Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19.Bölüm: Uzat Ellerini

@sevvnuraydn

"Sabahtan beri Devrim'e ulaşamıyorum Vural. Telefonu kapalı," dedi Işık sinir bozukluğuyla. Neredeyse her gün aynı konuyu dinlemek zorunda kalan Vural ise gözlerini devirmişti. Devrim'in adını duymaya bile tahammülü olmayan Umut ise Işık ile Vural'ı orada bırakıp kantine gideceğini söyledikten sonra yanlarından ayrılmıştı.

 

Onun kantine gitmeyeceğini o an için tek bilen bendim. Işık Devrim'in derdine düşmüş Vural ise, "Yeter ama Işık. Devrim'in evde olduğunu biliyorsun. Artık biraz rahatlasan mı acaba?" demişti.

 

Işık'ın keskin safir mavisi gözleri Vural'ı buldu. Telefonunu bileğinde sallanan beyaz küçük çantanın içine koyduktan sonra, "Devrim hastalanmış olabilir. Onu merak ediyorum. Madem seni beni umursamıyorsun. Bende Devrim'in yanına kendi başıma giderim," dedi Işık.

 

Topuklarını yere vura vura koridorda ilerleyişini izledim. Sarı saçları o yürüdükçe hareket ediyordu. Tek bir tel bile düzeni bozmuyordu. O gitti. Şimdi ise Devrim'in yanında oturmuş gözlerim kapanan telefon ekranında takılı kalmıştı. Devrim'i Işık aramıştı. Peki ama nasıl?

 

Belki de Işık hayattaydı ve bir şekilde katilin elinden kurtulmuş Devrim'den yardım istemek istemişti. Bu küçücük ihtimal bile beni umutlandırmaya yetmişti. "Devrim," dedim fısıltıyla. Omzundan onu yavaşça dürttükten sonra gözlerini açtı.

 

Yüzümde nasıl bir ifade var bilmiyorum ama onu korkuttuğum kesindi. "Bir şey mi oldu?" diye sordu uyku semesi. Ona bunu nasıl anlatacağımı bilemediğimden yerde duran telefonunu alıp ekranını gösterdim.

 

Devrim ilk başta gözlerine inanamadı. Arama bildiriminde yazan isim onu da şoka sokmuştu. "Bu mümkün değil," dedi telefonunu eline alıp ekran kilidini açarken.

 

"Işık yaşıyor olabilir Devrim. Belki de bir şekilde katilin elinden kurtulup sana ulaşmaya çalıştı."

 

Devrim Işık'ı aradı. Arama hoparlördeydi. İkimizde telefonun ardından onun sesinin gelmesini bekledik ama açan olmadı. Aradığımız numaraya ulaşılamıyordu. Telefon kapalıydı. Bunun birçok sebebi olabilirdi. Sebeplerin sayısı arttıkça kötü senaryoların da sayısı artıyordu.

 

"Polise gitmemiz gerek," dedim sakin kalmaya çalışarak.

 

Çantamın fermuarını kapattım. Bir an önce otelden ayrılmalı ve savcının olduğu emniyete gitmemiz gerekiyordu. Devrim çantamı elimden aldıktan sonra anahtarlarımızı teslim etmek için aşağı kata resepsiyona indik. Anahtarlarımızı geri verdiğimiz sırada resepsiyondaki kız, "Sanat Karay. Bunu akşam sizin için bıraktılar," dedi ve önüme küçük bir zarf bıraktı. Zarfı açtım. İçindeki kağıdı çıkarıp okumaya başladım.

 

Tercih yapmak zordur. Özellikle de bazı tercihler vardır ki insanı arada bırakır. Sende arada kalacaksın. Arafta kalmak seni yakacak Sanat Karay. Bir seçim yapacaksın. Bu seçim oyunun kurallarını değiştirecek. Kırmızı pabuçları mı yoksa ışığı mı seçeceksin? Elini çabuk tut. Zaman daralıyor...

 

Notu okumayı bitirdiğimde katilin ne demek istediğini anlamıştım. Notu Devrim'e verdiğim sırada resepsiyondaki kıza, "Bu notu kim bıraktı?" diye sordum. Sinirlerim o kadar gergindi ki bir an önce bu notu ona vereni öğrenmem gerekiyordu.

