Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12.Bölüm: Hastane

@sevvnuraydn

Yalanlar keskindir. Küçücük bir dokunuş tende kapanmayan yaralar açar. Tıpkı ellerimin arasındaki bıçak gibi...

 

Bıçak siyah bir kumaş parçasına sarılıydı. Parmaklarımın arasındaydı. Normalde herkes korkardı ondan ama ben korkmuyordum. İnsan yabancı olduğu şeyden korkardı. Bense ona yabancı değildim. Daha önce de tutmuştu parmaklarım şimdi de.

 

Gözlerim kısa bir anlığına camdan dışarıya benzinliğin market kapısına kaydı. Sonrasında bıçağı Devrim'in görme ihtimaline karşılık ceketimin içine sakladım ve onun arabaya doğru adımlayışını izledim. O gelmeden önce torpido gözünü de kapatmayı ihmal etmedim. Devrim kapıyı açıp yerine geçti. Elindeki kese kağıtlarından birini bana uzattı ve "Umarım soğuk sandviç seviyorsundur," dedi.

 

Bıçağın ceketimden kaymaması için kolumun altına sıkıştırdım ve ona bir şey belli etmemek adına bana uzattığı kese kağıdını elime aldım. "Teşekkürler," dedim her zamanki duygusuzluğumla. Kese kağıdını sıyırıp soğuk sandviçten bir ısırık aldım.

 

Devrim her şeyden habersiz aceleyle sandviçini yedi ve okula geç kalmamak adına bir an önce yola koyuldu. Araba son sürat ilerlerken bir yandan küçük lokmalar halinde sandviçi dişliyor bir yandan da bıçağın kaymaması için kıpırdamamaya çalışıyordum.

 

Devrim, "Seni derse yetiştireceğim Sanat Karay," dedi gaza basmadan hemen önce. Araba okul yolunda asfalt üzerinde kayıyordu. O kadar hızlı gidiyorduk ki tek endişem ani bir hareketimle bıçağın kayarak düşmesiydi. Devrim bıçağı görünce ne yapardı bilmiyordum ama görmemesi hepimiz için en iyisiydi.

 

Elimi gizlice ceketimin içinden kolumun altına sokup bıçağı kavradım. Onun kaymaması için sıkıca tuttum ve dışarıdan bakınca dikkat çekmediğimden emin olacağım kadar rahat bir ifadeyle yola diktim gözlerimi. Ceketime iyice sarındım. Böylece anlamayacaktı. Anlamayınca da sıradaki kurban o olmayacaktı.

 

Bıçağı ilk gördüğüm an bile ondan şüphe etmemiştim. Bunu Heves'in koyduğunu biliyordum. Ormanda bırakılan emanet sandığım gibi Işık'ın okul kıyafeti değildi. Onun ölümüne sebep olan bıçaktı ve o bıçak Heves aracılığıyla Devrim'in arabasına yerleştirilmişti. Sıradaki kurban oydu. Katil onu seçmişti ama ben buna izin vermeyecektim. Her ne olursa olsun Devrim'in yalanlar resitalinin kurbanlarından biri olmasına izin vermeyecektim.

 

"Sanat," dedi Devrim aniden. Düşüncelere dalıp gittiğimi bile o bana seslenince fark edebilmiştim.

 

"Buğra ile Berna okula dönmüşler. Olanlardan sonra bize karşı nasıl bir tavır takınacaklarını bilmiyoruz. Bu yüzden yanımdan ayrılma."

 

Devrim'in sözleriyle dönüp ona baktım. Buz gibi bakışlarımla, "Okula dönen sadece onlar değil," dedim okulun girişindeki güvenlik kapısından içeriye giren Tolga'yı ve hemen arkasından giden Heves'i işaret ederek.

 

"Okul bugün karışacak anlaşılan. Her an yeni bir olay çıkabilir Sanat."

 

"Benim için endişelenmene gerek yok Devrim. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim."

