Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18.Bölüm: Telefon

@sevvnuraydn

"Sanat!"

 

Omzumda varla yok arası bir sızı vardı. Kurşunun omzuma saplandığını anlayamamıştım bile. Her şey gözümü kapatıp açmam kadar kısa bir zaman dilimi içinde olup bitmişti. Yere düşecek gibi olduğumda Devrim tuttu beni. Belime sarılmış dehşetle omzuma bakıyordu.

 

"Sanat," dedi korkuyla. Sesi titriyordu. Ondan destek alarak doğruldum.

 

"Ben iyiyim," dedim sakince.

 

İkna olmadı. Gözü bir anlığına dahi olsa omzumdan ayrılmadı. "İyi olacaksın," dedi sadece. Beni arabasına bindirdi. Vural'a arabanın anahtarını verdi ve, "Bizi hastaneye sen götüreceksin," dedi.

 

Devrim normalde kimseye arabasının anahtarını vermezdi. Hatta kimseyi kolay kolay arabasına bile bindirmezdi ama şimdi sırf benim yanımda olabilmek için anahtarı Vural'a verdi ve arkaya yanıma geldi. Omzumu oynatmamaya özen gösterdi. Başımı dizlerine yasladı.

 

Gözlerime baktı ve, "Yanındayım," diye fısıldadı. Donuk ifadem ona odaklanmıştı. Endişeyle bana bakan, kıpırdamamam için beni sıkıca saran kişi oydu. Yanımda duran, sırrımı öğrenmesine rağmen beni ardında bırakmayan, korkacağımı düşündüğü için en çok da acı çektiğimi düşündüğü için, "Az kaldı," diye fısıldayan da oydu. Devrim Dinçer Demiralp.

 

Karanlığı gören ve karanlığın yanında durandı Devrim. Şimdi de karanlığı iyileştirmek için Vural'a en yakın hastaneyi tarif ediyordu. Vural arabayı hızla sürerken Devrim sarsılmamam için beni sıkı sıkı tutuyordu. Ona korkulacak bir şey olmadığını söylemek istedim ama bir şey bana engel oldu. Yapamadım.

 

Araba hastanenin arka tarafında durduğunda Vural apar topar arabadan inip doktor çağırdı. Beni alıp götürüşlerini bile hatırlamıyorum. Ne yaşadığım, gözlerimi ne zaman hastane odasında açtığım bile muamma. Her şey fazlasıyla silik. Tek gerçek ise yanı başımda durmuş gözlerime bakıyordu.

 

"Sanat," dedi Devrim. Ses tonu daha iyiydi. Artık endişelenecek bir şey kalmadığını onun sayesinde anlamıştım ki gözlerim bu sefer diğer tarafımda duran Vural'a kaydı. O da beni görünce rahat bir nefes almıştı. Tam o sırada odaya giren kişiyle birlikte benim iyi olmamın bile yaşanacakların önüne geçemeyeceğini anladım.

 

Odada olduğunu sonradan fark ettiğim Ilgaz Günay kapıdan yeni giren Rutkay Karay'ı gördüğünde az sonra neler olacağını tahmin etmiştim. Onun burada bulunuşu bile bir yalanken her şeyin iyiye gitmesini ummak bile başlı başına bir saçmalıktı.

 

"Sizin ne işiniz var burada?" diye sordu Rutkay Karay dişlerinin arasından. Ilgaz Günay'a öyle bir bakışı vardı ki daha şimdiden konuşmanın nereye gideceği belliydi.

 

"Sanat omzundan vurulunca onu yalnız bırakmak istemedim."

 

"Sana mı kaldı benim kızımın yanında olmak? Daha sabah beni dava etmekle tehdit ediyordun. Şimdi ne değişti Ilgaz Günay?"

 

Ilgaz Günay hışımla ayağa kalktı. Ateş saçan gözlerini Rutkay Karay'ın üzerine diktiğinde, "Davadan vazgeçtiğimi kim söyledi?" dedi meydan okurcasına.

 

"Dava benim davam Rutkay. Davadan vazgeçmeyeceğim. Burada bulunma sebebim de kızındı. Şimdi babası geldiğine göre benim burada bulunmama gerek yok."

 

Ilgaz Günay odadan çıktı. Kapıyı o kadar sert kapattı ki tüm hastane koridorları bu sesle inledi. Rutkay Karay ise her zamanki umursamaz bakışlarını bu sefer bana yöneltti. Daha sonra da, "Siz gidebilirsiniz," dedi Vural ile Devrim'e.

