Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm: İkna

@sevvnuraydn

Bir insanı yanlışa sürükleyen şeylerin başında kibir gelir. İnsan bir kere kibre kapıldı mı küçük dağları kendisinin yarattığını sanır. Kendisi dışında herkes gözüne karınca gibi gelir, yoluna çıkanı ezer geçer. O da kibrine yenilmişti. Kibri yüzünden sırlarını örtmekte kullandığı yalanlar bir çığ olmuş üzerine doğru geliyordu. Sadece farkında değildi. Olduğunda ise her şey için çok geç kalmış olacaktı.

 

"Bana meydan okuduğuna pişman olacaksın Rutkay Karay," dedi Ilgaz Günay. Kibir dolu kahkahası bahçede yankılandıktan sonra mikrofonu Rutkay Karay'ın önünden kendi tarafına çekti ve, "Serdar Çelik burada değil ama ben yine de söyleyeyim," diyerek başladı konuşmasına.

 

"Özel hayatın gizliliğini ihlalden kendisine dava açıyorum. Tabii okul yönetimi ve doğal olarak Rutkay Karay Beyefendi ile de mahkemede hesaplaşacağımızı duyan duymayana söylesin."

 

Ilgaz Günay kürsüden indi. Bu onun son sözleriydi. Kalabalığın önünde dimdik durmuş sonrasında arabasına geçmişti. Onun gidişi yalanların eline geçen en büyük kozdu. En azından o an için ben öyle sanıyordum.

 

"Öğretmenlerimiz öğrencilere sınıflarına kadar refakat etsin!"

 

Rutkay Karay'ın emriyle öğretmenler bizi içeriye yönlendirmişti. Öğretmenler bizleri içeri aldığı sırada Rutkay Karay'ın gittiğini gördüm. O an için en büyük sorunumuzun Ilgaz Günay olduğunu sanıyordum. Bunların asıl felaketin yanında ceviz kabuğunu doldurmadığını anladığımda ise iş işten çoktan geçmişti.

 

"Ilgaz Günay neden Serdar'a bu kadar taktı? Bu basit bir ifşa meselesinden de daha fazlası. Rutkay Karay'a tüm okulun önünde meydan okumasının bir sebebi var," dedi Devrim. Söylediklerini derin bir sükunet içinde dinlemiştim. Çünkü konuşursam her şeyin açığa çıkacağını biliyordum ve bunun olmasına izin veremezdim. Yollarımız dersliklerin önünde ayrılana kadar sessizliğimi korudum. O gitar sınıfına girdi bense piyano.

 

Piyano sınıfından içeriye girdiğimde herkesin çoktan sıralara yerleştiğini gördüm. Boş gördüğüm ilk sıraya geçtim ve hocanın sınıfa girişini izledim. Apar topar sınıfın ortasındaki piyanonun başına geçti. Yüzündeki gergin ifadenin sebebinin Rutkay Karay olduğunu biliyordum. Ders bir yana parmaklarının titrediğini gizlemek için piyano çalmaya başlamıştı.

 

Hüzünlü bir melodi yankılanmaya başladı sınıfta. Ara ara tizleşti melodi. Hocanın çaldığı parça bana sadece yalanlar resitalini hatırlattı. Piyanonun tuşlarından akan kanı gördüğüm o ilk an, koridorda belirsizlik içinde beklediğim an, kanın Işık'a ait olduğunu öğrendiğim an, Devrim'in ilk şüpheli olarak çağırıldığı o an hepsi bir bir gözümün önünden adeta bir film şeridi gibi geçip gitti.

 

"Şimdi bu besteyi çalma sırası sizde. Herkes piyanonun etrafına dizilsin. Sırayla ismini söylediklerim çalmaya başlayacak."