 

Devrim arabayla bahçeye girdi. Arabasını her zamanki yerine park etti ve "Bu göründüğü kadar kolay değil," dedi. Bunu söylerken gözlerime bakmış ve derin bir iç çekmişti.

 

"Göründüğü kadar kolay olmayan şey ne?"

 

"Biri için endişelenmemek o kadar da kolay değil Sanat Karay. Özellikle de konu sen olunca."

 

Devrim'in sözleriyle afalladım. Kolumun altında kaymaya yüz tutan bıçağı düzelttim ve "Madem benim için bu kadar endişeleniyorsun. O zaman önce bana güvenmeyi dene Devrim Dinçer Demiralp," dedim.

 

Kapıyı açtım. Arabadan indiğimde herkesin bana baktığını gördüm. Daha önce kimse bakmazken bana şimdi kimse gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Böyle bir etkisi vardı Devrim'in. Yanında duran kişi ışıldardı. Bir yıldız gibi parlar galaksinin öteki tarafından bile belli olurdu. Şimdi de yanımda durmuş bana bakan onca insana inat, "Sana güveniyorum," demişti.

 

Ona baktım. Çelik bakışlı Devrim Dinçer Demiralp'in okul binasından içeriye girişini izledim. Üzerinde sadece beyaz bir gömlek vardı. Ceketi benim omuzlarımdaydı. Ceketini bile almamıştı Devrim. Dün gece üşümeyeyim diye omuzlarıma bıraktığı ceketi almadan gitti.

 

Bende kolumun altına sıkıştırdığım bıçakla beraber kimseye belli etmeden içeri girdim. Dersin başlayıp başlamadığını umursamadan kendimi giriş kattaki kızlar tuvaletine attım. Tuvaletin kapısını kapatıp bıçağı aldım elime. Siyah kumaşı hızlıca açıp bıçağın parlak metal yüzeyindeki yansımama baktım. Yansımama kan karışmıştı.

 

Donuk mavi gözlerime baktım. Kırmızı ve mavinin tezatlığına baktım ve bıçağı yeniden siyah kumaşa dolayıp eteğimin kenarına sıkıştırdım. Onu düşürme riskini de ortadan kaldırdığıma göre dışarı çıkabilirdim. Kapıyı açtım. Dikkat çekmemek adına ellerimi soğuk suyla yıkadım ve aynaya baktım.

 

Arkamdan gelip geçen Berna'ydı. Onunla en son burada karşılaştığımda olanları anımsadım. Şimdi ise tek kelime etmeden çekip gitmişti. Ellerimi kağıt havluyla kuruladım ve telefonuma baktım. Saate bakılırsa ders iki dakikaya başlayacaktı. Biraz daha zaman kazanmam gerekiyordu. Her şey için tek gereken biraz zamandı.

 

Kızlar tuvaletinden çıkıp adımlamaya başladım. Kimsenin koridorda olmayışını fırsat bilerek bıçağı saklamak üzere adımladım. O gün Devrim'in yüzüne buz tuttuğum yere gittim. Kapıyı açıp içeride sadece buz diskleriyle dolu derin dondurucu olan o küçük odaya girdim. Kapıyı kapattım ve derin dondurucuyu kenara ittim. Arkasındaki açıklıktan geçip dondurucunun arkasındaki plakayı çekip eski yerine koydum. Benim sakladığım sırlardan biri de buydu. Okulda yaşadığım...

 

Adımlamaya devam ettim. Bu koca alan benim evimdi. Herkesten gizliydi. Benden başka tek bilen polisti. Onlarda burada bir şey olmadığını anlayınca sırrıma ortak olmuştu. Şimdi ise burada bıçağı saklayacaktım. Sırrımın içinde onunkini saklayacaktım.