 

Devrim çıkmak istemedi ama sırf beni zor durumda bırakmamak adına odadan çıktı. Odada sadece ikimiz vardık. Ona baktım ve, "Çıkar beni buradan," dedim sadece. Yüzünde hoşnutsuz bir ifadeyle pencereye doğru ilerledi.

 

Ellerini arkasında kavuşturmuş dışarıya bakıyordu ki, "Her şeyi ayarladım. Hastaneden çıkacaksın. Okul kıyafetlerin de hazır. İhtiyacın olabilecek her türlü tıbbi malzemeyi de temin ettim. İstediğin gibi okula dönebileceksin," diyerek sözlerini sıraladı.

 

Yutkundum. Bazı şeylerin tekrar etmeyeceğini hissettim. Beni özgürlüğüme kavuşturmak için akşamı bekleyecekti. Akşam çıkışım yapılacaktı ve ben ait olduğum o yere geri dönecektim. Sonra da o davayla uğraşacaktı. Bende katili bulmakla...

 

Gözleri kısa bir anlığına beni buldu. "Senin orada ne işin vardı?" diye sordu.

 

"Fulya hocanın Ilgaz Günay'ın davayı açmasına engel olması için onunla konuşmaya gittim."

 

"Çok güzel ikna olmuş."

 

"Sen gelmeseydin o dava hiç açılmayacaktı. Burada mademki gerçekleri konuşuyoruz o zaman bilmende fayda var. Ilgaz Günay o davayı şimdi sırf sana bedel ödetmek için açacak. Bunun tek suçlusu sensin."

 

"Madem öyle açsın bakalım davayı. Davayı açtığı an onu bitiririm."

 

Bu onun da benim de son sözlerimdi. Ondan sonra ikimizde tek kelime konuşmadık. Akşama kadar boş bakışlarla tavanı izledim. O da benimle birlikte odada bekledi. Kimsenin odaya girmesine izin vermedi. Sadece ara ara yarama bakması için hemşirenin odaya girmesine izin vardı. Daha ötesi yok.

 

Devrim yoktu yanımda. Muhtemelen saat de geç olduğundan ailesi meraklanmasın diye evine dönmüştür. Sıkıntılı bir nefes verdim ve ona baktım. Karşımda oturmuş bana bakıyordu. Muntazam bir şekilde taranmış siyah saçları ve en az saçları kadar koyu renkte gözleriyle tam karşımdaydı Rutkay Karay.

 

Ben yatağın içinde, o ise sandalyede oturuyordu. İkimizin de yüzünde aynı ifadeden vardı. İkimizin de duygudan yoksun bakışları yüzünden odada gergin bir hava vardı. Tam ayağa kalktığı sırada kapı açıldı. İçeriye onun adamlarından biri girdi. Elinde büyük bir spor çantası vardı.

 

"Rutkay Bey, Sanat Hanım'ı çıkarabiliriz," dedi.

 

Rutkay Karay adamın elindeki çantayı alıp yatağın üzerine bıraktı. "Hazırlan. Seni istediğin yere götüreceğim," dedi sakin bir ses tonuyla. Daha sonra da odanın kapısını çarpıp dışarı çıktı. Üzerimdeki ince pikeyi kenara çekip bacaklarımı yataktan sarkıttım.

 

Ayağımı yere basışım bile aklıma hatırlamak istemediğim anıların dolmasına yetmişti. İrkildim. Gözlerimi kapadım ve yeniden açtığımda her şeyi arkamda bıraktım. Şimdi üzerimi değiştirmek zorundaydım. Benim için özel hazırlanan dikişlerimi saklayan bu iğrenç hastane kıyafetinden kurtulacak ve gidecektim. Bana ait olan o yere sadece onunla paylaştığım o yere geri dönecektim.

 

Spor çantasının fermuarını açtım ağır ağır. İçerisinde tomarla para, yeni okul kıyafetiyle birkaç üst başın yanında bir torba dolusu da tıbbi malzeme vardı. Çantanın içinden uzun kollu bir tişört ve siyah bir eşofman çıkardıktan sonra çantayı kapattım. İçeri kimsenin giremeyeceğini biliyordum. Hemşirenin içeri girip bana yardım etmeyeceğini de. İçeri kimse girmeyecekti. Buna izin yok.