 

Resepsiyondaki kız, "Dün gece uzun koyu renkte düz saçları olan genç bir kız geldi. Başında yanlış hatırlamıyorsam siyah bir taç vardı. Bunu size iletmemi istedi," dediğinde kimden bahsettiğini hemen anladım.

 

Polen gece otele gelmişti. Katil ona bu notu bana ulaştırma görevi vermişti ve şimdi Polen'in nerede ve nasıl olduğunu bilmiyorduk. Resepsiyondaki kıza teşekkür ettikten Devrim ile beraber otelden çıkıp arabaya doğru yürürken, "Notu bırakan Polen'di," diye mırıldandım.

 

"Sıradaki kurban Polen."

 

Devrim anahtarla arabanın kilidini açtığında öne geçip emniyet kemerimi takmıştım. Bir an önce emniyete gitmek zorundaydık. Devrim çantamı arka koltuğa attıktan sonra yerine geçip arabayı çalıştırdı.

 

"Savcıya hem notu hem de Işık'tan gelen telefonu anlatmamız gerek Sanat. Bu iş daha da çirkin bir hal almaya başladı."

 

Devrim arabayı emniyete doğru sürüyordu. Bense notta yazanı düşündükçe aklımı yitirecek gibi hissediyordum. Katil benden bir seçim yapmamı istemişti ve ben ne yapmam gerektiğini düşünemeyecek kadar berbat bir haldeydim. Kafam karmakarışıktı.

 

Derin bir nefes aldım. Olumsuz düşünceleri kafamdan attım ve yola odaklandım. Savcının bu işi çözeceğine güvenmek zorundaydım. Başka yol yoktu. Bir şekilde Işık'ın telefonuna ulaşmalı ve katili Polen'i oyununa alet etmeden önce bulmalıydık. Ancak o şekilde biterdi bu kanlı oyun.

 

Devrim, "Katil neden senden bir seçim yapmanı istiyor? Polen hakkında ne biliyorsun Sanat?" diye sordu.

 

"Polen de bir burslu Devrim. Üç burslunun sonuncusu ve Serdar'dan sonraki hedef o."

 

"Onu anladım! Neden sen? Neden katil Polen'in üzerinden seni tehdit ediyor? Bana bunu anlat!"

 

"Çünkü Polen'in başına bir şey gelirse ben biterim Devrim!"

 

Sesim çatladı. Şakaklarımı parmaklarımla ovuşturdum ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Devrim ise son söylediğimin şokunu üzerinden atamamış sırf bu yüzden arabayı ani bir hamleyle kenara çekmekte bir sakınca görmemişti. Gözlerime baktı. Hem sakin kalmaya çalışmak hem de olanları anlamak onun için zordu. Olaylar o kadar can sıkıcı bir hal almıştı ki Devrim öfkelenmekte sonuna kadar haklıydı.

 

"Katilin üç burslu öğrenciyi hedef almasının sebebini biliyorsun Sanat. Ne olduğunu söylersen bir şekilde bunun önüne geçebiliriz."

 

"Anlamıyorsun Devrim. Bunu yapamam."

 

"Neden? Bana neden olanları anlatmakta direniyorsun Sanat?"

 

"Sana anlatamam Devrim! Anlattığım an hedef sen olacaksın! Lütfen bana daha fazla bir şey sorma!"

 

Devrim donup kaldı. Bense onun gözlerine daha fazla bakamadım. İçimdeki adını bilmediğim his beni konuşturmaya başladı. "Sen beni değiştiriyorsun Devrim," diyerek başladım sözlerime.

 

"İçimdeki karanlığı baskılıyorsun. Duygusuz yönümü kaybetmeye başladım. Ben artık kendimi tanıyamıyorım. Senin yanında tüm zayıflıklarım, içimde kalan o küçücük duygu kırıntısı gün yüzüne çıkıyor ve ben bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum Devrim!"

 

Ona baktım. Kahverengi gözlerine her baktığımda bir zamanlar kaskatı kesilen kalbimin yeniden atmaya başladığını bilse acaba ne düşünürdü? Ona her baktığımda zayıf yanımın beni ele geçirdiğini, yaşamaya başladığımı hissettiğimi bilse ne düşünürdü? Daha önce kimsede böyle bir şey hissetmediğimi bilse ne düşünürdü? Tüm bunları bilip de sırrımı öğrense ne olurdu kim bilir? Yine böyle yanımda durabilir miydi? Hiç sanmıyorum!