 

Bıçağı eteğimin belinden çıkarıp elime aldım. Siyah bir kumaşa sarılıydı bıçak. Bu kumaşın neyin parçası olduğunu biliyordum. Işık'ın okul kıyafetinin parçasıydı bu. Katil tüm suçu Devrim'in üzerine yıkmak için onu Heves aracılığıyla arabasına yerleştirmişti ama ben buna mani olmayı başardım. Bu bıçak kimsenin eline geçmeyecekti. Kimsenin Devrim'i yalanlarla lekelemesine izin vermeyecektim.

 

Bıçağı elimde evirip çevirdim ve o an bıçağın tutma yerine işlenmiş küçük bir isimle karşılaştım. Korkut yazıyordu. Korkut'un zamanında birtakım insan yaralama suçlarına bulaştığını göz önünde bulundurursak Işık'ı öldürmüş olması imkan dahilinde görünüyordu. Peki ama neden? Korkut'un Işık ile ne gibi bir alıp veremediği olabilir ki?

 

Olduğum yerde elimde bıçakla dolanmaya başladım. Parçaları birleştirmeye çalışıyordum. Işık ile kimin bağlantısı olduğunu, onu kimin sevmediği de dahil olmak üzere zihnimde onlarca detayın üzerinden geçiyordum ki aklıma Korkut'un sevgilisi Merve geldi.

 

Işık'ın iki haftadır onunla tatilde olduğuna inanmamız için postlar paylaşmış hikayeler yayınlamıştı. Belki de Korkut tüm bunları Merve için yapmıştır. Olabilir mi? Korkut Merve için Işık'ı ortadan kaldırmış olabilir mi? Olamaz. Bu işte başka bir şeyler var.

 

Bıçağı elimde sıktım ve sinir bozukluğuyla adımladım. Eskiden buraya gençlerin sportif aktivitelerini yapabilmeleri için spor salonu yapmışlardı ve bu fikirden sonrasında vazgeçince yarım kalan bu yer benim yeni evim olmuştu. Şimdi ise bıçağı normal şartlarda izleyicilerin oturması için yapılan basamakların altındaki eski tahta döşemenin altına sıkıştırdım. Dışarıdan bakınca gözükmüyordu. Kimse orada bir bıçak saklı olduğunu anlayamamakla birlikte kimse benim gizli yerimi bulamazdı.

 

Devrim artık güvendeydi. Suç aleti benim sırrımla beraber güvendeydi. Gerçek katili bulduğumuzda kanıtı polise kendi ellerimle teslim edecektim ama şimdi değil. Öncelikle Korkut ile Merve'nin bu işle ne ilgileri olduğunu öğrenmeliyim.

 

Resital sıradaki kurbanlarını seçmişti ve gün geçtikçe liste uzayıp gidiyordu. Bir gün bizde o listede olacaktık. Devrim ile bende bir gün o listede olacaktık. Devrim ile ben.

 

Devrim'i anımsamak bile içimdeki boşluğu doldurmaya yetiyordu sanki. Böyle bir etkisi vardı Devrim'in. Kimse ona bakmaya cesaret edemezdi. Bakansa onda takılı kalırdı. Işık da onda takılı kalmıştı. Peki ya ben? Benim durumuma ne deniyor?

 

İçinde bulunduğum durumun bir adı olmalı ama ben buna ne dendiğini bile bilmiyorum. Belki de boşluğuma bir isim koymak istemiyorumdur. Sıkıntılı bir nefes çektim ciğerlerime ve telefonuma baktım. Saate bakılırsa dersin bitmesine sayılı dakikalar kalmıştı. Devrim yokluğumu fark etmeden önce buradan çıkmak zorundaydım. Hem de bir an önce.

 

Okul kıyafetimin üzerinden Devrim'in ceketini alıp koluma astım. Daha sonra dolabı itip küçük odaya geçtim. Dolabı yerine geri çektikten sonra küçük karanlık odada durdum. İçimdeki dürtüye engel olamadım. Devrim'in ceketini burnuma doğru götürdüm. Kokusu sinmişti. Parfümden çok onun kendine has kokusu vardı ceketinde.