 

Üzerimdeki hastane kıyafetini çıkarıp eşofman altımı giyindim. Ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim ve işin en zor kısmına geçtim. Yaramın acıyacağını biliyordum ama bunu umursamadım. Ne kadar acıyacağı umurumda bile değildi. Bir an önce buradan gitmekten başka bir amacım yoktu.

 

Önce kollarımı geçirdim tişörte sonra da başımı. Omzumda ufaktan bir sızı hissettim ama durmadım. Tişörtü düzelttim ve komodinin üzerinde duran telefonumu aldığım gibi cebime tıktım. Artık gitmeye hazırdım. Benim için hazırlanan çantayı elime aldığım gibi odadan çıktım. Bana baktılar. Adamıyla beraber beni ait olduğum yere bırakacak sonra da davanın peşine düşecekti.

 

"Hazır mısın?" diye sordu sadece. Başımı sallamakla yetindim. Beraber koridorun solundaki asansöre doğru ilerlerken bekleme koltuğunda oturmuş boşluğa bakan birini gördüm. Devrim'i...

 

Gitmemişti. Burada onca saat beni beklemişti. Onu gördüğüm an, "Ben kendim giderim," dedim. Babamın dönüp bana baktığı an ona Devrim'in hala burada olduğunu hissettirmemeye özen göstererek, "İhtiyacım olan her şey çantada var zaten. Gerisini ben hallederim. Biraz hava alıp okula öyle gitmek istiyorum," dedim tekdüze.

 

Sorgulayıcı bakışları beni baştan aşağıya süzdü. İlk başta bu söylediğimi saçma bulduğunu ve onunla gitmem gerektiğini söyleyeceğinden emindim ama sonra bundan vazgeçti ve "Peki," dedi. Asansöre bindi. Adamını da alıp gidecekken, "Okula geçtiğinde bana haber ver," dedi sadece.

 

Rutkay Karay'ın gidişiyle elimde çantayla Devrim'e doğru adımladım. Henüz orada olduğumun farkında olamayacak kadar dalgındı. Uzaklara dikmişti gözlerini. Acaba ne düşünüyordu?

 

"Devrim," dedim yanına gitmeden hemen önce. Başını çevirip bana baktı. Sabah olan olaydan sonra şu an yanında olduğuma şaşırdı. Ayağa kalktı ve yanıma geldi.

 

"Sen neden ayaktasın?"

 

"Hastanede durmak istemiyorum Devrim."

 

"Ama dinlenmen gerek. Sabah silahla vurulan ben değildim."

 

"Burada değil, bizim özel yerimizde dinlenmek istiyorum."

 

Söylediğim son cümle onu etkilemişti. Benim yerim bir anda bizim yerimiz oluverdi. Devrim de bunun farkındaydı. Benim yerim artık ikimizindi. Sanat'ın ve Devrim'in özel yeri...

 

Gözlerini gözlerime dikti. Bastırmakta zorlandığı gülümsemesiyle, "İyi denemeydi Sanat Karay ama senin elini kolunu sallaya sallaya hastaneden gitmene izin veremem," dedi. Donuk ama bir o kadar da bilgiç bir ifadeyle, "O zaman ben kendim giderim Devrim Dinçer Demiralp," dedim.

 

Çantamla asansöre doğru adımlamaya niyet ettiğim sırada bileğimden tutup bana engel oldu. Eskiden bana dokunmasına bile izin vermezken şimdi bileğimi tutuyor oluşuna hiçbir şey demedim. O ise, "Geliyorum," dedi. Elimden sporcu çantamı aldı ve "Özel yerimize gidelim Sanat Karay," diye de ekledi. Özel yerimiz.

 

Devrim ile asansöre bindim. Giriş katın tuşuna bastığım sırada, "En azından bir geceyi hastanede geçiremez miydin? Omzundaki basit bir yara değil Sanat," dedi Devrim. Ona baktığımda hala sabahki olayın etkisinde olduğunu gördüm.

 

"Endişelenme. Bir şey olmaz. Olsa da kimsenin bunu umursayacağını sanmıyorum."

 

"Yanılıyorsun," dedi Devrim.

 

"Ne yaşadın bilmiyorum. Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama bir daha böyle bir şey olmayacak Sanat. Çünkü ben seni..."

 

Devrim bir an duraksadı. Buz mavisi gözlerim onu üşütmekten uzaktı. "Ben seni önemsiyorum Sanat," dedi sakince.