 

Devrim içimi okurcasına baktı. Tam ağzını açıp bir şey söyleyeceği sırada, "Lütfen gidelim Devrim," dedim.

 

"Üç burslu meselesini bir kenara bırak. Işık'a odaklan."

 

Devrim sinir bozukluğuyla arabayı yeniden sürmeye başladı. İkimiz de emniyete gidene kadar tek kelime etmedik. Bana çok kızgındı. Ona yalan söylememiş olsam da sakladıklarım ona söyleyebileceğim tüm yalanlardan daha ağırdı. Sakladıklarımı öğrenememiş olmak onu deli ediyordu ama bilmiyordu. Bunu kaldıramayacağını bilmiyordu. Bilmeyecekti de.

 

Kolumu cama çenemi de elime dayadım. Öylece dışarıyı izlemeye başladım. Devrim'e bakmaya cesaretim yoktu. Eski Sanat korkmazdı ona bakmaktan ama şimdiki Sanat onun gözlerine bakamayacak bir haldeydi. Eski Sanat ona duygusuzca bakarken şimdiki Sanat'ın kalbi deli gibi çarpıyordu. Ona bakmama bile gerek yoktu aslında. Göğsümün ortasında karanlık ruhumun derinliklerinde bir yaşam belirtisi vardı.

 

Kalbim atıyordu. Öyle hızlı atıyordu ki daha önce hiç böyle atmadığına emindim. Sebebini artık biliyordum. Sadece adını söylemeye cesaret edemiyordum. Halbuki tek bir kelimeyi söylemek için cesarete gerek yoktu ama ben yine de söylememeyi tercih ettim. Kendime bile itiraf etmedim. Karanlığıma gömdüm ve emniyete gidene kadar sadece camdan dışarıyı seyretmekle yetindim.

 

Emniyete geldiğimizde içimdeki gerginliği de o kelimeyi sakladığım gibi karanlığımla bastırdım. Duygudan yoksun ifadem emniyet binasında geziniyordu. Kapıyı açtım. Arabadan indim ve Devrim'in peşinden emniyet binasından içeriye girdim. İçeri girdiğimiz sırada gözüm amirle konuşan savcıya kaydı. Bizi gördüğüne hiç memnun olmayacaktı. Bunun bilinciyle Devrim ile beraber ona doğru adımladım.

 

Savcı nihayet bizi gördü. Amire son birkaç şey söyledikten sonra hoşnutsuz bir ifadeyle, "Bende diyorum benim ikili nerede kaldı? Gözüm her yerde sizi arıyordu Sanat ve Devrim," dedi. Bizden nefret ettiğini biliyordum. Bizden şüphelendiğini de ama şimdi tüm bunları bir kenara bırakıp Işık'a odaklanmamız gerekiyordu.

 

"Resital dosyası için buraya geldik savcım. Işık Günay hakkında bir gelişme var."

 

Sözlerim onu hem şaşırtmış hem de heyecanlandırmıştı. Dosyasına katkıda bulunabileceğimizi hiç düşünmemişti. "Gelin," dedi savcı ve bunun üzerine onun peşinden odaya geçtik.

 

"Evet sizi dinliyorum," dedi savcı.

 

"Devrim'in telefonuna dün gece bir arama geldi. Işık'tan."

 

"Işık Günay Devrim'i mi aradı?"

 

Devrim telefonunun kilit ekranını açıp aramayı savcıya gösterdi. Savcı Işık yazısını gördüğü an, "Işık'ın telefonu paramparça bir halde bulundu. Fakat içinde hat yoktu. Biri onun adına seni aramış olabilir," dedi. Daha sonra polis memuruna telefon sinyaline bakması için talimat verdi. Böylece Devrim ile kendimizi odanın dışında bulmamız çok da uzun sürmedi.

 

"Savcı, Işık'ın telefonunu paramparça bir halde bulduğunu söyledi. Beni arayan kişi katil olabilir," dedi Devrim. Umudunun kırıldığını görebiliyordum. Onu arayan kişinin Işık olmasını istediğini de biliyordum.

 

"Keşke dün gece o telefonu açsaydım. Belki de Işık benden yardım beklemişti ve ben o telefonu açmadım."

 

"Kendini suçlama Devrim. O telefonu açtığında konuşanın Işık olacağının bir garantisi yok. Biri seninle oynamak için de seni aramış olabilir."