 

Ceketi koluma geri astığımda bu yaptığımın yanlış olduğunu düşünmüştüm. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Etrafta henüz kimse yoktu. Kimsenin olmamasını fırsat bilerek normalde dersine girmem gereken dersliğin olduğu kata çıktım. Dersin bitmesine çok az bir zaman kalmıştı. Koridorda durmuş herkesin dersten çıkmasını bekliyordum. Tam o sırada merdivenlerden çıkan kişiye kaydı gözlerim. Merve'ye!

 

Merve uzun süren yurtdışı tatilinden dönmüş anlaşılan. Onu göz hapsine aldığımın bilinçsizliğiyle okul dolabına doğru gidiyordu ki herkesin koridora dökülmesine neden olan ders zili çaldı. Öğrenciler sınıflarından çıkıyordu. Bense bir köşede durmuş her zaman yaptığım gibi kalabalığı inceliyordum. Elim bir refleks sonucu boynuma gitti. Kulaklığım boynumda değildi. Onu en son nerede bıraktığımı hatırlamaya çalışıyordum ki gözüm koridorun öteki tarafından gelen Vural'a kaydı. Elinde benim kulaklığım vardı. Benim kulaklığım...

 

"Bunu mu arıyorsun?" diye sordu Vural kulaklığımı havada hafifçe sallayarak. Daha sonra da muzip bir edayla kulaklığımı bana doğru uzattı ama elinden almama izin vermedi.

 

"Veririm ama bir şartla," dedi Vural ve daha şartını bile duymama fırsat kalmadan bana doğru yaklaştı. Kulaklığı elinde ayarlayıp başımın üzerinden geçirip boynuma astı. Parmakları saçlarımın ucunu kavradı. Saçımı parmağına dolamıştı. Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki telefonum titredi.

 

"Bence bir teşekkürü hak ettim," dedi Vural gözlerini gözlerime diktiği sırada ve onun sözünü bitirmesiyle telefonum yeniden titredi. Bu kadar ısrarla titremesinin sebebini anlayamadığımdan telefonumu çıkarıp ekrandaki mesaj bildirimine baktım.

 

Devrim: Eğer yanındaki şahsiyet saçına dokunmayı bırakmazsa olacaklardan ben sorumlu olmam.

 

Gözüm ona kaydı. Elinde telefonla Vural'a yiyecekmiş gibi bakıyordu. Tüm dikkati bizim üzerimizdeydi. Vural'ın eline hafifçe vurup saçıma dokunmasına engel olduktan sonra, "Kulaklığımı getirdiğin için teşekkürler ama şimdi gitmem gerek," dedim.

 

Vural olanlardan habersiz, "Sonra görüşürüz," demekle yetinmişti. Vural'ı arkamda bırakıp yürümeye başlamıştım ki peşime takıldı Devrim Dinçer Demiralp. Adımları her zamankinden sertti. Huysuzca homurdandığını duyabiliyordum.

 

"Şu seninle neden bu kadar yakın?" diye sordu Devrim aniden. Aramızdaki mesafeyi aceleyle kapatmış yanımda yürür olmuştu. Dönüp ona baktım.

 

"Şu dediğin kişinin bir adı var. Vural."

 

"Sorumun cevabı bu değildi."

 

"Sorunun cevabı şu ki kulaklığımı kaybetmiştim. Vural da bulup getirmiş."

 

"Kulaklığını bulmak ona mı düştü?"

 

Devrim'in iğneleyici ses tonu muydu beni işkillendiren yoksa dönüp dönüp Vural'a attığı tehditkar bakışlar mıydı bilmiyorum ama onda bir haller olduğu aşikardı. "Konuyu kapatalım. Daha önemli bir meselemiz var Devrim," dedim ifadesiz bakışlarımla artık buna bir son vermesi için.