 

"Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

 

Asansörün kapısı aralandığında önden gitti Devrim. Onun hemen arkasındaydım. Peşinden giderken kafamda Devrim'in beni önemsediği gerçeği yankılanıyordu. Bu olabilir miydi? Devrim Sanat'ı gerçekten önemsiyor olabilir miydi?

 

Hayatım boyunca kimse benim için endişelenmemişti. Kimse bırakın beni önemsemeyi, görmemişti bile. Ta ki hayatıma Devrim girene dek...

 

Devrim beni görmüştü. Karanlık ruhumu görmüştü. Karanlığıma dokunmuş, ona bulanmıştı. Yaralarıma ilk o bakmıştı. Dikiş izlerimde ilk onun gözleri gezinmişti. Beni yargılamadı. Aksine beni ardında bırakmak varken yanımda durdu. Yaralı bir akıl hastasını önemsedi Devrim Dinçer Demiralp. Yaralı bir akıl hastasını...

 

Şimdi ise birlikte arabaya binmiş birbirimize bakmıştık. Kahverengi gözlerine baktım. Onu suçladıkları o gün araya girmeseydim kim bilir şu an nasıl bir noktada olurduk? Beni ardında bıraksaydı, sadece okul koridorlarında karşılaşır olsaydık şu an ne halde olurduk kim bilir?

 

Devrim, "Kendini önemsiz hissetme. Öyle olmadığını biliyorsun," dedi etkileyici bir sesle.

 

Arabayı çalıştırdı. Kemerimi takmış camdan dışarı bakmaya başlamıştım. Hastaneyi ardımızda bırakmış karanlık yollarda ilerliyorduk. Araba asfaltta hızla kayarken şimdi neler olacağını düşünüyordum. Katil Serdar'ı aradan çıkarmıştı. Sırada Polen vardı. Son burslu da kurban edildikten sonra geriye pek fazla kişi kalmıyordu.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. Burslular arasındaki o bağın yavaş yavaş koptuğunu hissettim. İçlerinden biri tüm her şeyi patlatacaktı. Peki ama kim? Sadece belirli kişilerin bildiği bu sırrı katil nereden biliyor olabilirdi? O kişilerden biri gerçek katil değilse tabii.

 

Katil hepimizi bir bir avlarken sıradaki yalanın kime ait olduğunu tahmin etmek git gide güçleşiyordu. Göz ucuyla Devrim'e baktım. Birçok şeyden habersizdi. Ne olup bittiğini ondan saklamam bir yana gerçekleri bilmemesi her ikimiz içinde en iyisiydi.

 

Devrim arabayı okula sürmek yerine başka bir tarafa sürdü. Araba durana kadar tek kelime etmedim. Çünkü benim için her yer hastaneden daha iyiydi. Devrim de böyle düşündüğümü biliyordu. Bu yüzden beni hastane benzeri bir yere götürmeyeceğinin bilincindeydim.

 

Araba küçük bir çorbacının önünde durduğunda, "Umarım çorba seviyorsundur Sanat Karay," dedi Devrim. Arabadan indi. Dönüp kapımı açtı ve, "Sabahtan beri hiçbir şey yemedin. Tüm gün tostla durdun," dedi.

 

O tostu da bana kendisinin aldığını varsayarsak gün boyu başka bir şey yememiştim. Hastane yemeğini de ağzıma sürmediğimi düşünürsek gerçekten açtım. Devrim ile beraber çorbacıdan içeriye girdiğimde burasının aslında öyle sıradan bir yer olmadığının bilincinde değildim.

 

Birlikte küçük bir masaya karşılıklı oturmuş birer mercimek çorbası söylemiştik. Çorbamız gelene kadar beklerken Devrim aramızdaki sessizliği, "Küçükken okulda hastalandığım zaman abim beni okuldan alıp buraya getirmişti," diyerek bozdu.

 

"Annemle babama telaşlanmamaları için bir şey söylememişti."

 

"Bir abin olduğunu bilmiyordum."

 

"Abim olduğunu kimseye söylemedim. İlk kez sana söylüyorum."

 

Çorbalarımız geldi. Önümüze konan sıcacık mercimek çorbasından birer kaşık aldığımız sırada, "Senin kardeşin var mı?" diye sordu Devrim. Kaşığıma dolan çorbayı kaseye geri döktüm ve ona baktım.