 

Hepimiz piyanonun etrafında toplandık. Piyano hocası bir öğrenciyi piyanonun başına oturtturduğu sırada piyanonun açık kapağını tutan demire yapıştırılmış bir kağıt olduğunu gördüm. Herkesin dikkati piyanoyu çalan kişide olduğundan kağıdı aldığım gibi cebime atmıştım. Ne yazdığına burada bakamazdım. Sırf bu yüzden piyano hocasından lavaboya gitmek için izin istemiştim. Dersten çıktığım an kattaki kızlar tuvaletinin kapısından içeriye girdim. Kimsenin olmamasını fırsat bilerek cebimdeki kağıdı çıkarıp notu okumaya başladım.

 

Tak tak! Bu ses sana tanıdık geldi mi?

 

Notta yazan tek şey buydu. Kimin hedef olduğunu anlamak çok da zor olmadı. Kırmızı rugan ayakkabının çıkardığı sese değinmişti katil. Hedef Polen'di. Sıradaki kurban oydu ve katil üçüncü ve son burslunun peşine düşmüştü. Kağıdı yırtıp çöpe atmamın ardından kızlar tuvaletinden çıkıp sınıfa geri döndüm.

 

Piyano hocası bu kez Vural'ın çalışını dinliyordu. Piyanoyu çalarken Vural'ın gözleri bir anda beni buldu. Bana bakarak çalıyordu. Parmakları piyanonun tuşlarında gezinirken beni izliyordu. Sessizdi, dikkatliydi ve kurban listesinde o da vardı. Sadece katil onu hedef göstereceği zamanı bekliyordu. Önce Polen sonra o vardı sırada.

 

Işık'ın ve de yalanlar resitalinin son bağlantıları onlardı. Tabii son bir isim daha kalmıştı. O isimle beraber aklıma bir kuşku düştü. O isim de listenin kuytu köşesinde kalmıştı. Belki de Polen'den sonra sıradaki kurban oydu. Tabii onun şu an derste olmadığını varsayarsak bu ihtimalin yakın zamanda gerçekleşmeyeceğine emindim.

 

Vural'ın çalmayı bırakmasıyla zilin çalması da bir oldu. Hoca birkaç ödev sıraladıktan sonra bizi serbest bıraktı. Koridora çıktığım sırada Vural'ın da arkamdan geldiğini fark ettim. Dönüp ona baktım. Bana yetiştiğinde, "Beş dakikan var mı?" diye sordu. Ona beş dakikamın olmadığını söyleyip her zamanki umursamaz duruşumla yoluma bakabilirdim ama ondaki ifade beni bunu yapmaktan alıkoyuyordu.

 

"Sadece beş dakika," dedim tekdüze.

 

Vural bu söylediğimden memnun olmuşa benziyordu. Umarım söylemek istediği şey de buna değecek bir şeydir. "Kantine gidiyorum. Bana ne söylemek istiyorsan orada söyleyebilirsin," dedim ve onunla beraber kantine gittim. Kantin her zamanki gibi hınca hınç doluydu. Kahvaltı yapmadığım için niyetim tost almaktı. Sıraya girmek istediğim sırada telefonuma bir bildirim düştü. Mesaj bildirimi...

 

Devrim: Başını yavaşça sola çevir.

 

Dönüp ona baktım. Asabi ifadesinin sebebini sorgulamama zaman kalmadan ikinci bildirim geldi.

 

Devrim: Yanıma gel.

 

Telefonunu masaya koyup beni göz hapsine alışını donuk bir ifadeyle izledim. Yanına gitmemi istiyordu. Onun dediğini yapacak mıydım? Vural'ı ortada bırakıp onun yanına gidecek miydim? Hayır. Vural'ın söylemek istediklerini duymadan onun yanına gitmeyecektim. Sırf bu yüzden dönüp Vural'a, "Anlat bakalım," dedim gördüğüm ilk boş masaya kurulurken.

 

Vural yanıma oturdu. Saklamaya zorlandığı gülümsemesiyle beraber, "Işık'ın babası Ilgaz Günay'ın davadan vazgeçmesini sağlamanın bir yolu var," dedi. Kaşlarım çatıldı. O adamın bu davadan vazgeçmesinin yolu olabilir miydi?