 

Devrim her ne kadar burnundan solusa da, "Bir daha böyle bir şey tekrarlanmayacak Sanat," diyerek konuyu kapattı. Bir şey demedim ama onun bu ruh hali değişiminin sebebini de merak ediyordum.

 

Vural'ın Devrim'in sinirlerini bozduğu barizdi. Fakat bunun sebebini anlamıyordum. Devrim'e kısa bir bakış attım ve daha sonra kolumda kalan okul ceketini ona doğru uzattım. "Teşekkürler," demeyi de ihmal etmedim.

 

Devrim uzattığım ceketi alıp üzerine geçirdi. Basit bir okul forması bile onun yakışıklılığını gölgeleyemiyordu. Ondan bakışlarımı zar zor aldım. Beraber kantine girdik. "Heves, Berna, Buğra ve Tolga tam kadro burada," dedi Devrim. Onun baktığı tarafa baktığımda Heves'in bir köşede, Tolga'nın bambaşka bir alemde ve Buğra ile Berna'nın yan yana olduğunu gördüm. Kadrajıma sonradan dahil olan Korkut ile Merve ikilisi de yalanlar resitalinin sıradaki isimleriydi.

 

"Her an yeni bir olay çıkabilir. Buğra'nın bakışları hiç güven vermiyor."

 

"Haklısın," dedim.

 

"Tolga'nın bakışları daha şimdiden Buğra'yı tahrik ediyor. Eğer biraz daha ona böyle bakmaya devam ederse kavga çıkacağı kesin," diye de ekledim.

 

Gözlerim kantindeki kalabalığı taradı. Ortada boş bir masa vardı. Devrim ile beraber masaya kurulup etrafta olup biteni incelemeye başladık. Tolga'nın yakışıklı yüzü Buğra tarafından bakılmayacak kadar korkunç hale getirilmiş, Berna abisinin yanından kalkma cesareti bile gösteremeyecek kadar kötü bir haldeydi ve tüm bunların içinde Heves sanki dün ormanda bizi bir başımıza bırakmamış arabayı alıp kaçmamış ve hatta arabanın içine cinayet aletini bizzat kendisi koymamış gibi normal davranıyordu.

 

Devrim, "Heves dün yaptıklarından sonra okula gelme cesaretini nasıl gösterebiliyor?" diye sordu. Gözleri benim üzerimdeydi. Heves'e keskin bir bakış atmış sonrasında, "Okula geldi. Çünkü o bir katil değil ve dün olanları polise anlatırsak bizim başımızın yanacağını iyi biliyor," dedim.

 

Heves'in gelip gidişini izledim. Tolga'ya geçerken sert bir omuz darbesi atmıştı. Tolga hiçbir şey demedi. Onun yerine yanında duran Korkut ile laflamaya devam etti. Korkut'u gördüğüm an içimden masadan kalmak gelmişti. Yakasına yapışmak ona herkesin içinde Işık ile olan bağını sormak istemiştim ama böyle bir şey yapamazdım. Buna kalkıştığım an olayların daha da karışık bir hal alacağını biliyordum.

 

Devrim'e çevirdim bakışlarımı. Göz gözeydik. Yalanlar resitalinin ortasında sadece ikimiz vardık. Etrafımızı kuşatan yalanların ortasında öylece duruyorduk. "Sanat," dedi Devrim. Onun sıcaklığına benim donuk ifadem karışıyordu.

 

"Berna," dedi bu sefer.

 

"Berna masadan kalktı. Tolga da önden gitti."

 

Dikkatimi topladım. Devrim ile beraber masadan kalktık. Hedefimiz Berna ile Tolga ikilisiydi. Olası bir durumda -Buğra'nın onları bir arada yakalama ihtimali de buna dahil- biz müdahale edecektik. Dikkat çekmemek adına biraz geriden gidiyorduk ki Berna ile Tolga'nın boş bir sınıfa girdiğini gördüm. Burası öğretmenler odasının yanındaki sınıftı. Işık'ın kelebekli yaka iğnesini kaybetmek zorunda kaldığım sınıf!