 

"Kardeşim yok. İyi ki de yok."

 

"Neden öyle söyledin?"

 

"Ben yeterince yük oluyorum diyelim."

 

"Sen bir yük değilsin Sanat."

 

Devrim'in dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. Çorbasından bir kaşık aldığı sırada, "Abinin olduğunu neden tek bilen benim Devrim? Onunla görüşmüyor musun yoksa?" diye sordum bir cesaret.

 

Yüzündeki ifade düşündürücüydü. Sanki ona tatsız bir anıyı hatırlatmışım gibi baktı yüzüme. "Abi mevzusu biraz karışık. Belki bir gün anlatırım," dedi. Israrcı olmadım. Çorbamdan birkaç kaşık aldım ve, "Adı ne?" diye sordum.

 

"Kimin?"

 

"Abinin adı ne? İsimleriniz birbirine benziyor mu merak ettim."

 

"Erdem Erdinç Demiralp."

 

"Ailen bir tek sana 3d isim koymuş."

 

Gülümsedi. Yanağında derin bir çizgi oluştu. Gamzesi vardı Devrim'in. Gamzesi olduğunu bile yeni fark etmiştim. Halbuki gülmek ona çok yakışıyordu. Sadece o bunun farkında değildi.

 

O gülmeyi bırakana kadar onu izledim. Daha sonra çorbalarımızı içip biraz hava almak istediğimizden yürümeye karar verdik. Yan yana kaldırımda yürüyorduk Devrim ile beraber. Onun yanımda oluşu bile bana güç veriyordu. Kendimi daha iyi hissediyordum. Bugün yaşadığımız o tatsız hadiseye rağmen hem de.

 

Devrim, "Sana bir şey sormak istiyorum Sanat," dedi birden.

 

"Fulya hocanın evine gittiğimizde bir şeyden bahsetmiştin. Onu müdürün odasından çıkardığını söyledin. Bu tam olarak ne zaman oldu?"

 

Bana bunu soracağını biliyordum. Bazı sorular cevapsız kalacaktı ama bu değil. Devrim'e baktım ve, "Revirden kaçıp gittiğim yer müdürün odasıydı," diyerek başladım sözlerime. Onu ekip gittiğim yerin müdürün odası olabileceğini düşünmemişti. Daha doğrusu onu kırıp dökecek kadar oraya gitmek istememin sebebini anlamamıştı.

 

"Müdürün odasına gitmemin sebebi Serdar Çelik olayını kapatmaktı."

 

"Serdar'ın olayının seninle ne ilgisi var Sanat? Bu Fulya hoca ile onun arasında olan bir mesele. Seni neden bu kadar ilgilendiriyor?"

 

Korktuğum soru gündeme geldi. Beni ilgilendiren kısım karanlıktı. Öğrenilmesi bile ağır bir yük olan bu sırrı onunla paylaşmayacaktım. Bunun sebebi ona zarar gelmesinin önüne geçmek istememdi. Devrim öğrenmediği sürece güvende kalacaktı. Sırf bu yüzden, "Bunu söyleyemem Devrim," dedim bakışlarımı kaçırarak.

 

Bana kırılmıştı. Yaşadığımız onca şeyden sonra, birlikte göğüs gerdiğimiz onca korkunç olaydan sonra ona bunu anlatmadığım için içten içe bana kızdığını biliyordum ama bunu ona yapamazdım. Bunu kaldıramayacağını bile bile bunu ona yapamazdım.

 

"Bana güvenmiyor musun?" diye sordu Devrim.

 

"Sana güveniyorum ama bunu bilmemen daha iyi Devrim. Sadece şunu bil ki bu olayın bir an önce kapanması gerek."

 

Devrim bu konuyu daha fazla üstelemedi. Onun bana güvendiğini ve her ne kadar ondan bir şey saklamam hoşuna gitmese de ses etmedi. Beraber biraz açık havada yürümüştük ki telefonum çalmaya başladı. Telefonumu çıkarıp baktığımda ekranda yazan babam yazısıyla gözlerimi devirme dürtümü bastırmak durumunda kaldım. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm.

 

"Efendim," dedim tekdüze.

 

"Neredesin? Umarım okula gitmemişsindir."

 

"Dışarıdayım. Henüz okula geçmedim."