 

"Öyle bir yol var olsa bile neden bana söyleyesin? Sen Işık'ın en yakın arkadaşısın. Onun babasının tarafında olman gerekmiyor mu?"

 

Bu sorum onu daha da keyiflendirdi. Dudaklarındaki gülümsemeyi daha fazla bastıramadı. Uzanıp gözümün önüne düşen bir tutamı tutmaya yeltendi ama izin vermedim. Eline hafifçe vurdum ve "Konumuza dönelim Vural," dedim. Kıkırdadı. Onun bu keyifli hali birilerinin fena sinirini bozmuş olacak ki üçüncü mesajın bildirimiyle titredi telefonum.

 

Devrim: Yanındaki şahıs bir daha az önceki şeyi yapmaya kalkarsa...

 

Mesajın devamı yoktu. Yüklemin hiç de güzel bir şey olmadığına emindim. Başımı çevirip ona baktım. Sadece bakışlarıyla bile oturduğum masayı ateşe veren Devrim Dinçer Demiralp daha fazla dayanamadı. Oturduğu sandalyeyi peşinde sürükleyerek yanıma geldi. Sandalyesini Vural ile aramıza koyması da dikkatimden kaçmamıştı ki beni asıl şaşırtan şey elindeki tostu elime tutuşturuşu oldu.

 

"Kahvaltı yapmadın. Açsındır," dedi Devrim imayla. Delici bakışlarını Vural'a dikmiş, "Sende ne söyleyeceksen bir an önce söyle. Sonra da bas git," demişti.

 

"Devrim," dedim uyarıcı bir tonda ama bana mısın demedi. Vural'a öyle bir bakışı vardı ki daha şimdiden Vural moleküllerine ayrılmıştı. İşin asıl kötü olan kısmı bu değildi. Etraftaki herkes dönüp bize bakmaya başlamıştı. İşte tam olarak böyle bir etkisi vardı Devrim Dinçer Demiralp'in.

 

Devrim'in olduğu yere bakardı herkes. Onu izler, onun duruşundan etkilenirlerdi. Şimdi ise yanımda durarak beni görünür kılmıştı. Kantinde bulunan herkes bize bakıyordu. Daha doğrusu Devrim'e bakıyorlardı. Onun benim yanımda duruyor oluşu bir yana benim için büründüğü ruh halinin sebebini anlamaya çalışıyorlardı.

 

Devrim, "Evet seni dinliyoruz," dedi Vural'a. Kelimeleri vurgulayış biçimi de en az bakışları kadar sertti. Elime tutuşturduğu tosttan bir ısırık aldım ve Vural'a anlatması için gözlerimle işaret verdim. Vural en azından Devrim ile inatlaşmamış konuya hızlı bir geri dönüş yapmıştı.

 

"Dediğim gibi Ilgaz Günay'ın davadan vazgeçmesini sağlamanın bir yolu var."

 

"Nasıl bir yolmuş bu?" diye sordu Devrim iğneleyici bir tonda.

 

"Fulya Hoca'nın evine gitmemiz ve onu ikna etmemiz gerek. Eğer Fulya Hoca ikna olursa Ilgaz Günay'ı bu davadan vazgeçirebilir."

 

"Birincisi Ilgaz Günay ölse de vazgeçmez bu davadan. Çünkü bu olay kapansa bile Rutkay Karay ile olan olaydan sonra ona karşı gücünü göstermeden geri adım atmaz," dedi Devrim.

 

"Bu doğru ama Fulya Hoca söz konusu olunca Rutkay Karay'ı bile bir kenara bırakabilir."

 

Tostumu yerken bir yandan da düşünüyordum. Ilgaz Günay'ın az çok nasıl biri olduğunu analiz etmiştim. Fulya hocanın da nasıl bir yapıya sahip olduğunu biliyordum. Bir şekilde bu davanın açılmasına engel olmam gerekiyordu. Nasıl yapacağımdan emin değilim ama buna mecburum.