 

Devrim de benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki, "Kelebekli yaka iğnesi," dedi fısıltıyla. Berna ile Tolga'nın o iğneyi görmemesini ummaktan başka elimizden bir şey gelmezdi. Bu yüzden kapıyı dinlemeye başlamıştım. Normalde böyle şeylerden hoşlanmazdım ama eğer o iğneyi bulurlarsa işler yeniden karışacaktı.

 

"Benimle ne konuşmak istiyorsun?" diye sordu Tolga buz gibi bir sesle. Buğra'dan dayak yemiş olması bile Berna'ya bu ses tonuyla konuşmasını haklı çıkarmıyordu. İstemsizce gözlerimi devirdim ve koridordaki gürültüye aldırmadan konuşmalarına dikkat kesildim.

 

"Bebek," dedi Berna.

 

"Ailem bebeği öğrendi."

 

Tolga'nın içeride volta attığını o çok pahalı spor ayakkabısından gelen sesten anladım. Berna, "Ailem kürtaj olmazsam beni reddecek. Okuldan atılmam an meselesi ve sırf kürtajdan vazgeçerim diye ailem başıma abimi dikti," dedi ağlamaklı bir sesle.

 

İçerde bir süre sessizlik hakim oldu. Bu süre o kadar uzundu ki işkillenmeye bile başlamıştım ta ki Tolga, "Benden ne istiyorsun Berna?" diye sorana kadar.

 

"Gidelim buralardan," dedi Berna.

 

"Bebeğimizle beraber yeni bir hayat kuralım."

 

Duyduğum şeyden sonra Devrim'e bakma gereksinimi hissettim. Berna'nın söylediklerinde ciddi olduğunu biliyordum ve bunu yaparsa ikinci bir kıyametin kapıda olduğu da apaçık bir gerçekti. Tolga, "Bunu yapamam," dedi tekdüze. Sesindeki netlik kapının dışında olmama rağmen beni bile etkilemişti. Beni bile!

 

Donuk bakışlarımla kapıyı buza çevirmekle kalmayıp konuşulanlara odaklandım. Berna, "Bebeğimizden vaz mı geçiyorsun?" diye sordu ağlayarak. Hıçkırıkları yüzünden sesi boğuk çıkıyordu.

 

"Hala anlamıyorsun öyle değil mi? Ben seni istemiyorum Berna. Sana söyledim. Bizden olmaz. Olmayacak da."

 

"Hayır! Daha önce Heves var diye olmaz demiştin! Şimdi Heves de yok hayatında! Aramızda hiçbir engel kalmadı Tolga!"

 

"Engel biziz Berna. Ben seni sevmiyorum! Hiçbir zamanda sevmedim. Ben Yağmur'a aşığım! Seninle de sırf onun dikkatini çekebilmek için beraber oldum!"

 

Sessizlik! İçeride tüm sessizliği bastıran bir tokat yankılandığı anda Devrim'in koluna yapıştım. Onu kenara çektim ve sanki az evvel onları dinlememişiz gibi bir köşede sohbet edermişçesine birbirimize baktık. Tolga sınıftan çıktı. Berna içerideydi ve anlaşılan duyduklarından sonra adım atmaya hali kalmamıştı.

 

Kimsenin dikkatini çekmemek için Devrim ile birbirimize baktık. "Az önce olanlar," dedi Devrim ama gerisini getiremedi. Duydukları onu şoka soksa da bende eksik olan parçaların yerli yerine oturmasına neden olmuştu.

 

"Tolga'nın Berna'ya neden yanaştığı belli oldu," dedim neredeyse fısıltıyla. Devrim sesimi daha net duyabilmek için midir bilinmez ama aramızdaki mesafeyi kapatıp gözlerini gözlerime dikti.

