuma, acılarıma, sakladığım o karanlığa bakmasına izin verdim. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı geriye. Bir tek o vardı. Onu da daha birkaç dakika öncesine kadar ebediyen kaybetmiştim. Gerekirse bir kez daha kaybederdim.

 

"Devrim," dedim fısıltıyla. Her ne kadar gördüklerinden sonra ne tepki vereceğini kestiremesem de bu sefer karşısında dimdik durdum. Yaralarıma bakmasına izin verdim.

 

Ben yaralarımı sadece ona göstermiştim. Kendim kanattım, kendim onardım ve yine kendim gösterdim. Yaralarımı sadece ona gösterdim. Devrim yaralarıma baktı ve yutkundu. Belki de herkesten beklediği şeyi benden beklememişti. Bana doğru bir adım attığında kıpırdamadım bile. Bana bunu neden yaptığımı sormasını ve bana acımasını bekledim sadece. Bana sırf bu yaraları açan ben olduğum için acımasını ve her şeyin yoluna gireceğini söylediği o klasikleşmiş sözleri sarf etmesini bekledim. Ama bunların hiçbiri olmadı.

 

Devrim gözlerini gözlerime dikti ve "Acıyor mu?" diye sordu sadece. Bakışlarında acıma yoktu. Bir parça üzüntü, bir parça hayal kırıklığı ve bir parça da sevgi vardı bakışlarında. Kollarıma baktım. Derin yara izlerime dokundum.

 

"Eskiden çok acıyordu. Ama şimdi acımıyor. Çünkü pişmanlık tüm yaraların acısını bastırır Devrim."

 

Devrim öylece bana baktı. Yaralarıma değil doğrudan gözlerimin içine baktı. Beni anladı. Küçücük gülümsemeyi kaldıramayan dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi. Aramızdaki mesafeyi tek bir adımıyla kapattı ve parmaklarını yara izlerimden birine koydu.

 

"Peki ya şimdi?"

 

Devrim'in parmakları kollarımdaki derin dikiş izlerinin üzerindeydi. Yarama dokunuyordu. Beni yadırgamadan, benim hakkımda kötü düşünmeden öylece yarama dokunuyordu Devrim. İzi bir ömür kalacak olan dikiş izlerimin onun dokunuşuyla iyileştiğini hissediyordum.

 

"Geçti," diye fısıldadım. Gözleri kalbimdeki izde daha sonra kollarımdan bileklerimde doğru uzanan derin izlere kaydı. İzlerle doluydu bedenim. Acının izleriyle, en çok da pişmanlığın izleriyle doluydu.

 

Devrim tek kelime edemedi. Gördüğü şey her ne kadar belli etmese de onu sarsmıştı. Ama ben ona, "Bana kızgın olduğunu sanıyordum," demekten kendimi alamadım.

 

Devrim gözlerime baktı. "Sana güvenmeyi seçtim," dedi ve yutkundu. O an ellerimdeki sargıları açmaya başladığım andı. Ona ellerini neden tutamadığımı kendi gözleriyle görme fırsatı verdim.

 

İlk sargımı açtığım anda anladı beni. Bileğimdeki derin iz ona gerçeği ben anlatmadan söylemişti. Diğer bileğimdeki iz de ortaya çıkınca Devrim'e baktım. Acaba bu gördüklerinden sonra yine benim yanımda duracak mıydı yoksa arkasına bile bakmadan çekip gidecek miydi? Terk edilen, yüzüstü bırakılan taraf bu sefer ben mi olacaktım?

 

"Bir şey söylemeyecek misin? diye sordum bu sessizliğin bir an önce son bulmasını istediğimden.

 

Devrim bana baktı ve, "Benden kaçmanın, beni itmenin sebebi bunu saklamak için miydi?" diye sordu. Başımı hafifçe salladım. "Özür dilerim," dedim birden.

 

"Ne için?"

 

"Seni ittiğim, seni kırdığım, elini tutmadığım her an için."