 

"Vural'ın söylediğini denemekten bir zarar gelmez," dedim aniden. Vural'a katılıyor oluşum Devrim'i şaşırtmıştı. Biten tostun kağıdını elimle buruşturdum ve "Ilgaz Günay tüm bunları Fulya hoca için yaptı. Eğer Fulya hocayı ikna edebilirsek o da Ilgaz Günay'ın bu davayı açmasına engel olabilir," diyerek tamamladım sözlerimi.

 

"Diyelim ki başaramadık ve Ilgaz Günay davayı açtı. O zaman ne olacak?" diye sordu Devrim.

 

"Dava açılırsa Serdar'ın eğitim hayatı biter. Üzerine bir de hapse girme ihtimali var. Bunun olmasına izin veremeyiz Devrim."

 

"Araya giriyorum ama bunu yapıp yapmayacağımıza karar vermemiz gerekmiyor mu?" diye sordu Vural ve böylece Devrim'den imalı bir bakış kazandı.

 

"Birincisi sen neden bunu bize anlattın? Çıkarın ne? İkincisi bunu yapacaksak biz yapacağız. Sen bunun içinde yoksun," dedi Devrim üzerine basa basa.

 

"Bunu size anlattım çünkü kardeşim dediğim bir insan şu an aramızda değil. Ölmüş olabilir ve kimse onun başına ne geldiğini merak etmiyor. İkincisi de şu ki ben katili bulmak istiyorum. Işık'a bunu yapan bulunsun istiyorum ve babası olacak adam bir kadının derdine düşüp onu arama tenezzülünde bile bulunmadı. Işık'ın kaybolduğunu öğrendiğindeki timsah gözyaşlarının hesabını versin istiyorum. Amacına ulaşamasın istiyorum. Sırf egosu uğruna bir başkası daha kurban edilmesin istiyorum."

 

Vural'ın sözleri düşündürücüydü. Ona baktım ve "Okul çıkışı," diye başladım sözlerime.

 

"Okul çıkışı üçümüz Fulya hocanın evine küçük bir ziyaret yapıyoruz."

 

"Üçümüz?"

 

Devrim'e çevirdim bakışlarımı.

 

"Vural Işık'ı hepimizden iyi tanıyordu. Fulya hocayı Işık üzerinden ikna edebiliriz ve bu konuda Vural'ın da yardımına ihtiyacımız var Devrim."

 

"O zaman okul çıkışında bahçede buluşalım," dedi Vural ve gitti. Onun gidişi Devrim'in bana yaklaşmasına neden oldu. Bana baktı ve "Ona güvenmiyorum," dedi Devrim.

 

"Ona güvenmiyor musun yoksa onun yanımızda olmasından mı rahatsızlık duyuyorsun?"

 

"Her ikisi de. Vural güvenilir biri değil Sanat."

 

"Bunun için bir gerekçen var mı Devrim?"

 

Devrim bir süre yüzüme baktı. Geçerli bir nedeni yoktu. Bu söylediği şey bir his belki de onu sevmemesinden kaynaklanıyordu ama şöyle bir gerçek var ki Vural da kurbanlar listesindeydi. Katil bir şekilde onunda sorgulanmasını sağlamıştı. Onu bu listeye sokan her ne kadar ben olsam da savcının dosyasındaki şüpheli isimlerin arasında Devrim ile benden sonra onun da adı vardı. O da bir kurbandı aslında. Tekrar seçilebilecek bir kurban.

 

"Devrim," dedim yumuşak bir sesle.

 

"Bunu yapmak zorundayım. Lütfen bugün Fulya hoca ile sorunsuz bir şekilde konuşup şu davanın açılmasının önüne geçelim."

 

Devrim bir süre düşündü. Vural ile aynı ortamda bile bulunmaya dayanamıyordu ve ben ondan Vural ile ortak bir şekilde hareket etmemiz gerektiğini söylüyordum. Tam vazgeçeceğini düşündüğüm sırada, "Tamam," dedi Devrim Dinçer Demiralp.