 

Devrim'in bakışlarında pişmanlık vardı. O telefonu açsaydı her şeyin şu an daha farklı sonuçlanacağına inanıyordu. Işık'ın yaşıyor olabileceğini bir kez düşünmüştü bir kere. Aksini düşünmek dahi istemiyordu. Aynı şekilde bende.

 

Devrim ile beraber emniyetin kapısının önüne hava almaya çıktık. İkimizde içeride durmak istememiştik. Savcının etrafa sarf ettiği sözleri duymak bile bizi gererken içeride durmamızın bir anlamı yoktu. Kapının önünde oturmuş Işık'tan iyi bir haber almayı bekliyorduk. Bir süre öylece bekledik. Ta ki savcı peşine takılmış birkaç polis memuru ile beraber arabaya doğru yönelene dek...

 

"Bir şey buldunuz mu?" diye sordum savcının peşinden giderken. Devrim ile beraber savcının iki dudağının arasından çıkacak tek bir olumlu sözcük için nefeslerimizi tutmuştuk ki savcı, "Telefon sinyaline ulaştık. Şimdi ekip ile sinyalin geldiği yere gidiyoruz," dedi sıkıntıyla.

 

"Biz de gelebilir miyiz?" diye sordum bir cesaret ama tabii ki de izin vermedi.

 

Savcı aracına geçerken bizde Devrim'in arabasına binmiş onları takip etmeye başlamıştık. Her ne olursa olsun Işık'ın yaşayıp yaşamadığını kendi gözlerimizle görmeye ihtiyacımız vardı.

 

Devrim, "Savcı peşinden gittiğimizin farkında ve eline geçen ilk fırsatta canımıza okuyacak," dedi sinirle. Olanlar onu yeterince germemiş gibi üstüne bir de benim tavırlarım onun sabrını epey bi zorluyordu.

 

"Savcıdan korkmuyorum Devrim Dinçer Demiralp. Benim şu an tek düşündüğüm şey Işık," dedim duygudan yoksun bakışlarımla.

 

"Daha notu savcıya söyleyemedik bile. Işık bir yana Polen de katilin hedefi."

 

"Polen de bir kurban ama şu an Işık'ın yaşayıp yaşamadığına odaklanmak zorundayız Devrim. Ondan sonra Polen'in peşine düşeriz."

 

"Haklısın," dedi Devrim. Gittiğimiz yöne bakılırsa okul yolundaydık. Telefon sinyalini takip ettiğimiz düşünülürse okulun arka tarafındaki ormana gidiyorduk.

 

Devrim ile orman yoluna girdik. Önümüzde polis araçları ve savcının siyah arabası vardı. Bize gelmememizi söylemişti ama biz onu dinlemek yerine peşine takılmayı tercih etmiştik. Savcıya bizden nefret etmesi için bir neden daha vermiş olsak da bu durum benim umurumda bile değildi. Tek istediğim Işık'ın iyi olmasıydı.

 

"Işık'ın okul kıyafetleri burada bulunmuştu. Belki de hala ormanda bir yerde," dedi Devrim birden. Bende buna inanmak istiyordum. Işık'ın hala sağ olduğuna ve iyi olduğuna inanmak istiyordum ama araba ormanın derinliklerine doğru ilerledikçe içimdeki umut an be an sönüyordu. Sanki katil bizi tuzağa çekmek için bir oyun oynuyormuş gibi hissediyordum. Sanki ona daha da çok yaklaşıyormuşuz gibi hissediyordum.

 

Yutkundum. Ağzımdaki acımtırak tadı yok saydım ve tam önümüzde ilerleyen savcının aracına diktim gözlerimi. Araba aniden durunca Devrim panikle frene bastı. Öne doğru savruldum ama kemerimi taktığım için bir şey olmadı. Devrim, "Sanırım geldim," dedi dehşetle.

 

Geldiğimiz yerde hiçbir şey yoktu. Savcının arabasından inip aramaya yaya olarak devam ettiğini gördüm. Kemerimi çözdüm. Arabadan indim ve onun birkaç adım gerisinde onu takip etmeye başladım. Devrim de hemen yanımdaydı. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatmıştı.

 

"Ormanın iç tarafına doğru gidiyorlar," dedim sıkıntıyla. Bu iyiye işaret değildi. Işık'ın telefon sinyalini aldıkları yer tekin bir yerde değildi ve bu durum sadece benim değil Devrim'in de umudunu kırmıştı.