 

Devrim benden böyle sözler duymayı beklememişti. Bana yaklaştı. Gözlerini gözlerime dikti. Soğukluğumun onu üşütmesinden endişe etmedi. Gördüğü şeyden sonra bana karşı oldukça temkinliydi. Beni incitmemeye çalışıyordu sanki.

 

"Her şey geride kaldı Sanat," dedi Devrim yumuşak sesiyle. Beni bırakmayacağını o an anladım. Ne sakladığım sırlar ne görünmeyen acılarım ne de tenimdeki izler onu benden uzaklaştırmaya yetmemişti. Aksine beni anlamıştı Devrim Dinçer Demiralp.

 

"Artık neden bana böyle davrandığını anlıyorum. Şimdi de ne yaşadığını kendine bunu yapmanın sebebini öğrenmek istiyorum."

 

"Bunu sana anlatamam Devrim."

 

"Neden? Bana güvenmiyor musun yoksa?"

 

"Aksine. Herkesten çok sana güveniyorum ama bunu yapamam Devrim. Ben bunu kaldıramadım. Sende kaldıramazsın."

 

Devrim'in gözlerinde saklı bir yaş vardı. İçine akıttı o yaşı. Ona, "Sadece bunu yaptığım için pişman olduğumu bil yeter," dedim. İlk başta hiçbir şey demedi. Gözleri kollarımda geziniyordu. Bileklerime bakıyordu sessizce.

 

"Beni sırlarımla kabul edebilecek misin? Bunu bile bile yanımda durabilecek misin Devrim?"

 

"Ben seni karanlığınla bir kez zaten kabul etmiştim. Şimdi seni hem sırlarınla hem de en derin yaralarınla kabul ediyorum Sanat. Artık sen beni itsen de ben senden gitmem."

 

Derin bir iç çekti. "Peki ya sen? Bundan sonra kaçacak mısın benden?" diye de ekledi.

 

"Hayır kaçmayacağım. Sende sormayacaksın Devrim. Bir gün anlatmak zorunda kalacağım o ana dek bana bunu sormayacaksın. Söz mü?"

 

"Söz."

 

Devrim artık sırrımı öğrenmişti. Bedenimdeki izleri görmüştü. Beni o halimle kabul etmişti. Benden korkmamıştı. Beni bırakmamıştı. Birlikte yere oturup sırtımızı duvara dayadığımızda içimdeki sıkıntının geçtiğini hissetmiştim. Ben biraz dinlenirken o da sessizce beni izliyordu.

 

"Senin her zaman gizemli bir yanın olduğunu biliyordum," dedi Devrim birden.

 

"Seni daha tanımadan içinde herkesten sakladığın bir yanın olduğunu biliyordum Sanat ama sakladığın şeylerin arasında yaraların olabileceğini hiç düşünmemiştim."

 

"Yaşadığın şey bu kadar mı ağırdı?" diye sordu Devrim. Sesi çatlamıştı ama bunu gizlemek için de yüzünde tek bir mimiğin bile oynamamasına da ayrıca özen göstermişti.

 

"Ağırdı Devrim. Çok ağırdı. Taşıyamayacağım kadar ağırdı. Sen bile taşıyamazsın benim acılarımı."

 

"Bir gün bana açarsan kalbini dökersen içindeki acıları kucağıma hiç ses etmem, taşırım. Hem de son nefesime kadar."

 

"Bu kadar emin konuşma Devrim."

 

"Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama senin acıların bana yük değil Sanat. O acılar benim çok değer verdiğim bir kızın acıları. Bu yaralar onun yaraları. Bu izler onun izleri. Bu karanlık onun karanlığı. Belki günün birinde tüm bunlar sadece o kızın değil benimde olur."

 

Devrim'in sözleri anlamlıydı. Benim için öyle çok şey ifade ediyordu ki bunu ona söyleyemedim bile. Onun yerine, "Biliyor musun? Ben izlerimi ilk kez sana gösterdim," dedim. Dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.