 

"Senin için yapacağım."

 

*******

 

Okul sonrası sözleştiğimiz üzere bahçede buluştuk. Devrim beni arabasında yan koltuğuna oturtturmuş Vural'ın arkaya geçişini dikiz aynasından attığı keskin bakışlarla izliyordu ki emniyet kemerimi takmış ona bakmıştım. Ona olan imalı bakışımın üzerine arabayı çalıştırdı Devrim Dinçer Demiralp.

 

Navigasyondan Fulya hocanın ev adresini girip Devrim'i yönlendirirken, "Adresi nereden buldun?" diye sordu. Ona tabii ki de bunu söyleyemezdim. Üstüne bir de arabada Vural varken bunu ona asla söyleyemezdim.

 

"Adres işi kolay oldu. Asıl sorun Fulya hocayı ikna etmek," dedim sıkıntıyla.

 

"Rutkay Karay'ın kızı olunca bulmuşsundur tabii adresi," dedi Vural gülerek. Saniyesinde Devrim'in radarına yakalandı. Devrim çenesini kapalı tutması için tehditkar bir bakış atıp gözünü yeniden yola dikti. Gerçi Vural'ın konuşmasına bile gerek yok. Vural'ın arabadaki varlığı bile Devrim'e batıyordu.

 

"Sağa," dedim navigasyondaki adrese bakarak. Fulya hocanın evi okula düşündüğümden daha uzak çıkmıştı. Devrim arabayı evin önünde park edince mideme kramp girdiğini hissettim. Burası bir öğretmenin kendi başına alamayacağı kadar lüks bir evdi ve bunu Fulya hocaya alan kişiyi benim gibi Vural ve Devrim de biliyordu. Arabadan inip eve daha dikkatli baktım. İki katlı, güvenlikli ve daha dış cephesinden milyonlara bedel olan bu ev Fulya hocanın eviydi. Evin girişinde duran güvenliğin kulübesinden içeriye baktım.

 

Güvenlik, "Buyurun kime bakmıştınız?" diye sordu.

 

"Biz Özel Karay Müzik Koleji'nden geliyoruz. Öğretmenimiz Fulya hocayı görmeye geldik," dedim kendimi gülümsemeye zorlayarak. Güvenlik anlayışla başını salladı ve, "Ben Fulya Hanıma haber vereyim," dedi. Kulübenin içinden telefona uzandı. Fulya hocaya durumu anlattıktan sonra, "Fulya hanım sizi bekliyor," dedi. Daha kapıdayken reddedileceğimizden eminken bizi içeri davet etmesinde bir şeyler olduğunu hissettim ama yine de Devrim ve Vural ile beraber içeriye geçtim.

 

Bahçeden geçip evin kapısında durduğumuzda daha kapıyı çalmamıza kalmadan kapıyı genç bir kadın açtı. "İçeri buyurun. Fulya hanım sizi yukarıda bekliyor," dedi ve bize yukarıya kadar eşlik etti. Yukarı kata çıktığımızda Fulya hocanın baş köşeye oturmuş bize baktığını gördüm.

 

"Evimi nasıl buldunuz?" diye sordu Fulya hoca sakinliğini korumakta zorlanırken.

 

"Bunun bir önemi var mı?" dedim kollarımı göğsümün altında bağlayarak. Dik başlı oluşum onu sinir ediyordu.

 

"Geçin oturun. Ne söyleyecekseniz söyleyin ve sonra da evimi terk edin," dedi Fulya hoca. Bunun üzerine onun oturduğu tekli koltuğun yanındaki uzun koltuğa sıra sıra dizildik. Şimdi ona Ilgaz Günay'ın dava açmasına engel olması gerektiğini söylemek zorundaydım. Fakat şöyle bir durum var ki ne Vural ne de Devrim dün okulda yaptığım şeyi bilmiyordu.