 

"Işık umarım bir şekilde ormanın içinde bir yerlerde saklanıyordur," dedi Devrim. Ses tonu bu söylediğine kendinin bile inanmadığını sadece buna inanmak istediğini belli ediyordu.

 

Beraber az ötemizdeki savcının ve her ihtimale karşı iz sürücü köpeklerle gelen polislerin peşinden gidiyorduk ki aniden oldukları yerde durdular. Savcı yavaşça yere eğildi ve, "Delil torbası getirin!" diye bağırdı. Daha sonra olay yeri incelemeden biri savcının bulduğu şeyi bir torbaya aldı.

 

Şeffaf torbadan görünen şeyi gördüğüm anda Devrim'e baktım. Yolun sonuna gelmiş olabilir miydik? Katil o telefondan mı aradı Devrim'i? Düşüncesi bile kanımı donduruyordu ama asıl olayın telefonu bulmamız olmadığını anladığım anda başladı oyun. Bir köşe kapmacanın ortasındaydık aslında. Sadece o an için bunun farkında değildik.

 

Savcı tam yeni bir emir vermek için dudaklarını aralayacağı sırada polis köpekleri art arda havlamaya başladı. Bunun anlamı neydi? Devrim ile bir ağacın arkasından olanları izlerken, "Köpekler birinin kokusunu almış olmalı," dedi polislerden biri.

 

"Bulun onu o zaman!"

 

Savcının sesi ormanda yankıladı. Köpeklerin gitmeye çalıştığı yöne doğru ilerlediler. Ormanın iç kısımlarına doğru gidiyorlardı. Orada ne vardı? Köpekler kimin kokusunu aldı? Biz olmadığımız kesin.

 

Devrim ile beraber ağır adımlarla onları takip ediyorduk. Köpekler birden koşmaya başladı. Onlar koştukça polisler de peşlerinden koşuyordu. Tek umudum onların kokusunu aldığı şeydi. Gerçek katile belki de Işık'a ulaşabilirdik. Bu küçücük ihtimal bile beni heyecanlandırmaya yetmişti.

 

Var gücümüzle koştuk. Savcı peşinden gittiğimizin farkındaydı ve eline geçen ilk fırsatta bizi mahvedecekti ama bu bile umudumuzun sesini bastırmaya yetmedi. Işık orada olabilirdi. Yaşıyor olabilirdi. Kurtarılmayı bekliyor olabilirdi. Bu çok zayıf bir ihtimal dahi olsa da var olan bir ihtimaldi. Gözardı edilemeyecek kadar önemli bir ihtimal...

 

Bir süre ormanın içinde ilerledik. Nefes nefes kaldığım o anda köpekler hareket etmeyi bıraktı. Az ötemizde eski ahşap bir kulübe vardı. Köpekler kulübeye doğru havlıyordu. Orada ne olduğunu bilmiyordum ama Işık'ın orada olduğunu umuyordum. Belki de orada esir tutuluyordu Işık.

 

"Umarım Işık oradadır," dedi Devrim nefes nefese.

 

"Umarım Devrim. Umarım Işık oradadır ve biraz sonra yanımıza gelir."

 

Polislerden birkaçı içeriye baskına girdi ve o an Devrim ile nefeslerimizi tutmuş içeriden gelecek olumlu bir yanıt bekliyorduk ki savcı dönüp bize baktı. Hışımla bize doğru adımlarken bu sefer başımızın fena halde belada olduğundan emin oldum. "Siz ikiniz," dedi savcı karşımızda dikilmeden hemen önce.

 

"Size emniyette kalmanızı söylememin tam olarak nesini anlamadınız?"

 

"Işık'ın orada olup olmadığını öğrenmemiz gerekiyordu. Emniyette bekleyemezdik savcım," dedim bir yandan kulübeye bakarken.

 

"İkinizle şu olaydan sonra ilgileneceğim. Dua edin Işık Günay dosyası kapansın. Sizinkini ayrıca açacağım."

 

Savcı bize her zamanki gibi olağanüstü sevgisiyle muamelede bulunurken üçümüzde gözlerimizi ahşap kulübeye dikmiştik. İçeride ne olduğunu deli gibi merak ediyordum ve dışarıdan bakıldığında tek bir odadan daha büyük durmayan bu kulübeden neden hala haber gelmediğini anlayabilmiş değildim. İçeride neler oluyor?