 

İlk başta gizli yerimi buldu Devrim Dinçer Demiralp. Sonra sakladığım benliği...

 

Dikiş izleriyle dolu bedenime baktı. Ona hiçbir açıklama yapmama rağmen yanımda kaldı. Tek laf etmememe rağmen beni anladı. Bende ilk kez ona gösterdim sakladıklarımı. Dönüp ona baktığımda anladım. Ona güvenmek tüm hayatım boyunca verdiğim en doğru karardı. Onunla yakın olmak, hissetmeyi ve hatta yeniden yaşamayı ondan öğrenmek aldığım en doğru karardı. Şimdi ise onunla yan yanaydım. Aramızdaki en bariz sır ortadan kalkmıştı.

 

Bir süre orada öylece oturduk. Sonrasında, "Annenle baban seni merak etmez mi?" diye sordum ona bakarak. Devrim umursamaz bir tavırla omuz silkti.

 

"Eve gitmek istemiyorum," dedi iç çekerken.

 

"Burada kalamaz mıyım?"

 

Bana baktı beklentiyle. "Karanlıktan korkmuyorsan kalabilirsin," dedim ve ayağa kalktım. Tam içeriye gidip onun için battaniye getireceğim sırada, "Ben karanlıktan korkmam. Karanlık benim bir parçam," dedi Devrim.

 

Olduğum yerde durdum. Dönüp ona bakmak istedim ama bunun yerine içeriye geçip onun için battaniye aradım. Kısa bir süre sonra elimde iki battaniyeyle Devrim'in yanına döndüm. Devrim ayağa kalktı. Elimdeki battaniyeleri aldığı sırada, "Ben üzerimi değiştirip geliyorum," demiştim.

 

Onu orada bıraktım. Giyinme odasına gittim. Üzerimi değiştirdim. İkimiz için birer yatık aldım ve onun yanına geri döndüm. Devrim basamaklardan birine uzanmış üzerine de battaniye örtmüştü. Ona yastığını verip iki basamak yukarı çıktım. Onun yaptığı gibi yastığımı koydum. Uzandım. Üzerimi örttüm ve dönüp ona baktım. Hala onun burada olduğuna inanamıyordum ki Devrim de yan dönmüş beni izlemeye başlamıştı.

 

"Seni evine bırakmak istediğim gece otelden çıktığında buraya mı gelmeye çalışıyordun?"

 

"Evet. Buraya gelmeye çalışıyordum."

 

"Neden? Neden burada tek başına kalıyorsun Sanat?"

 

"Benim bir evim yok Devrim. Ben evsizim. Yuvam diyebileceğim bir yer hiçbir zaman olmadı. Bende kendi kendimin evi olmaya karar verdim."

 

Devrim öylece gözlerime baktı. Karanlıkta yüzünü zar zor seçsem de orada olduğunu görebiliyordum. Gözlerinden akan bir damla yaşın yastığına damladığını da gördüm ama hiçbir şey demedim. Diyemedim.

 

"Artık yalnız değilsin," dedi Devrim.

 

"Ben varım. Yanındayım."

 

Hayatımda ilk kez biri benim yanımda olmuştu. İlk kez kalabalıkların içinde görünmez olmamıştım. Biri beni görmüştü. Elimden tutmak, yanımda olmak için çabalamıştı. Şimdi ise ilk kez biri yaralarımı görüyordu. Yaralarıma dokunuyordu. Bir dokunuşuyla iyileştiriyordu dikiş izlerimi. Beni anlıyordu. Beni olduğum gibi kabul ediyordu Devrim Dinçer Demiralp.

 

"İyi geceler Devrim," diye fısıldadım. Gözlerini kapatmadan önce, "İyi geceler Sanat," dedi. İyi geceler...

 

*******

 

Gözlerimi Devrim'in olmadığı bir sabaha açmaktan korkmuştum ama öyle olmadı. Devrim buradaydı. Yanımdaydı. Henüz uykudan uyanmamıştı ki telefonumun alarmı ile gözlerini açtı.