 

Vural'ın ne düşüneceği umurumda bile değildi ama Devrim ona bunu anlatmadığım için bana haklı olarak kızacaktı. Sıkıntılı bir nefes verdim ve, "Bugün olanlardan haberiniz vardır diye düşünüyorum," dedim. Tabii ki de vardı. Siyah dikdörtgen gözlüklerinin üzerinden attığı bilgiç bakışları onu ele veriyordu ama o yine de, "Ne oldu?" diye sormayı tercih etmişti. Aklı sıra olanları bana anlattırarak kendince intikam alacaktı.

 

"Ilgaz Günay okula ve Serdar Çelik'e özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dava açacakmış. Bunu bilmiyor olamazsınız."

 

"Ondan haberim var. Ben asıl sizin neden geldiğinizi merak ediyorum."

 

"Buraya gelmemizin sebebi Ilgaz Günay'ın davayı açmasına engel olmanızı istememiz," dedi Vural.

 

"Peki bunu neden yapacakmışım?"

 

"Siz de bir annesiniz," diyerek araya girdim.

 

"Bir öğrencinin öğrenim hayatının biteceğini ve hapse gireceğini biliyorsunuz. Buna vicdanınız el veriyor mu?"

 

"Bu benim vicdanımla ilgili değil Sanat."

 

Yavaş yavaş sinirlerimin gerilmeye başladığını hissetsem de, "Evet bu tam olarak sizin vicdanınızla ilgili. Ilgaz Günay'a istediğinizi yaptırabileceğinizi siz de biliyorsunuz. Onu davadan vazgeçirebilirsiniz," dedim.

 

"Serdar Çelik sizin de öğrenciniz. Onun ne kadar gayretli ve o bursa ne kadar ihtiyaç duyduğunu biliyorsunuz," diye de ekledi Devrim.

 

Fulya hoca gözlerini yerdeki dokuma halıya dikti. Bir süre düşündü. Onun vicdanlı bir kadın olduğunu düşünüyordum. Bunca zaman bizlere gösterdiği nazik davranışlarından ve her ne yaşarsa yaşasın çizgisini bozmayışından bu sonuca varmıştım ama bir şeyi hesaba katmamıştım.

 

İnsanlar hiçbir zaman göründüğünden ibaret değildir. Her zaman içlerinde başka bir kimlik taşırlar. Fulya hoca da taşıyordu. Sadece bunu saklamakta ustalaşmıştı. Şimdi de o yanını bize göstermek üzere harekete geçmişti. İlk olarak da beni Devrim'in gözünde yalancı konumuna düşürmekle başladı işe.

 

"Buraya böyle rahat bir şekilde gelebildiğine göre Devrim ile Vural dün olanları bilmiyor," dedi Fulya hoca bana bakarak.

 

Oyunun kurallarını kendisinin belirlediğinden emin kibirli bir duruşla karşımdaydı. Devrim ise, "Dün ne oldu? Benim bilmediğim durum ne?" diye sordu kulağıma doğru. Ses tonu bile bu duruma ne kadar içerlediğini belli ederken gözlerine bakma cesaretini gösteremedim. Sırf bu yüzden ateşe ateşle karşılık vermeye karar verdim.

 

"Dün müdürün odasına gittim ve Fulya hocamızı odadan attırdım. Devrim ile Vural da olayı öğrendiğine göre şimdi asıl konumuza dönebiliriz diye düşünüyorum."

 

"Saygısız! Davayı açmayı işte en çok da bu sebepten hak ediyorsunuz!"

 

"Mesele bizim davayı hak edip etmememiz değil. Burada bir öğrencinin eğitim hayatı ve hatta hapse girmesi söz konusu. Onun hiç katil tarafından manipüle edilmiş olabileceğini düşündünüz mü?"