 

"Nedenmiş?"

 

"Yağmur Buğra'ya aşık. O da kız kardeşiyle beraber olarak kendince Buğra'dan intikam aldı. Amacı Buğra'yı kışkırtıp yanlış yapmasını sağlamaktı. Buğra okuldan giderse Yağmur ona kalacaktı. En azından Tolga böyle düşünüyordu."

 

"Peki Vural'ın sana yanaşma amacı ne?"

 

"Tolga ile Berna'dan Vural'a nasıl geldik?"

 

Devrim kuruyan dudaklarını ıslattı. Parmakları saçıma uzandı. Omuzlarımı biraz geçen siyah saçlarımdan bir tutamı tuttu ve "O konu hiç kapanmadı ki," dedi.

 

"Bir daha da o şahsiyet senin saçına dokunmasa iyi eder."

 

"Onun adı Vural. Ayrıca şu an sende benim saçıma dokunuyorsun Devrim Dinçer Demiralp."

 

Dudaklarında bilgiç bir gülüş belirdi. Elini saçımdan çekti ve "Ben nasıl ki saçına dokunamıyorsam o da aynı muameleyi görmeli Sanat Karay," dedi.

 

İfadesiz bakışlarımla, "Beni numaranı aşırdığıma pişman etme Devrim," dedim. Keşke demeseydim. Sözlediğim onun o kadar hoşuna gitti ki aklı sıra belalara bulaşmamın onunla bir ilgisi olduğunu düşünüyordu. Belki de bu düşüncesinde haklıdır.

 

"Numaramı nasıl bulduğunu da itiraf edersin artık."

 

"Rüyanda görürsün."

 

Onu omzundan hafifçe ittim. Tam yoluma bakıyordum ki az evvel Berna ile Tolga'nın konuştuğu sınıfta büyük bir gürültü koptu. Ağır bir cisimin yere düşüşüne benzer bir sesti bu. Kendimi sınıfın kapısını açmış geçirdiği sinir krizinden sonra sıraları itekleyip deviren Berna'yı izlerken bulmuştum.

 

Berna o kadar sinirliydi ki benim orada olduğumu bile görmemişti. Bir yandan ağlıyor bir yandan da eline geçirdiğini yere atıyordu. O an gözüm yerdeki dağınıklığın arasında yerde duran kelebekli yaka iğnesine kaydı. Tam onu almak üzere adımlıyordum ki Berna aniden bir çığlık kopardı. Dönüp ona baktığımda iki büklüm olduğunu gördüm. Karnını tutuyordu ve henüz bacağından ayak bileğine doğru yayılan kanın farkında olamayacak kadar kötü bir haldeydi.

 

Kollarıyla karnını sardı. Yere düşmek üzereyken onu tuttum. Devrim içeri girdi ve onu kucağına aldı. Koridordaki kalabalığı yararak ilerledik. Kimseye hiçbir şey söylemeden Berna'yı alıp bahçeye çıktık. Onu acilen hastaneye götürmemiz gerektiğinden Berna'yı Devrim'in arabasının arkasına yatırdık. Bende hemen onun yanındaydım. Berna'nın başı dizlerimdeydi ve baygın haldeydi. Devrim tam yerine geçip arabayı çalıştıracağı sırada kahretsin ki Buğra çıkageldi. Kardeşini kucaklayıp götürdüğümüzü duymuş deliye dönmüştü.

 

"Devrim!" diye bağırdı Buğra.

 

"Işık'tan sonra sıra kardeşime mi geldi?"

 

Devrim duyduğu isimle arabadan indi ve hışımla Buğra'nın üzerine yürümeye başladı. Onları ayırmak üzere arabadan ineceğim sırada bunu yapamayacağım için camı açtım. Camdan, "Kardeşini hastaneye götürüyoruz geri zekalı!" diye bağırdım.

 

"Berna iyi değil! Ya bizimle gelirsin ya da seni ezmek pahasına onu götürürüm Buğra!"