 

"Sakın okula geçme," dedi birden. Sesindeki gerginliği hissedebiliyordum. Bir şey vardı. Onu böylesine tedirgin eden bir durum vardı. Peki ama ne?

 

"Savcı okulda. Yanında Ilgaz Günay da var. Ilgaz Günay seni okulda görmemeli."

 

Duyduğum isim bile sinirlerimi bozmaya yeterken, "Merak etme bu geceyi başka bir yerde geçiririm," dedim ve onun onay veren sözlerini yarıda kesip telefonu kapattım. Telefonu cebime tıkıştırdığım sırada, "Ilgaz Günay, savcı ile beraber okulda. Geceyi geçirecek başka bir yer bulmam gerekecek," dedim Devrim'e.

 

"Otele gidebiliriz ya da o geceki gibi arabada durabiliriz."

 

"Bu sefer otele gitsek daha iyi olacak. Pansumanı arabada yapmamızın pek olanağı yok çünkü."

 

Pansuman lafı bile Devrim'in yüzünün dalgalanmasına yetmişti. Beraber geldiğimiz yoldan geri dönüp arabaya geçtik. Geçen geceyi anımsıyorum da otelden çıkıp okula dönmeye çalıştığımda Devrim takılmıştı peşime. Sonra da beni sihirli göle götürmüş karanlığı uykusunda izlemişti. Şimdi ise geceyi otelde geçirecektik.

 

"Ailenin haberi var mı?" diye sordum birden.

 

"Annem arkadaşımda kalacağımı duyunca bir şey demedi. İzin aldım yani."

 

Arkadaşım kelimesinden sonra kendimi tuhaf hissettim. Başımı çevirdim. Camdan dışarıya diktim gözlerimi. Otele gidene kadar neredeyse hiç konuşmadık. Sadece ara ara ona bakmakla yetindim. Sonrasında kendimizi otelde bulduk.

 

Devrim spor çantasını alırken ben çoktan resepsiyondaki kızla konuşmuş odalarımızın anahtarlarını almıştım. Devrim yanıma gelince de çantadan çıkardığım parayı resepsiyondaki kıza verdim. Devrim ilk başta kabul etmedi. Fakat ben çantayı alıp asansöre yönelince buna razı olmak zorunda kaldı. Birlikte odalarımızın olduğu kata çıktık.

 

Odalarımız yan yanaydı. Ona anahtarını verip kendi odama geçeceğim sırada, "Pansumanını kendin yapabilecek misin?" diye sordu. Sesinin titrediğini fark ettim. Dönüp ona baktığımda gözünün yaralı omzumda olduğunu gördüm.

 

Yara dıştan bakıldığında gözükmüyordu belki ama o orada olduğunu biliyordu. "Ben halledebilirim," dedim sadece. Sonra da odama girdim. Çantayı yatağımın üzerime bıraktım ve pansuman için tıbbi malzemelerin hepsini tek tek çıkarıp yatağın üzerine dizdim.

 

Tişörtümün tek kolunu çıkarmaya çalıştım ama bunda biraz zorlandım. Anlaşılan verdikleri ağrı kesicinin etkisi geçmişti. Olabildiğince yavaş bir şekilde tişörtün kolunu çıkardım. Aynanın karşısına geçtim ve sargıma baktım. Beyaz sargı kanlanmıştı. Açmam ve yaramı temizlemem gerekiyordu ama bir şey o yaraya bakmama engel oldu.

 

Yapabileceğimi sanmıyordum. Sanki o yaraya baktığım an hatırlamak istemediğim her şey yeniden zihnime hücum edecekmiş gibi hissediyordum. Birinin yaramı temizlemesini yerine yeni bir sargı bezi koymasını istedim. Çünkü bunu yapabilecek durumda değildim.

 

Aynaya bakmayı kestim. Yatağımın üzerine oturmuş öylece boşluğa bakıyordum. Omzumdaki sızı umurumda bile değildi. Tek düşündüğüm gördüklerimdi. Acı dolu hatıraları yeniden anımsamak istemiyordum. Bir süre öylece oturdum. Bu süre ne kadardı bilmiyorum ama Devrim'in kapımı tıklatmasına yetecek kadar uzun bir süre geçtiği kesindi.

 

"Müsait misin?" diye sordu Devrim kapının arkasından. Ona kapıyı açıp tekrar eski yerime oturdum.