 

Sözlerim karşısında donup kaldı. Katil lafı bile onun kanının çekilmesine yetmişti ki, "Bunu bizim için değil Işık için yapın. Eğer ona biraz olsun değer verdiyseniz bunu yaparsınız," dedi Devrim meydan okurcasına. Dün olan biteni ona anlatmamış olmama rağmen beni savunduğu için ona minnettardım. Bir şekilde bu işinde içinden birlikte sıyrılacağımızı hissettim.

 

Fulya hoca, "Bana şimdi bu işte katilin bir parmağı olduğunu mu söylüyorsunuz?" diye sordu şok içinde. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi bile amacımıza bir adım dahi olsa yaklaştığımızı gösteriyordu. Hala onu ikna etme şansımız vardı.

 

"Işık sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama o benim kız kardeşim gibiydi. Biri onu öldürdü ve şimdi tüm okul karıştı. Sizce tüm bu olanlar tesadüf mü? Bence değil. Serdar da bunu yapacak biri değil. Biri onu buna mecbur bırakmış olmalı. Şimdi sizden ricam her şeyi bir kenara bırakıp Işık için Ilgaz Günay'ı ikna etmeniz. Işık'ın katilinin amacına ulaşmasına izin vermeyin," diyerek sözlerini art arda sıraladı Vural.

 

Fulya hocanın sıkıntıyla şakaklarını ovuşturduğunu gördüm. Düşünüyordu. Kafasında bir şeyleri ölçüp biçip tartıyordu. Ne karar vermesi gerektiğini düşünürken bir yandan da bundan emin olmaya çalışıyordu. Siyah dikdörtgen gözlüklerinin üzerinden bize baktı ve, "Bunu yaptığımı varsayarsak benim itibarım ne olacak?" diye sordu bu sefer.

 

"İtibarınız için hiçbir şey yapamayız ama Rutkay Karay Serdar'a ayrıca bir ceza verir. Ne yaparsak yapalım geçmişe dönüp olanın önüne geçemeyiz. Böyle bir gücüm olsaydı zaten ilk önce o resital olayının başlamasına Işık'ın ölümüne engel olurdum."

 

Sözlerimin üzerine Fulya hocanın gözlerinin dolduğunu gördüm. Işık'ın adı bile onun vicdan azabı çekmesine yetiyordu. "Tamam," dedi en sonunda.

 

"Işık için Ilgaz ile konuşup onu dava açmaktan vazgeçireceğim."

 

Fulya hocayı ikna etmiştik. Ilgaz Günay'ın dava açmaktan onun için vazgeçeceğini ummaktan başka yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı. Tam hepimiz kalkmış gidiyorduk ki dışarıda büyük bir gürültü koptu. Ne olduğunu anlamadım bile. Tek duyduğum ses o gürültünün ardından, "Anne!" diye gelen bir çığlık sesiydi.

 

Fulya hocanın sesin geldiği odaya koştuğunu gördüm. Oğlunu kucaklayıp yanımıza geldi. Tam o sırada bir adamın "Fulya!" diye bağırdığını duydum. Bu ses Ilgaz Günay'a ait değildi ve bir felaketin dönüp dolaşıp yine bizi bulduğundan bu sesle emin oldum.

 

"Bu kim?" diye sordum. Fulya hoca, "Anlatacağım ama şimdi saklanmamız gerek," dedi korkuyla. Gözlerindeki dehşet bile nasıl bir durumun içinde olduğumuzu gözler önüne sermişti.

 

Hepimiz odaya girdik. Fulya hoca kapıyı kapatıp kilitledi. Hepimiz yere oturup ona baktık. "Dışarıda bağırıp duran adam kim?" diye sordum fısıltıyla. Fulya hoca oğlunun duyacağını bilse de, "Eski kocam," diyerek sorumu yanıtladı.

 

"Yerimi buldu."

 

"Yerimi buldu da ne demek?" diye sordu Vural.

 

"Oğlumun ondan olmadığını öğrendi. Buraya benim için geldi."