 

Buğra bana baktı. Arabaya doğru yürümeye başladı. Arka camdan Berna'ya baktı ve önde Devrim'in yanındaki yerini aldı. Devrim koltuğuna oturduğu sırada, "Ağzını açacak olursan seni arabadan atarım," demeyi de ihmal etmedi.

 

Buğra normalde bu lafların altında kalmazdı ama söz konusu kız kardeşi olunca ses etmemişti. Devrim arabayı son sürat hastaneye doğru sürdü. Araba o kadar hızlı gidiyordu ki sarsılmaması için Berna'yı tutmak zorunda kalmıştım. Buğra kafasını arka tarafa doğru uzatıp kardeşine baktı. "O bu hale nasıl geldi?" diye sordu.

 

Devrim ile gerçeği bilsekte susmamız her şey için en iyisiydi. Tolga'nın adını duyduğunda bile deliren Buğra olanları öğrenirse Tolga için hiç iyi şeyler olmazdı. Her ne kadar Tolga'yı günahım kadar sevmesemde olanları saklamak zorundaydım. Duygudan yoksun bakışlarım ve büyük bir soğukkanlılıkla, "Onu sınıfta baygın halde bulduk," dedim.

 

Buğra konuyu üstelemedi. Daha doğrusu üstelemeye fırsat bulamadı. Devrim arabayı acilin önüne çekti. "Sedye!" diya bağırdı Buğra arabadan inip kardeşini kucaklarken.

 

Berna'yı gelen sedyeye yatırdı. Doktorlar onu götürürken Buğra peşlerinden gitmişti. Devrim de gidiyordu ki olduğum yerde durduğum için bana bakma gereksinimi duymuştu. "Gelmiyor musun?" diye sordu Devrim. İçeri girmek istemiyordum ama buna mecburdum. İçeri girmezsem bende bir tuhalık olduğunu anlardı.

 

Gözüm acil yazan tabelaya takıldı bir süre. Bu yazı bile içeri girmeme engel oluyordu sanki. Yapamayacağımı hissediyordum. İçeri girmemin olanağı yoktu. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Ciğerlerime buz gibi oksijeni çekip bunu yapmak zorunda olduğumu hatırlattım kendime.

 

Devrim yanıma geldi. Endişeyle baktı gözlerime. "İyi misin? Hastaneye gelmişken sana da bakmalarını ister misin?" diye sordu yumuşak bir ses tonuyla. Başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Ben iyiyim. Sadece hastane ortamını sevmiyorum," dedim yarım ağızla. Devrim sebebini sormadı. Belki de delici bakışlarımdan sonra sormaya cesaret edemedi. Bilmiyorum ama benim için endişelendiğini görebiliyordum.

 

"Biz üzerimize düşeni yaptığımıza göre neden bahçede beklemiyoruz?"

 

Devrim içeri girmek istemediğimi anlamıştı. Sırf benim için benimle beraber bahçede beklemeyi tercih etmişti. Beraber bahçedeki banklardan birine oturduk. Kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Devrim ile yan yana hastanenin bahçesindeki bankta oturmuş Buğra'nın bize haber vermesini beklerken bir hemşirenin bize doğru adımladığını gördüm. Yanımıza geldi. Elinde tuttuğu kağıdı bana uzattı ve "Bunu düşürdünüz," dedi. Ona bu kağıdın bana ait olmadığını söylemek istemiştim ki kağıtta yazanla beraber bundan saniyesinde vazgeçtim.

 

İnsan söz konusu sevdikleri olunca her şeyi göze alırmış. Sıradaki kurbanın da gözleri sevgiyle kör olacak. O da hata yapacak. Yalana bulaşacak. Resital nasıl ki kanla başladıysa yalanla da son bulacak. Acele et! Yerinde olsam sıradaki kurbanı yalnız bırakmazdım Sanat Karay!

Loading...
0%