 

Devrim içeri girdi. Kapıyı kapatıp bana doğru adımladı. Sırtım ona dönük olduğundan pansumanı henüz yapmamış olduğumu daha fark etmemişti. Gözlerini üzerimde hissettim. Dönüp ona baktığımda kolumdaki dikiş izlerinden omzumdaki kanlı sargıya kaydı gözleri. O an bana yardım edip edemeyeceğini sormak istedim ama yapamadım. Devrim ise sanki ne hissettiğimi anlamış gibi yatağın etrafında dolaşıp yanıma geldi. Gözlerimin içine baktı.

 

"Pansumanı benim yapmamı ister misin?" diye sordu yumuşak bir ses tonuyla.

 

Ona baktım. Bana karşı o kadar yumuşaktı ki daha önce kimsenin bana böyle davranmadığına emin oldum. Devrim yanıma oturdu. Yatağın üzerine dizdiğim tıbbi malzemelere baktı ve parmakları korkarak omzumdaki sargıya uzandı. Sargıya bakmaya cesaretim yoktu. Anıları hatırlamaya, yeniden aynı şeyleri hissetmeye cesaretim yoktu. Belki de sırf bu yüzden bakabileceğim en güzel şeye, ona bakmışımdır.

 

Gözlerim onun üzerindeydi. Parmakları tenime yapışmış bantları yavaşça sökerken omzumdaki keskin ağrıyı umursamıyordum. Sanki hiçbir acı bundan sonra beni yıkamazmış gibi hissediyordum.

 

Devrim eski sargıyı çıkarıp bir poşete koydu. Sonra da ilaçladığı pamukla yaramı temizlemeye başladı. Dikkatliydi. Pamuğu yarama o kadar yavaş dokunduruyordu ki neredeyse hiç acı hissetmiyordum. Bir süre sonra yeni bir sargı kapattı yaramın üzerine. Bantladı ve bileğimden tutup tişörtümü geri giymemi sağladı.

 

Tıbbi gereçleri bir torbaya aldı. Torbayı çantama geri koydu ve gözlerime baktı. Yüzündeki ifadenin anlamını biliyordum. Sakladıklarım bir yana gördükleri her ne kadar bana belli etmemeye çalışsa da onu sarsmıştı.

 

"Bana ne olduğunu söylemeni beklemiyorum ama pansumanı yapamamanın sebebi yaşadıkların mı onu merak ediyorum."

 

Başımı salladım. "Yarama bakmak istemedim Devrim. Aynada sargı bezimi gördüğümde bile aklıma hatırlamak istemediğim anılar geldi," dedim.

 

"Geçti Sanat. Bak, yara yok. Kötü anılar da yok. Bu odada sadece biz varız."

 

Devrim benim için ağrı kesici hap çıkardı çantadan. Hapı içtiğim sırada, "Şimdi uyu. Sen uykuya dalana kadar burada bekleyeceğim," dedi. Ayağa kalktı. Yatağın örtüsünü kenara çekti. Yatağa uzandığımda üzerimi örtüp yere oturdu. Öylece bekledi Devrim.

 

Uyumamı bekledi. İyi olduğumdan emin olmadan gitmeyecekti. Bir süre sonra telefon çaldı. Bu ses benimkinden gelmiyordu. Devrim'in telefonu çalıyordu ama bu onun umurunda bile değildi. Sırtını yatağın kenarına dayamış yerde oturarak beni bekliyordu.

 

Telefon uzun uzun çaldı. Devrim telefonu eline bile almadı. En sonunda ses kesildi. Gözlerimi kapattım. Ağrı kesicinin de etkisiyle derin bir uykuya daldım. Ertesi sabah gözlerimi açtığımdaysa bir felakete uyandığımın bilincinde değildim. O an tek düşündüğüm Devrim'in odasına gitmemiş burada yatağa sırtını dayamış bir halde uyuyakalmış olmasıydı.

 

Bütün gece beni beklemişti. Sonra da uyuyakalmıştı. Yattığım yerden doğruldum. Omzumda ufaktan bir sızı başladı ama umursamadım. Devrim'in yanına yere oturdum. Onu uyandırıp rahat bir uyku çekmesi için yatağa geçmesini söyleyeceğim sırada yerdeki telefonuna kaydı gözlerim. Ekranına düşen bildirimle dün geceden kalan arama bildirimleri göründü. Arayan isimi gördüğüm an kanımın çekildiğini hissettim. Arayan kişi Işık'tı. Işık Günay!

Loading...
0%