 

Telefonumu alıp alarmı kapattım. Devrim saate baktı ve "Okul için biraz fazla erken değil mi?" diye sordu uyku mahmuru.

 

"Herkes okula gelmeden önce buradan çıkmamız gerek Devrim. Her öğrenci gibi okulun kapısından girmeli ve dikkat çekmemeliyiz."

 

"Bunca zaman kimseye fark ettirmeden burada kaldın öyle değil mi?"

 

Başımı salladım ve "Ben okul formamı giyinirken sende bir an önce kendine gelsen iyi edersin Devrim Dinçer Demiralp," dedim.

 

Giyinme odasına geçtim. Okul formamı giyip saçımdaki tokayı çıkardım. Kulaklıklarımı boynuma astığımda giyinme odasından çıkıp beni bekleyen Devrim'in yanına gittim. Birlikte gizli dünyamdan çıktık. Kapıyı açtık ve okulun koridoruna çıktık. Kapıyı örttüğümde, "Şimdi bahçede diğer öğrencilerin gelmesini bekleyeceğiz," dedim.

 

"Bana senin gibi yaşamayı mı öğretiyorsun?"

 

"Öyle de denebilir ama ben daha çok yakalanmamak için ne yapmamız gerektiğini gösteriyorum sana."

 

Sırrımı öğrenmek ve bunun bir parçası olmak Devrim'i ürkütmekten çok memnun etmişe benziyordu. Sanki benim ruhumu görmüş olmak onun için hiçbir zaman bir pişmanlık sebebi olmayacakmış gibi hissettiriyordu bana. Olabilir miydi? Devrim beni söylediği gibi sırlarımla kabul edebilir miydi?

 

Birlikte yan yana yürürken ona baktım gizlice. Dimdik yürüyordu yanımda. Yüz hatları sertti. Çenesinin üzerindeki küçük çizgi halindeki gamzesiyle, uykudan yeni uyandığını gösteren dağınık saçlarıyla ve de inatçılığıyla yanımdaydı Devrim Dinçer Demiralp.

 

Okulun kapısında durmuş birbirimize bakmıştık. Her zaman yaptığım şeyi şimdi Devrim ile yapacaktım. Bahçeye çıkacak ve sanki okula yeni gelmiş gibi yapacaktım. Bir adım attım. Sonra bir adım daha derken okulun bahçesine çıktım. Devrim ile beraber bahçede gördüğümüz ilk banka oturup diğer öğrencilerin okula gelmesini beklerken okulun büyük demir sürgülü kapısının yavaşça açıldığı gördüm. Okul servislerinin gelmesine daha vardı. Peki ama bu saatte gelen kim?

 

Devrim ile öylece durmuş kapıdan geçecek olan aracın kime ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kapı tamamen açıldığında içeri uzun, limuzini andıran siyah bir araba girdiğinde camları siyah filmle kaplı olduğundan içeridekinin kim olduğunu anlayamadım. Bir süre sonra şoför inip arka kapıyı açtı. Arabadan inen kişiyle bittiğini sandığımız her şeyin aslında daha yeni başladığını anladım.

 

"Beni bekleme. İşim uzun," dedi Ilgaz Günay şoförüne kibirli bir gülümseme eşliğinde. Dün asansörde karşılaştığımızda bu olayın kolay kolay kapanmayacağını anlamam gerekirdi. Ne koskoca Rutkay Karay ne de başka bir şey onun gözünü korkutamazdı. Hırs bir kere bürüdü mü gözü onu doyurabilecek tek şey intikamdır. Bu Ilgaz Günay içinde geçerliydi.

 

"Bu adamın ne işi var burada?" dedi Devrim tükürürcesine. Ona Ilgaz Günay ile asansörde olanları söyleyecek değildim. Bu onu deli ederdi. Sonrasında yanlış bir şey yapardı ve sonuç olarak dizginleyemediği öfkesi onun sonu olur. Sırf bu yüzden ağzımı kapalı tutmayı tercih etmiştim.