 

Kanımın çekildiğini hissettim. Gözü dönen eski koca buraya eski karısı için gelmişti. Olabilecekleri düşündüm ve Devrim'e baktım. O da benim gibi olağan senaryoyu görüyordu. Aşağıdan kapının yumruklanma sesleri geliyordu. Eğer o adam buraya ulaşırsa neler olacağını biliyordum. Sırf bu yüzden telefonumu çıkarıp ilk önce polisi daha sonra da Fulya hocadan aldığım numara ile Ilgaz Günay'ı aradım.

 

Telefonu kapattıktan sonra, "Yatağı kapıya itmemiz gerek," dedim fısıltıyla. Üst katta olduğumuzdan adamın camdan giremeyeceğini biliyordum. Kapıyı kırma olasılığına karşılık önlem almak zorundaydık.

 

Devrim ile Vural yatağı kapının önüne ittiği sırada aşağıdan yukarıya doğru atılan taş bulunduğumuz odanın camını indirdi. Küçük Umut ağlamaya başladı. Fulya hoca oğlunu sakinleştirmeye çalışırken dolabı camın önüne itmeye başladım. Devrim de bana yardım etti. Güvende olduğumuzu biliyordum. Fakat şöyle bir şey var ki gelen adamın sesi yeri göğü inletirken Umut'u sakinleştirmemizin imkanı yoktu.

 

Umut hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Fulya hoca panikten ne yapacağını bilemez bir haldeydi ve polis sireninin sesini duyamamak daha da gerilmeme neden oluyordu. Nerede kaldılar? Bir an önce burada olmazlarsa olası durumları düşünmek dahi istemiyordum.

 

Stresten odada volta atarken Devrim yanıma geldi. Omuzlarımdan tutup beni durdurdu. Gözlerimin içine baktı ve, "Her şey yoluna girecek," dedi. Sesi sakinleştirici gibiydi. Kendimi onun yanında güvende hissediyordum. Keşke Umut da benim gibi hissedebilseydi.

 

Tam o esnada aşağı katta büyük bir gürültü koptu. Aşağı kattan gelen cam kırılma sesiyle Vural, "İçeri girdi," dedi dehşetle. Her an buraya gelebilirdi. Bu yüzden hazırlıklı olmak zorundaydık.

 

Fulya hoca Umut'u kucağına almış kenara çıkmıştı. Kapı yumruklanmaya başladı. Devrim beni arkasına aldı. Ona baktığımda beni korumak için her şeyi yapabileceğini gördüm. Kapının ısrarla yumruklanışı ve, "Fulya aç kapıyı!" diye ortalığı inleten bağırışların arasında Devrim'in yanında durmuş olacakları izliyordum ki polis sirenlerinin sesini duydum.

 

Sadece iki dakika içinde polisler içeri girip onu yakalamıştı. Bize güvende olduğumuzu ve odadan çıkabileceğimizi söylediler. Vural ile Devrim kapının ağzındaki yatağı çektikten sonra hep beraber odadan çıktık. Tam o esnada içeri Ilgaz Günay girdi. Fulya hocaya sarıldı. Onlar kendi aralarında birbirleriyle hasret giderirken Devrim, Vural ve bende aşağıya indik.

 

Niyetimiz arabamıza binip bir an önce bu evden gitmekti. Başka bir düşünce yoktu aklımızda. Bu iğrenç yerden olabildiğince uzağa gitmek istiyordum ki Ilgaz Günay'ın peşimizden geldiğini gördüm. Fulya hoca da hemen arkasındaydı. Umut ise Fulya hocanın kucağında.

 

Ilgaz Günay tam bize bir şey söyleyecekken polis aracına bindirilmek üzere olan eski koca polisin belinden aldığı silahla bize doğru ateş etti. Kim vuruldu? Kim düştü? Yere düşen kişi belki de birçok şeyi değiştirecekti. Belki de her şey daha da kötü sonuçlanacaktı. Bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var ki o kurşun içimizde birine isabet etti!

Loading...
0%