 

Savcı da bu işte bir terslik olduğunu fark etmiş olacak ki orada bulunan polis memurlarından birine, "Ekip neden hala içeriden çıkmadı?" diye sordu. Sorunun kendisi bile yeterince insanı germeye yetiyorken kulübenin ahşap kapısı aralandı. İçeriden polislerin yanında biri çıktı. Bu kişi Işık değildi. Katil hiç değildi. Bu kişi Polen'di. Polen!

 

"Polen," diye fısıldadım onu gördüğüme inanamayarak. Polislerden biri onu kolundan tutup kenara çekti. Kırmızı rugan ayakkabısını takırdatıyordu Polen. Gergindi. Yüzündeki dehşet ifadesine bakılırsa içeride bir şey olmuştu. Peki ama ne?

 

"Savcım! Görmeniz gereken bir şey var," dedi içeriden daha yeni çıkan polislerden biri.

 

Savcı kısa bir anlığına bize baktı. İlk defa bize tiksinerek bakmadı. O an bize olabileceklere karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini hissettirerek baktı ve polis memurunun peşinden içeri girdi. Devrim ile yan yana durmuş nefeslerimiz tutmuştuk. Kalbim sıkışıyordu. Daha önce hiç olmadığım kadar gergindim ama bunu yansıtmadım. Devrim bu haldeyken her zamankinden daha soğukkanlı olmak zorundaydım.

 

Bir süre orada öylece içeriden gelecek haberi bekledik. İçeri olay yeri incelemeden birkaç kişi girdi. Çıktıklarında ortalarında tuttukları şeyi görünce elimle ağzımı kapattım. Bu olamazdı! Olmamalıydı! Savcı yanımıza gelene kadar gözlerim ona kilitlenmişti. Ceset torbasına!

 

"Çok üzgünüm," dedi savcı.

 

"Işık Günay kulübede ölü bulundu."

 

Savcı içeride olup biteni tek cümleyle özetledi. Hala bunun olduğuna inanmakta zorlanıyordum. Işık Günay öldürülmüştü. Şimdi ise ceset torbasındaydı bedeni. Beynim düşündükçe karıncalanıyordu. İnanmak istemiyordum. Onun öldüğüne, öldürüldüğüne inanmak istemiyordum. Işık ölmüş olamazdı! Olmamalıydı!

 

Devrim donup kalmıştı. Tepki veremedi bile. Öylece siyah ceset torbasına bakıyordu. Ceset torbasını götürdüler gözlerimizin önünde. Işık'a son bir kez bakma şansımız olmadı. Olay yeri inceleme kulübenin içinde çalışırken savcı bizi delillerin güvenliği açısından oradan uzaklaştırdı.

 

Devrim ile beni savcının emriyle polis aracına aldılar. Polen başka bir araçtaydı. Camdan ona baktığımda ağladığını gördüm. Ellerini yüzüne kapatmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. İçerde ne oldu? Polen olanı biteni gördü mü? Işık ne zamandan beri ölüydü?

 

Cevaplanması gereken çok fazla soru vardı. Işık için öğrenmemiz gereken gerçekler, son bulması gereken yalanlar vardı. Devrim'e baktım bu sefer. İçinde fırtınalar kopuyordu ama o dışarıya hiçbir şey yansıtmıyordu. Berbat bir halde olduğunu tek bilen tek gören bendim.

 

Polisler Devrim'in aracını sonra göndereceğini söyledi. Zaten Devrim'in araba kullanabilecek bir durumda olmadığı da aşikardı. Bizi emniyete götürdüler. Savcının emri üzerine bu olayda yeniden sorgulanmamız gerektiği kanısına varıldı. Savcı emniyete gelene kadar Işık'ın kanını duvardan temizlemeye gittiğimiz o günde de olduğu gibi kendimizi yeniden nezarethanede bulduk.

 

Sırtım o günde de olduğu gibi duvara yaslıydı. Duvarın arkasında Devrim vardı. Polen çoktan önden sorguya alınmıştı. O an için orada sadece ikimiz vardık. Sadece ikimiz.