 

"Bilmiyorum," dedim umursamaz bir tavırla omuz silkerek.

 

"Ama iyi bir amacı olduğunu sanmıyorum."

 

"O adamın hiçbir zaman iyi bir niyeti olamaz zaten."

 

"Sen nereden biliyorsun?"

 

"Işık kaybolduğunda kızını bulmak için ne kadar çaba sarf ettiğini, yasak aşkına koridorda onu terk etmemesi için yalvarırken görmek bile onun nasıl bir insan olduğunu açıklıyor."

 

Devrim haklıydı. Ilgaz Günay midemi bulandıracak kadar itici bir adamdı ve buraya da her ne kadar Devrim'e söylemesem de ne amaçla geldiğini az çok tahmin ediyordum. Bizi bitirmek için gelmişti Ilgaz Günay.

 

Sabahın erken saatlerinde burada olmasının tek sebebi buydu. Fulya hocaya yapılanların bedelini ödetecek farkında bile olmadan ipimizi çekecekti. Farkında bile olmadan bir taşla iki kuş vuracak olması mıydı beni bu derece sinirlendiren şey yoksa iyi bir baba olmak yerine cefakar aşığı oynaması mıydı bilmiyorum ama onun burada bulunuyor oluşu bile sinirlerimi bozmaya yetiyordu.

 

Ilgaz Günay üzerindeki takımın yakasını düzeltirken kendinden emin adımlarla okulun kapısına doğru adımlıyordu. Gözü bizi görmüyordu. Hedefine kilitlenmiş girişteki iki basamağı çıkmıştı. "Bir şey yapacak," dedi Devrim sinirle.

 

"O adam buraya boşuna gelmiş olamaz. Dün olanların acısını çıkarmadan da durmaz. Fulya hoca için tüm okula bedel ödetecek."

 

O bedellerden birini de ben ödeyecektim. Devrim henüz bunu bilmiyordu ama Ilgaz Günay bunu başardığı an ona anlatmadığım için bana kızacaktı. Okulun girişindeki demir sürgülü kapı yeniden aralandı. İçeri okul servisleri ve öğrenciler akın etmeye başlamıştı. Kalabalığın gelişi birçok şeyin habercisiydi. İntikamın habercisiydi. Ödenecek bedellerin ve de sırlarla beraber yalanların da ortaya çıkacağının habercisiydi. Sırlar ve yalanlar!

 

Devrim, "Ilgaz Günay bir şeyler çeviriyor," dedi sıkıntıyla. Dönüp baktığımda okul hademelerinden birinin tam kapının önüne herkesin görebileceği bir noktaya kürsü yerleştirdiğini gördüm. Kürsüyü görünce anladım. Ilgaz Günay gücünü kürsüye çıkınca herkese gösterecekti. En başta da bana!

 

"Konuşma yapacak," dedim Devrim'e bakışlarımla Ilgaz Günay'ı işaret ederek.

 

Kenarda durmuş Ilgaz Günay'ın önüne konan mikrofona bir şeyler söyleyeceği o anı bekliyorduk ki, "Tüm öğrencilerin toplanmasını istiyorum," dedi Ilgaz Günay. Bunun üzerine öğrenci kalabalığı onu dinlemek üzere toplandı. Dervim ile onların arasına karıştık. Ilgaz Günay'ın gücünü herkese göstereceği o an gelip çattı. Dün olan her şeyi okuldaki herkes öğrenecekti. Burs meselesini, benim müdüre çıkışmam da dahil her şey o mikrofondan tüm okula duyurulacaktı.

 

Nefesimi tutmuş Ilgaz Günay'ın yaptığım şeyi okula ifşa edeceği anı bekliyordum. Devrim her şeyi ondan öğrenecek ve bana kızacaktı. Bunu neden yaptığımı sorgulayacaktı. Burs meselesinin benim için neden bu kadar önemli olduğunu sorgulayacaktı ve ben onun sorusunu cevaplayamayacaktım.

 

"Herkes geldiğine göre söylemek istediklerimi söyleyebilirim," dedi Ilgaz Günay. Mikrofondan yayılan sesi bile bizi bitiren kişi olmaktan aldığı keyfi gözler önüne seriyordu.

 

Benim dışımda kimse onun yapmak üzere olduğu şeyin farkında değildi. Ilgaz Günay, "Dün okulda yapılan bir anons hakkında sizlere bir açıklama yapmak istiyorum," diyerek başladı sözlerine.

 

Gözleri onca öğrencinin arasında beni buldu. "Okulunuzun pek saygıdeğer keman öğretmeni Fulya Hanım hakkında ortaya atılan bu iddiaları ortaya kim neden attı bilmiyorum ama bunun bedelini ödeyecek," dedi kendinden emin bir şekilde. Bunu nasıl yapacağı bir yana buna gücü yetmeyecekti. Rutkay Karay buna asla izin vermezdi. Vermeyecekti!

 

Ilgaz Günay'ın cümlesinin üzerine kalabalıktan biri, "İddiaları yalanlamadığınıza göre tüm bunlar doğru," dedi. O an Ilgaz Günay kafasına yıldırım çakmış gibi kalakaldı. Bunların iddia olmadığını her şeyin gerçek olduğunu itiraf edecek yüzü olmadığı gibi inkar da edemiyordu. İlk başta ne diyeceğini bilemediğinden kürsüde öylece bekledi. Kalabalığın arasından bir ses daha yükseldi.

 

"Eski eşinizi hocamızla aldatmışsınız! Eski eşinizi geçtim. Bunu Işık'a nasıl yaptınız?"

 

Konuşan kişiye bakmak için arkamı döndüm ve Umut'u gördüm. Vural ile yan yanaydı. İkisi de Ilgaz Günay'a tiksinerek bakıyordu. Ilgaz Günay ise kürsüde durmuş, "Özel hayatım sizi ilgilendirmez. Aynı şekilde Fulya Hocanızın hayatı da. Sırf bu yüzden üzerimize atılan bu iftiranın sorumlusuna tam burada şu anda bir bedel ödeteceğim," dedi.

 

Kendini aklamak, adını temize çıkarmak için ne kadar çirkinleşebileceğini sarf ettiği üç cümleyle gayet açık bir şekilde belli etmişti Ilgaz Günay. Şimdi de icraata geçme vaktiydi. "Serdar Çelik!" diye seslendi mikrofona.

 

"Ortaya çık!"

 

Ilgaz Günay'ın Serdar'a bedel ödetmeden durmayacağını biliyordum. Kendisi bir yana Fulya Hoca'nın alay konusu olması bile onun bunu yapma dürtüsünü körükleyen en başlıca nedendi.

 

"Hepimiz seni bekliyoruz Serdar Çelik! Çık ortaya!"

 

Kalabalıkta Serdar yoktu. Gözlerim emin olmak istercesine son kez kalabalığı tararken okulun siyah demir sürgülü kapısının yeniden aralanmaya başladığını gördüm. Kapı ağır ağır açılırken siyah bir araba gördüm. Plakasını gördüğüm an onun kime ait olduğunu anladım. Araba park edildi. Kapı açıldı ve o indi. Rutkay Karay!

 

Ağır adımlarla kalabalığı yararak Ilgaz Günay'ın olduğu yere çıktı. İkisi karşı karşıyaydı. Rutkay Karay mikrofonu kendi tarafına çekti ve, "Hiç kimse benim okulumda benim öğrencilerimi tehdit edemez," dedi. Ses tonu her zamanki gibi ciddiyetini belli ediyordu.

 

"O öğrenci cezasız kalmayacak Rutkay Karay. Bu olayın içinde benim adım geçerken sessiz kalmayacağımı biliyorsun."

 

"O halde elinden geleni ardına koyma Ilgaz Günay. Elinden geleni ardına koyma."

Loading...
0%