 

"O öldü," dedi Devrim titreyen sesiyle. Ağlıyordu. Duyabiliyordum. Sonunda içindeki fırtınadan kurtulmaya karar vermişti. Ne yapacağımı ona nasıl ulaşacağımı bilmiyordum. Aramızda koca bir duvar vardı. Bir de ona ulaşmamı imkansız kılan demir parmaklıklar...

 

"Devrim," dedim bir cesaret.

 

"Uzat ellerini."

 

Parmaklıkların arasından elimi uzattım. Bu sefer ben uzattım elimi ona. Ne halde göremiyordum ama elini tutabilirdim. Ona, "Sana o gün ne söylediğimi hatırlıyor musun?" diye sordum.

 

"Sana hiçbir zaman elini tutmayacağımı söylemiştim. Ben sadece senin tıpkı şu an aramızda olan duvar gibi arkanda durabilirim demiştim. Daha ötesi olmaz demiştim ama şimdi sana elimi uzatıyorum Devrim."

 

Elimi tutacak mıydı? Merakla elime baktım. Elime uzandı eli. Sıkıca tuttu. Parmaklarını kenetledi parmaklarıma. Yeryüzündeki hiçbir gücün bizi ayıramayacağını hissettirdi bana. Elimi ilk tutan elime ilk dokunan da oydu. Devrim Dinçer Demiralp.

 

"Seni bırakmayacağım Devrim. Ne aramızdaki duvar ne de bu demir parmaklıklar bana engel olabilir. Ben her zaman yanında olacağım."

 

Devrim elimi tutmayı bir an bile bırakmadı. Yüzünü göremiyordum ama sakinleştiğini hissediyordum.

 

"Sanat," dedi aniden.

 

"O telefonu açmadığım için çok pişmanım."

 

"Olanların hiçbiri senin suçun değildi Devrim. Işık'ın başına gelenlerden sen sorumlu değilsin."

 

"Ama o telefonu açsaydım belki de Işık şu an hayatta olurdu."

 

"O telefonu Işık açmadı Devrim. Katil bizi bilerek oraya çekti. Bizim Işık için oraya gideceğimizi biliyordu."

 

"Katil Polen olabilir mi?"

 

"Katil Polen değil."

 

"Nasıl bu kadar eminsin? Onu Işık'ın yanından çıkardılar."

 

"O da bir kurbandı Devrim. Tıpkı Işık gibi..."

 

Devrim'in soluklandığını duydum. Sıkıntılıydı. Acı çekiyordu ve bu acıyla nasıl baş edeceğini bilemeyecek kadar kötü bir haldeydi.

 

"Son burslu da kurban edildi Sanat. Artık bana bursluların olayını anlatır mısın?"

 

"Yapamayacağımı biliyorsun. Tüm gerçekleri senin için sakladığımı unutma."

 

Elim onun avucundaydı artık. Bileğimdeki kesik tişörtümden belli belirsiz görünüyordu. Devrim ize dokundu. Okşadı ve iyileştirdi. Sanki o iz hiç var olmamış gibi hissettim.

 

"Bana verdiğin sözü unutma Sanat. Bir gün tüm bunları anlatmak zorunda kalacağın o an bana tamamen kendini açacağını da unutma. Bende o zamana kadar sana bunu sormayacağım. Tıpkı söz verdiğim gibi..."

 

Devrim sözlerini bitirdiği sırada nezarethaneye Polen'i getirdiler. Polen kelimenin tam anlamıyla berbat görünüyordu. Teni yaşadıklarından sonra bembeyaz olmuştu. Gözleri bile bir başka bakar olmuştu. Onu yanıma aldıkları sırada elimi çekmek zorunda kaldım. Ona kulübede neler olduğunu sormak istedim ama bunu yapmama engel olan bir şey oldu.

 

Polen'in babası nezarethanede demir parmakların ardındaydı. Gözleri benim üzerimdeydi. "Her şey buraya kadar," dedi net bir şekilde.

 

"Kızımın suç cezaya sevkine savcı kırk sekiz saat süre tanıyabildi. Bu süre içinde eğer babanla kızımı buradan kurtaracak bir yol bulamazsan o zaman benim bildiğimi bilmeyen kalmaz Sanat Karay."

 

Bir baba kızı için her şeyi yapar. O da yapacaktı. Beni bitirecek o kozu ortaya koyduğunda her şeyin git gide kötüye gideceğini anladım. Artık buraya kadar. Yolun sonuna geldik!

Loading...
0%